Detayla Randevu - Bölüm 57

3K 68 0
                                    

Bölüm 57
BBA

“Hala gelmediler mi?” Gözlerimi karanlık yoldan ayırmadan başımı hayır anlamında salladım. Ardından duvardaki saate baktım. Saat gece yarısını çoktan geçmişti bile. Nerde kalmışlardı bunlar?!
“Korkma Bella,” Elaine elindeki bir tabak salatayla birlikte yanıma oturdu. “Bir şey olmamıştır. Baba-oğul iki manyak takılıyorlardır işte. Hem Edward Jace’in yanındayken hiçbir şey olmaz, merak etme.” Önce endişeyle bomboş yola, daha sonra hala hiçbir hareketlilik olmayan telefonuma baktım. Bu içimdeki kötü his onları tek parça halinde görmeden gitmeyecekti.
“Hala aramadı.” diye mırıldandım sabırsızlıkla. “Edward telefonunu bir şey olmadıkça asla kapatmaz. Kesin bir şeyler oldu." Sıkıntıyla nefesimi dışarıya doğru verip ayağa kalktım ve elimdeki telefonla birlikte salonun içinde bir ileri bir geri gitmeye başladım. Aklıma bin bir türlü şey geliyordu ve bunları düşünmeye devam edersem biliyordum ki Edward Jace'le birlikte içeri girdiğinde onun kucağına atlayacaktım. Bu yüzden kötü şeyler düşünmeyi kesmeliydim. Kesmeliydim yoksa gerçekten garip tavırlar sergileyecektim. İçimdeki şu kötü his geçmemiş olsa da rahatlamaya başlıyormuş gibi derin bir nefes aldım. Kesin bir şeyler olmuştu işte!
Tekli koltukta oturmuş bilgisayarıyla uğraşan Elliot da lafa karıştı.
"Jace'i şu adama nasıl emanet edebiliyorsun gerçekten anlamıyorum. Sorumsuz işte. Tanrı bilir, çocuğu bir yerlerde kaybetmiştir." Ardından Elaine ona cevap verdi. Çünkü ben laf yetiştiremeyecek kadar gergin ve tedirgindim. Tırnaklarımın kenarlarındaki etleri kopararak pencereye doğru yürüdüm ve bir kez daha boş yola baktım. Saat gittikçe ilerliyordu.
"Edward onun babası, Elliot. Bella'nın onu Edward'dan başkasına emanet edebileceğini sanmıyorum. Birazdan gelirler işte, bak sen işine."
"Bu adamın iyi bir derse ihtiyacı var. Ciddiyim, dinleyin beni. Avukat arkadaşımı arayıp durumu halletmesini söyleyeyim ve bakın bakalım bir daha bu kadar geç kalabilecek mi? Yapalım işte şunu."
"Bahsettiğin kişi Edward, süper-zekâ. Avukatların babasını getirsen ona sökmez."
"Tabi tabi.. Edward deyince akan sular durur zaten."
Tırnaklarımın kenarındaki etler bitince dudaklarıma yöneldim. Ben onların ne halde olduklarını merak ederken bir yandan da kalp krizi tehlikesini atlatmaya çalışırken Elliot'ın Edward'a odaklı olmasını hiç sevmemiştim. Hatta bu sinirimi bozuyordu çünkü çocukçaydı. Edward'ın sürekli bir yanlışını yakalamaya çalışması ya da ona küçük imalar yapması. Çok çocukçaydı. Ama bunları yaparak benim Edward'a karşı olan hislerimin değişeceğini sanması daha da çocukçaydı. Bu çok basitti işte. Güçlü olmaya çalışayım derken her şeyi mahvediyordum ve zar zor ortaya çıkarttığım nefretim, o bana uzun uzun baktığında hemen kayboluyordu ve onu uzun süre bulamıyordum. Elaine'le konuştuğumuz gibi kendimi fazla kaptırmamalı mıydım? Ne hayal ediyordum ki? Kedi köpek gibi kavga etmediğimiz için yeniden başlayacağımızı falan mı? Saçmaydı. Ortada bunu düşünmem için hiçbir şey yoktu ama ben düşünüyordum. Lanet olası kafamda hala aynı şey vardı. Kolay kolay gitmeyecekti.
Elaine ve Elliot kendi aralarında tartışırlarken elimdeki telefon titredi ve ardından yüksek sesle Livin' On A Prayer'ı bağıran Bon Jovi duyuldu. Telefonun ekranındaki Edward yazısını gördüğümde kalp atışlarım uçuşa geçmişti bile. Telefonu kavramış olan parmaklarım titremeye başlamıştı. Elaine ve Elliot'a susmaları için "Kesin sesinizi!" diye bağırırken bir yandan da yeşil tuşa basmaya çalışıyordum. Sonunda bunu başardığımda ise, kendi sesimi tanımak zor olmuştu.
"Edward nerdesin sen?! Saatin kaç olduğunu biliyor musun?! Daha da önemlisi telefonunu kapatmanı sağlayacak kadar önemli olan şey ne?!"
"Bella bak, biz-"
"Kapa çeneni! Jace nerede? Telefonu ona ver. Hemen. Dediğimi duydun mu? Telefonu ona ver!" Önce kısa bir sessizlik oldu. Bu süre içinde parmaklarımı toplu olan saçlarım arasına geçirmiş, bir kaç tutam saçın tokadan kurtulup gözlerimin kenarlarına doğru düşmesini sağlamıştım. Göz ucuyla Elliot'ın gözlerini devirdiğini görebiliyordum. Buna karşılık veremeyecek kadar tedirgindim hala. Sonunda telefonun diğer ucundan Jace'in sesini duydum.
"Anne?"
"Jace! Sen iyi misin? Bir şey mi oldu?! Söyle bana. Canın acıyor mu?" Cevap geç geldi. Bu kısacık süre bile kuşkularımı daha da arttırmıştı.
"..Ben iyiyim anne. Bir sorun yok."
"Nerdesiniz? Babana en hızlı şekilde buraya geleceğinizi söyle tamam mı?! Hemen buraya geliyorsunuz. Kapının önünde bekleyeceğim!"
"Babam söyle sakin olsun diyor." Uzaktan gelen kıkırdamasını duyunca dişlerimi sıkarak ayağımı sinirle yere vurdum. Bu herif hiç ama hiç değişmeyecekti! Burada ne kadar endişeli bir halde olduğumu adı gibi iyi bilirken..
"Sen de ona söyle, asıl o sakin olsun! Çünkü buraya geldiği an tepesine bineceğim! Sorumsuz, ukala şey! Bir de sakin ol diyor. Tanrım, delireceğim! Yolda mısınız? Nerde olduğunuzu biliyor musun? Jace? Hey? Jace?”
“Sakin ol, Bella. Jace iyi. Suçlama kısmına oraya gelince geçeriz olur mu? Ve kapının önünde beklemeye falan kalkma. Hava çok soğuk.”

“Yani hikâyen bu öyle mi?” Sesimdeki alayı fark edince başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Ama yumuşak bakışlarına aynı şekilde karşılık vermeyi başardım. Geldiğinden aynı şeyi tam dört kez anlatmış olmasına karşın hala soruyordum çünkü söylediklerinin tek bir kelimesine bile inanamamıştım. Edward’ın yalan söyleyip söyleyemediğini asla anlayamazdınız ama bir şeyler hissediyordum. Hislerime dayanarak onu azarlamam yanlıştı, evet, ama elimde değildi. Yolunda gitmeyen bir şeyler seziyordum. Kollarımı Jace’e sıkıca dolamamın sebebi de buydu. “Neil küçük bir kaza geçirdi ve insanları aşırı derecede umursayan sen, Jace’i de alıp hastaneye gittiniz? Bu yüzden de geç kaldınız?” Başını, üzerindeki siyah seksi kazağa daha kısa süre içinde atlamak istememe neden olacak şekilde bir kere salladı. Kalp atışlarım, hem bayıldığım gülüşü yüzündeki yerini aldığından, hem de yan yana oturuyor olmamızı bu sefer onun sağlamış olmasından dolayı hızlanmıştı. Fark ettirmemeye çalışarak derin bir nefes aldım.
“Ne diyebilirim ki? Olayı çok güzel özetledin. Ben harika bir kuzenim. Neil bana sahip olduğu için çok şanslı. Sorgulama bitti mi?”  
Hala inanmamıştım. Bin defa daha söylese bile inanmayacaktım çünkü bugün, bu lanet olası Pazar günü her şey garipti. Elliot’ın eski albümlerimize bakmamız için beni zorlaması ve ardından gelen uzun sarılma da bunlara dâhildi. Bu yüzden de Edward doğru söylüyor olsa bile buna inanmayacaktım. Yine de hala burada, yanımda olduklarına sevinmiştim. Aklımdan geçen senaryolarla bir korku filmi serisi bile oluşturabilirdim.
“Bitti.” dedim en sonunda gözleriyle gözlerimi delmesine dayanamayarak. Bana gülümseyerek bakan mavilerde bir süre dolaştım ve ardından “Şimdilik.” diye de ekledim. Ya da bu işin peşini bırakmalı mıydım? Geldiğinden beri ona şüpheci sorular soruyor, gözlerimle ona inanmadığımı açıkça belli ediyordum ama onun tek bir açığını bile yakalayamamıştım. Manyak gibi davranmayı kesmeli miydim? Gözlerimi ondan kaçırmayı bırakıp ben de ona gülümsemeli miydim? Yoksa tüm bunlar yerine beni bırakıp gittiği için, bana yaşattıkları için kızgın mı olmalıydım? Şu ikinci seçenek bana çok uzak geliyordu. Tamamen bana uygun olması gerektiği yerde uzak geliyordu çünkü onu özlemiştim. Daha önce Cumayla Pazar arasının bu kadar yavaş geçtiğini bilmezdim. Ama şimdi biliyordum. Cumartesi günleri bana bir kâbus gibi geliyordu.

Detayla RandevuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin