Depresyon ve Araştırma Başlangıcı

47 10 4
                                    

Herkese Selaaaammmm.👋

İşte karşınızda Bin(1000) okunmaya özel uzun bölüm. Elimden geldiğince uzun yazmaya çalıştım. Anca 5583 kelime oldu.

Bu arada hikaye açıklamasını değiştirmek istiyorum. Daha ilgi çekici bir şeyler olsun diye. Buraya kadar okuyup değer veren okuyucularım yardım edebilir misiniz? Sizce nasıl bir açıklama yapmalıyım.

Bir şey daha☝️. Çok az oy alıyorum. Aşağıdaki turuncu içi boş yıldızın içini boyarsanız sevinirim.😊

Size iyi okumalar.📚📖

〰️➰〰️

Yu-Zihen "Uzun bir yolculuk bizi bekliyor çocuklar. Kore'ye geri dönüyoruz. Güçlenin." diye umut konuşması yaptı. Ellerimizi ortada birleştirip kendi tarzımızca el hareketlerimizi yaptık. Ardından uçağa binip yerlerimize geçtik.

***

"Sayın yolcularımız, az sonra inişe geçeceğiz. Lütfen kemerlerinizi bağlayınız."

Kemerimi bağlayıp birkaç parça eşyamı çantama tıktım. İşte hava alanına geldik. Heryerde kameralar olacak. Kamera karşısında yorgun olsan da, hasta olsan da, üzgün olsan da, ölmek üzere olsan da gülümsemen gerekir. Muhabirlerin soracakları soruları aklıma getirirken gözlerim doldu. Muhabirler soru sorayım derken bazen çok kırıcı oluyorlar. Gözlerimden süzülen bir damla yaşı silip uçaktan indim.

Elbette beklediğim gibi kameralarla doluydu her yer. Muhabirler ardı ardına soru sorarken zerre kadar gülümsemek istemesemde, hatta somurtmak istesemde, yüzüme bir tutam gülümseme ekledim. Yüzümden aslında üzgün olduğum anlaşılıyordu. sahte gülümsememle onu her ne kadar azaltmaya çalışsam da başarılı olup olmadığım bir meçhuldü. Hava alanından çıkıp taksiye bindik ve kalacağımız yere, eve, geldik.

Hemen üstümü değiştirip kendimi yatağa attım. Uçakta rahat uyumuş olsamda çok yorgundum.

Birkaç gün boyunca zaruri ihtiyaçlar haricinde evden çıkmamaya özen gösterdik.

Kore'de beşinci günümüzdü. Hava yağışlıydı ve sanki beni içine çekiyormuş gibiydi. Üstümü giyinip dışarı attım kendimi. Yağmurda yürüdüm ve ıslandım. Sanki ıslandıkça arınıyordum. Her şeyden. Kore'ye geldiğimizden beri içimde bir kötülük vardı. Kore ya da Türkiye ile alakalı olduğunu sanmıyorum. Bu benimle alakalıydı. Son günlerde iyicene bozulmuş, her şeye ters tepki vermeye başlamıştım. İşte yağmurda ıslandıkça sanki tüm bu duygulardan arınıyordum. Arındıkça üzülüyor ve pişman oluyordum. Tüm yaptıklarım için. Ama biliyordum. Biliyordum. Yağmur durup tüm bu ıslaklığı gidince tekrar moralım bozulacaktı. Ve bu daha fazla üzülmeme neden oluyordu. Çoktan yağmura karışan göz yaşlarıma yenilerinin eklenmesini umursamıyordum.

Kore'de en sevdiğim kafeye gelmiştim. Hem de sahiplerini tanıyor, onlarla çok iyi anlaşıyordum. Göz yaşlarım yağmurla karıştığı için ağladığım belli olmuyordu. En köşede pek göze batmayan masaya oturdum. Cafe sahibi ben gizlenmiş olsamda beni tanıdığından ben otur oturmaz yanıma gelip bir şey isteyip istemediğimi sordu. Bende paket şeklinde olan el ısıtıcılardan bir paket isteyip 10 dakika sonra sipariş yapmak istediğimi söyledim. El ısıtıcı gelene kadar ıslak montunu çıkarıp kenara koydum.

Ellerimi ısınırken üşümüş olduğunu belli edercesine sızlıyordu. Normalde üşümezdim ama soğuktan sıcağa geçtiğim zaman üşürdüm.

Cafe'nin sahibi Oh Ryung Jae idi. Ve oğlu Jung İl Han'da annesine yardım ediyor ve garsonluk yapıyordu. İl Han benden sadece iki yaş küçüktü. Aradan on dakika geçmiş olacak ki benim yanıma gelip bir şey isteyip istemediğimi sordu.

Seven TimesTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang