BÖLÜM 18

51.8K 2.5K 63
                                    

...GÜÇLER...

Vincent konuşurken Ares, Rebekah daki değişimi fark etti. Birden gözlerini kısmasını, bedeninin öne doğru sallandığını. Yumruklarını sıktığını ve bedenini titreyerek terlediğini gördü. Rebekah alnındaki terleri silerken farkında olmadan öne doğru sarsak bir adım attı. Genç kız gözlerini ileriye dikmiş olanların farkında değil gibiydi. Vincent tahtından kalkarak Rebekah’a seslendi. Ama Rebekah onu duymamış gibiydi. Ares de ona seslendi ama genç kız hiçbirine cevap vermedi. 

‘’Rebekah?’’ Ares’in sesini duyan Rebekah ona bakmak istedi ama göremiyordu. Yardım istemek için ağzını açmıştı ki dudaklarından acı bir haykırış koptu.

Ares,seri adımlarla Rebekah’a yaklaşırken genç kızın acı haykırışını duyunca olduğu yerde kaldı. Göğsündeki işaret tıpkı o gün olduğu gibi yanıp sönmeye başlamıştı. Rebekah’nın tekrar çığlık atması üzerine kendine geldi ve ona doğru ilerlemeye çalıştı. Ama görünmez bir duvara çarpınca geriye sendeledi.

‘’Bu da ne böyle?’’ Parker’ın bağırması üzerine bakışlarını onlara çevirdi. Hiçbiri Rebekah’a yaklaşamıyordu. Görünmez bir kubbe kızı içine hapsetmişti ve onların içeriye girmesini engelliyordu. 

Rebekah öne doğru sendeledi. Ama düşmeden önce kendini tutabildi. Görüşü geri gelmişti. Etraftakilerin ona seslendiği duyuyor, yanına gelmek için çabaladıklarını görebiliyordu. Ama sanki görünmez bir duvar, bir kubbe onları dışarıda tutuyormuş gibiydi. Acının tekrar gelmesi ile genç kızın vücudu kasıldı ve yere dizlerinin üzerine düştü. Ellerini kırmızı halının üzerine koyarak derin nefes alıp vermeye başladı. Bütün bedeni yanıyordu. Saçından ayak parmaklarına kadar vücudunda garip, acı veren bir enerji vardı. 

Enerji ve ısı yavaş yavaş artarken kafasını yukarı kaldırıp tekrar çığlık attı. Vücudu tıpkı o gün kütüphanede olduğu gibi yanıyordu. Özellikle de kalbinin üzerindeki işaret. Bedeninde ki ısının artmassıyla genç kız tekrar çığlık attı. Çırpınarak tişörtünü çekiştirdi. Titreyen ellerini yönlendiremiyordu. Tişörtün yakasını tutup işaretin olduğu kısma kadar yırttı. Bakışlarını işaretine çevirdiğinde kıpkırmızı olduğunu gördü. Resmen işaretin bulunduğu derisinin altından ateş çıkıyordu. İşaretten çıkan altın rengi ışık kalp atışlarıyla beraber hızlıca yanıp sönüyordu.

Bedeni tekrar titreme nöbeti geçirirken kulakları uğuldamaya başladı. Ona seslenenleri artık duyamıyordu. Vücudu acıyla kasılıyordu. Kafasını arkaya atıp tekrar çığlık attı. Göğsünden çıkan ışık büyürken sırt üstü yere yattı. Bedeni kıvranırken boğazı parçalanırcasına bağırıyordu. Tırnaklarını kırmızı halına geçirmiş sıkıca tutuyordu. Boğazı artık yanıyor ve acıyordu. Ancak genç kız çığlıklarını durduramıyordu.

Ares kendini kaybetmek üzereydi. Rebekah gözlerinin önünde acıyla kıvranırken o hiçbir şey yapamıyordu. Tıpkı odadakilerin yaptığı gibi ona ulaşmaya çalışıyordu ama hiçbir şekilde görünmez duvarı geçemiyordu. Geri çekilip tekrar, tekrar görünmez duvara bedeniyle vurdu. Her vuruşunda duvar dalgalanıyor ve beyaz bir ışık çıkıyordu. Ares içeriye gimeliydi. Eğer kontrolünü tamamen kaybederse neler olacağını biliyordu. Genç kızın çığlıkları kalbine bir biri ardına çekiç darbeleri indiriyordu. Ona ulaşmalıydı. Acısını dindirip onu hayatta tutmalıydı. 

Ares geri çekilip tekrar duvara vurdu ancak faydasızdı. O sırada Rebekah’nın göğsünden çıkan ışık birden büyüdü. Altın rengi ışık bütün odayı kaplarken gözleri kamaştı. Kollarını kaldırıp yüzünün önüne siper etti. Işık bütün odayı kaplayıp birden sönerken Rebekah hariç odadaki herkes hızla geriye doğru savruldu ve aynı anda bütün cam ve kapılar hızla açıldı. Birkaç saniye boyunca oda da sadece sesli nefes alış verişler duyuldu. Ares gözlerini açıp etrafına baktı. Herkes düştüğü yerden kalkmaya çalışıyordu. Ares duvardan destek alarak ayağa kalktı ve Rebekah’nın yerde kıpırtısızca yattığını gördü. Genç kızın gözleri kapalıydı. Kalp atışları yavaşlamıştı ancak düzenli nefes alıyordu. Göğsündeki işaret ise hala parlıyordu. Ama bu kez farklıydı. ışık yanıp sönmüyordu. İşeretten sadece ışık hüzmesi çıkıyordu. 
Ares öne doğru adım attı. Ona yaklaşabildiğini anlayınca hızla yerde yatan genç kıza ilerledi. Kızın kıpırtısız bedeni zihninde kötü anıların canlanmasına neden oluyordu. Dizleri üzerine çöktü. Elini kaldırıp yavaşça genç kızın suratına dokundu. Kütüphanede olduğu gibi tekrar ona zarar vermek istemiyordu. Rebekah dokunuşuna tepkisiz kalınca rahatlayıp onu kucağına aldı. Bu sırada Vincent tam karşısında duruyordu. Tek dizinin üzerine çökmüştü. Yüzündeki ifadeyi sabit tutmak için kendini zorladığı belli oluyordu. Ares Vincent’ın hala Rebekah’nın kendi kızı olduğunu düşündüğünü biliyordu. Bunun doğruluğundan emin değildi. Ama anlaşılan Vincent emindi. Şimdi her babanın yaşayacağı duyguları yaşıyordu. Endişeliydi ve korkuyordu. Ama bunu odadakilere belli etmemekte ustaydı.
Ares tekrar kucağındaki kıza odaklanıp gözlerini kapattı. Gücünü kullanarak nesi olduğunu anlamaya çalıştı. Rebekah sadece uyuyordu. Yaralı değildi. Ama Ares’in gözlerinin kocaman açılıp şaşkınca kıza bakmasının sebebi bu değildi.

‘’Ne? Neyi var?’’ Vincent kendini ne kadar tutmaya çalışsa da Ares’in gözlerindeki bakışı görünce daha fazla dayanamamıştı.

‘’Hiçbir şeyi yok.’’ Ares gözlerini Rebekah’nın huzurlu yüzünden ayırmadan konuştu. Caleb, Parker, Jordan ve James etraflarında toplanmışlardı. Neler olup bittiğine bir anlam vermeye çalışıyorlardı.

‘’Sorun ne?’’ Vincent’ın kısık sesi öfkelendiğini belli ediyordu. Savaş tanrısı bakışlarını ona çevirdi.

‘’Onu kontrol ettim. Eskisi gibi değil. Daha farklı. İçinde bir şey var. Ama ne olduğunu bilmiyorum. Güçlerinin ne olduğunu anlayamıyorum. Kapalı bir kutunun içinde gibi. Girmemi engelleyen bir şey var.’’

‘’İçinde bir şey var derken ne demek istiyorsun?’’ Alfa bakışlarını kızına çevirdi. 

‘’İçinde farklı bir enerji var. Dünya üzerindeki her türün içinde olduğu gibi. Ama bu diğerlerine hiç benzemiyor. Ve içindeki her ne ise çok güçlü. Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmadım. İçindeki enerji bir tanrının ki kadar çok fazla güçlü. Demek istediğim güçleri her neyse artık hepsine kavuştu. Ama ne olduğunu anlamamı engelleyen bir şey var.’’ Sıkılı dişleri arasından konuşan Ares bunu kimin yapabileceğini çok iyi biliyordu. Bir tanrının böyle bir şeyi, genç kızın güçlerini görmesini ancak bir başka tanrı engelleyebilirdi. Odadakiler de bunun farkındaydı. Ama bilmedikleri şey bunu hangi tanrının ve neden yaptığıydı?

‘’Zeus ile konuşmanın vakti geldi.’’


Vampir Kral Marcus kolları arasında ölen kadını yere bıraktı. Güzel kadının bedeni boş bir çuval gibi yere yığılırken gülümsüyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. Dudağının kenarından akan kanı diliyle yaladı. Vahşet alanına dönmüş odasına bakarken sinsi bir şekilde gülümsüyordu. Öfkeden gözü dönmüştü. Yerde parçalara ayrılmış olan kadınlara baktı. Yedisinin bedeni parçalara ayrılmış, her bir uzuvları odanın bir köşesindeydi. Önce onlarla eğlenceli zaman geçirmiş yatakta hepsiyle tek tek ilgilenmişti. Kanlarının bir kısmını içmiş sonra onları parçalara ayırarak en sevdiği bölgelerden kanlarını emmişti. Favorisi elbette ki kalpleriydi. Kalplerini yerinden söküp, ısırarak kanları emmek Marcus'un en büyük zevkiydi. Kadınların çığlıkları hala kulaklarında çınlıyor ve Kral'ın şeytani bir şekilde gülümsemesine neden oluyordu. Ayaklarının önünde yatan bedene baktı. Sadece onu parçalara ayırmamıştı. Kanını içmiş ve içini boşaltmıştı. Yeteri kadar doymuş ve eğlenmişti. Onu parçalara ayırmakla uğraşamazdı. Kadının üzerine basarak geçti. Kadının bedeninden gelen kemiklerin çıtırtısı gözlerinin daha da parlamasına sebep oldu. Bembeyaz olan oda şimdi ölen kadınların kanlarıyla kaplanmıştı. 

Çıplak bedeninin her yeri kanla kaplıydı. Saçları kuruyan kandan dolayı sertleşmişti. Banyoya ilerledi ve soğuk suyun altına girip üzerindeki kandan kurtuldu. Üzerine beyaz takımını giyip aynanın karşısına geçti. Siyah saçlarını geriye doğru taradı. Az önce kırmızı olan gözleri eski haline geri dönmüştü. İçtiği kanlardan dolayı mavi gözleri parlıyordu. Islık öttürerek odasından çıktı. Kapıda nöbet tutan askerlerin önünde durdu. İçeride ölü olarak yatan sekiz kadını göstererek
‘’İcaplarına bakın.’’ Dedi. Asker tamam anlamında kafasını bir kere salladı. Saniyeler içinde beyaz tahtında olan Marcus bacak bacak üstüne attı. Şeytani gülümsemesi hala yüzünde dururken tahtın önünde dizleri üzerine çökmüş elleri ve ayakları kelepçeli olan üç adama baktı. Marcus da sabitlenen bakışlarında gözle görülür bir şekilde nefret vardı. Kral kafasını yana eğerek sadistçe kahkaha attı. Üçlünün arkasında ellerini sırtında birleştirmiş, gururla duran oğlu da babası gibi gülümsedi. 

‘’Vay. Vay. Vay. Bakın bizi ziyarete kimler gelmiş!’’ Üç kurtadam hırlarken Marcus tekrar kahkaha attı. Bu sabah onları Maxwell yakalamıştı. Kalesinin etrafında gözcülük yapıyorlardı. Vincent'ın adamları bu sıralar Kral'ın kalesinin etrafında daha sık görülmeye başlamıştı. Anlaşılan Vincent bilgi toplamak konusunda ısrarcıydı. Marcus da yakaladığı her kurtadamı öldürmekte ısrarcıydı!

‘’Vincent oynamam için bana sizi mi gönderdi? Ama anlaşılan benim köpeklerden ne kadar nefret ettiğimi hala anlamamış!’’ Marcus cık cık sesi eşliğinde parmağını iki yana salladı. Tahtından kalkarken üzerindeki takımını düzletti. Sessiz salonda ayakkabılarının çıkarttığı ses yankılanıyordu. Kurtların arkasına geçerek Maxwell’in yanında durdu.

‘’Aferin oğlum. Sonunda işe yarayan bir şey yaptın!’’ Babasının iması üzerine Maxwell’in dişleri sıkılırken sessiz kalmayı tercih etti. Bu kadar adamın önünde onunla grur duymak yerine rezil ediyordu.
Vampir kral bakışlarını kurtadamlara çevirirken zevkle gülümsedi. Kurtadamların elleri ve ayakları zincirlenmişti. Normalde bu onları asla durdurmazdı. Ama yaklaşık bir saattir sıvılaştırılmış gümüşle işkenceye maruz kaldıkları için güçleri tükenmişti. Artık dönüşüm geçiremezlerdi. Üzerindeki kıyafetleri yırtılmış, kesilen derilerinden kan akıyordu. 
Ortadaki kurtadamın arkasına ilerleyip saçlarından tutarak geriye çekti. Kurt hırlayarak kafasını çekmeye çalıştı. 

‘’Bak sen şuna. Hala karşı koymaya çalışıyor. Boşuna hırlama köpekçik. Pençelerin olmadan bir hiçsin.’’ Odadaki vampirlerden birkaçı güldü. Kurt tekrar karşı koymaya çalışınca Marcus kafasını daha da arkaya çekti. Dudaklarını kurdun kulağına yaklaştırıp fısıldayarak konuştu.

‘’Şimdi söyle bakalım. Vincent kızı nerede tutuyor?’’ Kurt cevap vermek yerine dişlerini sıkıca birbirine bastırıp bakışlarını karşıya sabitledi. Marcus tek kaşını kaldırarak geri çekildi.

‘’Anlaşılan seni konuşturacak bir şey gerekli. Peki, sen bilirsin?’’ dedi umursamaz bir şekilde omzunu silkerek. Arkasına bakmadan elini açtı. Maxwell sıvılaştırılmış gümüşle dolu büyük su kovasını Kralın eline bıraktı. Kral kurtların etrafına dolanıp önlerine geçti. Üç kurtadam da kralın elindeki kovayı görünce nefesleri sıklaştı. Gümüş onları öldürmüyordu ama canları fazlasıyla acıtıyordu. Kurtlar sıkılı dişlerinin arasından hırıltıyla nefes alıyorlardı. Marcus kurtların tedirginliğini görünce gülümsedi.

‘’Sandığınız kadar kötü biri değilim. Bu kadar kötü görünmezine üzüldüğüm için size banyo yaptırma kararı aldım.’’ Tek kaşını kaldırarak kurtlara bir adım daha yaklaştı. ‘’Kulaklarınızın arkasını da yıkmayı unutmayın.’’ dedi ve kovadaki suyu kurtların üzerine döktü. Üçü de aynı anda bağırarak kıvranmaya başladı. Yerde debeleniyorlardı. Sıvının temas ettiği tenlerinden buhar çıkıyor ve deri kızarıp kanamaya başlıyordu. Marcus gözlerini kapatıp mutlulukla iç çekti. Kurtadamların çığlığı kulağına müzik gibi geliyordu. Gözlerini açıp etraftaki vampirlere baktı.

‘’Bu müziği seviyorum.’’ Kahkaha atarak tahtına ilerledi ve oturdu. Dakikalar sonrasında kurtlar ancak kendilerine gelebilmişti. Acıyla inliyorlardı. Marcus eliyle işaret verince üç vampir arkalarına geçip yere yığılmış bedenlerini kaldırdı. Dizlerinin üzerinde durmakta bile zorlanıyorlardı. Marcus ellerini birleştirerek

‘’Şimdi konuşmak isteyen var mı?’’ diye sordu. Başta ki kurtadam ağzındaki kanı tükürürken bakışlarını Kraldan ayırmadı.

‘’Alfaya ihanet etmektense ölmeyi tercih ederiz!’’ Kurdun sözleri üzerine Marcus’un dişleri sıkıldı. Her seferinde aynı şey oluyordu. Kurtlardaki birlik ve sürü anlayışı yüzünden ne yaparsa yapsın hiçbirinden bilgi alamıyordu. Ama onun asalak vampirleri yakalanınca korkaklar gibi anında ötüyordu. Kurtlarda ki bu birlik anlayışını asla kendi adamlara öğretememişti! Sıkılı dişlerine rağmen sinsice gülümsedi.

‘’Görev aşkıyla yanan kurtlar! İşte en sevdiğim model. Madem alfanıza mesaj iletmek için benim bölgeme girme cüretini gösterdiniz. Görevinizi yerine getirmenize yardımcı olacağım.’’ Yüzündeki gülümsemeyi silip Maxwell’e döndü.

‘’Alfaya mesaj ilet.’’ Maxwell Kral’ın ne demek istediğini anlamıştı. Gülümseyerek kafasını salladı. Askerlerine başıyla işaret verdi. Üç vampir kurtları sürükleyerek odadan çıkartırken onların peşinden gitti. Kurtlara önce güzelce işkence yapılacak sonra da kafaları koparılıp hediye kutusuna yerleştirilerek Alfaya gönderilecekti. Babasının eğlence anlayışı garip de olsa, Maxwell'in bunu kaçırmaya ve bu zevki başkasına yaşatmaya niyeti yoktu. 

Salonda yalnız kalan Marcus kafasını tahtta yaslayıp gözlerini kapattı. Kızı hala ele geçirememişti! Büyücü tanrıça Kirke her an gelebilirdi ve hala kız elinde yoktu! Tanrıça çok kızacaktı. Ona verdiği görevi yerine getiremediği için öfkeden deliye dönecekti. Kral tahtın kenarlarını sıkıca kavradı. Kırılan tahtanın sesini duyunca öfkesi biraz da olsa yatıştı. Tanrıçası gelmeden önce o kızı yakalaması gerekiyordu. Kaleye bütün ordusuyla salırsa bile Ares orada olduğu sürece kızı alamayacağını biliyordu. Başka yolunu bulmalıydı. Hemde hemen çünkü pek vakti kaldığı söylenemezdi.

‘’Gergin görünüyorsun.’’ 

Ölüm kadar soğuk gelen sesi duyunca Marcus şaşkınlıkla gözlerini açtı. Beyaz kâhin, büyücü tanrıça Kirke tüm çekiciliği ve korkutuculuğla karşısında duruyordu. Üzerinde uzun, kan kırmızısı, bütün bedenini saran elbisenin büyük bir yırtmacı vardı. Yırtmaç beyaz kusursuz bacağını gözler önüne seriyordu. Beyaza yakın sarı saçları örgülerle toplanmıştı. Elbisenin üst kısmı tamamen dantellerden oluşuyordu. 

Tanrıça tek kaşını kaldırmış bir elini beline koymuş Marcus’a bakıyordu. Kral önce bunun zihnin bir oyunu olduğu sandı. Ancak Tanrıçanın kaşlarını çatması üzerine, şaşkınlıktan kurtulup tahtan kalktı. Tanrıçanın önüne gidip tek dizinin üzerine çökerek eğildi.

‘’Bağışlayın Tanrıçam. Geldiğinizi fark etmedim.’’

‘’Ayağa kalk!’’ Tanrıça çıplak ayaklarıyla zeminde hiç ses çıkartmadan kralın etrafından dolaştı. Tahta oturup bacak bacak üstüne attı. Yırtmacı açılarak iki bacağını da gözler önüne serdi. Marcus ayağa kalkarak tanrıçaya döndü. Kirke ellerini tahtın iki yanına yerleştirip, gözlerini kıstı. Başını yana eğerek Marcus’u baştan aşağıya süzdü.

‘’Hediyem nerede?’’ Marcus, Kirke’nin sakin ve yavaşça konuşmasına rağmen gerçeği bildiğini anlamıştı. Kirke’nin bu kadar sakin olması iyi değildi.

‘’Tanrıçam bende sizinle bu konu hakkında konuşmak istiyordum. Planda bazı değişiklikler oldu.’’ 

‘’Hımm. Ne gibi değişiklikler?’’ Tanrıça kafasını kaldırdı. Elleri tıpkı biraz önce Marcus’un olduğu gibi tahtın kollarını sıkıca kavramıştı.

‘’Kız ne yazık ki burada değil.O.. O... Kurtadamlar. Kızı aldılar.’’

Artık sakinliğini koruyamayan Kirke, Marcus’un sözleri üzerine hırsla bağırarak ayağa kalktı. Elini öne doğru savurmasıyla Marcus geriye uçtu. Duvara çarpan bedeni yere düşmene önce son anda toparlandı. Kirke işaret parmağıyla Marcus’u işaret ederek, ona doğru yavaş adımlarla ilerliyordu. ‘’Seni beceriksiz vampir bozması!’’ Marcus’un tam önünde bitip yakalarını tutup yüzüne yaklaştırdı. '’O kızı istiyorum Marcus! Beni anladın mı? Getir onu bana!’’ 
Tanrıçanın çığlığı, neredeyse Marcus’un kulaklarının patlamasına neden olacaktı. Kirke, kralı sertçe itip cama doğru ilerledi. Ellerini camın kenarına koyup kendini sakinleştirmek için derin nefesler aldı. 

Yavaş ve sessiz bir şekilde kıyafetini düzelten Marcus olduğu yerden tek milim bile kıpırdamadı. Böyle anlarda yokmuş gibi davranması en kolay yoldu. Sessizce tanrıçanın sakinleşmesini bekledi. Tanrıça öne eğdiği kafasını yavaşça kaldırıp camdan dışarıya baktı. Kendi yarattığı varlığın bu kadar aptal ve beceriksiz olması onu deliye çeviriyordu. Artemis'in kurtadamları bu kadar güçlü, birbirlerine bağlı ve tanrıçalarına tapıyorken, onun yaratıkları işe yaramayan ucubelerden başka bir şey değillerdi! Kirke her konuda Artemis'in gerisinde kalmaktan nefret ediyordu. Bedeni öfkeyle titrerken kendini sakinleştirmek için uzun tırnaklarını avucuna batırdı. Bileğinden aşağıya akan altın regni tanrı kanını görmek onu rahatlattı ve derin bir nefes aldı. Zihninde canlanan görüntü ile sinsi gülümseme yüzünü kaplarken dudaklarından kahkahalar dökülmeye başladı. Camdan ayrılıp tekrar tahtta ilerledi.

‘’Demek beklenen baba kız kavuşması gerçekleşti! Eminim Vincent onu gördüğü an sevgili Helena’sına olan benzerliğini fark etmiştir. Ve Ares’in kıza karşı olan hislerine bir cevap bulamamsı... Bu hisleri Ares’i deliye çevirmiş olmalı.’’Dudaklarından sinirli bir gülüş çıktı. 
Tahtta oturup tekrar bacak bacak üstüne attı. Son sözleri sıkılı dişlerinin arasından söylemişti. Ares… Bütün bunların tek sebebi ona olan aşkıydı. Ama bunlar artık çok geride kalmıştı. Gözü saf intikamdan başka bir şey görmüyordu. Her şey yeni başlıyordu. Yapacakları bitmemişti. Çünkü Artemis henüz ölmemişti. Bedeni hala Hades’in diyarında koruma altındayken Kirke asla pes etmeyecekti!

‘’Gerçeği anlamalarının imkânı yok tanrıçam.’’ Tanrıçanın dudaklarından sinirli bir gülüş çıktı.

‘’Elbette anlayamazlar. O kadar akıllı olduklarını sanmıyorum. Onlar Rebekah’nın ne olduğunu anlayamadan kız benim olacak!’’ 

‘’Elbette tanrıçam. Çok yakında onu size getireceğim.’’ Tanrıça tahtta öne doğru eğildi.

‘’Çok yakında değil Marcus! O kızı hemen istiyorum! Bunu o küçük beynine sok!’’ diye bağırdı. Marcus irkilse de duruşunu bozmamak için kendini çok zorladı. Tanrıça, Marcus’un korkusu üzerine sırıtarak geriye yaslandı. 

‘’Çok sevgili kardeşim Klotho eminim kıza ulaşmak için elinden geleni yapıyordur. Ares’in her şeyi öğrenmek için Klotho’ya gideceğinden şüpheleniyorum. Ares diğer tanrıları bu işin için sokmadan Klotho’yu ve işbirlikçilerini kontrol altında tutmalıyız. Yunanistan daki askerlerinle iletişime geç. Kardeşime ve yanındaki işbirlikçisine sürpriz baskın yapmayı düşünüyorum. Rebekah'a ulaşmak için harekete geçebilirler bunu engellememiz gerek.’’

‘’Elbette tanrıçam.’’

‘’Ben burada yokken o kızı buraya getirmiş olsan iyi olur! Yoksa seni Vincent’a kendi ellerimle teslim ederim. Eminim ki karısının hala yaşadığını ve ona her gün işkence yaptığını öğrenince seninle ilgili harika planları olacaktır!’’ Marcus dişlerini sıkınca Kirke kahkaha attı. Eliyle gitmesini işaret ederek

‘’Şimdi git ve biraz işe yara. Bana Helena’yı getir. Amazon Kraliçesiyle görüşmeyeli uzun zaman oldu. Eminim birbirimizi çok özlemişizdir.''

‘’Peki, Tanrıçam.’’ Marcus başını eğerek tanrıçayı selamladı ve taht odasından çıktı. 
Onun ardından salonda tek başına kalan Kirke bakışlarını camdan dışarıya çevirdi. Artık tek amacı intikam almak değildi. En yüksekte olmak istiyordu. Zeus pisliğini ve kardeşlerini tahttan indirip olimposu ve dünyayı ele geçirmek istiyordu. Böylece Ares'e ne kaybettiğini gösterecekti. Krike'yi seçmeyerek ne kadar aptal olduğunu anlayacaktı. Ama bunu tek başına yapamayacağını biliyordu. Zeus ve kardeşlerine denk ittifaklar lazımdı ona. Yüzyıllardır sessizce Zeus’dan intikamlarını alacakları günü bekleyen ittifaklar. Tıpkı onun gibi intikam ateşiyle yanan ittifaklar. Tıpkı herkesin öldüğünü sandığı Prometheus, Epimetheus ve Atlas gibi… 
Bütün kalede tanrıçanın kahkahası yankılanırken, ölüm kadar soğuk olan kahkaha vampirlerin korkuyla sinmesine neden oldu.
...

Korkunç baş ağrısı çeken Rebekah kafasını koparıp atmak istiyordu. Gözlerini açmaya çalıştı ama yapamadı. Sol göğsünde bir nokta acıyordu. Neler olmuştu? Rebekah hiçbir şey hatırlamıyordu. Baş ağrısı ve kalbinin üzerindeki nokta haricinde kendini oldukça iyi hissediyordu. Sanki kalbinin üzerindeki nokta, işaretin olduğu yer yanıyordu. YANIYORDU. Bu kelime genç kızın beyninde yankılanırken yaşadıkları film şeridi gibi tekrar gözlerinin önünden geçti. Neler olmuştu ona böyle? Olanları hatırlarken Rebekah’nın zihninde bir kelime yankılandı

‘Neraida Koritsi’

Uyurken sürekli bu kelimeyi duymuştu. Kimin söylediğini hatırlayamıyordu. Ne anlama geldiğini de bilmiyordu. Ama kulağına fısıldayan erkeğin sesi ona tanıdık geliyordu.

Yavaşça gözlerini açtı. Sanki birisi gözlerinin içine kum taneleri koymuş gibiydi. Başını çevirip etrafına bakındı. Kaledeki odasındaydı. Birisi onu yatağa yatırmış olmalıydı. Rebekah başını diğer tarafa çevirdiğinde Ares’i gördü. Tekli koltuklardan birini yatağın yanına çekmiş üzerinde uyuyordu. Bedeni aşağıya doğru kaymış, uzun bacakları yatağa değiyordu. Başı yana düşmüştü. Uykuda olmasına rağmen kaşları çatılıydı. Ama yine de kusursuz görünüyordu. Onu böyle gören biri savaş tanrısı olduğuna inanmazdı. 

Rebekah’nın dudaklarında tembel bir gülümseme oluştu. Bir süre onu inceledi. Açık bıraktığı saçları omuzlarına dökülüyordu. Rebekah’nın içinde dayanılmaz bir dürtü oluştu. Ona dokunmak istiyordu. Kendine tam anlamıyla ne olduğunu bilmiyordu. Suratsızında söylediği gibi güçlerine kavuştuğunun farkındaydı. Şimdi kendini biraz daha farklı hissediyordu. Daha önce hissettiği duygular daha güçlüydü. Ares’e olan hisleri daha da güçlenmiş gibiydi. Kalbi birden bire hızla atmaya başladı. Anlayamadığı nedenden dolayı ağlama isteğiyle doldu. Ona sarılmasını istiyordu. Sıcaklığını ve kokusunu hissetmek istiyordu. 

Kurtlara olan bağında da farklılık vardı. O da güçlenmiş gibiydi. Hepsini koruma içgüdüsü daha da artmıştı. Vincent ve ‘Suratsız’. Onlara karşı hissettiği güven duygusu ve bağ bambaşka bir boyuta ulaşmıştı. Rebekah onlarla ilgili zihninde saklı olan gerçeğe ulaşmak üzereydi. Ve tüm bunların dışında içinde yoğun özlem duygusu vardı? Bu genç kızın kalbini acıtıyordu. Kime bu kadar büyük özlem duyabilirdi? Sarah? Andrew? Evet. Onları da özlüyordu. Ama bu özlem duygusu bambaşka birine aitti. Ya da birilerine. Kalbindeki acının nedenini bilmiyordu. Uyandığından beri her şey ona daha tanıdık aynı zamanda uzak gelmişti. Zihninde saklı yere hala ulaşamamıştı. Ama yaklaştığını hissediyordu. Bütün cevapların gizli olduğu o yer. Rebekah oraya yaklaştığını hissediyordu. 

Ellerinden destek alarak doğrulmaya çalıştı. Hiç ses çıkartmamasına rağmen Ares hemen gözlerini açtı. 
Bütün gün ve gece Rebekah’nın yanında kalan Ares, Zeus’a ulaşmak için sayısız deneme yapmıştı. Ama Zeus seslenişlerine hiç cevap vermiyordu. Gözlerini kapatıp tekrar Zeus’a ulaşmaya çalışırken yataktan gelen kıpırtıyı hissedince gözlerini açtı. Ona bakan mavi gözlerle karşılaşınca kalbi bir an tekledi. Oturduğu yerde doğruldu.

‘’İyi misin?’’ sesi kendi kulağına bile farklı geldi. Rebekah gülümseyerek

‘’İyiyim. Uykunun bu kadar hafif olması kötü olmalı.’’ Dedi. Ares’in kaşlarını çatarak kızın ne demek istediğini anlamaya çalıştı. Sonra yüzünde tembel bir gülümseme oluştu.

‘’Uyumuyordum. Tanrılar pek sık uyumaz sadece Zeus’a ulaşmaya çalışıyordum.’’ Kızın doğrulmaya çalıştığını görünce, yatağa doğru eğildi. Rebekah’nın belini tutarak doğrulmasına yardım etti. Geri çekilmeden önce yüzünü kıza yaklaştırarak

‘’İyi olduğuna emin misin?’’ diye sordu. 

‘’Babam gibi davranıyorsun. İyiyim.’’ Genç kızın gülümsemesi Ares’i rahatlattı. Koltuğuna tekrar oturdu. Kollarını dizlerine yaslayarak belini öne büktü.

‘’Farklı herhangi bir şey var mı?’’ Rebekah yüzünü buruşturdu. Hissettiklerini ona anlatabilmesine imkân yoktu. Daha kendi bile anlayamamışken ona nasıl anlatacaktı?

‘’Bilmiyorum. Hem farklı hem de değil gibi.’’ Genç kız bakışlarını işaretin bulunduğu noktaya çevirdi. Pijamasının üstünü aşağıya çekiştirdi. İşaret altın renginde parlıyordu. Daha önceki gibi kalp atışıyla aynı ritimde değildi. Sürekli parlıyordu. İşaretine dokundu. Farklı bir şey yoktu.

‘’Salonda olanlardan sonra hiç sönmedi. Bütün gece ve gündüz yandı.’’ Rebekah hafifçe kıvrılan dudaklarıyla Ares’e baktı.

‘’Ne zamandır uyuyorum.’’

‘’Dünden beri uyuyorsun. Sabah olmak üzere.’’ Rebekah tek kaşını kaldırarak

‘’Ve sen hep başımda mıydın?’’ Ares huzursuzca kıpırdandı. Boğazını temizleyerek

‘’Öyle de oldu denebilir. Sürekli Zeus’a ulaşmaya çalıştım. Birileri senin güçlerini görmemi engelliyor. Ve bunu ancak bir tanrı yapabilir. Sorun şuradaki bunu hangi tanrı neden ve niçin yapıyor?’’

‘’Bir başka tanrı daha mı? Kim benim güçlerimi görmeni engellesin ki? Beni başka hangi tanrı anıyor?'' 

''Hiçbir fikrim yok. Vincent Kirke'nin yapmış olabileceğini düşündü. Ama Kirke yapamaz. Saf kan tanrı değil. Annesi Hekate tanrı, ancak onun ve Klotho'nun babalarının tanrı olmadığını biliyoruz sadece.'' 
Ares konuşurken Rebekah'nın zihninde Surtasızın sözleri yankılandı. Suratsız güçlerini sadece onun anlayabileceğini söylemişti. Yani Ares'in anlamasını engelleyen o olabilir miydi? Dahası Suratsız bir tanrı mıydı? Tanrıysa kim olabilir diye düşündü Rebekah. Zeus? Hades? Poseidon? Apollon? Hephaestus? Genç kız seslice yutkunarak düşüncelerin arasından sıyrıldı.

''Zeus'a ulaşabildin mi? Bir şeyler biliyor mu?’’ Ares nefesini oflayarak bıraktı ve geriye yaslandı.

‘’Ne yazık ki beyefendi yaşlı buruşuk olimposlu kıçını kaldırıp telefonları açmıyor.’’ Rebekah dudaklarını büzerek şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Az önce Ares şaka mı yapmıştı? Ya da yapmaya çalışmıştı? Genç kız bütün gerginliğine rağmen kafasını arkaya atıp kahkaha attı. Ares Rebekah’nın neden güldüğünü anlayamasa da kahkahaları onu da gülümsetti. Rebekah sonunda inleyerek sustu.

‘’Tanrım inanamıyorum. Hayatın boyunca yapabileceğin en iyi şaka buydu.’’ 
Bir süre sessizce birbirlerinin gözlerine baktılar. Dudaklarındaki gülümseme yavaşça soldu. İkisi de farklı düşüncelerle boğuşuyordu. Rebekah uyandığından beri hislerinin değişmesi ve bunun hayatını daha da zorlaştırdığını düşünüyordu. Ares’e baktıkça bedeni karıncalanıyor zihninde değişik kareler oluşuyordu. Ares ise kendini Rebekah’a tamamen kapılmış hissediyordu. Ondan ne kadar uzak durmaya çalışsa da başarısız oluyordu. Bir taraftan sürekli Artemis’i düşünüyor ama diğer taraftan zihninden ve bedeninden Rebekah’ı uzaklaştıramıyordu. 

‘’Eee eğitime geç kalmıyor muyuz?’’ Rebekah’nın ani sorusu karşısında Ares kaşlarını çattı. Dün olanlardan sonra eğitime devam mı etmek istiyordu? Bu kız kendine hiç iyi bakmıyordu. Kaşlarını çatarak

‘’Bugün eğitim yapmıyoruz. Dinlenmelisin.’’ dedi. Ancak Rebekah üzerindeki örtüyü kenara iterek ayaklarını yataktan aşağıya sallandırdı.

‘’Gerek yok. Kendimi gayet iyi hissediyorum.’’ 

‘’Yat şuraya Rebekah. Dinleneceksin dedim.’’ Rebekah gözlerini devirdi.

‘’Bende iyi olduğumu söyledim.’’ Yataktan zıplayarak atladı. Banyoya yönelirken Ares kafasını geriye atıp

‘’Zeus aşkına! Kadın beni deli ediyorsun. İnatçı keçi!’’ Diye homurdandı. Rebekah kıkırdayarak banyoya girdi. Savaş tanrısını sinirlendirmek tehlikeli diyen kimmiş. Aksine oldukça eğlenceliydi.

...

Rebekah kahkahalarla, dizlerinden destek alarak öne doğru eğildi. Hem nefes almaya hem de kahkahalarını bastırmaya çalışıyordu. Ares biraz ilerisinde hala çatılı kaşlarla ona bakıyordu. Rebekah doğruldu.

‘’Birileri fena morardı.’’ Ares homurdanarak parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. Koşu sırasında genç kızın daha da hızlandığının farkına varmışlardı. Şimdi Ares’le aynı hızda koşuyordu. Onu geçemese de çok yaklaşmıştı. Ve bu Ares’in sinirini bozuyordu.

‘’Hadi terin soğumadan spor odasına!’’ Savaş tanrısı huysuzca kaleye doğru ilerlerken Rebekah arkasından kıkırdadı. Hızlı adımlarla yayanına ulaştı. Zıplaya zıplaya Ares'in önüne geçti ve geri geri yürümeye başladı.

‘’Huysuz çocuklar gibisin.’’ Ares gözlerini devirdi.

‘’Asıl sen huysuz, yaramaz çocuklar gibisin. Beni geçemediğin halde kendinle böbürleniyorsun.’’

‘’Seni geçtim demedim. Ama yaklaştım. En azından arkandan kalkan tozları yutmuyorum artık.’’

‘’Unutma güzelim. Ben savaş tanrısıyım! Asla yenilmem. Girdiğim hiçbir iddiayı bile kaybetmedim. O yüzden bana fazla bulaşma. Yaklaşmış olabilirsin. Ama asla geçemezsin!’’ Ares’in çarpık gülümsemeyle söyledikleri, Rebekah’nın gözlerini devirmesine neden oldu.

‘’Evet! İşte şimdi yine o koca egonu yükseltmeye çalışarak savaş tanrısı olduğunu belli ettin!’’ Ares'in önünden çekilerek yanında yürümeye başladı. Spor salonundan içeriye girerken Rebekah Ares’in söylediği kelimenin yeni farkına varıyordu. Ona tekrar ‘güzelim’ demişti. Dudakları yukarı kıvrıldı. Ares, Rebekah’nın karşısına geçerek durdu.

‘’Bugün ki eğitimini benimle yapmayacaksın.’’ Az önceki mutluluğundan eser kalmayan genç kızın kaşları çatıldı.

‘’Neden?’’ Soruyu sorarken bile cevabını biliyordu. Dün Ares’le tam da şuan bulundukları noktada yaşadıkları yüzündendi. Ondan uzak durmak için yapıyordu bunu. Ares’in bir süre sessiz kalması, nedenin bu olduğunu kesinleştirdi.

‘’Benimle eğitimlerin aksıyor. Yapacaklarını önceden görmem senin hırslanmana neden oluyor. Savaşta hırs insanın en zayıf noktasıdır. Bu nedenle James ve diğerleriyle devam edeceksin.’’ Korkak diye düşündü Rebekah. Ares tam anlamıyla korkaktı ve ondan kaçıyordu. 

‘Elbette benden uzaklaşacak çünkü o Artemis’i seviyor.’ Bu düşünce genç kızın zihninde acı bir tat bıraktı. Bu en mantıklı olanıydı. Ares ve Artemis birlikteydi. Artemis uyanacak ve kaldıkları yerden devam edeceklerdi. Rebekah bu hikâyede hiç yer almaması gerektiğini düşünüyordu. Her gün Ares’i görmemek onun için daha iyiydi. En azından onu ne kadar az görürse, aklından ve kalbinden uzaklaştırabileceğini düşünüyordu. Elleri iki yanında yumruk oldu. Tam ağzını açmıştı ki arkasındaki kapı açıldı. James, Parker, Caleb ve Jordan ardı ardına içeriye girdi.

Hepside merakla genç kızı süzüyordu. Dün olanlardan sonra Rebekah’nın hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi meraklarını iyice arttırmıştı. Dördününde gözü genç kızın kıyafetinin üzerinden bile belli olan, parlayan işarete çevrildi. Uzaylı bir yaratığı incelermiş gibi ona bakmaları Rebekah’nın daha da sinirlenmesine neden oldu. Kollarını göğsünde birleştirip çatılı kaşlarla onlara döndü.

‘’Hala benim! Rebekah! Hatırladınız mı? Mutasyon geçirmedim. Ya da ucubeye dönüşmedim!’’ 

‘’Vuhuu anlaşılan Caleb'ın içindeki huysuz şeytan sana kaçmış.’’ Parker’ın kıkırdaması, Rebekah’nın zaten gergin olan sinirlerinin daha da gerilmesine neden oldu. Caleb tek kaşını kaldırıp, bakışlarını Parker’a çevirdi. Jordan’ın onları itip öne çıkarak Rebekah’nın yanına geldi.

‘’Kendini nasıl hissediyorsun?’’ Rebekah omzunu silkti.

‘’Parlayan bir ucubeye dönüşmüşken nasıl hissedebilirsen öyle hissediyorum.’’ Ares’e olan kızgınlığını onlardan çıkartıyordu. Ama elinde olan bir şey değildi. Tam vaktinde gelmeselerdi bu öfkenin yöneleceği nokta Ares olacaktı.

‘’Siz kenara çekilin. Önce James ile başlamanı istiyorum.’’ Ares’in sesi ile James kafasını salladı. Ares cam kenarına geçerek kollarını göğsünde birleştirdi. Bacaklarını açarak gözlerini Rebekah ve James’e çevirdi. Jordan, Parker ve Caleb ise odanın diğer tarafındaki koltuklara yerleştiler. Rebekah pozisyonunu aldı. Odanın diğer ucundaki James sırıtarak belini öne doğru büktü. Gözleri sarıya dönerken diliyle dudaklarını yaladı.

‘’Merak etme Rebekah. Isırmam!’’ Rebekah gözlerini kısıp başını yana eğdi. 
Ares tüm tanrıların, dünyadaki bütün varlıklardan daha hızlı olduğunu söylemişti. Kurtların hızı bile onların yanında yavaş kalıyordu. Bir önceki yarışta Rebekah James’i zorlukla geçmişti. Ama James’in bilmediğini bir şey vardı. Rebekah artık kurtlardan bile daha hızlıydı. Dövüşe başlamadan önce küçük bir gösteri yapmak istedi. Hızla koşarak James’in etrafında tur attı ve az önce durduğu noktaya geri döndü.

‘’Vuhuu! Bunu gördünüz mü?’’ Parker ıslık öttürürken Jordan şaşkınlıkla gülümsüyordu. Caleb ise yine tepkisiz kalmıştı.

‘’Nasıl ya?’’ James’in şaşkın sorusu üzerine Rebekah kahkaha attı.

‘’Sabah ki yarışta Ares’i neredeyse geride bırakıyordum!’’ Kendini beğenmiş bir şekilde gülümsedi.

‘’Neredeyse? Öyle bir şey olmadı! Hala arkamdasın!’’yenilgiyi kabullenemeyen Ares homurdandı. James ise tek kaşını kaldırıp Rebekah’ı süzdü.

‘’Bakalım dövüşte ne kadar iyisin.’’ Dedi James. Rebekah sırıtarak pozisyonu aldı. Bu sorunun cevabını o da bilmiyordu. James hızla koşup üzerine saldırırken dönerek sağa çekildi. James’in birbiri ardına attığı yumruk ve tekmelerden ustaca kaçarken, yaptıklarına kendi bile inanamıyordu. 

‘’Parker. Saldır.’’ 

‘’Ne?’’ Ares’in sözleri üzerine Rebekah kafasını ona çevirdi. Ama bu büyük bir hataydı. James’in dirseği sert bir şekilde karnına indi. Midesini tutup öne doğru eğildi. İşte bu gerçekten de acıtmıştı. Ciğerlerine hava doldurmaya çalıştı. Ancak Paker ve James aynı anda üzerine saldırınca acıyı görmezden geldi. Önce sola kaçarak Parker’ın saldırısından kurtuldu. Eğilerek James’in attığı tekmeden kaçtı ve yumruğunu onun yüzüne indirdi. James havada uçarak geriye savruldu. Jordan şaşkın bir şekilde haykırdı. 

Rebekah yumruğuna bakıp gözlerini James’e çevirdi. Az önce James’i resmen uçurmuştu! Şaşkınlıktan kurtulup hızla arkasına döndü. Parker koşarak üstüne atıldı. Genç kız tam vaktinde eğilip tekmesinden kurtuldu. Ama Parker çok daha hızlıydı. Vakit kaybetmeden yumruklar savurmaya başladı. Rebekah geri geri giderken Parker üzerine gelip yumruk ve tekme atıyordu. James’in vuruşları ölümcüldü. Paker ise o kadar hızlıydı ki sıradan bir insan onun hızını takip bile edemezdi. Rebekah göz ucuyla James’in ayağa kalktığını gördü. 

James ağzındaki kana yere tükürdü ve hırlayarak saldırıya geçti. İkisinin arasında kalan Rebekah ne kadar hızlı olsa da bedenine inen darbelerin hepsinden kurtulamıyordu. Eğilerek James’in yumruğundan kaçtı, ama Parker’ın acımasız tekmesi suratına indi. Doğrulamadan bu sefer James’in yumruğuna yakalandı. James’in darbeleri Parker’ın darbelerinden çok daha acımasızcaydı. Karnı, kalçası ve sol omzu felaket bir şekilde acıyordu. İkisinin arasına sıkışmış bir haldeyken yapabileceği tek bir seçenek vardı. Parker’ın onu tutmak için öne atılan kolları arasından kurtulup eğildi ve bacaklarının arasına yumruğunu geçirdi. Parker uluyarak dizlerinin üzerine çöktü. 

Rebekah aklında beliren görüntüyle vakit kaybetmeden hızla koşmaya başladı. James de onun arkasından atağa geçti. Rebekah duvara yaklaşınca hızını kesmek yerine daha da arttırdı. Sıçrayarak ayaklarıyla duvardan destek aldı. Tam arkasında ki James’in üstünden ters takla atıp tekrar sıçrayarak James’in şaşkınlığından yararlanıp sırtına tırmandı. Kolları kafasını ters bir şekilde sardı.

‘’Kıpırdama yoksa kafanı kırarım.’’ Rebekah’nın kıkırdayarak söyledikleri tehdit olarak algılanmasa da James’in kıpırdama gibi bir niyeti yoktu. Rebekah gibi dövüş eğitimi olmayan birinin az önceki hareketi yapmasının imkânı yoktu. Ares’le sadece birkaç gün yaptıkları eğitimde bu kadar ileri gitmemişlerdi. Rebekah az önce iki kurtadama karşı koymuş ve onları bir şekilde alt etmişti.

Jordan bir yandan zıplıyor bir yandan da ıslık öttürerek Rebekah’a tezahürat yapıyordu. Caleb’ın kaşları etkilenmiş bir şekilde havaya kalkmıştı. Parker hala kasıklarını tutarak sızlanıyordu. Rebekah bile yaptığına şaşırmıştı. Birkaç günlük çalışmada bu kadar ilerlemesinin imkânı yoktu. Bu kesinlikle güçlerine kavuşmasıyla ilgiliydi. Hala James’ın sırtında olduğunu unutan Rebekah şaşkınca gülümsüyordu. Ares, James ve Rebekah’nın tam karşısına geçip boğazını temizledi. Kollarını göğsünde birleştirdi ve tek kaşını kaldırdı. James ve Rebekah o an pozisyonlarının farkına vardılar. Rebekah’nın bacakları James’ın belinin iki yanını sıkıca kavramıştı. Kolları da başının etrafına dolanmıştı. James hafifçe başını çevirip genç kıza alayla baktı.

‘’Pekâlâ, şampiyon artık inebilirsin.’’ Rebekah kafasını geri çekip yüzünü buruşturdu ve atlayarak yere indi. Üzerini düzeltirken Ares’in sesi ile bakışlarını ona çevirdi. Yine öğretmen havasına bürünmüştü. Çatık kaşları neredeyse gözlerini kapatıyordu.

‘’Bir önceki dersten oldukça fazla yol kat ettin. Güçlerinin açığa çıkmasıyla ilgili olmalı. Sanırım bir sonraki derste daha çok savaş eğitimine devam edeceğiz.’’ Ares’den sonunda iyi bir şey duyabilmişti. 

‘’Lanet olası kadın! Toplarımı patlatıyordun!’’ Parker’ın inlemesi üzerine bütün bakışlar ona çevrildi. Jordan yerden kalkmasına yardım ediyordu. Parker bir kolunu sevgilisinin omzuna atarak ondan destek alıyordu. Kaşları çatılmış, hafif bir kızgınlıkla bakıyordu Rebekah’a

‘’Bana öyle bakma Parker. Orada canımı okuyan sendin. Tanrı aşkına ne kadar hızlıydın öyle.’’ Parker’ın yüzünde kendini beğenmiş gülümsemesi oluştu. Bakışlarını Jordan’a çevirerek

‘’Başka şeylerde de oldukça hızlıyım.’’ Dedi kaşlarını oynatırken. Ares’in öksürmesiyle Parker ve Jordan taş gibi hareketsiz kaldı. Bu da Rebekah’ı gülümsetti. Bakışları yanında ki James’e dönünce omzuna yumruk attı.

‘’Amma ağır elin varmış. Acımasızca vurdun.’’ James gülümseyerek ellerini cebine soktu.

‘’Unuttun mu ben betayım. Ares’den sonra odadaki en güçlü kişiyim. Seninle savaşırken hem biraz ağırdan aldım, hem de hareketlerin beni şaşkına uğrattı. Böyle olduğunu tahmin etmemiştim.’’

‘’Ben de Ares’le aynı şeyi düşünüyorum. Bugün daha da hızlı ve güçlü olduğumu öğrendim. Ayrıca iki kurtadamla başa çıktım. Kesinlikle güçlerimle alakalı olmalı. Sanırım gün geçtikçe daha da garipleşeceğim.’’ Rebekah yüzünü buruştururken Ares, mini buzdolabına doğru ilerledi.

‘’Bugünlük bu kadar yeter. Rebekah haricinde herkes çıksın.’’ Rebekah tek kaşını kaldırırken Jordan’ın bakışları ikisi arasında gidip geldi. Sonra Parker’ın çekiştirmesiyle odadan çıktı. Kapı kapanınca Rebekah buzdolabına ilerleyip su şişelerinden birini alıp kafasına dikti. Kolunu kaldırınca yüzünü buruşturdu. Yine her yeri moraracaktı. Özellikle de sol kolu ve kalçası. Öküz herifler acımasızca tekme atmıştı! O sırada Ares bira şişesinin bir dikişte yarısını içerken gözlerini Rebekah’dan ayırmadı. 

‘’Gücünün ve hızının değişeceğini sanmıyorum. Dünkü olaydan sonra güçlerin tam anlamıyla ortaya çıktı. Bundan sonra sadece ne gibi özelliklerin olduğunu öğrenmemiz gerek.’’ Rebekah tek kaşını kaldırıp dudaklarını büzdü.

‘’Özel yeteneğin olduğunu söylemiştin. Güçlerimi görebileceğini. Hala yapamıyor musun?’’ 

‘’Senin içini görmemi engelleyen bir şey var. Engel. Kilitli bir kapı gibi düşün. İçine girip ne olduğunu göremiyorum. İşin garip tarafı bu bütün tanrıların özelliğidir. Biz her varlığın içine girip ne olduğunu görebiliriz. Ama bunu yapamıyorum. Ve bunu ancak bir başka tanrı engelleyebilir. Asıl önemli soru şu. Hangi tanrı bunu yapıyor ve neden? O her kimse senin ne olduğunu ve ailen ile ilgili tüm gerçekleri bildiğine eminim.’’ Rebekah şişeyi çöpe atıp Ares’e yaklaştı. Önce peşinde dolaşan kaçık tanrıça Kirke’yi öğrenmişti. Şimdi de bir başka tanrı! Bu olimposlular hayatının en karanlık köşelerinden fırlayıp duruyordu ve bu durum genç kızın bedenini ve gerilmesine neden oluyordu. 

‘’Neden Zeus sana cevap vermiyor?’’ dedi heyecanla. O tanrıyı bulmaları gerekiyordu. O her kimse bütün cevaplar gerçektende onda saklı olabilirdi. Sonra genç kızın aklına tekrar Suratsız takıldı. Bütün cevapların onda olduğunu ve güçlerini o olmadığı sürece Ares’in anlayamayacağını söylemişti! Ares’in bahsettiği tanrı Suratsız olabilir miydi? İyi de ben Ares’den başka tanrı tanımıyorum. Oysa suratsız onu tanıdığımı söylemişti diye düşündü. Düşüncelere dalmışken Ares’in öfkeli sesi onu kendine getirdi.

‘’Nedenini bilmiyorum. Uzun zamandır olimposa gitmedim ve şuanda da gitmeyi düşünmüyorum!’’ Ares oraya kesinlikle dönemezdi. Kendi evine, ailesine sırtını çevirmişti. Ama hepsinin nedeni Artemis’ti. Henüz oraya gidebilecek kadar hazır hissetmiyordu kendini. 700 yıl geçmiş olsa da hala hazır değildi. Birasının sonunu da içip, şişeyi çöp kutusuna fırlattı. Parmaklarını saçlarının arasından geçirirken tuttuğu nefesini oflayarak bıraktı.

‘’Kardeşim bize yardımcı olabilir.’’

‘’Athena mı?’’ diye sordu Rebekah kollarını göğsünde birleştirerek. Ares’in az önceki sıkıntısı içinde bir yerlerin sızlamasına neden olmuştu. Artemis’e olan aşkı nedeniyle hala evine geri dönemiyordu. Olimpos beraber geçirdikleri zamanın anıları ile doluydu ve Ares tıpkı Rebekah’nın yaptığı gibi kaçıyordu. O da ailesi ölünce İngiltere den kaçmıştı. Ares hala eşinin acısını çekiyorken Rebekah gibi biri için asla olimposa gitmezdi. Birkaç saniye önce bunu kibarca da olsa belirtmişti. Ares’in dudaklarından sinirli bir gülüş fırladı.

‘’Emin ol 700 yıl sonra Zeus’la yüzleşmek Athena’yla yüzleşmekten daha kolay olurdu. Bilirsin ne kadar tanrıda olsa o tam anlamıyla kadın. Athena biraz fazla kaprislidir. Olimposu terk edip herkesten uzaklaşınca oldukça kızdı. Uzun bir süre onu aramayınca da hem küstü hem de daha fazla kızdı. Çağırıma cevap vereceğinden emin değilim. Ama şansımı deneyeceğim.’’ Rebekah gülümsemesine engel olamadı. Ares’in normal insanlar gibi baş belası bir kız kardeşe sahip olması komik bir durumdu.

‘’Ne kadar kızgın olsa da bunca yıl sonra onu aramamdan endişelenecektir ve mutlaka gelecektir. Ama gelmezse bile şansımı Apollon’dan yana kullanabilirim.’’ Apollon. Apollon. Apollon! 

Bu isim Rebekah’nın zihninde tekrar tekrar yankılanırken yüzünü buruşturdu. Bedeninde garip bir akım dolaştı. Anlam veremediği bir şekilde kalbi hızlı atmaya başladı. Aynı anda işaretinden çıkan ışık kıpırdanarak harekete geçti ve kalbiyle aynı ritimde atmaya başladı. 

‘’Rebekah?’’ Ares endişeyle Rebekah’a doğru bir adım attı. Elini öne doğru uzattı. Rebekah her an düşüp bayılacakmış gibi duruyordu. Genç kız gözlerini kırpıştırarak Ares’e baktı.

‘’Ne oldu?’’ Ares’in endişeli sesini fark eden Rebekah ne olduğunu bilmiyordu.

‘’Bilmiyorum. Yine garip bir şeyler hissettim.’’ Kafasını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı.

‘’Sanırım odana gidip dinlensen iyi olur. Jordan’ı yanına göndereceğim.’’ Rebekah buna itiraz etmeyecekti. Odasına çekilip sıcak yatağa uzanmak cazip bir fikirdi. Ares kendini toparlayarak geri çekildi.

‘’Odana kadar sana eşlik edeyim.’’ Rebekah tamam anlamında kafasını salladı. Sessiz ve yavaş adımlarla salondan çıkıp merdivenlere yöneldiler. Ares ellerini siyah eşofmanın cebine soktu. Dönen uzun merdivenleri çıkmak sinir bozucuydu. Bir süre sonra insanın midesi bulunuyordu. Odasına kadar sessice ilerlediler. Rebekah kapının önünde durup Ares’e döndü. Bedenleri birbirilerine oldukça yakındı. 

‘’Yarın 6 da yine koşacağız. Sonra diğerleriyle çoklu dövüş eğitimi yapacaksın. Ardından da silahını seçeceksin. Sanırım artık bir vampirin kalbini nasıl çıkaracağını öğrenme vakti geldi.’’ Rebekah’nın kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Bu cümle normalde kulağa tüyler ürpertici gelse de Rebekah’nın mutlu olmasına neden oldu. Onları öldürebileceğini bilmek genç kıza tarifi inanılmaz zevk veriyordu.

‘’Ders her zamankinden daha eğlenceli geçecek ha?’’ dedi çarpık bir şekilde gülümseyerek. Ares cevap vermek yerine gülümsedi.

‘’Yorucu bir gün oldu. Dinlenmelisin.’’ Rebekah kafasını salladı. Sonra bakışlarını Ares’in ayakkabılarına çevirdi. Bir süre sessizce beklediler. Niye hala gitmiyordu ki? Diye düşündü genç kız. İşareti hala kalbi ile aynı anda yanıp sönüyordu. Yavaş yavaş ritimleri hızlanmaya başlıyordu. ‘Tanrım bu çok utanç verici’ diye düşündü tekrardan. Bu ışık her şeyi belli ediyordu! Bakışlarını kaldırıp Ares’in buz mavisi gözlerine baktı. Gözünü bile kırpmadan Rebekah’a bakıyordu. Rebekah o bakışların altında erimek üzereydi. Vücudundaki kan yanaklarında toplanırken seslice yutkundu. Ares gözlerini kırpıştırarak boğazını temizledi. Parmakları saçlarının arasından geçti. 

''Sanırım gitsem iyi olacak.'' dedi Genç kız anlmasızca kafasını salladı. Ares gitmek için adım atmıştı ki çarpık bir gülümseme ile Rebekah'a döndü. Birden öne doğru eğildi. Dudaklarını Rebekah’nın kulağına yaklaştırarak

‘’İyi uykular ‘Neraida Koritsi’’’ dedi ve saniyeler içinde ortadan kayboldu. Onun ardından oluşan rüzgârla Rebekah’nın saçları geriye uçuştu. Dudakları hafifçe aralanmış hala öylece kapıda dikiliyordu.

‘Neraida Koritsi’
‘Neraida Koritsi’

Rebekah dünki güç patlamasından sonra daldığı uyku boyunca sürekli bu kelimeyi duymuştu. Ve o erkeksi, güzel ses Ares’in sesiydi.

‘’Neraida Koritsi’’ diye mırıldandı. Kelime Yunancaydı. Ama ne anlama geldiğini bilmiyordu. Buna rağmen yüzünde oluşan aptal gülümsemeye engel olamadı.

‘’Neraida Koritsi’’

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin