BÖLÜM 9

44.8K 2.5K 33
                                    

…EĞİTİM…

Rebekah gözlerini açtığında yatağındaydı. Kafasını kaldırıp görüşünü engelleyen saçlarını arkaya attı. Odanın dağınık halini görünce kaşları havaya kalktı. Dün gece resmen odayı savaş alanına çevirmişti. Ve şimdi burayı toplaması mı gerekiyordu yani? Oflayarak kafasını yastığa bıraktı. Gözleri odanın sağındaki saate takıldı. Neredeyse altıya geliyordu. Bu kadar erken saatte uyandığı için homurdandı ve Suratsıza lanet okudu. Yan dönerek yatağın diğer tarafındaki yastığı kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı ve biraz daha uyumak için gözlerini kapattı. Tekrardan uykuya dalmak üzereydi ki kapının tıklatılması ile gözlerini açtı.

‘’Uyanma zamanı!’’ Diye bağırdı Parker kapının diğer tarafından. Rebekah ses çıkartmazsa gideceğini düşündü. Ancak Parker aralıksız kapıya vurmaya başlayınca genç kız sinirle homurdandı. Sabahın bu saatinde burada ne işi vardı? 

‘' Ben hala uyuyorum ve uyanmayı da düşünmüyorum!’’ Diye bağırdı. Rebekah’nın homurdanmasını duyan Parker, kapıyı açtı ve kafasını içeriye soktu.

‘’Hadi kalk eğitim zamanı. Sen daha ilk günden böyleysen yandık.’’ Rebekah onun kıkırdaması üzerine kollarının arasındaki yastığı fırlattı. Parker içeriye girip yastığı tuttu. Eğitim! Bu nasıl aklından çıkmıştı ki? Bugün eğitimlere başlıyordu. Yatakta doğrularak oturdu ve gerindi.

Bedeni dinlemişti. Ama zihni için aynısını söyleyemezdi. Rüyası ile gerçeklik arasındaki zaman farkını bilmiyordu. Ama büyük ihtimalle bütün gecesi Suratsızla konuşarak geçmişti ve feci kötü hissediyordu. Özelikle de öğrendiklerinden sonra ruh hali yıkıma uğramıştı.

Ailesini bulmalıydı. Onlara bir şekilde ulaşmalıydı. Bir yandan bunu o kadar çok istiyorken diğer yandan biraz daha beklemeyi düşünüyordu. Heyecanlıydı ve kendini hazır hissetmiyordu. Onları bulduğunda nasıl tepki vereceğini bilmiyordu. O kadar heyecanlıydı ki her şeyin birbirine karışmasından korkuyordu. Bu nedenle biraz daha beklemeliydi. Sonra belki değerleriyle konuşur onlarla birlikte arardı ailesini. Parker ıslık öttürünce düşüncelerinden sıyrılıp ona baktı. Her zamanki sırıtışı ile odayı inceliyordu.

‘’Dün gece burada savaş mı çıktı?’’ Genç kız ayaklarını yataktan aşağıya sarkıttı.

‘’Vincent’a sinirlendim.’’ Dedi kısaca. Parker gülerek elindeki yastığı yatağa fırlattı. Genç kız, yatak bacak boyundan yüksekte olduğu için zıplayarak atladı.

‘’Bugün ki öğretmen sen misin?’’ dedi dolaba doğru giderken.

‘’James ve Caleb olası bir saldırıya karşı Vincent ve diğer ülkelerden gelen alfalarla beraber toplantıda. Koşu ile başlayacağız. Sıkı giyin dışarıda kar yağıyor.’’ Dolabın önüne gelen Rebekah omzunun üzerinden iğrenç bir böceğe bakarmışçasına baktı Parker’a

‘’Kar ve koşu?’’

‘’Aynen öyle. Bana boka bakarmışçasına bakma .’’ Dedi Parker çarpık gülümsemesi ile.

Yarım saat sonra Rebekah homurdanarak Parker’ın gösterdiği spor salonuna girdi. Bedeni elektrik akımına tutulmuşçasına titriyordu. Ciğerleri yanıyor, bacakları sızlıyordu. Karda koşmak insan işi değildi kesinlikle.

‘’Karda koşmakmış!’’ Diye homurdandı titreyen dişlerinin arasından. Parker ona büyük havlulardan birini fırlattı. Rebekah onu yakalayıp omuzlarına sardı.

‘’Karda koşmak daha iyidir. Ciğerlerin açıldı ve bacak kasların daha fazla çalıştı. Bir iki dakikalık mola sonrasında burada devam edeceğiz.’’ Dedi sırıtarak. Rebekah onun gülümseyen suratına yumruk patlatmak istiyordu. Gözlerini öfkeyle ona dikti ve cam kenarında duran koltuklardan birine yayılarak oturdu.

Hiç yorulmayan ve üşümeyen Parker köşede duran dolaptan çıkarttığı suyu kafasına dikerken bir başka şişeyi de Rebekah’a uzattı. Genç kız bir dikişte suyun yarısından fazlasını içti. Hızlı nefes almaktan kuruyan boğazı soğuk suya isyan edercesine sızladı. İçerisi sıcak olduğu için bedeni gevşemeye başlamıştı. Gözleri ile boş salonu inceledi. Her yerde farklı spor aletleri vardı. Karşıdaki duvar boydan boya raflarla kaplıydı. Her rafta özenle katlanmış havlular sıralıydı. Diğer duvardaki raflarda ise düzenli bir şekilde katlanmış ve sıralanmış kıyafetler vardı. Giriş kapısının tam karşısındaki duvar ise aynalarla kaplıydı. Parker burasının onlara ait olduğu söylemişti. Caleb, James ve Jordan’ın haricinde kimsenin burayı kullanmadığını söylemişti.

‘’Hadi kalk bakalım terin soğumadan devam etmeliyiz.’’ Rebekah sızlanmadan havluyu bırakıp Parker’ın yanına ilerledi.

‘’Önce göğüs presiyle başlıyoruz. Sonra diğer ağırlıklara geçeriz.’’ Dedi Parker.

‘’Umarım bütün bunlar bittiğinde Smackdown daki kadınlar gibi olmam.’’ Parker gülümserken Rebekah’a göğüs presini nasıl kullanması gerektiğini gösterdi.

‘’Ne kadar ağırlıkla başlıyorum.’’ Diye sordu, Parker ağılığı ayarlarken.

‘’50.’’ 

‘’Şaka yapıyorsun değil mi? Bütün bunlar olmadan önce hayatımı spor salonlarında geçirmiyordum ben.’’ Parker ağırlığı yerleştirirken omzunun üzerinde sinsi bir bakış attı.

‘’Canıma okumaya çok meraklısın!’’ Dedi Rebekah gözlerini devirirken. O sırada salonun kapıları açıldı ve Ares elleri cebinde, ağır adımlarla içeriye girdi. Rebekah bedenini saran sıcaklık nedeniyle titredi.

‘’Vincent seni toplantı salonunda bekliyor Parker.’’ Dedi ve kapının yakınında ki tekli koltuğun kenarına yaslandı. Ayaklarını öne uzatıp bileklerini çaprazladı. Gözleri Rebekah’nın üzerindeydi.

Rebekah bakışlarını kaçırmak istedi ama bunu yapmakta oldukça zorlandı. Her seferinde aynı şeyin olmasından sıkılmaya başlamıştı. En yakın zamanda hormonları ile bir konuşma yapması gerekiyordu. Çünkü onu gördüğünde verdiği tepkinin hormonları yüzünden olduğu kararına varmıştı. Evet, Ares domuz ve kendini beğenmiş biri olabilirdi ama bu onun ne kadar fazla yakışıklı olduğu gerçeğini değiştirmiyordu!

Parker elindeki ağırlığı yerine bırakıp Ares’e döndü. ‘’Bir sorun mu var?’’ Ares bakışlarını Rebekah’dan ayırmadan omzunu silkti.

‘’Yanına gidince anlarsın.’’ Bunun üzerine kaşlarını çatan Parker Rebekah’a döndü. ‘’Bu da demek oluyor ki ders iptal. Yarın Caleb ile devam edeceksin.’’

‘’Hiç bu kadar mutlu olamazdım.’’ Dedi genç kız rahatlayarak. Odasına gidip önce aç karnını doyuracak sonrada Jordan ile derslere başlayacaktı. Rahatlamanın etkisiyle iç çekip oturduğu yerden kalktı. Ancak Ares’in konuşması üzerine bütün planları suya düştü.

‘’Derse benimle devam edecek. Bugün ve bundan sonraki bütün derslerini ben vereceğim.’’

‘’Yok artık!’’ Dedi Rebekah şokla. Parker kıkırdarken Ares’in tek kaşını kaldırıp ona bakması üzerine sustu.

‘’Senin gitmen gerekmiyor muydu?’’ dedi bakışlarını Parker’a dikerek. Parker gülümsemesini bastırıp Rebekah’a döndü.

‘’Sana kolay gelsin. Ben gitsem iyi olacak.’’ Dedi ve dudaklarını birbirine bastırarak ortadan kayboldu. Rebekah ellerini beline koyarak Ares’e baktı. Bu adam kesin onun canını okurdu.

‘’Neden diğerleri ile değil de seninle çalışacağım?’’

‘’Çünkü ben öyle istiyorum.’’ Dedi ayağa kalkarak ve köşedeki dolaba ilerledi. Rebekah tam ona söylenmek için ağzını açmıştı ki Ares üzerindeki gömleği çıkarttı. Sırtı Rebekah’a dönük olduğu için genç kızın bakışlarını göremedi.

Genç kız ağzı açık bir şekilde Ares’in pürüzsüz kaslı sırtına bakıyordu. Gözlerini kaçırmak istese de yapamadı. Kollarını kaldırıp üst raftan aldığı siyah atleti üzerine geçirirken de gözlerini, onun her hareketiyle dalgalanan kaslarından alamadı. Garip elektrik akımı voltajını arttırırken kafasını iki yana sallayıp kendine gelmeye çalıştı. 

Vay canına adam gerçekten de seksi diye düşündü. Bu düşüncesinin üzerine kendine tokat atmak istiyordu. Sessizce derin nefes aldı ve bakışlarını Ares’in bedeninden kaçırdı. O sırada Ares yüzünü ona dönüp çarpık gülümsemesi ile konuşmaya devam etti.

‘’Ayrıca bu dünya üzerinde benden daha iyi dövüşebilen biri yok. Dövüşmeyi en iyisinden öğrenmek daha çok işine yarayacaktır.’’ Onun sözleri üzerine Rebekah ancak kendine gelebildi.

‘’Harika!’’ Diye mırıldandı gözlerini devirerek. Ares, siyah pantolonunu cebinden çıkarttığı lastikle saçlarını toplayıp Rebekah’nın karşısına geldi. Rebekah, saçları toplu olunca yüzünün daha çekici olduğunu düşünürken Ares kaşlarını çatarak Parker’ın ayarladığı ağırlığa baktı.

‘’İlk dersten 50 kiloyla mı başlatacaktı.’’

‘’Ohh! Tanrıya şükürler olsun! Bende dersler seninle daha zor geçer diye düşünüyordum.’’ Ares kısılmış gözleri ile Rebekah’a baktı. Dudakları çarpık bir gülümseme ile büküldü.

‘’50 az. 60 ile başlamalısın.’’

‘’Ne?’’ dedi Rebekah onun acımasızca gülen suratına bakarak. ‘’Ciddi olamazsın!’’

‘’Son derece ciddiyim. Şimdi otur şuraya.’’ Dedi ve arkasını dönüp ağırlığı ayarlamaya başladı. Rebekah onun arkasından öfkeyle homurdanırken orta parmağını kaldırdı.

‘’Ne yaptığını görebiliyorum.’’ Diye mırıldandı Ares bakışlarını ağırlıktan ayırmadan. Rebekah ona öfkeyle bakarken alete sırt üstü uzandı ve Ares’in ağırlığı yerleştirmesini bekledi. Ares, Rebekah’nın başucuna gelerek tek eliyle kolaylıkla taşıdığı ağırlığı yerleştirdi.

‘’Ortasından tutma. Olabildiğince kenarlarından tut ve dengeyi sağla. Suratının üstüne düşmesini istemezsin.’’ Ağırlığı yerine yerleştiren Ares, Rebekah’nın sağ tarafına ilerledi ve tek dizinin üzerine çöktü. 

‘’Ağırlığı kaldırırken sadece ona odaklan. Kalçanı mindere sıkıca bastır. Ve belinden destek al. Bu şekilde kalçanı ve karnını iyice bastır.’’ Dedi ve eliyle genç kızın karnına bastırdı. Dokunuşuyla artan akımı ikisi de çok net duyabiliyordu. Bir süre sessizce birbirlerine baktılar. Ardından Ares kaşlarını çatıp ayağa kalktı.

‘’Anladın mı?’’ diye sordu ters bir ses tonuyla. 

Karnının üzerinde hala Ares’in dokunuşunun sıcaklığını hisseden genç kız kaşlarını çattı ve başucunda dikilen adama huysuzca baktı.

‘’Anladık.’’ Halterin soğuk demirlerini sıkıca kavrarken çatık kaşlarla tepesinde dikilmiş olan Ares’e bakmaya devam etti. Ares tek eliyle halteri ortasından tuttu.

‘’İlk denemede yardım edeceğim korkma.’’

‘’Korkmaymış! Korktuğum yok benim!’’ Dedi Rebekah ve Ares ile aynı anda ağırlığı kaldırdı.

‘’Kalçan ve belinden destek al. Bütün ağırlığı kollarına verme.’’

Genç kız Ares’in uyarısını dikkate alarak kalçasından destek aldı. Halter başlangıçta ağır gelmese de Ares’in yavaş yavaş ağırlığı bırakmasıyla kolları yanmaya başladı. Ares elini tamamen çektiğinde kolları titredi ve düşecek gibi oldu ancak sırtından destek alarak toparladı. Kolları titriyor ve yanıyordu. Ağırlığı her an düşürecek gibiydi. Buna rağmen taşımaya devam etti. 

60 kilo ağırlığı havada tuttuğuna inanamayan Rebekah nefes bile almadığının farkında değildi.

‘’Güzel. Taşıyabiliyorsun. Şimdi yavaşça indirip tekrar kaldırmayı dene. Bu arada nefes alabilirsin. Boğulacaksın.’’ 

Rebekah o an nefes almadığının farkına vardı. Yavaşça tuttuğu nefesi bırakarak ağırlığı bedenine doğru çekti. Tekrar kaldırırken zorlandı, elleri ter içinde kalmıştı. Ağzını açıp konuşabilecek durumda değildi çünkü nefes bile almaya korkuyordu. Ve daha fazla taşıyamadı, halter elinden kaydı. Ağırlığın suratına çarpmasını bekleyen Rebekah, hiçbir şey olmayınca kapattığı gözlerini açtı. Ellerinden kayan halter burnunun dibinde duruyordu. Ares tek eliyle halteri tutuyordu.

‘’Taşıyamayacağımı söylemiştim!’’ Dedi hızlı ve kesik nefes alarak.

‘’Sen insan değilsin. Eğer öyle olsaydı seninki gibi çelimsiz bedene sahip bir insan 60 kiloyu asla havada tutamazdı. Bu sadece bir denemeydi. Güçlerinin ya da yeteneklerinin neler olduğunu böyle öğreneceğiz.'' 

‘’Harika. Eminim özel yeteneklerimi öğrenmek için beni birbirinden tehlikeli deneylerine sokmayı zevkle bekliyordun!’’ Hala nefesini düzene koymaya çalışırken homurdanıp duruyordu. Az önce neredeyse yüzü dağılacaktı. Oysa Ares karşısına geçmiş vücudunun çelimsizliği hakkında nutuk atıyordu.

‘’Aynen öyle.’’ Dedi Ares ve yine arkasını dönüp ağırlığın vidalarını söktü. Genç kız yattığı yerden doğruldu. Ancak Ares sanki onu görebiliyormuş gibi

‘’Kalkma.’’ Dedi .‘Kıçında gözlerin mi var senin’ diye geçirdi Rebekah içinden.

‘’55 kiloyla devam ediyoruz.’’



Sonraki bir saat Rebekah için işkence gibiydi. Ares ona ağırlık odasındaki her alette çalıştırmış genç kızın canını çıkartmıştı. Bir de bu yetmezmiş gibi sürekli onu kızdırmıştı. Güçsüz olmasına, kısa boylu olmasına –ki Rebekah 1,68 olduğu için kendiyle gurur duyuyordu- vücudunun çelimsiz olmasına, kısaca her şeyine hakaret etmişti. Sürekli tartışmayla geçen yorucu dersin ardından genç kız bedenini tekrar kıpırdatabileceğini düşünmüyordu.

Rebekah spora alışkındı. Ama bu kadar fazlasına alışkın değildi. Eskiden her sabah düzenli olarak koşuya çıkar, haftada üç kez yüzmeye giderdi. Küçükken 5 yıl boyunca gittiği bale sayesinde esnek ve düzgün bir vücuda sahipti. Ama bu kadar ağırlık kaldırmaya alışkın değildi. Dersin sonunda bitkin bir şekilde koltuğa yığılmıştı. Ares kafasında dikilip ona ters ters bakmış ve yarının daha zor olacağını söyleyerek Rebekah’nın içine su serpmişti. Büyük ihtimalle yarın yataktan kalkamayacaktı. Çünkü şimdiden bütün kasları acıyordu. Ve daha gün bitmemişti.

‘’Yarın altıda giriş kapısında beni bekle. Sabah koşusunun ardından ağırlık çalışacaksın. Sonrada birebir dövüş derslerine başlarız. Ayrıca yediklerine daha fazla önem ver. Fazla zayıfsın. Kas yapmak için kiloya ihtiyacın var.’’ Dedi ve çatık kaşlarla Rebekah’nın terden ıslanmış bedenine baktı.

Rebekah, Ares’in bedenine böceğe bakar gibi bakmasından rahatsız oldu. 90-60-90 bir vücudu olmayabilirdi ama düzgün bir vücudu vardı. Boyu çok uzun olmasa da en azından göğüsleri düz değildi. Hatta Jasmine sürekli Rebekah’nın göğüslerini kıskanırdı. Çünkü Jasmine’inkiler tam anlamıyla dümdüzdü. Oysa Rebekah'nın göğüsleri ise fazla dolgundu.

‘’Evet. Kendini beğenmişin tekisin. Sürekli egonu tatmin etmeye çalışıyorsun. Bir de bunlar yetmezmiş gibi bedenime hakaret ediyorsun. Daha başka bir şey var mı?’’

Ares gözlerini Rebekah’nın bedeninden zorlukla ayırıp, yüzüne odaklanmaya çalıştı. Bunu yapmak oldukça zor olmuştu. Bu kızın dikkatini çekmesini istemiyordu. Konuşmasını duymak, davranışlarını görmek istemiyordu. Kısaca onu hiçbir şekilde görmek istemiyordu. Çünkü aralarında dolaşan garip akım bütün sisteminin çökmesine neden oluyordu. Ancak bir yandan da sürekli gözünün önünde olmasını istiyordu. Bu yüzden sabah Vincent’a dersleri kendinin vereceğini söylemişti. Düşüncelerin arasından sıyrılıp Rebekah’nın söylediklerine odaklanmaya çalıştı.

‘’Çok konuşuyorsun. Mız mız bir bebek gibisin. Bunun haricinde başka bir şey yok.’’ Dedi ve elindeki şişeyi gözlerini Rebekah’dan ayırmadan kafasına dikti.

‘’Domuz.’’ Dedi Rebekah ve oturduğu yerden kaktı. Dolaptan havlu almak için ilerlerken Ares’in sözleri üzerine deliye döndü.

‘’Birde terbiyesiz bir kızsın.’’

‘’Tanrım!’’ diye inledi Rebekah başını yukarıya kaldırarak.

‘’Seninle uğraştığı için son derece yorgun.’’ Dedi Ares çarpık bir şekilde gülümseyerek. Rebekah Ares’e dönerek orta parmağını gösterdi ve öfkeli adımlarla salonun kapısına doğru ilerledi. Solandan çıkmak üzereyken Ares’in

‘’Terbiyesiz kadın!’’ Demesi üzerine kapıyı sertçe çarparak kapattı.

Yorgunluğuna rağmen merdivenleri hızla tırmandı ve odasına gitti. Üzerindeki terden ıslanmış olan siyah atletini çıkarttı. Homurdanarak banyoya doğru ilerlerken bir yandan da bacaklarına yapışmış olan taytını çıkartmaya çalışıyordu. Banyoya girdiğinde üzerinde kalan iç çamaşırlarını da çıkartıp sıcak bir duş aldı. Saat sabahın sekiziydi. Kalede hareketlilik daha yeni başlıyordu. Oysa Rebekah için gün bitmiş gibiydi. Ya da en azından öyle olmasını dileyip sıcak yatağına girmeği istiyordu.
Duşun ardından üzerine rahat bir eşofman altı ve uzun kollu bir kazak geçirdi. Açlıktan ölmek üzereydi. Jordan’ı bulmak için odasından çıkarken kulağına gelen müzik sesi ile durdu. Bon Jovi’nin What Do You Got şarkısı odayı doldururken Rebekah kaşlarını çatarak etrafa bakındı. En sonunda telefonunu çaldığını anladı.

‘’Tanrım dünyadan o kadar uzaklaştım ki!’’ Diye homurdandı, hızlı adımlarla köşede duran sırt çantasına ilerlerken. Çantayı açana kadar telefon susmuştu. Jasmine’i nasıl unuttuğu için kendine lanetler okuyan genç kız dış dünyadan koptuğunun ancak o an farkına vardı. Zihni o kadar çok şeyle meşguldü ki en yakın arkadaşını unutmuştu. Telefonu eline aldığında Jasmine’in dört kez aradığını ve altı mesaj bıraktığını gördü. Mesajlardan biriside avukat Lily’e aitti. Rebekah ilk olarak onun mesajını açtı.

‘’Biyolojik ailene ulaşabildin mi? Herhangi bir durumda beni arayabilirsin.’’
Mesajı kapatıp Jasmine’den gelenleri okudu. Arkadaşı oldukça sinirlenmiş ve endişelenmişti. Rebekah’nın Yunanistan da olduğunu sanıyordu. Onu aramayı düşündü. Ancak konuştuklarında tekrar Jasmine’e yalan söylemek zorunda kalacaktı. Ve en yakın arkadaşına daha fazla yalan söylemek istemiyordu. Bunun yerine ona mesaj çekmeye karar verdi.

’Seni arayamadığım için üzgünüm. Ama burada oldukça yoğunum. Her şey güzel gidiyor. Yakında seni arayacağım.’ Mesajı gönderirken kapı tıklatıldı.

‘’Günaydın.’’ Jordan her zamanki sevimliliği ile odaya girerken Rebekah ona gülümsemeye çalıştı ama pek başarılı olamadı. Jasmine’i özlemişti. Bütün bu olaylardan sonra ona daha fazla ihtiyaç duyuyordu. 

‘’Günaydın.’’ Diye mırıldandı.

‘’Her şey yolunda mı?’’ Jordan Rebekah’nın yanına gelip yatağa oturdu.

‘’Hiç. Önemli bir şey değil. Rüyalarıma musallat olan bir sapık yüzünden rahat uyku uyuyamıyorum, sabah Parker’ın berbat antrenmanı ile başlayıp, Ares ile devam edeceğimi öğreniyorum. Peki, sonra ne oluyor o kendini beğenmiş domuz herif canımı çıkartana kadar beni çalıştırıyor. Bir de bunlarla uğraşırken en yakın ve tek arkadaşımı unuttuğumu fark ediyorum. Açım yorgunum ve daha gün yeni başlıyor. Evet, sanırım hiçbir şeyim yok!’’ Jordan gülümsemesini bastırırken

‘’Gerçekten de hiçbir şeyin yokmuş.’’ Dedi. Sonra kaşlarını alayla kaldırıp

‘’Sapık?’’ diye sordu. Rebekah’nın boş ver dercesine elini sallamasının üzerine Jordan yataktan aldığı yastığı genç kızın suratına attı.

‘’Merak etme. Tüm sorunlarına çare benim. Hadi gel önce kahvaltımızı yapalım sonrada derslere başlıyoruz.’’ Rebekah yastığı Jordan’a atıp ayağa kalktı.

‘’Evet, tek yapacağın şey beynimin içine daha fazla pislik atmak.’’ Jordan kıkırdayıp, Rebekah’nın koluna girdi ve onu kapıya doğru yönlendirdi. ‘’Çok eğlenceli geçecek.’’
...

Kahvaltının ardından Jordan ile birlikte kütüphaneye geçtiler. Kütüphane kalenin en üst katındaydı. Bu da camdan bakıldığında nefesinizi kesecek bir manzara ile karşılaşmanızı sağlıyordu. Devasa camdan dışarıya bakan Rebekah net bir şekilde olmasa da ilerideki minik evini görebiliyordu. Sadece birkaç gün önce o evde hiçbir şeyden habersiz bir şekilde yaşıyordu. Şimdi ise her şey o kadar değişmişti ki. Jordan'ın homurdanmalarını duyunca omzunun üzerinden ona baktı.

Kütüphanenin bütün duvarları boydan boya kitaplıklarla kaplıydı. Geniş odanın ortasında uzun ahşap bir masa vardı. Masanın etrafı kırmızı kadifeden sandalyelerle doluydu. Büyük salonun birkaç köşesinde siyah deri koltuklar buluyordu. Bu sırada Jordan, oradan oraya koşuşturup masanın üzerine onlarca kitap çıkartıp duruyordu. Rebekah masaya yaklaşıp en üstte duran kalın kitaba baktı. Üzeri tozla kaplı olduğu için eliyle tozları sildi ve ardından öksürük krizi geçirdi.

‘’Tanrım. Ne kadar pissiniz. Bu kitaplar hazine değerinde ve sizin onlara yaptıklarınıza bak!’’ Diye homurdandı.

‘’Kitaplarla ilgilenmeye kimsenin vakti yok. Ayrıca senin gibi kitap kurdu olmadığım için benim açımdan bir değerleri yok.’’ Dedi Jordan kolları kitapla dolu bir şekilde masaya yaklaştı ve onları özensiz bir şekilde masaya bıraktı.

‘’Cani yaratık!’’ Dedi Rebekah ona kısık gözlerle bakarken. Jordan minik bir kız çocuğu gibi dilini çıkarttı. Dirseklerini kitap yığınını üzerine dayadı ve kafasını ellerinin üzerine koydu.

‘’Evet, sanırım tüm gerçekleri öğrenme vakti geldi.’’ Rebekah derin bir iç çekerek yumuşak sandalyeye kendini bıraktı.

‘’Başla bakalım.’’

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin