Final - Kalradya Tahtı

117 6 2
                                    

6 köşeli beyaz şehrin harabelerinin ortasında, meydandaki çeşmenin hemen dibinde yatan Yafes etraftan gelen sesleri dinliyordu. Teslim olanların yere attığı kılıç sesleri, savaşa devam eden kılıçların çarpışma sesleri, kalkankara çarpan mızrakların, okların sesleri kulağına geliyordu. Hızlı atılan adımların sesi kendisine yaklaşırken kafasını o yöne çevirmişti. Kendisine yaklaşan omuz zırhı parçalanmış Rolf'ü görmüştü. Siyah teninde kurumuş kan pek belli olmuyordu. Hemen gelerek Yafes'i doğrultmuş ve sırtını oturur vaziyette çeşmenin taşına yaslamıştı. Rolf:
-Efendim. Savaş bitti efendim. Kazandık. Efendim. Efendim." derken karnından sızan kanı görmüş ve Yafes'in yırtılan pelerininden bir parça kopararak yarasına sertçe bastırmıştı. Yafes'in elini de yaranın üstüne koyarak bastırmıştı. Yakınlarda olan Alayen de koşarak gelmişti. Rolf:
- Lordum. Hemen çadıra götürmeliyiz. Fazla kan kaybetmiş." demişti. Alayen:
-Yanında durman gerekirken ne halt yiyordun acaba. Çabuk ayaklardan tut." demiş ve kendisi de kollarından tutmuştu. Çadıra gidecek yol uzak olduğundan eskiden sarayın olduğu yerin avlusundaki düz bir taşa yatırmışlardı. Savaş sonrası bölgeye gelen hekimlerden biri apar topar gelmişti. Sıcak çubuğu yaraya basarken çıkan ses ve koku hekime tedavinin işe yaradığını düşünürmüştü. Dağlanan yara iyice sarılmıştı.

Bir hafta sonra yaz güneşinin altında binlerce insan toplanmıştı. Harabeleri tamamen kaplayan insan selinin arasında bir koridor vardı. Sancaklar zayıf rüzgarın karşısında yavaş yavaş dalgalanırken. Çadırından çıkan bacağı ve karnı sargılı kralın önünde eğilen askerler peşinden gidiyordu. Ordugahdan çıkan muhafızlar eşliğinde yürüyerek yavaş yavaş yürüyen Yafes ve askerler harabelere yaklaşıyordu. Bir hafta içinde onlarca biat ve teslim olma haberi gelmişti. Çoğu lord kaleleri ve şehirleriyle biat etmişti. Diyarın dört bir yanında sancaklar yerlere atılıyor ve tek bir sancak asılıyordu. Kırmızı zemine gözü çizilmiş 6 uçlu taç takan sarı bir aslan vardı. Halk köylere bile bu sancağı takarken şehirlerde halk teslim olmayan lordların makamına giriyordu. Sanki sihirli bir değnek tüm halka tek bir kişiye bağlanma emri vermiş gibiydi. Zafer kutlamaları da yine köylere kadar sıçramıştı. Yakın olanlar davet üzerine kadim başkente gitmişti.

Ellerini uzun otların arasından geçiren Yafes hala sakince yürüyordu. Hala biraz aksıyordu hatta kılıç tutmadığı elinde de bir baston vardı. Uzun ve kahverengi bir bastona dayanarak yavaşça yürüyordu. Uzun saçları ve ince sakalında beyazlar oluşmaya başlamıştı. En sonunda şehrin surlarına geldiğinde ayağı taşa basmış ve bastonu ses çıkarmaya başlamıştı. Müthiş sessizliğin ortasında sadece bastonun yere değme sesi duyuluyordu. Bir de askerlerin zırhlarından çıkan sesler vardı. Praes, Alayen ve Rolf hemen arkasındaydı. Diğer lordlar ve tüm muhafızlar da peşinden geliyordu. Halk inanıp peşine düştükleri, aynı meydanda kan döktükleri kralın aksayarak yürümesini izliyordu. Yafes yavaş yavaş yürümeye devam etmişti. Sonunda meydandaki çeşmenin önüne gelmişti. Arkada kucağında oğlunu taşıyan kraliçesini ve elinden tutan kızını görmüştü. Onlara gülümsemiş ve arkasını dönerek halkına bakmıştı. Aradan çıkan Praven kütüphanecisi ve hemen yanındaki Libran mor bir yastığın üzerinde Rolf'ün bulduğu tacı getiriyordu.

Tüylü bir alt kısmı olan tacın altı sivri ucu vardı. Aralarında birkaç değerli taş kaktırılmış olan tacın üstü de kapatılmış ve tam ortasına da altın, sivri bir parça oturtulmuştu. 6 uç 6 krallığın başkentini simgelerken ortadaki tek uç Zendar'ı simgeliyodu. Yafes şehrin surlarındaki mermer parçalarından sökülüp oyularak yapılan Taş Taht'a otururken baş kütüphaneci ilan edilen Praven kütüphanecisi tacı alarak başına koyduğunda herkes eğilerek tek kralı selamlamıştı. Yafes hemen sağında ilk gördüğü gibi Büyücü Esfadon'u görmüştü. Başkasının göremediğinden emindi. O da kralın önünde eğilmiş ve bu sefer Vasilyon gibi toz olarak yok olmuştu. Yafes ayağa kalktığında eliyle işaret etmiş ve herkes başını kaldırmıştı. Konduğu yerden fırlayan kartal mavi gökyüzüne doğru uçarken güneş hala Kalradya'yı ısıtıyordu.

1304 yılının sabahıydı. Warband savaşından tam 43 yıl geçmişti. Kalradya takvimine göre 189 yılının sonuydu. Ağustos yaklaşıyor ve halk dört gözle yine hasadı bekliyordu. Temmuz başlarında Praven'i ziyarete gelen kral her türlü ısrara rağmen tedbil olarak sokağa çıkmıştı. Prens zar zor beraber çıkmayı kabul ettirmişti. 2. Varis olarak kralın yanında gelen Walpole ağabeyi Duncan'ı yeniden inşa edilen Zendar'da kraliyet naibi olarak bırakmaktan memnundu. O hep heyecan arar, atını ve kılıcını alıp dışarı çıkmak isterdi. Prenses ablası Regina'nın sürekli onu muhafaza etmeye çalışması ve yaşlı komutan Rolf'ü peşine takmasını hiç sevmezdi. Bastonla yürüyen babasına kolundan destek oluyordu. 74 yaşındaki Yafes'i zapt etmek kolay sayılmazdı. Kendini genç görüyordu ancak değildi. Bacağındaki yara yüzünden 10 yıldır bastonla yürüyordu ve oturduğu taht pek de rahat sayılmazdı. Yaşlılığın getirdiği hastalıklar da güçten düşmesine sebep olmuştu. 3 yıl önce Kraliçenin ölümü de onu daha kötü yapmıştı. Israrla limana gelmek istemişti.

Praven limanı yazın artan ticaretle kalabalıklaşmıştı. Uzun bir kaftan giyen soylu görünümlü uzun beyaz sakallı yaşlı bir adamla yine soylu görünümlü bir delikanlı arkalarından gelen iki adamla limana gelmişti. Yafes Walpole'a:
-Ah bu liman evlat. Birkaç yılda bir bu limana gelirim. Geçen sefer Duncan ile gelmiştim. 4 yıl oldu sanırım. Ah bu sefer gerçekten yoruldum. Şuraya biraz oturalım." diyerek bastonuyla bir bankı göstermişti. Büyük bir ağacın hemen dibine yapılan yere oturmuş ve kalabalığın arkasında görünen denizi seyre dalmıştı. Walpole:
- Hadi baba artık kaleye dönmeliyiz." demişti. Yafes:
- Bu insanlardan mı endişeleniyorsun. Yoksa hala kurtulamadığım hemen arkamdaki Rolf'den mi. İnan bana o beni daha çok korkutuyor." diyerek kahkaha atmıştı. Gülümseyen Walpole:
-Hayır sizden endişeleniyorum. Hekim Dicus'un yalvarmasına rağmen hala şehir şehir geziyoruz. Sizin için endişeleniyorum." demişti. Yafes: -Korkma evlat. Ben sadece kaderin bana verdiği ömrü tamamlıyorum. İster Dicus ister başkası ister Esfadon. Kimse birinin ömrünü akşamdan şafağa kadar uzatamaz." demişti.

Lafını bitirince kalabalığın arasında Esfadon'u görmüştü. Tahta çıktığı günden beridir görmemişti. Bir anda kalabalık durmuştu. Kuşlar kanat çırpmayı bırakmış, denizin dalgası durmuş, rüzgar esmeyi bırakmıştı. Walpole de heykel gibi duruyordu. Esfadon:
-Haydi majesteleri. Gitme vakti geldi. Kaderini tamamladın artık." demişti. Yafes ayağa kalktığında kendini hiç hissetmediği kadar hafif hissetmişti. Bastonu almaya bile gerek olmadan yürümüş ve duran kalabalığın ortasında saydam ve beyaz olan Esfadon'un yanına gelmişti. Esfadon elini sırtına koymuş ve gidelim demişti. Ayaklarından başlayarak toz olmaya başlamıştı. Huzur ve mutluluk dolu bir halde toz olmuş ve kalabalık yeniden hareket etmeye başlamıştı. Walpole son nefesini denize bakarak veren babasıyla kalakalmıştı. Praven şehrinin limanında...

S O N

Mount & Blade : WARBAND (DÜZENLEMEDE)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin