45

5.9K 376 18
                                    

Foto :Helen 

Anna odada sinirle dönüp dolaşıyordu. Günlerdir burada kısılıp kalmıştı. Sophie'nin onu burada böyle tutmaya hakkı yoktu. Olanları Henry' anlatmak gibi bir şey yapmak yerine onu burada tutuyordu. Kendi ülkesindeki askerlerini toplayıp onun ülkesine savaş açabilirdi. Bu kız ne düşünerek böyle davranabiliyordu acaba? Anna sinirle masadaki bardağı kapıya fırlattığı sırada kapı açıldı ve Sophie'nin babası bardağı tek eliyle yakaladıktan sonra şaşkın bakışlarını gizlemeyerek Anna'ya baktı. 

"Sesiniz tüm sarayı rahatsız ediyor artık bu hırçın davranışlarınızı bıraksanız diyorum." Anna onu tamamen unuttuğunu hatırladı. Bu adam için kendi ülkesine gitmektense buraya gelmişti ama şimdi daha iyi anlıyordu ki onu sevmiyordu. Sadece ölmeden önce aşkı yaşamak istiyordu. Aşkı yaşamadan ölmenin fazlasıyla yazık olacağını düşünerek geçirdiği bir gençlikten sonra işte şimdi aşkı yaşayamadan yaşlanmıştı.  Belki de hiç yaşayamayacaktı, bilmiyordu.

Karşısındaki kadını birkaç gün önce hoş bulurken kendi yeğenine karşı ihanetinden sonra tamamen soğumuştu. Saray muhafızları kadının odasının kapısında durmaktan bu kadar şikayetçi olmasaydı buraya onu uyarmaya gelmeyi düşünmüyordu. Gelir gelmez de kendisine hoş geldin diyen bardağı görünce bu kadını en kısa zamanda buradan göndermek konusunda kararını bir kez daha vermişti.

Anna karşısındaki adamın söylediği sözlerde haklı olduğunu biliyordu ama sarayda kimsenin dikkatini çekemeyince böyle bir yöntem bulmuştu kendince ve içten içe sevinerek başarılı olduğunu kabul ediyordu şimdi. "Bir kraliçeyi burada böyle esir tutamazsınız." 

Adam tek kaşını kaldırmış bir şekilde ona baktı. "Yeğeniniz bir prensesi gözü kapalı bir sarayda tutup köle gibi kullanmak konusunda fazlasıyla rahattı doğrusu. Belki biz de sizi öyle kullanmalıyız, ne dersiniz?" 

Anna sinirle adama baktı. Tüm hayatı boyunca ne olursa olsun onuru için yaşamıştı. Şimdi nasıl olur da bu adam onu odalık olarak kullanmayı teklif edebiliyordu? "Bu sözlerinizi size ödeteceğim." 

Karşısındaki adam alayla ona baktı. "Öyle mi? Nasıl yapacaksınız bunu? Daha bu dört duvardan çıkamazken?"

Anna sinirle yumruklarını sıktı. Adam haklıydı, "Beni serbest bırakmanız karşılığında ne istiyorsunuz?" dediğinde adam konuşmanın sevdiği bir şekilde ilerlediğini görüyordu.

"Sizin teklifiniz ne?"

Anna "Altın veririm." dediğinde adam başını iki yana salladı. "Krallığım dünyanın en zengin krallığı zaten." Anna şaşkınlıkla ona bakıyordu. Aylar önceye kadar ülkesinden uzakta yaşayan bu adam değil miydi? Adam onu anlamış gibi konuşmaya devam etti. "Buraya benim isteğim dışında kimse giremez, kardeşimin girmesine izin vererek hata yaptım. Saraydaki gizli geçitleri bilen nadir insanlardan biri olduğu için ülkeyi elimden alabildi, yoksa kimse beni yenemez." diye açıkladığında Anna böyle bir adama ne teklif edeceğini bilemiyordu.

"O zaman vereceğim hiçbir şey sizi mutlu etmeyecektir." dediğinde  adam "Aslında istediğim bir şey var." dedi.

***

Mina Helen ile birlikte mutfakta kurabiye yaparken "Abini mutlu etmek için bir şeyler yapmalıyız." dedi. 

Helen hüzünle başını salladı. "Onu aylar önce ilk kez çok mutlu bir şekilde sarayda gezinirken görmüştüm. " dedi. Aylar öncesindeki hali aklına gelince iç geçirdi.

 Sanki Henry o zamanlar yeniden doğuyordu. Helen dışarıda gezinmek amacıyla odadan çıkarken yalnız kalmak istiyordu. Sarayda dalgın bir şekilde Marcus'u ararken abisinin ıslık çalarak ona doğru geldiğini görünce gülümsedi. "Kralım." dedi alaylı bir şekilde. Bunu genellikle abisini kızdırmak için yapardı. Henry buna bozulmadığı gibi gülerek "Nasılsın prensesim?" diye sormuştu. 

Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-Where stories live. Discover now