53

6.8K 408 19
                                    

Foto: Sophie ve Adal

Marcus odaya girdiğinde Helen'i pembe bir elbiseyi giymeye çalışırken buldu. Helen sonunda oflayarak yatağa oturduğunda Marcus şaşkın bir şekilde ona bakıyordu. "Ne oldu sevgilim neden bu saatte elbise deniyorsun?" Helen gözyaşlarıyla "En sevdiğim elbisem bana olmuyor işte." dediğinde Marcus onun bu haline gülmekle onu teselli etmek arasında bir an tereddüt yaşadıktan sonra kahkahalarını sonraya saklayarak Helen'in yanına gidip ona sarıldı. 

Helen Marcus onu kollarına aldığında kendini daha kötü hissetti. "Çirkinleştim Marcus." Marcus "Ştt." diye fısıldadı. "Sen her halinle çok güzelsin." Helen umutla kocasına baktıktan sonra "Beni bir gün sevmekten vazgeçersen söylersin değil mi?" dediğinde Marcus başını iki yana salladı.

"Söyleyemem sevgilim çünkü senden vazgeçmek gibi bir aptallık yapacağıma öleyim daha iyi." Helen Marcus'a sarılıp onu öptükten sonra dudaklarını dişleyerek "Sana bir şey söylemem gerek." dedi. Marcus tek kaşını kaldırmış ona bakarken Helen "Sanırım elbisenin içinde hapsoldum, bana yardım eder misin?" dediğinde Marcus bu sefer kahkahasına engel olamadı.

***

Sophie söylediklerinin rahatlığıyla iyi bir uyku uyuması gerektiğini biliyordu ama uyuyamıyordu. Henry ona iki kelimeyi çok görmüştü ya da gerçekten artık ona karşı bir şey hissetmiyordu. Aradan geçen o kadar zamandan sonra bu gayet de normaldi aslında.

Yatakta huzursuzca dönüp geçirdiği bir geceden sonra sabahın olmasını mutlulukla karşılamıştı Sophie. Oğluna kavuşması için daha uzun zaman vardı ama ona gittiği her adım umut demekti. Sophie heyecanla hazırlanırken kapısı çalınınca şaşkın bir şekilde "Gir" dedikten sonra kapıya baktı. 

Henry içeri girdiğinde Sophie gergin bir gülümsemeyle "Günaydın." dedi. Henry "Günaydın." dedikten sonra bir süre sessizlik olduğunda Sophie sıkılarak "Bir şey mi oldu?" diye sordu.

Henry bütün gece uyuyamadığını, olacakları düşündüğünü söylemek istiyordu ama yapamadı. "Bir karar verdim. Ülkene dönecek ve oğlumla geri döneceksin." 

Sophie alayla ona baktı. "Bu kararı verirken bana sormayı akıl edememiş olduğunu varsayarak şu an soruyorsun kabul ediyorum." dediğinde Henry buz gibi bir sesle "Hayır." dedi. "Elinde hiçbir şey yok Sophie, baban kendi krallığını güçlü sanıyor ama ülkemdeki askerlerin onda birini bile göndermeden o toprakları geri aldım. Hepsiyle geldiğimi hayal bile etmek istemezsin."

Sophie yutkunarak Henry'e baktıktan sonra "Beni tehdit mi ediyorsun?" diye sordu. Henry başını iki yana salladı. "Etmiyorum ama senden rica ediyorum. Yapmak istemediğim şeyleri bana yaptırma. Üç gün sonra oğlumla birlikte burada ol. Eğer ben gelirsem ordumla geleceğim."  Sophie "Neden bana karşı bu kadar acımasız olmak zorundasın?" diye sormadan edemedi.

Henry Sophie'ye alaycı bakışlarla baıyordu. "Aslında sana idam cezası vermeyerek fazlasıyla insaflı davranıyorum. Dün gece beni kendi sarayımda kan çıkmasıyla tehdit eden sendin!" Sophie Henry'nin yanına gelerek ellerini tuttu. "Henry sana yalvarıyorum, lütfen bu konuda benim dediğim olsun." Henry başını iki yana sallayarak odadan ayrıldı.

***

Henry odadan çıktığında Sophie'nin hıçkırıklarını duyabiliyordu ama eğer bir şeyler düzelecekse aynı çatı altında yaşamak zorundaydılar. Sophie bunu şimdi anlamasa da ilerde anlayacaktı. En azından anlamasını sağlamayı düşünüyordu. İç geçirerek odadan ayrılırken Sophie'nin dediklerini yapacağını düşünüyordu. 

Bir yerde ondan habersiz bir çocuğu vardı ve onu hiç görmemiş olmak ona acı veriyordu. İsmini Sophie istediği gibi koymuş bu konuda onun fikrini almamıştı. Hoş ona ulaşamadığı konusunda ona inanmıştı. Belki de her şeyi yazmıştı, hem de ondan hiç cevap gelmemesine rağmen defalarca yazmıştı.

Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-Where stories live. Discover now