BÖLÜM 25

50.8K 2.6K 46
                                    

…SENİDE KAYBEDEMEM…

Jasmine ve Jordan’la geçen yorucu bir tartışmanın ardından genç kız bezgince yatağa girdi. Jordan yetmiyorken bir de başına Jasmine çıkmıştı! Vincent’la konuşmasının ardından Ares’le Londra’ya lunaparka gittiklerini anlatınca iki kızında kızgınlığı yok olmuş dedikodu bekleyen aç gözlerle Rebekah’nın karşısına dikilmişlerdi. Genç kız defalarca aralarında hiçbir şey olmadığını sadece eğlendiklerini anlatsa da ne Jordan ne de Jasmine buna inanmamıştı. Jordan’ın, Ares’le arasında bir şeyler olduğu yönündeki bütün düşüncelerini Jasmine’e anlatmasının ardından ikili, Rebekah sanki orada yokmuş gibi aralarındaki filizlenmeye başlayan – ki Rebekah bunun tamamen onların hayal gücü olduğunu düşünüyordu- aşktan bahsetmişlerdi. Jordan'ın ateşli öpüşmeden bahsetmesinin üzerine Jasmine mutluluktan deliye dönmüştü. Ve muhteşem zekasıyla +18 lik sahneler türetmeye başlamıştı. Sonunda Rebekah çıldırma noktasına gelip Jordan’ı odasına kovmuş Jasmine’i de eğer tek bir kelime daha ederse onunda Caleb’ın yanına göndereceğini söyleyerek tehdit etmişti. Bu da Jasmine’in anında susmasını sağlamıştı.

Genç kız ne kadar anlatılanlara kulak asmak istemese de kendine engel olamıyordu. Acaba? Sorusu yılan gibi zihnini içinde sürekli tıslayıp duruyordu. Acaba gerçekten Ares ona karşı bir şeyler hissediyor olabilir miydi? Genç kız lunaparkta olanları ve daha önce yaşadıkları tehlikeli yakınlaşmaları hatırlayınca bunun olabileceği konusunda karara varıyordu. Ardından o lanet rüyası aklına geliyor ve Ares’in, Artemis’in adını duyduğu an verdiği tepkiler gözlerinin önünde film şeridi gibi hızla akıp gidiyordu. Ve bunun için kendine kızıyordu.

‘’Benden bir şeyler sakladığını biliyorum Rebekah. Tek bir bakışınla ne hissettiğini bilecek kadar iyi tanıyorum seni. Neden Ares’e olan hislerini gizliyorsun? Git ona söyle demiyorum. Ama en azından benden ve Jordan’dan saklama. Konuşmak iyi gelecektir.’’ Genç kız sessizce iç çekti. Jasmine’e sırtı dönük olduğu için şanslıydı. Arkasında yatan arkadaşına bakmadan kolları arasındaki ayıcığa sıkıca sarıldı.

‘’Yorgunum Jasmine. Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum.’’ Jasmine oflayarak kafasını yastığa geri bıraktı. Rebekah’nın ailesinin ölümünden sonra değişeceğini biliyordu. Ancak arkadaşı sadece bu acıyla kalmamış bir sürü kötü şey yaşamıştı. Ve şimdi bunlardan biriside Rebekah’nın gözünden imkansız olarak görülen aşkıydı. Rebekah’nın eskisi gibi olmasını canlanmasını istiyordu. Ama bunu başarıp başaramayacağı konusunda çelişkileri vardı.

‘’Benden kurtuluşun yok. Bunu biliyorsun değil mi? Kabus gibi üzerine çökerim! Zaten ne kadar saklarsan sakla her hareketinde belli oluyor.’’ Rebekah hızla başını kaldırıp omzunun üzerinden arkasında yatan Jasmine’e baktı.

‘’Ne belli oluyor? Bir şey olduğu yok!’’ Jasmine kıkırdadı ve dirseklerinden destek alarak doğruldu.

‘’Yaa tabii bir şey olduğu yok. Zaten Ares’in sana aldığı ayıcıkla da bu yüzden yatıyorsun değil mi?’’ Rebekah homurdandı ve arkasındaki yastığı alarak Jasmine’in suratına fırlattı.

‘’Bir şey olduğu yok Jasmine daha kaç kere söyleyeceğim. Şimdi uyu! Yemin ediyorum tek bir kelime daha atarsan seni Caleb’ın odasına götürür kapıyı da üstünüze kilitlerim. Anladın mı?’’ Jasmine kaşlarını çatarak küçük dudaklarını büzdü. Bunun üzerine Rebekah gülümseyerek arkasını dönüp yattı. Kim ne düşünürse düşünsün. Onun umurunda değildi. Kolları arasındaki Ayıcık Ares’e sıkıca sarıldı ve yarını düşünmemeye çalışarak uykuya daldı. … Genç kız rüyasında bu kez kendini çift katlı bir kulübenin önünde buldu. ‘’Yine mi?’’ diye haykırdı etrafına bakarak. Ares ya da diğer tanrılarla ilgili bir rüya görmek istemiyordu. Ancak tam da o sırada esen rüzgâr saçlarını geriye savurunca, bunun o rüyalar gibi olmadığını anladı. Rüzgârı, çıplak ayakları altındaki çimleri hissediyordu. Günlerdir suratsıza bir şey olup olmadığını merak ederken şimdi onu tekrar görmenin verdiği huzurla gülümsedi. Kendi etrafında dönerek

‘’Suratsız!’’ diye bağırdı. Etrafta gözükmüyordu. Bulunduğu yeri daha önce gördüğünü sanmıyordu. Çift katlı ahşap ev deniz kenarındaydı. Evin etrafı çimler ve renk renk çiçeklerle kaplıydı. Sıra sıra meyve ağaçları ve çeşitli sebzelerin bulunduğu kocaman sera evin hemen sol tarafındaydı. Etrafta başka hiçbir şey göremeyen genç kız hızlı adımlarla eve ilerledi ve açık olan kapıyı itti. Eski kapı gıcırdayarak açıldı.

‘’Suratsız?’’

Ev eski görünse de içerideki eşyalar son derece moderndi. Uzun holün duvarları kırık beyaz rengindeydi. Duvarlar usta bir ressamın elinden çıktığı belli olan resimlerle doluydu. Genç kız yavaş adımlarla beyaz ve bordo rengin karışımından oluşan salona girdi. Aradığı kişiyi görünce bedenini kontrol edemeden hızla koşmaya başladı. Camın pervazına yaslı duran Suratsızın boynuna sıkıca sarıldı. Rebekah’nın ani kucaklaması karşısında şaşıran Suratsız bir iki adım geriye sendeledi.

''Tanrıya şükürler olsun!''

‘’Heyy! Beni bu kadar özleyeceğini tahmin etmemiştim.’’ Dedi kıkırdayarak ve genç kıza sıkıca sarıldı. Rebekah geri çekilerek sis bulutuna öfkeyle baktı.

‘’Seni aşağılık herif nerelerdeydin? Geleceğini söylemiştin! Aklımdan ne kadar senaryo geçti biliyor musun? Öldüğünü bile düşündüm!’’ diye bağırarak Suratsızın omzuna hırsla vurdu. Suratsız bu darbeyle geriye sendeleyip tekli koltuğa düştü ve ağzından küçük bir inilti koptu. Zaten güçsüz olan ve zor kontrol ettiği bedeni burada olmaya fazla dayanamayacaktı.

‘’Lütfen biraz daha sakin ol. Sana her şeyi anlatacağım.’’ Rebekah suratsızın güçlükle çıkan sesini duyunca huzursuzca kıpırdandı. Sesi hiç iyi gelmiyordu. Tekli koltuğun önündeki alçak sehpaya oturdu ve endişeyle suratsızın bedenini süzdü.

‘’Neyin var senin?’’ Suratsız iç çekerek konuşmak için güç topladı.

‘’Önce soruma cevap ver. Sana dediklerimi araştırdın mı? Tapınak, Hekate?’’ Genç kız kafasını salladı.

‘’Evet. Bana neden Artemis’in tapınağını gösterdiğini anlayabilmiş değilim ama araştırdım. Klotho’nun kim olduğunu biliyorum. Ve sana onun ve kızı Caroline’ın yardım ettiğini de.’’ Suratsız derin bir nefes aldı. Ancak bu sefer acı dolu bir inlemeyle geri verdi.

‘’Güz… Güzel. Şimdi beni iyi dinle burada fazla kalamayacağım. Burası Klotho ve Caroline’ın Yunanistan daki evi. Sana geleceğimizi söylediğim gün saldırıya uğradık. Kirke. Klotho ve benim sana ulaşmamı engellemek için sanki tam vaktini beklemiş gibiydi. Üçümüzde ağır yara aldık ama şimdi iyiyiz. Klotho ve Caroline rüyana girebilmem için tüm güçlerini kullanıyorlar. Her an ayrılabiliriz.’’

‘’Hepiniz iyi misiniz? Merak etme yarın, yani uyandığımda buraya geliyoruz.’’

‘’Ne? Benden diğerlerine bahsettin mi?’’ dedi Suratsız. Zorlukla konuşuyordu. Genç kız hızla olan her şeyi anlattı. Klotho’yu öğrendikten sonra bıçak ve kolyeyi diğerlerine anlatması Athena’nın gelmesi. Helena ve çocuğun yaşadıklarını diğerlerinin de öğrenmesi hepsini anlattı.

‘’Güzel. İşler biraz çığırından çıkmış ama şu durumda yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Uyandığınızda vakit kaybetmeden buraya gelin ve ne kadar az kişi bilirse o kadar iyi olur. Kirke nasıl oluyorsa her şeyi biliyor. Adımlarımızı takip ettiğine eminim. Büyük ihtimalle ışınlanarak buraya geleceğiniz için fazla vakit kaybetmezsiniz. Sabah erkenden burada olun. Çok geç olmadan sana ailen ve kendin hakkındaki gerçeği anlatmamız gerekiyor.’’ Suratsız hızla ve nefes nefese konuşuyordu. Genç kız tedirginlikle ona doğru eğildi.

‘’iyi olduğuna emin misin?’’

‘’Endişelenmene gerek yok. Sadece saldırıdan sonra yorgun düştük ve şuan bütün gücümüzü sana ulaşmak için kullanıyoruz. Ama sanırım gitme vaktim geldi. Yarın yüz yüze görüşeceğiz.’’ Genç kız bıkkınlıkla gülümsedi.

‘’Bunu en son söylediğin zaman hiç iyi şeyler olmamıştı.’’ Dedi gözlerini devirerek.

‘’Merak etme bu kez bir şey 'olmayacak'. Sabah görüşürüz.’’ …

‘’Yeter Rebekah! Artık toprağı aşındırdın!’’ Genç kız çatılı kaşlarla ona bakan arkadaşlarına döndü. Hepsi garip bir ifadeyle genç kıza bakıyordu.

Sabah erkenden kalkmış ve Jasmine’i de uyutmamıştı. Rebekah ne kadar gergin ve heyecanlıysa Jasmine de o kadar gergindi. O kadar ki sabahtan beri pek konuştuğu söylenemezdi. Kahvaltı bile yapmadan James, Parker, Jordan ve Caleb’la buluştular. Ardından onlarla gelecek beş kurtla kalenin arka bahçesine geçtiler. Şimdi hepsi Athena, Ares ve Vincent’ı bekliyordu.

Liam, genç kız hakkındaki gerçekleri öğrendikten sonra hiç konuşmamış, dakikalardır onu süzüyordu. Bu durum Rebekah’nın sinirini bozsa da onunla uğraşmak istemediği için sessiz kalmıştı. Liam’ı kaledeyken pek fazla gördüğü söylenemezdi. Ancak onu ne zaman görse hep çatık kaşlı ve öfkeliydi. Ancak genç kız bunun sebebini çok iyi anlıyor ve kişisel bir sebep olarak algılamıyordu. Bu sabah Jordan'la konuşurken Liam’ın ruh eşi Kayla'nın, Kirke tarafından esir alındığını ve büyük ihtimalle öldüğünü öğrenmişti. Sarışın, masmavi gözlü, uzun boylu kurtadamın acısını anlıyordu. Bu nedenle ona çevrilen sert bakışları fark etmiyor gibi yapıyordu. Genç kız onun için bir şeyler yapabilmeyi isterdi. Vincent ve Felicia haricinde bu acıyı yaşayan birini ilk defa görüyordu. Vincent uzun yılların ardından acısını saklamayı öğrenmişti, Felicia ise kendini değiştirerek bunu gizliyordu ancak Liam için aynısı söylenemezdi. Mavi gözlerindeki kederi görmek insanın kalbini parçalara ayırıyordu. O gözler bir zamanlar etrafa neşeyle baksa da artık soluk ve ölüydü.

Josh ise Liam’a göre biraz daha sıcakkanlıydı. Josh’u sadece bir kere görmüştü. O da kaleye ilk vampir saldırısının düzenlendiği zamandı. Josh hakkında bu sabah öğrendiği en ilginç şey Trent’in ağabeyi olmasıydı. Ne Trent ne de bir başkası ona bunu söylememişti. Çünkü ne Trent’in ne de Josh’un kim olduğuyla ilgilenemeyecek kadar bencilleşmişti! Bunu öğrendikten sonra genç kız ikisini dikkatle incelemişti. Siyah saçlar koyu ve kahverengi gözleriyle birbirlerine çok benziyorlardı. Josh, Trent’den daha uzun ve yapılıydı. Bunun haricinde aralarında hiçbir farklılık yoktu.

Bu sabah tanıştığı Josh’ın ruh eşi Magie ise şimdiden genç kızın dostlar listesine girmişti. Sevecen ve güler yüzlü biriydi. Sarı saçları ve kocaman gri gözleriyle diğer kurtlar gibi fazlasıyla güzeldi. Trent tamamen iyileşmişti. Sağlıklı ve dinç gözüküyordu ve bu yolculuk için fazla heyecanlı görünse de Rebekah’nın içi rahat değildi. Onun yüzünden Trent’in başına gelenleri asla unutamayacaktı.

Günün en şaşırtıcı olayı ise Felicia’ydı. Rebekah onu ilk defa bu kadar kapalı giyinmiş görüyordu. Üzerinde siyah pantolon ve siyah kalın askılı atlet vardı. Sarı saçlarını tepeden toplamıştı. Çok güzel olmasına rağmen her zaman yüzüne yaptığı tonlarca makyajdan eser yoktu. Ayağındaki uzun topuklular bile gitmiş yerini asker postalına bırakmıştı. En ilginç yanı ise Rebekah’a ne kötü bakış atmış ne de laf söylemişti. Sadece günaydın anlamında kafasını sallamıştı. Belli ki bu Felicia’nın hem teşekkür etme hem de özür dileme şekliydi. En son yaşanan kavgalarında onu Ares’den kurtarmıştı. Ayrıca genç kız hakkındaki gerçekleri öğrenince onun Olimposlu bir fahişe olmadığını anladığında gereken özrü bu şekilde veriyordu. Rebekah için bunlar önemsizdi. Sadece, en azından bu stresli yolculukta onunla uğraşmak zorunda kalmayacağı için mutluydu.

‘’Nerede kaldı bunlar? Bahama adalarına tatile gitmiyoruz! Hemen yola çıkmamız gerekiyordu!’’ diye bağırdı Rebekah.

‘’Huysuzlanma kadın! Geldik işte!’’ genç kız dudaklarını büzerek Ares’e döndü. Ares tek kaşını kaldırmış sanki sıradan bir günmüş gibi sırıtıyordu. Rebekah bakışlarını hemen yanındaki Athena’ya çevirdi ve onunda gülümsediği görünce kaşlarını çattı. Etrafındaki herkes rahattı. Rebekah haricinde. Çünkü o ailesi ve kendiyle ilgili gerçekleri öğreneceği için heyecanlı ve gergindi.

‘’Şükürler olsun ki geldiniz! Vincent nerede?’’ Ares gözlerini devirdi. Bunun üzerine Athena kıkırdadı.

‘’Lucien ile geliyor.’’ Dedi arkasını göstererek. Rebekah Athena’nın gösterdiği tarafa baktı. Vincent yanında bir adamla yanlarına yaklaşıyordu. En son yapılan toplantıda kurtlara geçici olarak kuzeni Lucien’in bakacağını söylemişti. Genç kız bunun için hiç kafa yormamış Lucien’i de düşünmemişti. Ancak Vincent kuzen Lucien cümlesini kurunca Vincent’dan birkaç yaş küçük orta yaşlı bir Lucien hayal etmişti. Karşısındakini değil! Kuzen Lucien, bakıldığında en fazla 30’lu yaşlarının başında gözüküyordu. Vincent kadar uzun ve fitti. Sarı saçları özenle geriye taranmıştı. Üzerindeki takım elbise özel tasarımım diye haykırıyordu. O takım elbisenin altındaki belirgin kaslar ise tek kelimeyle harikaydı. Kehribar rengi gözleri canlı bir şekilde güneşin altında parlıyordu. Kısaca kuzen Lucien ağız sulandırıcıydı.

‘’Vincent’ın böyle kuzenlerinin olduğunu bilseydim hepsiyle daha önceden tanışırdım.’’ Dedi Jordan. Sesinden, karşısındaki görüntüden hoşlandığı belli oluyordu. Parker’ın hırlaması üzerine Jordan bakışlarını Lucien’den çevirdi ve hiçbir şey olmamış gibi dudaklarını büzerek kollarını göğsünde birleştirdi. Rebekah onların bu tavrına gülümsedi. Jasmine, Felicia ve Magie de tıpkı onlar gibi ağızlarından sular akarak bakıyordu Lucien’e. Genç kız bakışlarını tekrar onlara yaklaşmakta olan iki kurda çevirdi. Bütün gerginliğine rağmen kıkırdadı.

‘’Eğer böyle bir kuzenim olsaydı kesinlikle akraba evliliğine karşı çıkmazdım. Tanrıya şükürler olsun ki Vincent'la hiçbir akrabalığım yok!’’ Rebekah’nın sözleri üzerine küçük gruptaki kadınların hepsi kıkırdarken erkekler huzursuzca etraflarına bakındılar. Rebekah bakışlarını Ares’e çevirdiğinde seslice yutkunmak zorunda kaldı. Savaş tanrısının gözlerinden resmen alevler çıkıyordu.

‘’Lucien seni Rebekah ile tanıştırayım.’’ Vincent’ın sesini duyan Rebekah huzursuzca kıpırdanıp onlara döndü. Lucien tek kaşını kaldırmış dikkatle Rebekah’ı süzüyordu.

Vincent dün gece gelen kuzenini Rebekah konusunda defalarca uyarmıştı. Helena’ya benzerliği konusunda tek kelime etmemesi gerekiyordu. Ya da herhangi bir tepki de bulunmaması. Ancak Helena’ya olan benzerliği elbette ki Lucien’in de şaşırmasına neden olacaktı. Öylede olmuştu.

Lucien karşısında duran kızı dikkatle süzdü. Şimdi, neden Vincent’ın onu defalarca uyardığını anlamıştı. Çünkü uyarmasaydı Lucien şaşkınlıktan küçük dilini yutabilirdi. Karşısında babasına ve kuzenine baktığından habersiz olan kız tıpkı Lucien gibi tek kaşını kaldırmış onu inceliyordu. ‘’Sizinle tanışmak benim için bir onur Bayan Rebekah Diana Blackwood.’’ Öne eğilip genç kızın elini tuttu ve dudaklarına götürdü. Rebekah kocaman açılmış gözlerle ne diyeceğini bilemez halde kuzen Lucien’e bakıyordu. Hemen yanında duran Ares’e bakmaya korkarak, boğazını temizleyip elini nazikçe geri çekti.
‘’Teşekkür ederim Lucien. Tanıştığıma memnun oldum.’’ Dedi gülümseyerek. Vincent tam ağzını açmıştı ki bir den Jasmine Rebekah’nın yanına gelerek söze atıldı.

‘’Merhaba kuzen Lucien ben Jasmine. Rebekah’nın en yakın arkadaşı Jasmine. Seninle tanıştığına gerçekten memnun olan Jasmine.’’ Lucien gülümseyerek Jasmine’in elini sıktı.

‘’Sizinle tanıştığıma memnun oldum Bayan Jasmine.’’ Vincent olanlara yeni anlam vererek boğazını temizledi. Aynı anda Caleb yanlarına gelerek Jasmine’i kolundan tuttu ve geriye çekti. ''Sen hiç uslu durmaz mısın baş belası? Her şeye atılma!'' diye homurdandı.

‘’Bana bak kıllı göt ben senin malın değilim. Sana ne istediğimi yaparım!’’

‘’Hades aşkına! Birincisi her boka burnunu sokma. Yoksa sana vereceğim cezalara katlanırsın. Ve emin ol cezalarım son derece zevkli olacak. İkincisi bir kez daha kıçıma laf edersen nerede olursak olalım açıp gösteririm! Anladın mı?’’ İkisi kavga etmeye başlamışken Vincent gözlerini kapatıp iç çekmemek için kendini zor tuttu. Kızının arkadaşına katlanmak gerçekten zordu. Jasmine ağzını açamadan araya girdi.

‘’Lucien ben burada değilken kurtlarla ilgilenecek. Sanırım artık gitmemiz gerekiyor. Ve siz ikiniz. Yunanistanda bu kavgalarınıza devam ederseniz normal çiftler gibi olana kaar sizi kaleye kapatırım anladınız mı beni?’’ Jasmine homurdanırken Caleb huzursuzca kıpırdandı ve bir kere kafasını salladı.

‘’Evet. Gitmemiz gerekiyor. Bu saçmalığa daha fazla katlanmak istemiyorum.’’ Sıkılı dişleri arasından konuşan Ares, Rebekah’ı pek de nazik olmayacak bir şekilde kolundan tutup Athena’nın yanına götürdü.

‘’Heyy!’’ diye sesini yükseltti genç kız. Ares’in bakışlarını görünce çenesini kapalı tutması gerektiğini anladı ancak yine de çenesini tutamadı. ‘’Bana bak savaş tanrısı beni oradan oraya sürüklemekten vazgeç!’’ Ares, onları yakından eğlenerek izleyen Athena’ya aldırmadan öne eğildi ve fısıldayarak konuştu. ‘’Bir kez de bana karşı çıkmasan kendimi Hades’in cehennemine hapsedip bir hafta boyunca ateşlerde yakacağım! Sadece sus ve Yunanistan’a gidene kadar uslu dur.’’ Rebekah homurdanarak Ares’in tutuşundan kurtuldu.

‘’Hatırlatta eğer sana karşı çıkmadığım bir gün olursa Hades’in cehenneminden aşağıya düşmen için kıçına tekmeyi ben atayım!’’ Ares bakışlarını gökyüzüne kaldırıp Yunanca bir şeyler mırıldandı ve bu Athena’nın kahkaha atmasına sebep oldu. Vincent’ın boğazını temizlemesi üzerine bakışlar ona çevrildi. ‘’Artık gidelim mi?’’

‘’Nasıl gideceğiz? Ben etrafta araba falan göremiyorum.’’ dedi Jasmine Caleb’ın tutuşundan kurtulmuş ve acıyan bileğini ovuyordu. Kurtlar onun sözlerine gülümserken Caleb da kendini tutamadı.

‘’Işınlanarak gideceğiz çekik göz. Arabayla değil.’’ Jasmine yumruklarını sıktı.

‘’Bana bir daha çekik göz dersen seni çok fena benzeteceğim.’’ Caleb tek kaşını kaldırıp alayla sırıttı. Onlar ikinci bir kavgaya başmadan önce Vincent tekrar araya girdi.

‘’Şunu kesin artık! Buradan gitmemiz gerekiyor.’’ Vincent’ın sesini duyunca Caleb, alfasına dönüp başını salladı.

‘’Herkes birbirine yaklaşsın.’’ Dedi Athena. İki kardeş herkesi Yunanistan’a ışınlayacaktı. Ancak birden etrafta garip sesler duyulmaya başladı.

‘’Bu seslerde ne?’’ diye sordu James. Ares tam ağzını açmıştı ki korkunç bir patlama sesi duyuldu. Jasmine korkuyla çığlık atarken Caleb hemen onun önüne geçti. Rebekah sesin geldiği yöne dönerken aşinası olduğu çan sesi yankılanmaya başladı. Hızla ciğerlerine nefes çekerken ‘’Vampirler!'' diye soludu.

‘’Ön taraftan saldırıyorlar.’’ Diye bağırdı Parker. Hepsi koşarak saniyeler içinde kalenin ön tarafına geldi. Birkaç saniye önce sessiz ve durgun olan orman şimdi savaş alanına dönmüştü. Büyük kapının olduğu kale duvarı yıkılmıştı ve içeriye akın akın vampirler giriyordu. Karınca sürüsü gibiydiler. Beyaz yaratıklar birden her yeri doldurmuştu. Rebekah şaşkınlıkla etrafına bakıyordu. Karşılarında adeta kocaman bir ordu vardı. Ve hepside buraya sadece Rebekah için gelmişti. Onu almak için! Ares görüş alanına girince kendine geldi. Savaş tanrısı çoktan kılıcını çekmişti.

‘’Yakınımdan ayrılma Neraida Koritsi'' Rebekah'nın kalbi Ares'in sesindeki farklı tınıyla sızladı. Kafasını evet anlamında salladı. Ares omzundaki diğer kılıcı çıkartıp Rebekah’a uzatınca genç kız bir kılıca bir Ares’e baktı. Kılıç kullanmayı bilmiyordu. Ares omzunun üzerinden ona baktı. Bakışlarından ne demek istediğini anlamıştı. ‘’Bıçaktan pek farkı yok sadece daha uzun. Yapabilirsin.’’

Rebekah kılıcı eline aldı. Ağır görünmesine rağmen hafif olan kılıcı sıkıca kavradı.

‘’Vincent sürüne çağrı yap hepsi arkamızda toplansın’’ diye emir verdi Ares. Aynı anda çoktan kurda dönüşmüş olan devasa büyüklükteki Vincent başını gökyüzüne kaldırarak uludu. Önce bir ardından iki, üç derken yüzlerce uluma onun çağrısına cevap verdi. Ve bütün orman onların ulumalarıyla yankılandı. Genç kız hepsinin dönüşümünü bedeninde hissediyordu. Aralarındaki bağ o kadar kuvvetlenmişti ki heyecan ve öldürme arzularını bile hissediyordu. Rebekah’nın ayakları altındaki toprak koşarak gelen kurtlar nedeniyle sarsılıyordu.

Karşılarındaki ordu belirli bir yere gelince durdu. Hepsi bellerini öne doğru bükmüş hırlıyorlardı. Elleri pençe şeklinde kıvrılmıştı ve gözlerinde parlayan kırmızılık vahşete ne kadar aç olduklarını gösteriyordu. Rebekah göz ucuyla etrafına bakındı. Bütün sürü şimdeden arkalarına toplanmıştı. Artık durumlar eşitlenmişti. İki büyük ordu karşılıklı duruyordu ve harekete geçmek için işaret bekliyorlardı. Rebekah Jasmine'in nerede olduğunu bilmiyordu ama güvende olduğuna emindi. Caleb onu koruyabileceği bir yere götürmüş olmalıydı. Sağ tarafındaki hırlamalar dikkatini çekince o tarafına baktı. Vincent hemen yanında duruyordu. Onun yanında James, Liam ve Josh olduğunu tahmin ettiği gri kurt adam duruyordu. Tam arkasında ensesine üfürülen nefesi duyunca bakışlarını geriye çevirdi. Açık renk tüylü kurdu ilk kez görüyordu. Ama onun Lucien olduğunu anlaması çok uzun sürmedi. Tehditkar bir şekilde başını eğmiş hırlıyordu ve sarı gözlerinin hedefinde vampirler vardı.

Bakışlarını Ares'in yan tarafına çevirdiğinde ise Athena'yı gördü. Kılıcını ve mızrağını çekmiş kardeşinin yanında duruyordu. Athena'nın hemen yanında ise Parker, Jordan, Felicia ve Trent duruyordu. Bütün sürüyse hemen arkalarındaydı. O kadar çok fazla kurt adam vardı ki sayılarını belirlemek zordu. Hepsi düşmanlarını yok etmek için tarifi imkansız bir arzu ve istek duyuyoru. Rebekah bildiği bütün Olimposluların adını sıralayarak hepsinden yardım istedi. Sevdiklerinin ölmemesi ve güvende olmaları için dua etti. Karşıdaki ordu ortadan iki yana ayrılarak açıldı ve bembeyaz kıyafetler içinde neredeyse Vincent kadar iri bir adam çıktı. Rebekah onu gördüğü an Marcus olduğunu anladı. Maxwell ile olan benzerlikleri bunun kanıtıydı. Vücudunu titreme sararken dişleri öfkeyle kenetlendi. Ne olduğunu bilmedikleri gücü bütün vücudunu sardı. Yılan gibi kıvrılarak bütün uzuvlarında dolaştı ve kalbinin üzerindeki parlayan işaretin üzerinde toplandı. Son saldırıda olduğu gibi gücü onu şimdi de yalnız bırakmamıştı.

‘’Pozisyon alın!'' diye kükredi Ares. Aynı anda Marcus'un verdiği işaretle vampirler saldırıya geçti. Ares kılıcını kaldırarak savaş narası attı. Buna karşılık bütün kurtlar uludu. Athena ise kurtlara, bağırarak eşlik etti. Kurtadamlar başlarını öne eğip tehditkar bir şekilde düşmanlarına bakıp hırlıyorlardı. Ares tekrar kılıcını gökyüzüne kaldırıp tekrar savaş narası attı. Kurtlar cevap olarak tekrar uludu. Üçüncüsünün sonunda Ares tekrar kılıcını kaldırdı ve bütün gücüyle bağırdı.

‘’Olimpos için! Ayın çocukları için! Saldırın!'' Aynı anda bütün sürü kükreyerek savaş tanrısının çağrısına cevap verdi ve orman kükreme ve ulumalarıyla inledi. Ares'in kılıcını öne doğru savurup savaş narası atmasıyla hepsi harekete geçti. Kurtadamlar hırlayarak, kükreyerek üstlerinden ve yanlarından atlayarak geçti ve düşmanlarına saldırdı. Aynı anda Rebekah'nın zihninde çeşitli anılar canlandı. Zihninde kilitli olan kutuların hepsi birer birer açılırken nefesi kesildi. Bedenine neler oluğunu bilmiyordu ama değiştiğini hissedebiliyordu.

Ares omzunun üzerinden Rebekah'a baktı. İleri atılmak için işaret verecekti ancak Rebekah'nın ay gibi parladığını görünce gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Bütün bedeni beyaz bir ışıkla parlıyordu. Sadece göğsünün üzerindeki işaretten çıkan ışık altın rengindeydi.

‘’Rebekah?'' Rebekah transa girmiş gibiydi. Başını yavaşça ona çevirdi ve parlayan mavi gözleriyle ona baktı. Görüntü karşısında Ares'in nefesi kesildi. Ona doğru bir adım atmıştı ki aldığı titreşimle bedeni olduğu yere çakıldı. Vücudu öfkeyle titremeye başladı. Bedenindeki bütün kaslar öfkeyle gerilirken başını yavaşça çevirip savaş alanına yeni katılan kişiye baktı. Büyücü cadı Kirke kale duvarının yıkıntıları üzerinde, gülümseyerek savaş alanındaki vahşeti izliyordu. Ares yüzyıllarını onu bulmak için harcamışken şimdi en büyük düşmanı karşısında duruyordu. İntikamı sadece birkaç adım uzaklığındaydı.

Rebekah bedenine neler olduğunu bilmiyordu. Ama zihninde beliren görüntülerle gerçeği yavaş yavaş kavramaya başladı. Hissettiği titreşimlerle Kirke'nin bulunduğu noktaya baktı. Beyaz saçlı kâhin gülümseyerek savaş alanına bakıyordu. Sonra gözleri Rebekah'nın bulunduğu noktaya çevrildi. Gördükleri karşısında gözleri şaşkınlıkla büyürken yüzü korku ve endişeyle gerildi. Rebekah sinsice gülümsedi. Zihnindeki ses güzel, kork bakalım diye sevinçle uludu.

Artık intikamını almanın zamanı gelmişti. Bedenindeki bu yeni güçle onu engelleyecek hiçbir şey yoktu. Ve daha fazla beklemeyecekti. Öne atılarak hızla koşmaya başladı. Karşısına çıkan her vampiri kılıcından geçirdi. Henüz farkına vardığı dövüş yeteneğini nasıl kullandığı bilmiyordu. O gözlerini sadece Kirke'ye kilitlemişti. Üzerine atılan vampirlerin üstünden atlıyor geri dönerek kafalarını bedenlerinden ayırıyor sonra tekrar koşuyordu. Ona doğru hızla koşana iki vampirin saldırısından sıyrılmak için bedenini dizlerinin üzerine bırakıp geriye doğru yattı. Vampirlerin arkasına geçince sıçrayarak ayağa kalktı. Tekme atarak tekrar saldırıyı geri savurdu ve tek bir kılıç darbesiyle vampirin bedenini ikiye böldü. Diğer vampirle yüzleşmek için dönmüştü ki Ares'le yüz yüze geldi. Rebekah'a saldırmak üzere olan vampirin cansız bedeni kılıcının ucundaydı. Savaş tanrısı tekmeyle vampiri yere itti. Elini Rebekah'a uzattı.

‘’İntikamını almaya hazır mısın Neraida Koritsi?'' Rebekah gülümseyerek Ares’in elini tuttu.

‘’Hayır savaş Tanrısı. İntikamımızı almaya hazırım.'' Ares Rebekah'nın elini sıkıca tuttu. Neler olduğunu anlayamamıştı. Rebekah'nın gücünü sonuna kadar hissediyordu ama ne olduğu hakkında en ufak fikri yoktu. Şimdi bunları düşünmenin zamanı değildi. Bu cehennemden kurtuldukları an düşünebilir ve cevaplarını bulabilirdi.

Savaş alanının ortasında birbirlerine bakarken kimsenin onlara saldırmadığını fark ettiler. Çevrelerine baktıklarından Athena ve kurtların onları çember içine aldığını gördüler. Hiçbir vampir onlara erişemiyordu. Rebekah Vincent'ın biraz ileride Marcus'la karşı karşıya geldiğini gördü. Yukarıdakilerden son bir kez daha ona yardımcı olmalarını isteyerek tekrar Ares'e baktı.

‘’Ares! Artemis için! Hepimiz için! Bitirin şu işi.'' Athena'nın sesi ile Harekete geçtiler. Ele ele tutuşarak çemberin dışına çıktılar. Dans edercesine dövüşüyorlardı. Rebekah yaptıklarına kendi bile inanamıyordu. Ares'le uyum içindeydiler. Sanki bu her zaman yaptıkları bir şeymiş gibiydi. Birleşen elleri birbirinden hiç ayrılmadı. Onlara saldıran her vampir kanlı bir şekilde yere düşüyor yerini bir başkası alıyordu. Dönüyor, zıplıyor ve saldırıyorlardı. Ama birbirlerinin elini hiç bırakmıyorlardı. Rebekah, Ares'in elini daha sıkı tutuyor ondan güç alıyordu. Kirke’ye adım adım yaklaşırken önlerine daha fazla vampir çıkmaya başladı. Ares'le sırt sırta vererek vampir çemberinden sıyrılmak için uğraştılar ancak sayıları azalmak yerine artıyordu. Rebekah kılıcını kaldırdı. Ares'in yönlendirmesiyle döndü ve bağırarak kılıcını hızla savurdu. Keskin kılıç ağzı açık olan vampirin içinden geçerek başının üst kısmını kesti. İçinde artan güçle Rebekah endişe ya da korku hissetmiyordu. Bir önceki saldırıda olduğu gibi midesi bulanmıyordu. İstediği tek şey ölüm ve kandı.

Etraflarındaki çember sıklaşıp onları sıkıştırırken büyük bir kükreme duyuldu. Aynı anda etraflarındaki çemberdeki vampirler birer birer öldü. Felicia, Josh, Magie, Parker, James, Jordan ve Athena tekrar yanlarına gelmişlerdi.

‘’Kirke geri kaçıyor!'' diye bağırdı Athena kılıcını yerde yatan cansız bedenden çekerken. Ares ve Rebekah aynı anda başlarını Kirke’ye çevirdiler. Ve onun geri çekildiğini gördüler. İkisi de aynı anda bağırarak koşmaya başladılar. Athena Ares'in diğer tarafına geçerken kurtadamlar etraflarını yarım ay şeklinde sardılar. Hep birlikte yenilmesi imkânsız küçük bir ordu gibi ileriye atıldılar. Önlerine gelen her vampirin sonu aynı oluyordu. O kadar hızlı koşmaya başlamışlardı ki Rebekah artık etraftaki her şeyi zor seçiyordu. Görüntüler hız treninde oluğu gibi kayıyordu. Ancak hedefini net bir şekilde görebiliyordu.

Kirke’ye yaklaştıkları sırada Ares öfkeyle haykırdı. Bunun üzerine Kirke dönüp düşmanlarıyla yüzleşti. Etrafındaki kurtlar ve Athena vampirleri tek tek öldürürken Ares ve Rebekah el ele tutuşarak ortalarında duruyordu. Kirke bu görüntü karşısında sinsice gülümsedi. Anlaşılan Rebekah çoktan Ares'in kanatları altına girmişti. Ancak şapşal savaş tanrısı daha o kızın gerçekte ne olduğunu bile bilmiyordu. Ve bunu öğrenince yüzünün alacağını şekli görmek ona büyük haz yaşatacaktı. Kirke tüm benliğiyle o ana şahit olmayı istedi.

Ares ve Rebekah'nın ona doğru koştuğunu görünce kollarını kaldırarak vampirlerini yönlendirdi ve aralarındaki mesafeyi kapatmalarını sağladı. Ares ve Rebekah, Kirke ile aralarına etten duvar ören vampirleri aşmak için öfkeyle öne atıldı. Sürüde şimdiden birkaç kayıp verilmişti. Rebekah ölen her kurtadamın acısını hissediyor ve onlarla aralarındaki bağın acıyla kopması nedeniyle haykırmak istiyordu. Vampirlerin sayılarında gözle görülür bir azalma olmuştu. Ancak Kirke'nin yaptığı büyüyle yerdeki parçalara ayrılmış bedenler farklı uzuvlarla birleşerek tekrar ayağa kalktı. Birleşen bedenler zombiye benziyordu. Bacakları olması gereken yerlerde kollar ya da kafalar vardı. Hepsi farklı bir uzuvla birleşmişti. Şimdi öldürülen her vampirin neden hemen yakılması gerektiğini daha iyi anladı. Ares tekrar haykırdı. Bu her şeyi değiştirmişti. Artık vampirler daha kalabalıktı.

‘’Hepsi tekrar uyanıyor!’’ diye bağırdı Rebekah. Ares cevap vermek yerine genç kızın elini sıktı. Rebekah’nın kılıcı tutan kolu artık ağrımaya başlamıştı. Ares'in yönlendirmesiyle tekrar döndü ve Athena’yla birlikte üzerlerine saldıran şekilsiz vampirleri öldürdüler. En azından yeni uyananlar diğerleri gibi saldırgan olmuyordu. Sadece vakit kaybıydı. Ama yinede onlar için dezavantajdı.

Rebekah bir yandan savaşıyor bir yandan da gözleriyle etrafı tarıyordu. Vincent'ın nerede olduğunu bilmiyordu. Onu hiçbir yerde göremiyordu. Birden ölmüş olabileceğini düşündü ve endişeyle etrafına bakmaya devam etti.

Baş düşmanı ile karşı karşıya olan Vincent'ın bütün bedeni titriyordu. Yüzyıllardır karısını öldürdüğünü düşünmüş ve ondan intikam almaya çalışmıştı. Ancak Marcus daha kötüsünü yapmıştı. Karısını esir tutmuş ve kim bilir ona neler yaşatmıştı. Marcus az önce Vincent'dan aldığı darbeyle yerden zor kalktı. Ağzının kenarından akan kanı elinin tersiyle sildi. Elindeki kendi kanını görünce zaten kırmızı olan gözleri öfkeyle daha fazla parladı. Dağılmış saçlarını eliyle geriye yatırarak gülümsedi.

''Rebekah'nın kızın olduğunu biliyorsun değil mi Vincent? Ve sevgili güzel karının yaşadığını?'' Vincent'ın hırlaması üzerine Marcus kahkaha attı. İkisi de yavaş adımlarla dönüyorlardı. Vincent bir adım attıkça Marcus bir adım uzağına gidiyordu.

''Rebekah neden kurt değil? Rebekah nasıl 18 yaşında? Rebekah'nın güçleri ne? Bu soruları sormaktan yorulmadın mı? Akıllı alfa, herkesin korktuğu ve yüce soydan gelen alfa bu soruların cevaplarını hala bulamadı. Ama ben hepsini biliyorum. İstediğin bütün cevaplar bende seni beceriksiz köpek!'' dedi Marcus kollarını iki yana açarak. Vincent kükreyerek düşmanının üzerine atıldı. Ayaklarını yere sabitleyen Marcus, kolunu gererek üzerine atılan kurda sertçe vurdu. Geriye savrulan Vincent sağ arka bacağındaki acıyla inledi. Ayağa kalkmaya çalıştı ve ağırlığını ön ayaklarına verdi.

Marcus alayla gülümseyerek konuşmasına devam etti. ''Kızın 18 yaşında değil seni aptal. 118 yaşında. Uzun bir süre uyudu. Ve bunu o alçak karın yaptı. Onu bulamayalım diye. Ama yaptıkları gereksiz çabadan başka bir şey değildi. Rebekah benim! Ve siz onu benden aldığınız için pişman olacaksınız.''

Kralın sözlerine bir anlam veremeyen Vincent şaşkınca ona baktı. Rebekah uyudu derken ne demek istemişti? Helena böyle bir şeyi neden yapmıştı?

''Ahh en çok sormak istediğin şey 'karım nerede?' değil mi?'' Marcus sadistçe gülümsedi. ''Yüzyıldır tutsağım olan Amazon Kraliçesinin yeni hali inanılmaz. Her gün çektiği işkencelerden sonra sana lanet okuyor. Çığlıklarını kaybedip sana göndermek istiyorum. Mükemmel bir sesi var! Senden artık nefret ediyor Vincent. Eğer onunla eşleşmeseydin uzun yaşama sahip olmayacaktı. Ancak senin sayende sonsuza kadar oyuncağımla oynayabilirim.'' Bu Vincent için son darbe olmuştu. Kükreyerek koşmaya başladı. Marcus'un da ona doğru gelmesiyle arka bacağında ki acıya aldırmadan sıçrayıp Marcus'un üzerine atladı. Soğuk kollar boynunu kavrarken uzun ve sivri dişlerle dolu ağzını açtı ve Marcus'un sağ kolunu koparttı. Kral bağırıp kanayan kolunu tutarken yerde kıvranıyordu. Yavaş adımlarla ona yaklaştı. Marcus'a tepeden bakarken sonunda intikamını almanın verdiği rahatlama hisseyle hamlesini hazırladı. Ancak aynı zamanda Rebekah'nın çığlığını duydu. Başını hızla kızına çevirdi. Ares ile el ele tutuşmuş savaşıyorlardı. Ancak vampirler tarafından çembere alınmışlardı. Kızı aynı anda üç yaratıkla savaşmaya çalışıyordu. Gözü dönen Vincent Marcus'u unutarak hızla kızının yanına koştu.

Rebekah etrafındaki yaratıkların azaldığını fark edince Vincent'ı gördü. Alfa yanlarına gelmişti ve yaşıyordu! Sağ arka bacağına basamıyor ve tüylerinin bir kısmı kesilmiş, kanlar akıyordu. Ama yinede iyi durumdaydı. Genç kız onu görmenin etkisiyle rahatladı.

‘’Burada olduğuna sevindim’’ dedi. Vincent havlamaya benzer bir ses çıkarıp Rebekah ve Ares'in önünü açmak için saldırıya geçti.

Kurtlar çok kalabalıktı. Ancak karşılarındaki ordu onlardan daha fazlaydı. Her seferinde Kirke'nin yaptığı büyüyle yerdeki yaratıkların tekrar uyanması işleri zorlaştırıyordu. Rebekah endişelenmeye başlamıştı. Ancak birden gök gürledi ve şimşek çaktı. Gökyüzünden süzülen iki beyaz ışık tam önlerine düştü. Parlamanın etkisiyle Rebekah'nın gözleri kamaştı. Solup yok olan ışıkların altında iki beden belirdi. Işıklar tamamen kaybolunca onları daha net gördü. Biri kız diğeri erkek beyazlar içinde iki kişi ona ve Ares'e bakıyordu. İkisi de tıpkı Athena ve Ares gibi uzun boyluydular. Üzerlerinde olimposlu olduklarını belli eden beyaz elbiseleri ve savaş zırhları vardı. Başlarına taktıkları miğferlerden dolayı Rebekah yüzlerini göremiyordu.

‘’Apollon! Eos! Bende partiyi kaçıracağınızdan şüphelenmeye başlamıştım.'' dedi Athena gülümseyerek. Rebekah’nın kalbi duyduğu isimlerle birlikte hızla atmaya başladı. Apollon! Eos! Apollon! Eos!

Bu iki isim zihninde defalarca yankılanıyordu. Nefesi kesildi. Öne doğru sarsakça adım attı. Hemen yanında duran Ares temkinli bir şekilde etrafına bakınıyordu. Kurtadamlar sayesinde onlara kimse yaklaşamıyordu. Ama onun amacı Kirke'yi bulmaktı. Onu yine kaybetmek istemiyordu. Bu kadar yakınken elinden kaçmasına izin veremezdi. Athena'nın sözleri üzerine Apollon kıkırdadı ama konuşmadı. Miğferden sadece gözleri gözüküyordu. Ve buz mavisi gözler sadece Rebekah'a bakıyordu.

‘’Asla bunu kaçırmazdık Athena. Bilirsin kardeşim Apollon her zaman görkemli girişleri sever.'' dedi Eos. Bu ses Rebekah’nın kulaklarında çınlarken Ares’in onu çekiştirmesiyle kendine geldi. Koşan Ares’e adımlarını uydurdu ancak bakışları arkasındaki Eos ve Apollon’daydı. Eos çoktan savaşmaya başlamıştı. Ancak Apollon öylece durmuş Rebekah’a bakıyordu. Son o mavi gözlerinden birini kırptı ve ellerini havaya kaldırdı. Aynı anda güneş ona cevap verdi. Güneş tanrısı, ellerinden yayılarak çıkan ışığı vampirlere yöneltti ve hepsi acıyla haykırarak yanmaya başladı. Bunun üzerine Rebekah gülümseyerek önüne döndü.

Ares’in, Kirke’ye odaklanmış gözleri ateş çıkartıyordu. Önüne çıkan her vampiri saniyeler için yok ediyordu. Rebekah kendini toparlayarak kılıcını kaldırdı ve onlara doğru yaklaşan vampire saldırdı. Ona doğru koşan ikiliyi görünce Kirke tiksintiyle suratını buruşturdu. Artık Ares’i unuttuğunu amacının farklı olduğunu kendine sık sık hatırlatsa da kalbi bunu inkâr ediyordu. Sevdiği adam yanındaki ucubenin elini sıkıca kavramış onu öldürmek için adım adım yaklaşıyordu.

‘’Tanrıçam! Tanrıçam!’’ Kirke ona yalvaran Marcus’a çevirdi bakışlarını. Bir kolu kopmuştu ve bedeninde ağır yaralar vardı. Kafası neredeyse kopmak üzereydi. Buna rağmen dizleri üzerine çökmüş ona yalvarıyordu. Kirke onu bırakırsa sadece birkaç saniye daha yaşayacağını düşündü. Ya da onu Vincent’ın önüne atıp bu işe yaramaz yaratığın işini kaldığı yerden bitirmesine izin vermeliydi. Yine de Kirke söylenilenin aksine o kadar cani sayılmazdı. İlk vampirinin, ilk oğlunun böyle ölmesine izin veremezdi. Çünkü henüz onunla işi bitmemişti. Omzunun üzerinden Marcus’a tiksintiyle baktı. Elini kaldırıp büyülü sözleri söyledi ve Marcus saniyeler içinde eski haline geri döndü.

‘’Teşekkür ederim Tanrıçam. Teşekkür ederim!’’ Kirke ifadesiz suratını vahşet alanına geri çevirdi. Savaşı kaybediyordu. Bütün çocukları tek tek yanarak ölüyordu. Kurtlar, Apollon’un gelmesiyle üstünlük saylamıştılar. Vampirlerin ölmeleri Kirke’nin umurunda değildi. Nasıl olsa yeniler için düzinelerce insan vardı. Onun canını sıkan bütün bu vampire çevirme sırasında geçecek olan zamandı!

‘’Kaybediyoruz Tanrıçam. Geri çekilmeliyiz!’’ Hışımla Marcus’a dönen Kirke, uzun tırnaklı elleriyle vampirin boynunu kavradı ve bedenini havaya kaldırdı.

‘’İşlerime burnunu sokma Marcus! Sadece cesur ol ve oraya geri dön!’’ diye haykırdı. Marcus’u savaş alanına doğru fırlattı. Hızla yere düşen Vampir Kral sendeleyerek ayağa kalktı ve üzerine atılan kurtadamı öldürmek için vakit kaybetmedi.

Kirke bu savaşta onları yenemeyeceğini biliyordu. Rebekah’ı ele geçiremeyecekti. En azından şimdilik! Kız sandığından daha çabuk güçlerine kavuşmuştu. Güçlerine kavuştuğu her saniye daha da güçleniyordu ve bu da Kirke’nin onu yok etmesini zorlaştırıyordu. Ama hala zaman vardı. Sayıları azalan vampirlere baktı. Birkaç dakika içinde savaş bitecekti. Ares ve Rebekah ona ulaşmadan buradan gitmeliydi. Dudakları çarpık bir gülümsemeyle kıvrıldı. En azından giderken onlara bir hatırlatma yapabilirdi. Annesi Hekate’nin yasakladığı kara büyüyü çağırdı. Siyah sis iki elinin arasında söylediği büyülü sözlerle büyüdü. Ve sonra büyüyü hedefini belirleyerek serbest bıraktı.

Kirke’ye adım adım yaklaşan Ares aynı anda birçok şey yapıyordu. Ona ve Rebekah’a yaklaşan vampirleri öldürüyor bir yandan da Kirke’yi kontrol ediyordu. Beyaz kâhin hala duvarın üzerinde duruyordu. Geri çekilmemişti. Ancak her an kaçacağını biliyordu. Rebekah’nın etrafına toplanan vampirleri görünce elini sıkıca tutu ve onu döndürdü. Onun tarafına geçip vampirleri tek tek öldürdü. Ancak bu sırada Kirke’nin üzerlerine saldığı büyüyü görmedi. Sadece Apollon’un Rebekah diye haykırdığını duydu. Kılıcını vampirin cansız bedeninden çekip hızla arkasına döndü. Ama geç kalmıştı.

Kara duman genç kızın bedenine çarpıp hızla onu geriye savurdu. Rebekah’nın, avucunun içindeki minik eli kayarken Ares onun ismini haykırdı. Rebekah vücudunu sarıp sıkıca etrafına dolanan kara bulut ile kımıldayamıyordu. Sisin değdiği yerde derisi tıslıyor ve yarılarak kanıyordu. Boğazı yırtılırcasına haykırdı. Ne kadar hareket edip kurtulmaya çalışsa da bir faydası yoktu. Sonunda bedeni sertçe yere düştüğünde gürültüyle ciğerlerindeki havayı bıraktı. Boş gözlerle parlak gökyüzüne bakarken vücudu ona ihanet ediyordu. Hiçbir yerini kımıldatamıyordu. Nefes alamıyordu. Görüş açısına Ares girdi. Saçı dağılmış yüzünün her yeri sıçrayan kanlardan dolayı renk değiştirmişti. Rebekah’nın kafasını iki eliyle tutup kaldırdı. Genç kız onu duyamıyordu. Sadece oynayan ağzına bakıyordu. Görüşü kararıp her şey kaybolmadan önce Ares’in son söylediklerini duyabildi.
‘’Sakın beni bırakma Neraida Koritsi. Seni de kaybedemem!’’ ve ardından sıcak dudaklar, kurumuş dudaklarının üzerini örttü.

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin