Yerleşme

165 19 3
                                    

İşte Kore'deydim. Sağolsun Kyung Joon ağabey bana şehir içinde de yardım etti. Elimde olan parayı şehir içinde Won'a çevirdik. Benim kalacağım yere doğru ilerliyorduk. Kyung Joon ağabey yolda metro kartını nereden çıkartabileceğimi anlattı ve telefon için yerel bir hattı nereden alabileceğimi gösterdi. Sonunda kalacağım yere varmıştık.

Valizlerimi bir kenara attırıp evi iyicene dolaştım. Geniş bir yer değildi. Zaten olmasını da beklemiyordum. Küçücük Kore'de benim kalacağım yer en fazla ne kadar olabilirdi ki. Ev, Kore'deki öğrenci evlerinin az daha genişiydi. Yatak odasını bulduktan sonra yeni yatağıma oturdum ve boş boş bakmaya başlamıştım. İçime boşluk düşmüştü. Ne yapacaktım? Ne yapmalıyım? Ve şimdiye kadar ne yaptım? Bunları düşündüm. Neden sade bir hayat yaşamak varken hayatıma aksiyon katmak istedim? Belki de gençlik macerası. Biliyordum. İleride çok pişman olacağım. Biraz dinlenmiş olduğumu hissedip aynı zamanda acıkmış olduğumu fark ettim.

Mutfağa gidip dolapları kurcaladım. Fakat yiyeceğe dair hiç birşey yoktu. Paramı yanıma alıp evden çıktım ve Kyung Joon ağabeyin bana gösterdiği marketlerin en yakın olanına girdim. Görsen hafızam iyi olduğu için marketi kolaylıkla buldum.

Marketteki yiyecekleri seçerken içinde ne var diye inceliyordum. Çünkü müslüman olduğum için her türlü yiyeceği yiyemiyordum. Market çalışanının lise öğrencisi olduğunu formasından anlamıştım. Ben yiyecekleri incelerken part-time çalışan öğrenci gelip bana Korece olarak "ne aramıştınız? Yardımcı olabilir miyim?" diye sordu. Sorduğunu anlamıştım fakat cevap vermeye Korecem yetmedi. Bir süre ne diyeceğimi düşündüm. Boş boş bakıştık çalışanla. Sonra aklımı başıma toplayıp İngilizce bir şekilde "Yiyecek bir şeyler arıyorum" dedim. Benim İngilizcem çok iyi sayılmazdı. Ama en azından Korece'den fazla biliyordum. Çocuğun İngilizcesi kötü olacak ki beni yarım yamalak anlayarak, yarım yamalak cümle kurarak cevap verdi. Tabi ben ne demek istediğini anlamıştı. Çocuk "nasıl bir yiyecek" demek istemişti. Ben de müthiş (!) ingilizcemi kullanarak aynen şunu dedim;
— I'm Müslüman. Also I don't eat every food, dedim. Demek istediğim " Ben müslümanım. Bundan dolayı her türlü yiyeceği yiyemiyorum" du. Fakat ne kadar doğru söylediğim muammaydı.

Ben cümleyi doğru kuramamış olsam bile karşımdaki kişinin mükemmel bir ingilizcesi olmadığını biliyordum. O yüzden sorun yoktu. Beni yarım yamalakta olsa anlamış olsa gerek ki anladığının heyecanından Korece konuştu:
— Domuz ve benzeri şeyler yiyemiyorsunuz değil mi, dedi.

Allah'tan anladığım kelimelerden oluşan bir cümle kurmuştu yoksa İngilizceyle cebelleşmekten ikimizinde beyni yanacaktı. Gözüm iş yeleğindeki isim etiketine takıldı. Adı Min Sun Heo'ydu. Kurduğu cümlenin Korece olduğunu cümlesini bitirdikten hemen sonra anlamıştı. Ben hemen Korece olarak "evet" dedim ve ingilizce olarak ekledim:
— Vejetaryen.

Çalışan azıcık Korece bildiğimi anlayarak sevindi ama oturup iki saat konuşacak halimiz yoktu. O yüzden bir şey demeyip bana yardımcı olmaya başladı. Bana bir kaç gün yetecek kadar yemek alıp parasını ödedikten sonra marketten çıktım. Marketten çıkarken çocuk bana gülümsedi. İlk kez çocuğun yüzüne o zaman baktım ve tatlı bir gülüşü vardı.

Part-Time çalışan çocuk iyi görünümlüydü. Keskin çenesi ve yüz hatları onu çekici gösteriyordu. Çoğu Koreli gibi o da koyu göz renklerine sahipti. Saçlarını dağınık tazda bütün alnını kapatacak şekilde yapmıştı. Boyu uzundu da. Yanında çok kısa kalıyordum. Çocuk yapılı duruyordu. Fakat spor yapıp yapmadığını kestiremedim.

Neyse erkeklerin yüzüne haram olduğu için pek bakmam. Zengin olmadığım için paramı tasarruflu harcamam gerekiyordu. Yolda yürürken eve gidince en ucuza satış yapan süper marketleri araştırıp erzak vb. alışverişi yapmam gerekiyordu.

Eve varınca önce kendime yemek yapıp yemeğimi yerken de evin wifi'ından araştırma yaptım. Süpermarket biraz uzaktı. Ama bu benim için sorun olmaz. Çünkü yürümeyi severim. Ama bu Kore sıcağında ne kadar mümkün bilmem. Yemeğimi bitirdikten sonra etrafı toplayıp yatağıma uzandım. Biraz telefon kurcalayayım derken uyuya kalmışım.

Uyandığımda hava kararmaya yakın olduğunu gördüm. Saate baktım. Saat 18.32'ydi. Kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Hazırlanıp dışarı çıktım. Öncelikle telefon hattı almam gerekiyordu. Telefoncunun açık olmasına bir umut telefoncunun yoluna düştüm. Telefoncuya vardığımda saat yedi buçuğu geçiyordu. Telefoncu maalesef kapanmıştı. Ama üstündeki tabeladan saat 8.30'da açılıp, 18.00'da kapandığını öğrendim. Dışarı çıkmışken sokakları gezeyim dedim.

Eğer bu saatte dışarıda olduğumu annem bilseydi kesin çok kızardı. Babamı söylemiyorum bile.

Kore'nin sokakları çok güzeldi. Gece açık olan küçük marketler, sokakta şarkı söyleyen kişiler ve dans edenler... Bende dans etmek isterdim fakat çok utanırdım. Ama utansam bile bunu bir ara yapacağım. Çünkü utancımı yenmem gerekiyor. Eğer küçücük bir topluluğun önünde utanıyorsam ileride idol olursam eğer fanlarımın önünde nasıl dans edecektim. Bir de ana dansçı olmak istiyordum.

Eve 21.30 gibi döndüm. Çok yorgundum ve hemen yattım. 12 saat uçak yolculuğu bana iyi gelmemişti. Erken uyuyunca normal olarak erken uyandım. Sabah 6.30'ta ayakataydım. Gidip kendime kahvaltı hazırladım. Ve sonra hazırlanmaya başladım. Evden çıkıp telefoncuya doğru tekrardan yola çıktım. Telefoncudan hat alıp kampanyalı ucuz bir paket yaptırdıktan sonra JYP binasını görmek istediğim için oraya yürümeye başladım. Normalde yürünecek bir mesafe değil ama ben yürümeye başlamıştım bile. Ayrıca yürümek istemesem bile metro kartım yoktu. Metro kartımı da oradan çıkarırım diye yürüme kararı almıştım.

Yaklaşık bir buçuk saat yürüdüm ve sonunda hedefime ulaştım. Ulaştım fakat ulaşmakla da 9 saat uyumayla topladığım enerjiden eser kalmamıştı. Binayı gördükten sonraki tepkim "tamam binayı gördüm şimdi gideyim"di. O kadar yorulmuştum. Yakınlarda olan bir kafeye girip bir su aldım. Kahveyi maalesef çok sevmiyordum. Suyumu yudumladıktan sonra metro istasyonuna gittim.

Kartı çıkartmak için gerekli her şeyi verdikten 15 dakika sonra kartımı elime vermişlerdi. Kore'nin bu yönünü çok seviyordum. Hızlıydı. Aklımı başıma toplayıp bir daha JYP binasının önüne gittim. Boş boş durdum. Ben öyle arasıra boş boş dururdum. Ama bu duruşum baya boştu. JYP binasına doğru ilerleyen bir kız beni gördükten sonra yanıma doğru gelmeye başladı. Yanıma gelince Korece olarak "merhaba" dedi. Bende aynı şekilde selam verdim. Sonra kız kendini tanıtmaya başladı:
—Benim adım Lee Rhee Hee. Burada JYP de stajyerim. Binaya bakarken gördüm seni. Bir şey mi oldu,dedi.
Bunların hepsini anlamış olabilirim ama nasıl cevap vereceğim... Ben "Bir şey mi oldu" sorusuna karşılık "hayır" dedim ve saygıdan ötürü bende kendimi tanıttım.

İsmimi söyleyince Türk mü olduğumu sordu. Ben "evet" diye cevap verdim. Sonra kız Türkçe konuşmaya başladı. Tabi benim ağzım açık kaldı. Kız kendisininde yarı türk olduğunu söyledi. Babası türkmüş. Neden burada olduğumu sordu kız. Bende rahat bir şekilde ana dilimi konuşarak "JYP seçmelerine gireceğim. Onun için binaya bakmaya geldim nerede oldığunu öğrenmiş oldum" dedim. Rhee Hee şaşırarak "JYP seçmelerine mi katılacaksın. İnanamıyorum. Sana bol bol dua edeceğim. Anne babama söyleyeyim de onlarda dua etsinler" deyince "müslüman mısınız" diye sordum. O da "Elhamdülillah müslümanız" dedi. Kızla birlikte kafeye geçip oturduk ve iyice kaynaştık. Kız bana "Kiminle yaşıyorsun" diye sorunca "tek başıma yaşıyorum" diye cevap verdim. "Ailen yok mu" diye sordu tereddüt ederek. Ben de "Var. Türkiye'de" dedim

"O zaman seni eğitim için gönderdiler ne kadar şanslısın"

Öyle deyince kendimi kastım. Rhee hee fark etmiş olacak ki:
"Ne oldu" dedi ve ekledi "yanlış bir şey mi dedim" diyerek dediklerini süzgeçten geçirdikten sonra:
"Yoksa seni eğitim için göndermediler mi?" dedi ve ne haltlara karıştığımı anladığını yüzünden anlayabiliyordum.

Seven TimesWhere stories live. Discover now