13. Hamile

15.4K 561 38
                                    

Helen elbisesinin eteklerinden tutarak teyzesine doğru koşunca teyzesi onun bu haline güldü. "Helen prensesler eteklerini toplamaz, ve koşmazlar." dedi alay ederek. Helen omuz silkerek gülümsedi ve küçükkenki dadısını taklit etti. "Prensesim, sizi uyarmak benim haddim değil ama eğitiminizden sorumlu olduğum için söylemek zorundayım." dediğinde ikisi de kahkaha atmaya başladı.

Teyzesi Helen'e samimiyetle gülümseyerek ellerini tuttu. "İyi ki geldin Helen, bu saray fazlasıyla sıkıcıydı." 

"Daha neler yapacağız ben biraz uyum sağlayayım da." diye yanıtladığında teyzesi gülümsedi.

"Biraz yürüyelim mi canım?" Helen onaylamayan bir bakışla teyzesine baktı. Yürüyüşten döneli bir saat olmamıştı daha. Teyzesine baktığında vücudunun bu kadar dinç ve güzel görünmesinin nedenini yürüyüşe bağlı olduğunu düşündü. Teyzesi 50 yaşındaydı ve hala çok güzeldi. Sarı saçlarında tek bir beyaz bile yoktu. Gözleriyse gökyüzünü kıskandıracak kadar güzeldi. 

Helen teyzesinin koluna girdikten sonra beraber yürümeye başladılar. "Teyze, sürekli yürümüyor musun?" diye sordu Helen endişeyle.

Teyzesi başını iki yana salladı. "Yapacak başka bir şey bulamıyorum ki canım." Helen kıkırdadı. Bu sarayda eksik olan tek şey biraz eğlenceydi. "Dans etmeyi biliyor musun Teyze?" diye sorduğunda Anna kahkaha attı. 

"Ben mi?" dedi kahkahalarının arasından. Sonra yeğenine gülümseyerek baktı. "Hayır canım bu tür şeyleri Mina yapardı. O hep iyi piyano çalan, güzel dans eden, erkeklerle konuşmayı bilen uslu bir kızdı. Bense onunla aynı yüze sahip onun ruhen zıttı bir kız. Ağaçlara tırmanır, kurbağa yakalar, saray kadınlarını peşimden koştururdum." 

Helen teyzesine gülümseyerek baktı. "Biliyor musun teyze, bende küçükken senin gibiydim. Etraftaki herkesi çileden çıkarırdım ama annem bana hiç kızmazdı. Bana hep 'sende Anna Teyzenin ruhu var' derdi." Helen yüzünü buruşturarak teyzesine baktı. "Ama her türlü dansı öğretti, piyano da çalabiliyorum ve senin de bunları öğrenme zamanın geldi demek ki." dediğinde teyzesi şaşkın şaşkın Helen'e bakıyordu.

***

O gideli iki hafta olmuştu ama Marcus'a iki ömür sürmüş gibi geliyordu. Canı yanıyordu ama kimseye söyleyecek bir sözü yoktu. Helen gitmek istemişti ve gitmişti. Geride ne kadar büyük bir can kırığı olduğunu bilmiyordu tabi. Onu deli gibi özlemişti. Helen onunla konuşmasa bile buradayken koridorun diğer tarafından ona doğru yürüme olasılığı vardı. Oysa şimdi bu da alınmıştı elinden.

Henry Marcus'a bakarak "Geldi seninki." dediğinde Marcus utandığını hissediyordu. Helen elinde kurabiyelerle yanlarına geldiğinde gülümseyerek onlara uzattı. Henry "Bugün çok güzeldin." diyerek kurabiyelerden bir tane alınca Helen gülümsedi. 

"Duydum ki bugün çok yorulmuşsunuz." diyerek Marcus'a kurabiyelerden uzatınca Marcus gülümseyerek aldı. 

"Ne yapacaksın küçüğüm, her yorulduğumuzda bize böyle yemek mi getireceksin?" 

Helen omuz silkerek abisinin yanağına bir öpücük kondurarak kurabiyeleri bir kenara bıraktı. "Babam geliyor, gelirim ben sonra." diyerek gitti.

Helen onu küçükken bu kadar çok düşündüğü halde şimdi neden böyle davranıyordu? Ne yapmaya çalışıyordu? Ne zaman geri gelecekti? 

Özlemek dünyanın en kötü duygusuydu ona göre. Hele ki birinin gidişini ve ne zaman döneceğini bilememek... İşte bu fazlasıyla ağır geliyordu ona. Belki de gittiği yeri daha çok sevecek hiç gelmeyecekti. Gitme diyememişti. Dese her şeyin güzel olacağına dair hiçbir güvence veremeyecekti. Demese özleyecekti. Helen kalsaydı ve mutsuz olsaydı da hep vicdan azabı duyacaktı. O yüzden doğruyu yapacağını düşünüyordu.

Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-Where stories live. Discover now