37.Ne Zaman?

6.5K 394 14
                                    

Henry ne yapacağını bilemez şekilde öylece odanın ortasında kalakalmıştı. Sophie hayatındaki en güzel şeydi. Hayatının anlamı olmasının en güzel nedeni. Onun için, ona bakan halkına ihanet ediyormuş gibi hissediyordu kral olduğu her dakika. Sophie bunu normal bir şey olarak karşılasa da Henry sindiremiyordu. Hakkı olmayan bir şeye sahip olduğu için kendini suçlamadan edemiyordu.

Henry kendi odasına kendi yatağına giderken olaylar böyle olduğu için kendini suçlu hissediyordu. Sophie'nin gitmek istemesi onun suçuydu. Gitmesine izin verse ayrı, vermese ayrı dertti. Aklına onu ilk gördüğü anki hisleri geldi. Küçük bir kız çocuğu olabilirdi ama gözlerinden zeka okunuyordu. Henry iç geçirdikten sonra uyuyamayacak olduğu bir gece olmasına rağmen yatağına uzandı.

***

Havalar artık soğumaya başlamıştı. Anna üstüne kıyafet almadığı için pişman olsa da  sabah yürüyüşünü yapması gerektiğini biliyordu. Kafası dağılmalıydı. Olanlar onu gerçekten üzüyordu. Yürümek kendini rahatlatmak için yapabileceği tek şeydi. Belki konuşmak da iyi gelebilirdi ama Sophie'nin başka dertleri olduğuna emindi. Onun için de üzülüyordu ama Henry bencillik konusunda annesine çekmişti. 

Sarayın bahçesi ne kadar büyük olursa olsun içi daralıyordu bir kere. Yavaş yavaş yürürken karşıdan Sophie'nin babasının geldiğini görünce bacaklarının güçsüzleştiğini anlayarak durmayı tercih etti. Adam yanına gelip "Günaydın." dediğinde Anna en güzel gülümsemesini takınmaya çalışarak "Günaydın." diye cevapladı.

"Bana bir açıklama borçlusunuz." 

Anna gözlerini kocaman açmış karşısındaki adama bakıyordu. "Anlamadım." dediğinde adam ona yalan söylememesi gerektiğini gözleriyle anlatıyordu. 

"Dün neler oldu?" diye sordu adam. Konuyu geçiştirmesine izin vermeyeceği belliydi.

Anna gerçeği anlatmayı çok istedi birden karşısındaki adama ama anlatamayacağını biliyordu. O yüzden susmayı tercih etmişti ki adamın "Mina yaşıyor değil mi?" sorusuyla Anna kalakaldı. Nasıl bu kadar çabuk anlayabilmişti ki? Bir yandan hayret ederken bir yandan da adamın zekasına hayran olmuştu. Anna adamın gözlerine baktığında ona güvenebileceğini hissetti birden.

"Bu gerçek ortaya çıkarsa halk olay çıkarır." derken Mina'nın yaşadığını da onaylamış oluyordu aslında.

Karşısındaki adam anlayışla başını salladı. Düşünceli olduğu belliydi. "Kızımın zarar görmesini istemediğim için bunu bilmiyormuş gibi yapacağım."  Anna karşısındaki adama minnetle baktı.

Tek düşündüğü kızı değildi. Ülkesinde de karışıklık çıkabilirdi. İç karışıklık fırsat kollayanlar için iyi bir fırsat doğuracaktı sonuçta.  Anna "Teşekkür ederim." dediğinde adam başıyla onayladıktan sonra giderken Anna adamla biraz daha konuşabilmeyi ne kadar da istediğini fark etti.

***

Helen uyandığında ona sarılmış olan güçlü kolları hissedince gülümsemeden edemedi. Sonunda istediğini almıştı işte. Marcus onun kocasıydı. Çocukluk hayalinin gerçekleştiğini bilmek ona ayrı bir mutluluk veriyordu. Kocasının kirpiklerinin uzanışını, gülümser gibi duran dudaklarını izledi bir süre. Sonra istemsizce onun saçlarına giden ellerini fark etti. Marcus bu dokunuşun etkisiyle uyandığında Helen biraz pişmanlık duysa da gülümseyerek "Günaydın." dedi. Marcus bir an ona anlamamış gibi baktıktan sonra "Günaydın." dedi.

Marcus Helen'i kolundan tutup kendine çekti. Dudaklarına uzandığında Helen de onun bu isteğine karşılık verdi. Sonra utançla kızardı. "Birazdan kahvaltıya gitmemiz gerek, halkı selamlama töreni de var." 

Marcus iç geçirdi. "Akşama kadar beklemek zorundayım yani." dediğinde Helen gülmekle ağlamak karışık bir yüz ifadesiyle kocasına baktı.

Aslında Marcus'un haklı olduğunu biliyordu. Bu güzel günler için çok fazla beklemişlerdi ama yapacakları bir şey yoktu. Bugün gelenekleri uygulama günüydü. Helen istemeyerek de olsa yataktan kalktığında Marcus da onun arkasından yataktan kalktı. Hayatı boyunca hep erken uyanmış ve sarayda her şey yolunda mı diye kontrol etmişti. Hayatında ilk kez tembellik yapmak istediğindeyse gelenekler önüne duvar gibi dikilmişlerdi. Helen'e baktığında sadece bir gün bekleyeceğini düşündü. Sonrasında rahatça onunla zaman geçirebilecekti.

***

Sophie odadan çıktığında Henry'nin bakışlarıyla karşılaşacağını bilmiyordu. Buna hazırlıklı olup olmadığı konusunda da bir fikri yoktu. Henry ile göz göze geldiklerinde bakışlarını kaçırmak zorunda hissetti birden. Onunla konuşmak canını yakıyordu çünkü.

"Hazırsanız çıkalım kralım." 

Henry sesli bir şekilde iç geçirdi. "Senin bu haline hiçbir zaman hazır olamayacağım." Sophie anlamsız bir bakışla Henry'e bakıyordu. "Yapma Sophie, aramıza duvar örme." dediğinde Sophie sinirle ona baktı.

Karşısındaki adam nasıl öyle tüm suçu ona atacak bir şekilde söylerdi bunu? Evlilikleri için  çabalayan o olduğu halde şimdi duvarlar ören o mu oluyordu? İnanamamış bir şekilde Henry'e baktıktan sonra "Bunu yapan ben miyim?" dedi Sophie titreyen sesiyle.

Henry Sophie'nin beklediği cevabın çok ötesinde bir şey söylediğini biliyordu ama koskoca kral olarak şu an kelimeleri düzgün bir şekilde bir araya getiremiyordu işte. Henry gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı önce. Sonra "Hadi barışalım." diyerek bir adım attığında Sophie sinirle bağırdı.

"Dur orada." sesi o kadar kesindi ki Henry başka bir adım atamadı. Sophie sonra biraz daha sakin bir şekilde "Ben bu kadar ruhsuz bir adamla evlenmiş olamam." dedi. Sesindeki acı odayı doldurmuştu adeta. Sanki geçen bu kadar zaman hep boşunaydı. Henry başını iki yana sallayarak "Sadece zor bir dönem." dediğinde Sophie inanmayan bir şekilde ona baktı.

"Ne zaman uygun zaman kralım? Ona göre bir süre saraydan uzaklaşıp geleyim."

14.03.2019 düzenlendi

Edit 2: 19.04.2023

Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-Where stories live. Discover now