Kara Sancak

127 6 4
                                    

Kraliyet kafilesi Tulga'dan ayrılmasının ardından üçüncü günün akşamı Dhirim'e varmıştı. Yolda, Ehlerdah civarında bir gece mola verilmişti. Kendilerini Komutan Rolf'ün tahmin ettiği gibi Kont Delinard karşılamıştı. Muhafızların mızrağına bağlı sancaklarla şehre giren kafile doğruca iç kaleye gitmişti. Atından inen Yafes iç kaleye giderken yaşlı Kont Delinard'ı tanımıştı. Beklediğinden daha fazla yaşlanmış diye düşündü. İsyanlar, savaşlar onu gerçekten yormuşa benziyordu. Önce kralı ve ardından kraliçeyi selamlayarak Delinard:
-Dhirim şehrine hoş geldiniz majesteleri. Varlığınızla şehrimize değer kattınız. Sizi eşim Leydi Bela ve kızım Leydi Elina ile tanıştırayım. Kraliçeniz yalnız kalmasın diye onları da getirdim. " demişti. Etrafı süzen Yafes:
-Hoş bulduk Kont Delinard. Ve sizle de tanıştığımıza memnun oldum Leydi Bela ve Elina. Bizi şehrin lordu olarak anılan Kont Clais karşılar diye düşünmüştüm ancak kendisi yok sanırım." demişti. Hiç bozuntuya vermeyen Delinard:
-Kendisi çok istedi ancak mareşal olarak Praven'e gitti ve sizi orada karşılayacağını iletmemi istedi. Buyurunuz yol zorlu geçmiştir." diyerek iç kalenin kapısını göstermişti. Komutan Rolf ve Baş Muhafız Praes yanına gelmişti. Leydi Elina kraliçeyi odasına götürürken Delinard lordun salonuna kadar Yafes'e eşlik etmişti. Yürürlerken Delinard:
-Yolculuğunuz nasıl geçti majesteleri? Ehlerdah civarının çamur deryasına döndüğünü söylemişti kervanlar." demişti. Yafes:
-Evet Reindi kalesi ve Ehlerdah arası eriyen karlarla tamamen çamur olmuş. Reindi devriyeleri bize en uygun yolu gösterdiler ve Ushkuru'ya kadar eşlik ettiler." diye cevap vermişti Kont'a. Daha sonra lordun salonuna gelerek hazırlanan masaya oturmuşlardı. Kısa bir bekleyişin ardından Safiya da gelmiş ve yemekler masaya hizmetçiler tarafından getirilmeye başlanmıştı.

Uhhun platosunun doğusunda bulunan aynı isimli Uhhun köyünde alelade bir gündü. Kaleden biraz uzakta kışı iyi bir şekilde geçirmişlerdi. Köy yaşlısı meydanda oturup ahali ile sohbet ediyordu. Köy karakolunda 50 kadar asker etrafta ve köy içinde devriye geziyordu. Normalde emir üzerine köyde 100 asker olmalıydı. Nöbet değişimi için 50 asker kaleye gitmiş ancak kaleden gelecek askerler henüz varmamıştı. Köyün girişinde nöbet tutan askerlerden biri oturmuş kılıcını bilerken diğeri ise uzaklara dalmış gibiydi. Kılıcı bileyen asker uzaktan dörtnala bir askerin geldiğini görmüş ve ayağa kalkarak dalıp giden askeri dürtmüştü. İkisi de hemen mızraklarına sarılmışlardı. Gelen askerin kendilerinden olduğunu anlamışlardı. Nefes nefese kalan asker atını durdurmak için var gücüyle dizginleri çekmişti. Zar zor nefes alarak:
-Düşman... Düşman geliyor... Siyah sancakları olan süva-..." derken bir anda durmuş ve sesi kesilmişti. Ağzından gelen kan boynuna doğru akarken atından düşmüştü. Sırtındaki kara tüyleri olan okun atıldığı yöne bakakalmışlardı. Simsiyah atları ve zırhlarıyla süvariler onlara doğru geliyordu. Ellerinde ise beyaz bir miğfer bulunan kara sancaklar vardı. Köydeki tüm askerler çağrılmış ancak hepsi bir araya toplanamadan süvariler yetişmişti. Köylüler evlerine kaçmış ve meydanı boşaltmıştı. Süvariler arasına daldığı askerleri ekin gibi biçerek meydana kadar at sürmüşlerdi. Askerlerden bazıları kılıçlarını dahi çekemeden yere düşmüştü. Daha sonrası ise sayıları 150'yi geçen grup meydanda çatışmaya girişmişti. Kalradya askerleri ve Kara Şövalyeler birbirine ölümüne saldırmışlardı. Bir tanesi ise atından inmişti. Diğerlerinin aksine siyah bir pelerin takıyordu ve kılıcını çekmemişti. Doğruca köy yaşlısının evine giderek saklandığı yerden çıkarmıştı. Ensesinden tutarak meydanda esir alınan üç beş askerin  önüne getirilmişti. 

Daha kıdemli olduğu belli olan şövalye miğferini çıkarmış ve yanındaki birine vermişti. Yüzünde sonsuz yara ve kesik izleri vardı. Sağ kaşı yok denecek kadar azdı. Sakalı fazla uzun değildi ve çok az beyaz vardı. Belindeki hançerini sakince çekmiş ve köy yaşlısının boğazına getirerek:
-Tüm Kalradya dönüşümüzü konuşacak. Askerleri salın. Birini Tulga'ya diğerini Praven'e gönderin. Krallarınıza söyleyin. Kara Şövalyeler döndü." demiş ve yine sakince yaşlının boğazını kesmişti. Titreyerek yere yığılırken boğazından ve ağzından kanlar akan yaşlı ,önce diz üstü çökmüş ardından yüzüstü düşerek ölmüştü. Esirleri ise elleri atın dizginlerine bağlanarak gönderilmişti. Esirler köyden uzaklaşırken şövalyenin biri elindeki kara sancağı yaşlının cesedine saplayarak kıdemli şövalyenin yanına gelmiş:
-Şövalye Vasilyon. Emrinizi yerine getirdik. Evlere ve meydana sancaklarımız dikildi." demişti. Memnun olduğu yüzünden belli olan Vasilyon:
-İyi iş. Köy muhafızlarının az olması iyi oldu. Zaten köy muhafızı da nedir? Yafes adetlerimizi bozuyor. Ama ben Kral Radon'dan alacağım intikamı tüm diyara yayacağım. Kendi hükümranlığımızı yeniden ilan edeceğim." demişti. Şaşıran diğer şövalye:
-Radon'dan alacağınız intikam mı? Neyin intikamı efendim?" diye sormuştu. Atının eyerindeki içki matarasını isteyen Vasilyon, askerine:
-Radon...Radon... Kalradya'ya hükmetmek için emin adımlarla ilerlerken karşımıza dikildi. Arkasına aldığı üç beş köylüyü üstümüze sürdü. Neredeyse 150 yıl oldu. Dün gibi hatırımda." demişti. Asker daha da şaşırarak 150 yıl önceki olayları nasıl bildiğini merak etmişti. Tam soru soracakken Vasilyon:
-Büyücü Esfadon denen o lanet adam. Tüm ailemin ve sevdiklerimin ölümünü görmem ve savaşı kaybetmem için bana bir  şey yaptı. Kendi uydurduğu o kehanet gerçekleşsin diye Efendi Şövalye'yi de öldürttü Radon'a. Benim de savaşı kaybetmem için her şeyi yaptı ancak bitti. Ne Radon ne de Esfadon kaldı. Diyar yeniden şövalyelerini bekliyor. Diğerlerini boş ver ama Yafes'i halletmeliyiz. Kehanet falan gerçekleşmeyecek." diyerek matarayı kafasına dikmişti. Daha sonra herkese emrederek atına binmiş ve dörtnala köyü terk etmişlerdi.

Praven'e varmak üzere olan kraliyet kafilesi Suno'yu geçmişti. Şehrin çehresi değişmiş diye düşünmüştü Yafes. Güney surları savaşlar ve kuşatmalardan sonra tamamen yıkılmış ve yeniden yapılmıştı. Kral Tardus şehri birine vermeden önce tamamen toparlanmasını istemişti. Şehri terk eden halk yavaş yavaş dönmüştü. Kafileye eşlik eden Kont Delinard ve Praven devriyeleri bir an önce yolculuğun bitmesini istiyordu. Ancak arabalar yolculuğu yavaşlatıyordu. Muhafızları kontrol etmek için sürekli kafilenin etrafında dolanan Komutan Rolf, şehrin göründüğünü bildirmek için Yafes'in yanına gelmişti. Rolf:
-Majesteleri. Praven göründü. Şehir kapılarına kısa bir sürede varacağız."demişti. Yafes:-Çok iyi. Biraz daha at sürersem belim doğrulamayacak gibi geliyor."diyerek hemen yanındaki Delinard'a bakarak gülmüştü. Delinard:
-Benim gibi yaşlı bir Kont'un durumu daha vahim majesteleri." demişti kahkaha atarak. Arabanın içinde ise Kraliçe Safiya prensesiyle ilgileniyordu. Hizmetçiler annesini görmek istiyor diyerek onun yanına getirmişlerdi. Yolda gayet sakin bir şekilde gelmişti küçük prenses. Molalarda babasının yanından hiç ayrılmamıştı. Yavaş yavaş yürümeye çalışırken defalarca babası onu düşmekten kurtarmıştı. Babası her kucağına aldığında ya göğsündeki broşu yada tacını çıkarıp hemen yere atıyordu. Kraliçe Safiya yanındaki kıza:
-Daha çok yolumuz var mı? Suno'da bir mola verseydik iyi gelirdi doğrusu." demişti. Kız:
-Komutan Rolf'ün şehir kapıları göründü dediğini duydum efendim. Kısa bir süre sonra şehre varmış oluruz." diyerek kraliçenin içini rahatlatmıştı. Şehir kapılarında yaklaşıldığında ise şehrin gürültüsü artmıştı. Arabanın içinde atların yavaşladığı ve piyadelerin ayak sesleri duyuluyordu.

Mount & Blade : WARBAND (DÜZENLEMEDE)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin