Praven'de Karışıklık

157 12 1
                                    

Praven şehrinde yine sıradan bir gündü. İnsanlar sokak ve caddelerde dolanıyor, merkezdeki tüccarlardan alışveriş yapıyorlardı. Bilhassa erzak tüccarı kış geldiği için iyi satış yapıyordu. Silah tüccarı ve Zırh tüccarı için ise işler kesattı. Zira savaş Praven'e çok çok uzaktı. Hatta Kergitler yıkıldığı için savaşın bittiğini zannedenler dahi vardı.

Şehir muhafızları Harlaus'un önden geleceğini haber almış ve şehrin girişinde toplanarak krallarını beklemeye koyulmuşlardı. Bekleyiş sürerken ileriden siyah aslanlı kızıl sancaklar görülmüştü. Yanlarında svadya şövalyelerinin ve çavuşlarının parlayan zırhları da belli olunca ordunun döndüğü düşünülmüştü.

Birlik yaklaştıkça fazla kalabalık olmadığı belli olmuş ancak gözcüler Harlaus'u gördüklerini rapor etmemişti. Dahası birliğin ortasında bir kadın vardı. Arkasındaki iki asker ise ortasındaki kalın olan yatay, beş kırmızı çizgili beyaz bir sancak taşıyordu. Kadın yaklaşmış, kahverengi saçı ve uzun örme zırhı ile tanıdık bir sima olduğu fısıldanıyordu. Şehir kapılarından giren birlik meydana kadar sakince gelmiş ve kimseyle konuşmamıştı. Tüm süvariler atlarından inip teslim edince tekrar kadının etrafına toplanmıştı. Kadın ve arkasında farklı sancak taşıyan askerler ise atlarından inmemişti. Kadın şehre sanki özlemiş edasıyla bakarken hiçbir muhafız kadına kim olduğunu sormamıştı. Kadın arkasından şehre Kont Ryis de oğlu Kont Montewar ile giriş yapmıştı.

Muhafızlardan bir komutan en sonunda dayanamamış ve kim olduğunu bilmediği kadına:
-Cüretimi bağışlayın leydim ancak sizi tanıyamadık. İsminizi bahşederseniz sizi kaleye buyur edelim . " demişti. Kont Ryis ise araya girerek:
-Kendisi Leydi İsolla'dır komutan. Kral Magnus'un öz be öz kızı. Suno Leydisi. Tahtın hakiki varisi. " demişti. Ortalık buz kesmiş şehir muhafızları ve birlikteki askerler ellerini kılıçlarına atmış, bir kıvılcım bekliyorlardı. Komutan Ryis'e bakarak:
-Kont Ryis efendim. Kral Harlaus'un bundan haberi olursa sizi de bizi de direk idam eder." deyip İsolla'ya dönerek :
-Üzgünüm leydim ancak şehri terketmenizi istemek durumundayım. " demişti. Şehre girdiğinden beri hiç konuşmayan İsolla elini atının heybesine atmış bir metal parçası çıkarmıştı. Yere attığı kanlı zırh parçasını inceleyen muhafızlar bunun Harlaus'un zırhının göğüs parçası olduğundan emindi. Üstündeki kan ise muhafızların merakını cezbetmişti. Zırhı inceleyip İsolla'ya baktıklarında ise elinde kan lekesi bulaşmış svadya tacını görmüşlerdi. Altı sivri uçlu bu taç Kral Harlaus'un hükümdarlığının sembolüydü. İsolla:
-Kralınız ve kardeşim Harlaus öldü. İşte kanlı zırhı, işte kanlı tacı. Ölmeden tacını teslim etmeyeceğini bilirsiniz. Hükümdarınız artık yok. Kanunların bana verdiği ünvan ile taht taliplisi olarak Svadya tahtına oturmaya geldim. Harlaus'un bir varisi olmadığı için taht benim hakkım. Doğal olarak. " demişti. Harlaus'un öldüğünü duyan şehir halkı şaşıp kalmıştı. Meydanda adeta kimse nefes almıyordu. Muhafızlar birbirine bakarken İsolla atından inmiş ve yönünü kaleye çevirmişti.

Muhafızlar bir anda mızraklarını indirip pozisyon almış komutan ise kılıcını çekerek :
-Kral hazretlerinin bedenini görmeden size inanmam mümkün değil. Şehri terk edin yahut zor kullanmak zorunda kalırız." diyerek açıkça ifade etmişti. İsolla gülümseyerek arkasında hala atında oturan Ryis'e bakmıştı. Kont Ryis ne anlama geldiğini bildiği bu hareketle tğm askerlere saldırı emri vermişti. Bir anda birlik askerleri ve şehir muhafızları birbirine girmiş, meydan savaş alanına dönmüştü. Halk ve tüccarlar etrafa kaçarken şehir garnizonuna haber vermeye giden bir askeri bizzat Kont Montewar okla vurmuştu. İsolla sakince kaleye yürürken azınlıkta kalan muhafızlar teker teker ölüyordu. Kapıdaki muhafızlar da öldürülmüş ve kapı zorla açılmıştı. Şehir muhafızları kendi içinde Harlaus destekçileri ve İsolla destekçileri olarak ikiye bölümüş fakat ortada Harlaus olmadığı için muhafızlar da birbirine girmişti. Karışıklık tüm şehre yayılmış ve garnizona Harlaus'un öldüğü İsolla'nın tahta oturduğu yalanı söylenerek şehre salınmıştı. Kraliçelerini çabuk benimseyen garnizon kuvvetleri, gözlerinde hain olarak damga yiyen Harlaus destekçilerinin hepsini öldürmüştü.

Ertesi gün şehir kapısından başlayarak muhafız cesetlerinin olduğu cadde ve sokaklardan yürüyen İsolla herkesin eğildiği yollardan geçerek kaleye gelmişti. Kralın salonunda tüm soylular ve krallsrının öldüğüne inanamayan Kontlar toplanmıştı. İsolla sakince gelmiş merdivenleri çıkıp ziyafet masasını geçerek iki basamak daha çıkmış ve halkına dönmüştü. Sakince sağ tarafında Kont Ryis'in ayakta beklediği aslan kabartmalı tahta oturmuştu. Açılan salon kapısından iki muhafız ellerinde tuttukları tepsideki temizlenmiş taç ile kraliçenin huzuruna gelerek diz çökmüştü. Kont Ryis tacı almış ve sakince kraliçenin başına koyarak diz çökmüştü. Tüm salon onu dinleyerek diz çökmüş ve yeni Kraliçelerini selamlamışlardı.

Kontlara ise Harlaus'un yolda hastalanıp öldüğü yalanı uydurulmuş hatta öldü dediği yere sahte bir mezar dahi yapmışlardı. Böylece kanunen de tüm Kontların desteği sağlanmıştı...

Tulga şehrine varan Yafes ise üstü açık olan toplantı salonuna girer girmez onu bir ulağın beklediğini görmüştü. Daha zırhımı dahi çıkarmadan niye geldin dercesine ulağa bakarken masadan bir sandalye çekip oturmuş:
-Hayrola ulak efendi. Bu kadar çabuk mu geçelim işlere. Keşke bir soluklansaydım. " diyerek espirili bir dille niye geldiğini sormuştu. Ulak ise mahsun bir ifadeyle elindeki mektubu Yafes'e vermişti. Mektubu okuyan Yafes inanamış ve kafasını kaldırıp ulağa bakarak "bu nasıl olur" diye mırıldanmıştı. Daha sonra mektubu fırlatarak "bu nasıl olur" diye bağırıp sol eliyle masaya vurmuş ve gelen lordlara da mektubu okutarak acilen divanın toplanması emrini vermişti...

Mount & Blade : WARBAND (DÜZENLEMEDE)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin