Detayla Randevu - Bölüm 79

2.6K 103 3
                                    

BBA

“Nereye?” Tam bacağımı yataktan aşağıya sarkıtmıştım ki bileğimi tutan sıcak parmaklarını hissettim. Oysaki yeterince sessiz olduğumu sanıyordum. Mavi pikesini göğsümün üzerinde tutmaya devam ederken gözlerimi çekinerek ona kaydırdım. Yattığı yerden beni izliyordu.
“Üzerimi giyinecektim.” dedim sessizce.
“Saat daha altı otuz beş. Yani henüz uyanmadım.” Hafifçe doğrularak beni az önceki yerime çekti. Bacaklarım yatağın içindeki sıcaklığı hissedince sıcacık olmuşlardı. “Yani henüz giyinemezsin.” Kendimi yine kolları arasında bulmuştum. Tek bir farkla. Bu sefer çıplaktı. Cidden çıplaktı. ÇIPLAK. Ve ben kolları arasında kendimi yeniden küçücük hissediyordum. Sanki ona biraz daha sokulsam gerçek anlamda kaybolabilirmişim gibi.
Elini kalçamın sadece birkaç santim üzerinde hissettiğimdeyse aynı düşündüğüm gibi oldu. Ne yapacağımı bilemediğimden ona biraz daha yaklaştım ve yüzümü boynuna sakladım. Bir elim kolunun üzerindeydi, zira onu kavrayamayacak kadar küçüktü ellerim. Sabahın, ilk olmasa da yine de ilkmiş gibi gözlerimi alan ışığı odayı doldururken yine onun kokusundan çalıyordum. Çıplak tenini tenimde hissedip aynı anda içimi yakan kokusunu içime çekmeyeli uzun zaman olmuştu. Yine dağılmış hissediyordum. Dağılmış hissetmeyi özlemiştim. Saçlarımın birbirine girmesini, yanaklarımın kızarmasını, dudaklarımın şişmesini, yanımda uzanıyorken vücudumun kaskatı gerilmesini ve sahip olduğu bu huzur verici kokuyu.. Hepsini.

“İtiraf et,” dedi bir süre sonra. Biraz daha sessiz kalsak muhtemelen başım omzunda uyuyakalacaktım. Hafifçe geri çekilip yüzümü görmeye çalıştığında gözlerimi tekrar araladım. Parmakları yüzüme yapışmış saçları geri çekiyordu. “Kaçıyordun.” Gözleri yüzümde olduğundan onu izledim. Yüzünde o sadece sabahları ya da uykudan yeni kalktığında görebildiğim bebeksi ifade vardı. Tıpkı Jace’inki gibi. Masum. Uzanıp hafif sakallı suratını o sıkılıp bağırana kadar öpmek istememe neden olan bir ifade. Eğer gözleri gözlerime kaymasaydı bunu yapacaktım da.
“Kaçmıyordum.”
“Kaçıyordun. Bir ceylan kadar sessizdin. Ama yataktan çıkarken şeyime çarptın.” O sessizce gülerken yüzümü buruşturdum.
“Hayır çarpmadım.”
“Evet, çarptın.” diye ısrar etti. Yüzünde yine o benimle eğlenmeye bayıldığını söyleyen ifade vardı. “Hem de bayağı sert bir çarpmaydı. Belki de bilerek yaptın, emin değilim.” Bu sefer ben de gülmüştüm.
“Neden şeyine çarpmak isteyeyim ki? Sadece giyinecektim.”
“Bilmem. Sen söyle.” Kolları beni daha da sıkı sardı ve yana doğru bir hamle yaparak üzerime çıktı. Sadece birkaç saat aradan sonra ağırlığını tekrar üzerimde hissetmek ağrıyan kemiklerimi daha da çok sızlatsa da umursamadım. Gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Sanki her an kaybolacakmış gibi geliyordu. Sanki alarm çalacaktı ve ben yeniden hayal kırıklığıyla uyanacaktım. Sanki yeniden yalnız kalacaktım. Bundan ölesiye korkuyordum. Tamamen korunmasız ve yapayalnız kalmaktan çok korkuyordum. Tekrar boşluğa düşemezdim.
“Bunu geri vermeyi unuttum.” dedi ben büyülenmiş gibi onu izlerken. Avucumun içinde demir gibi soğuk bir şey hissettim. Ardından parmaklarımı onun etrafına sardı. Ona bakmam için beni zorlamadan önce avucumdan aşağıya sarkan anahtarlık ucunu görmüştüm. Jace’in okulda soda kapaklarından yaptığı o anahtarlık ucunu. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bunu en son-
“Giderken bırakmıştın.” Anahtarların girintileri o elimi sıkarken avucuma battı. “Diğerleriyle birlikte.” diye ekledi ardından. Buğulanmış gözlerimi ondan olabildiğince kaçırmaya çalıştım ama geniş bedeni görüş alanımın tamamını kaplarken kaçacak yerim yoktu. Burnuma o günlerden acıyı hissettiren bir koku geldiğinde başımı diğer tarafa çevirdim. Bu ev geride bıraktığım tek şey değildi. Giderken eskiden kopamadığım şeyleri de bırakmıştım. Anahtarlığımı, bana özel günlerde aldığı o güzel kıyafetleri, fotoğraflarımızı, yüzüğümü..
“Nasıl yapabildin?” Nefesini kulağımda hissettim. Sesinde hassas bir ton vardı. Her şeyi bırakmışsın.” Yutkundum.
“Mahkeme celbini bana nasıl verebildiysen ben de onları öyle bıraktım.” Yüzü durgun bir hal aldı. Gözleri beni okumaya çalışırcasına gözlerimde geziniyordu.
“Düzeltmem gereken şeyler olduğunu biliyorsun. Bu ev de onlardan biri. Bu yüzden bunu al ve asla geri bırakmaya kalkma.”
“Sürekli bunu söyleyip duruyorsun.” diye atıldım ses tonundaki yumuşaklık beni sardığında. Gözlerim dolu dolu olmuştu. Bu konudan bahsetmekten nefret ediyordum çünkü. Kolları üzerindeki parmaklarım gerildi. Ağlamayacaktım. “..düzeltmen gereken şeyler olduğunu.”
“Evet, çünkü öyle. Ve inan bana bunu başaracağım.” Dudakları alnıma değdiğinde çok kısa bir süre için gözlerimi kapattım. “Seni ne kadar çok özlediğimi bilmiyorsun.” Gözleri dudaklarımdaydı. Kalbim ise yine elleri arasında eriyip gidiyordu. Şu sıralar oldukça güçlenmiş olan bir yanım doğru söylediğini, gerçekten de pişman olduğunu bağırıp duruyordu. Tabi ki de buna inanacaktım. Bu yüzden dudakları dudaklarıma yaklaşmaya başladığında nefesimi tuttum. Ilık dudaklarının benimkileri ısıtacağı anı beklerken aniden durduğunu, gözlerinin odanın diğer tarafında bir yere takıldığını görmüştüm. Gözleri hala bana dönmediğinde “Ne oldu?” dedim sessizce. Ardından baktığı yere baktım. Dağılmış çalışma masasına. Bariz dağınıklıktan başka bir şey yoktu.
“Edward?” Ucu her zaman soğuk olan parmaklarımı yanağına değdirdiğimde irkilerek tekrar bana döndü. Şimdi ben de onu okuyabiliyordum. Gözlerinde inanılmaz bir huzursuzluk vardı. “İyiyim.” dedi hızlıca. Gözleri sanki oraya bakmaya korkarmış gibi bir kez daha çalışma masasına kaydı. Yutkunduğunu ve havayı hızla içine çektiğini görebilmiştim. Üzerimdeki vücudu tamamen gerilmişti. Tekrar bana döndüğünde gülümsemeye çalıştı. “Sorun yok.”
“İyi olduğuna emin mis-“
“Kahvaltı.” diye atıldı aniden. Gözleri parlamıştı. “Kahvaltı edersem emin ol daha iyi olacağım.” O üzerimden kalkıp kendi tarafında yatağın üzerine oturunca mavi pikeyi tekrar üzerime çektim. O söylediğinde aklıma gelebilmişti.
“Kahretsin! Elaine beni kahvaltıya bekliyordu.” Sıkıntıyla nefesimi dışarıya verdim. “Gitmezsem beni öldürür.”
“Tamam, kahvaltıdan sonra seni alırız.” Genişçe gülümsedi. “Ama bir dahaki sefere kaçmana izin vermem.” Ben de gülümsedim.
O sabah Elaine’in beni kahvaltıya beklediğini hatırlayabilmiştim ama sanırım hatırlamadığım, heyecandan tamamen aklımdan çıkmış olan tek bir şey vardı. Bu yüzden gerçekten de iyi olmadığını anlayamamıştım.
Edward kahvaltı sevmezdi ki.

“Am kokan ceketini de alıp defol buradan!”
Çantamın içinden anahtarlarımı bulmaya çalışırken Elaine’in gırtlaktan çıkardığı o korkunç sesini duyunca durakladım. Ama parmaklarım anahtarları aramaya devam ediyordu. İçerde ne oluyordu öyle?
“Sen delisin kızım. Kaçık fahişenin tekisin.”
“Defol dedim sana! Siktir ol buradan sik suratlı!” Anahtarı anahtar deliğine sokmayı başarabildiğimde aceleciydim. İçerdeki diğer ses Neil’in miydi yoksa bana mı öyle geliyordu? Ben kapıyı aralamadan önce koridordan gelen korkunç bir gürültü duydum. Sanırım başka bir vazom daha kırılmıştı.
“Hey! Neler oluyor burada?” diyerek içeri girdim. Gözlerim üst katta, merdivenlerin tırabzanlarına tutunmuş ve sinirden deliye dönmüş Elaine’i görebilmişti. Ardından merdivenlerin dibindeki Neil’i gördüm. Üzeri çıplaktı, elinde sıkı sıkıya tuttuğu mavi bir ceket vardı ve burnundan soluyordu. Tekrar aynı soruyu soracakken Neil inanılmaz ve bir o kadar da Edward’ınkine benzeyen bir sertlikle yürüyerek salona girdi ve elinde bir tişörtle geri geldi.
“Senin aptal arkadaşın yine kafayı yedi.” dedi Neil hiç de hoş olmayan bir tavırla. Ardından dik dik Elaine’e baktı. “Bundan sonra kendi kendini sikersin artık.” Neil kapıdan çıkarken Elaine var gücüyle bağırdı.
“Senin o işe yaramaz sikinden daha iyilerini bulabilirim ben!” Evin önüne park edildiğini gördüğüm kırmızı arabanın motoru çalışırken bile bağırıyordu. “Senin o şekilsiz aletine ihtiyacım yok tamam mı! Git ve kendini becer seni sik beyinli kas yağını! Beni duyuyor musun? Git de sikini götüne sok!”
“Elaine..” diye mırıldanarak kapıyı kapattım ve çantamı bir kenara bıraktım. Merdivenlerin son basamağına, yanına çıkarken endişeliydim. Onu bu halde görmek kalp atışlarımı hızlandırmıştı.
“Neler oluyor söylesene.” dedim yumuşak bir sesle. Elim vücudu gibi titreyen kolunu kavramıştı. Bunu hissettiğinde gözlerini kapıdan ayırarak bana çevirdi. Kehribarları acıyla parlıyordu.
“Ondan nefret ediyorum.” Ardından onu ayakta tutmaya çalışmama aldırmadan kendini yere bıraktı. Sırtını tırabzanlara yaslamıştı. Onunla birlikte ben de yere çöktüm. Elaine’i sık sık bu halde göremezdiniz. Bu yüzden yüzüm rahatsız bir hal almıştı. O fazla sinirlenen biri değildi. Çoğu şey umurunda olmazdı. Şimdi gördüğüm şeyse tamamıyla bir hayaletten farksızdı. Akmış rimeli gözaltlarında bir gölge gibi duruyordu.
“Anlat bana.” dedim o ağlamamak için dudaklarını sımsıkı birbirine bastırırken. Bir süre beklesem de cevap çok fazla gecikmemişti.
“Onu telefonda konuşurken yakaladım. Bir sevgilisi var. Dün gece onu sikmiş.” Gözlerindeki yaşları daha uzun süre orada tutmak için çabaladı. İki eliyle birden ağzını kapatmıştı.
“Elaine-“
“Bunun için üzülmemem gerekiyordu!” diye bağırdı gözyaşlarına boğulmadan önce. Ne diyeceğimi bilemeden çaresizce inledim. Belki de yıllar sonra, Elaine Jones ağlıyordu. Bunu ilk gördüğümde de aynı böyle tepki vermiştim. “Görüyor musun? Şimdi de ağlıyorum!” Acıyla hıçkırdı. “Benim buna üzülmemem gerekiyordu anlıyor musun? Gülüp geçmem gerekiyordu! Umurumda bile olmamalıydı ama şimdi onun üzerine kusmak istiyorum!” Karnının üzerindeki eli yumruk haline geldi. Ağlamaya devam ederken uzun, tarçın rengi saçları yüzünün önünde toplanıyordu. Diğer insanların sorunlarına çok çabuk çözüm bulabilen biri olsam da onu izlerken sus pus olup kalmıştım. Ne hissettiğini hissedebiliyordum ve benim de canım acımıştı. Uzanıp elini tuttum.
“Elaine, sorun değil.”
“Hayır!” Elini geri çekti. “Bu değer verdiğimi gösterir lanet olsun bunun ne olduğunu biliyorum!” Damlalar hızlıca yanaklarından aşağıya döküldü. “Bella lütfen bana yardım et.” Kanımı donduracak bir şekilde hıçkırdıktan sonra, bu sefer elimi tutan o olmuştu. Titreyen ellerini sıkıca tuttum. “Onu sevemem. O dışında herkes olur ama onu sevemem. Lütfen.”
“Gel buraya.” Yanına yaklaşıp kollarımı etrafında sardım. Başı omzumda hıçkırıklarla sarsılıyordu.
“Ben bu kadar güçsüz değilim.”
“Biliyorum. Önemli değil tamam mı? Önemli değil..”
“Normalde sen ağlarsın. Ben de sana gülerim.” Başını geri çekip yüzüme baktı. “Sana yalvarırım bunu durdur! Ne kadar pislik biri olduğunu bilmiyorsun! Bana fahişe dedi. Bella, lütfen.” Yalvarışını izlerken gözlerimden aşağıya bir damla kaydı. “Onu sevemem.”
O başını omzuma yaslayıp ağlamaya devam ederken kollarımı sıkıca ona doladım. Ne kadar iğrenç ve korunmasız hissettiğini anlayabiliyordum. Her zaman kalpsiz ve duygusuz, soğuk biri olduğunu söyleyip durduğu için şimdi kalbinin acımasını kaldıramayışını anlayabiliyordum. Aslında Edward’la gerçekten de fazla ortak noktaları vardı. Ama hepimiz bilirdik, hiçbir insan kalpsiz değildi. Eninde sonunda birini severdik. Yanlış, ya da doğru. Fark etmezdi. Biz aciz yaratıklardık. En olmadık anda, en saçma yerde, en yanlış kişiyi severdik. Birazcık şansımız varsa onu güçlü bir doğruya çevirebilirdik. Ben hayatımda ilk defa şanslı çıkmıştım. Ona yeniden sahip olmuştum. Ve içimde bir yerlerde inanıyordum. Elaine de kendi doğrusunu yaratacaktı.

Detayla RandevuWhere stories live. Discover now