Detayla Randevu - Bölüm 71

2.7K 103 4
                                    

Bölüm 71
EBA

“Neden bu kadar naz yaptığını anlamadım.” dedim elimdeki bitmiş mısır kutusunu hemen kenarda gördüğüm çöp kutusuna atarken. “Bence sinemada çok iyi vakit geçirdik.”
“Tabii, bir de bana sor.” Gözlerini devirdi. “Bütün film boyunca bana çocukluk anılarını anlattın.”
“Şey, evet, bu biraz sıkıcı gelmiş olabilir ama sonuçta bana yardım etmen için çocukluğuma da inmen gerekiyor, öyle değil mi?”
“Babanın prezervatiflerinden birini bulup burnuna geçirdiğin kısma kadar inmeme gerek yoktu.” Sırıttım.
“Kabul et, eğlenceliydi.”
“Hem de nasıl.” diye mırıldandı bariz bir imayla.
Eh, tamam, kabul, konu açma konusunda iyi değildim. Hatta berbattım. Ama bir şekilde onunla konuşmam, onu boş bırakmamam gerekiyordu ve saçma çocukluk anılarım aklıma ilk gelen konuydu. Daha önceden bunlardan birini dinlemek için ne kadar çok ısrar ettiğini hatırlıyordum. Ama sanırım şimdi o kadar da çok merak etmiyordu. İç çektim. Sorun değildi. Elbette mesafeli duracaktı. Koşup kollarıma atlamasını beklememeliydim değil mi? Sorun değildi.
“Ben artık gideyim.” dedi elindeki ceketini üzerine geçirirken.
“Ne? Şimdiden mi?” diye atıldım hemen. Daha söylemek istediğim konulara giriş bile yapmamıştım. “Daha erken.”
“Evde beni bekleyen bir oğlum var.”
“Ah, oğlun var demek? Benim de bir oğlum var.” Gülümsedim. “Ortak bir yanımızın olması güzel.”
“Ve bu muhtemelen tek ortak yanımız.”
Goool! İşte. Bir laf daha yemiştim ve bunun son olmayacağını biliyordum. Aslında bunu yapmakta haklıydı. Sonuçta.. şöyle bir geriye dönüp bakıyordum da onunla eğlenmediğim, Elaine’in tabiriyle lafları ‘çatır çatır’ sokup durmadığım bir gün bile yoktu ve bunu sadece eğlenmek için yapıyordum. Yüzünün aldığı o ifade, o kızarıklık hoşuma gidiyordu. Gerçi o kızarıklığı hala çok seviyordum ama yine de, onun geçirdiği lafların on katını sadece bir gün boyunca geçirdiğim olmuştu ve buna da katlanabilirdim. Katlanmalıydım. Katlanmak zorundaydım. Zaman, alttan alma zamanıydı.
Alışveriş merkezinden çıkıp kararmaya yüz tutmuş gökyüzüyle birlikte kaldırımda yürümeye başladık. Onu izliyordum. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, adımlarını izliyordu. Ne düşündüğünü tahmin etmek zor değildi. Neden birden bire değiştiğimi anlamaya çalışıyordu. Çıkıp haykırmak istiyordum. Ben birden bire değişmemiştim ki! Onunla olmaya başladığım ilk günden beri aynı değildim zaten. Gittikçe değişmiştim. Önce sevgili olma fikrine ve sonra da nasıl olduysa evlilik fikrine sıcak bakmıştım. Anlayamaması garipti aslında. Bella olayları çözümlemede iyiydi. Peki neden benim çoktan değiştiğimi kabul etmiyordu?

“Sevgilin var mı?” Ani sorum onu yavaşlattı. Başını kaldırıp bana bakmıştı. Bunu neden sorduğumu bilmiyordum. Sadece.. Neil’in dediğine göre sürekli konu açmalıydım ve o sussa bile konuşmalıydım. Kendimi gerçekten iyi bir şekilde ifade edebilmek için ne gerekiyorsa yapmalıydım. Rezil olsam bile buna devam etmem gerekiyordu.
“Hayır..” diye mırıldandı sorduğum sorunun saçma olduğunu belli eden bakışlarıyla. “Sevgilim yok.”
“Anladım..”
“Sana bir şey sormalıyım..” diye devam ettim sessizliğin daha da artmasını engellemek için. Rüzgâr ince tişörtümün içinden geçip tüylerimi diken diken etti. Ceketimi almayı unuttuğuma inanmıyordum. Her neyse. Uçuşan saçlarını bir araya toplarken söyleyeceklerimi bekliyordu. “Aslında.. eski eşime çok benziyorsun. Bu yüzden de-”
“Oh, gerçekten mi?” Sesi bu sefer keyifliydi. Sonunda yüzünde küçük bir gülümseme oluşmuştu. “Bu harika(!)”
“Evet, öyle.” Ellerimi kotumun cebine soktum. “Bu yüzden de.. bana en sağlıklı cevaplar verebilecek kişi sensin. Olay şu ki..” iç çektim. “..benim fazla arkadaşım yoktur.” 
“Hım. Nedense hiç şaşırmadım.” Uzun caddeyi bitirip diğer sokağa saptık. En azından beni dinlediğine şükretmeliydim. Bana tamamen uzak değildi. Bunu başarabilirdim.
“Ama o bir zamanlar arkadaşım olmayı başarabilmişti ve sanırım bundan hoşlanmıştım.” Omuz silktim. “Değerli hissetmek güzeldi. Düşündüm de, önce onunla arkadaş olmak daha iyi olabilir..” Devam etmeden önce yüzüne baktım. Tepkisini ölçmeye çalışıyordum. Gözleri karşıdaydı. “Sence bu iyi bir fikir mi?” Sessizlik. Biraz daha sessizlik. Hala sessizlik. Hadi ama Bella, bir şeyler söyle. Şuan gerçekten bir şeyler söylemelisin. Hadi amaa. Çok zor değil. Hala karşıdaki o aptal yere bakıyorsun. Kahretsin, bir şey söyle artık!  
“Sanırım ‘bu iyi bir fikir değil’ demek istiyorsun..” İstemsizce yüzüm düşmüştü. Zor olacağını biliyordum ama yine de ondan olumsuz cevaplar almaya ya da hiçbir şey söylememesine alışık değildim. Garipti.
“Bilmiyorum.” dedi en sonunda. “Eski eşlerle arkadaş olmak iyi bir fikir değil gibi.” Durgundu. Bu sefer gözleri yine ayakkabılarına doğru inmişti. Bana bakmıyordu bile.
“Ama o yaptığında işe yaramıştı.”
“İşe yaradığı için mi bu haldesiniz? Bence biraz bile işe yaramamış.”
Ah. Bunu beklemiyordum. Hayır, aslında bunu bekliyordum ama yine de duymak istemiyordum. Şimdi gerçekten de bana onu geri almaya çalışmamın işe yaramayacağını söylemişti. Yutkundum. Sinemadayken içtiğim kolanın damaklarımda kalan asidi boğazımı yaktı. Ee, şimdi ne diyecektim? Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Ama söylediği şeyin doğru olmadığını anlatmak istiyordum ona. İşe yaramıştı. Hem de fazlasıyla. Bunu bozan bendim. Kendi ellerimle mahvetmiştim bunu.
“Ama eğer çok istiyorsan..” Hevesle ona doğru döndüm. Gözleri sonunda gözlerimdeydi. Belki konuşma konusunda pek iyi değildim ama onu gözlerimle ikna edebilirdim. Beni okumasına izin verebilirdim. “..bunu yapmayı gerçekten çok istiyorsan..” gözlerimde biraz fazla oyalandı. Ben de ona bunu gerçekten çok istediğimi belli edercesine dikkatle baktım. Gözlerimi kırpmamıştım bile. “..denemekten zarar çıkmaz.” İşte! Sonunda istediğim cümle! İşte bu bebeğim!  Onu belinden kavrayıp döndürmemek için kendimi zor tuttum. Yüzümdeki o umutsuz ifade silinmiş yerine yaramaz bir sırıtış gelmişti.
“Yani ona sorsam beni timsah derisi çantasıyla dövmez diyorsun?” Bir süre düşündü.
“Hayır, dövmez.” O da gülümsedi. Gerçekten gülümsemişti. Ciddi ciddi gülümsemişti ve şuan özgüvenimin tavan yaptığını söyleyebilirdim. Bu yüzden hemen atıldım. Yolun ortasında durmuştum.
“O zaman.. arkadaşım olur musun?” Yüzündeki gülümseme genişledi. Gözlerinin içi de tıpkı dudakları gibiydi. Gülümsüyordu. Bu gülüşü çok özlemiştim. Özlediğim diğer her şeyi kadar.
“Hayır.” Ne?
“Ne demek ‘hayır’?“ Omuz silkerek önüne döndü ve yürümeye başladı. Ona yetişmiştim.
“Bildiğin gibi işte. Olumsuz cümle anlamında ‘hayır’. Seninle arkadaş olmak istemediğim anlamına geliyor.” Uzaklara bakan gözleri bir şeyleri ima edercesine parlıyordu ve az önce her zamanki gibi olduğunu sandığım gülüşü şimdi kötü vaatler verir bir hal almıştı. Benim şaşkın suratımı gördükçe yüzündeki psikopatça gülüş daha da genişledi. Az önce denemekten bir zarar çıkmayacağını söylememiş miydi? Şimdi neden.. Ah-ha. Tanrım, bu kadın gerçekten de zehir gibiydi. Yıllar önceki şeyi nasıl hatırlayabilmişti ki? Bu korkunçtu.
“Anladım..” diye mırıldandım. Yüzündeki o zevkten dört köşe olmuş ifadeyi gördüğümde istemsizce ben de gülmüştüm. Hayır cevabını aldığımda yüzümde oluşan ifade onu oldukça mutlu etmiş olmalıydı. Bana yaptıklarımı ödetiyordu. “Göze göz, dişe diş olayı ha?” Gülmemek, yüzündeki o tatlı ifadeyi bozmak için dudaklarını birbirine bastırdı.
“Sadece hayır dedim. Neden bahsettiğini bilmiyorum.”
“Siz kadınlar,” Tek bir saniye içinde masum hale getirdiği yüzüne baktım bir kez daha. Gözleri onu ele veriyordu. “..çakalsınız. Hepiniz. Sizden korkulur.”
“Cidden neden bahsettiğini bilmiyorum.”
“Boş ver. Sadece şunu bilmelisin ki..” Gözlerimi karşıdaki taksi durağına diktim ve sesimi kararlı tutmaya çalıştım. Kendimden emin olduğumu ona da hissettirmem lazımdı. “..sana fark etmeden arkadaşın olmayı başardığımda aklından asla çıkmayacağım. Bir zamanlar asla pes etmeyen bir arkadaşım vardı. Ondan çok şey öğrendim.” Bakışlarımı ona doğru çevirdim. Beni izliyordu. “Bu yüzden.. korkarım ki çoktan arkadaşım olduğunu kabul edene kadar peşinden ayrılmayacağım. Beni timsah derisi çantanla dövsen bile.”

“Bugün çok acıktım.” dedi Jace Bella’nın onun ağzına doğru uzattığı kaşıktaki pilavı tek lokmada yiyerek. “Elaine teyzem her şeyi yemiş.”
“Ağzında yemek varken konuşma.” diye uyardı onu Bella ama yüzü gülüyordu. Ona yemek yedirmeye bayıldığını biliyordum. Ardından tabağın içindeki pilavı tekrar kaşığa doldurdu.
“Dolapta sadece kokuşmuş bir makarna vardı.” Dolu dolu ağzına rağmen Bella’nın uzattığı kaşıktakileri de yedi. “Neredeyse onu yiyecektim.” Küçücük ağzına doldurduğu pilavı hem yutmaya çalışıp hem konuştuğundan konuşurken pilav taneleri dudaklarının arasından çıkıp masaya doğru dökülüyordu.
“Düzgün yesene şunu.” dedim uyarıcı ses tonumu biraz daha ciddileştirerek. İri mavi gözlerini bana çevirmişti.
“Düzgün yiyorum zaten.” Tepsiden su dolu bardağını alıp ağzındakileri öğütürken onu içti. Bu çocuk ne zaman yemek sever bir çocuğa dönüşmüştü böyle? Ve şımarık. Bitirdikten sonra tekrar Bella’ya doğru dönüp ağzını açtı. Artık dayanamayacaktım. Gözlerimi devirdim ve Bella’nın elindeki kaşığa uzandım.
“Bu kadar yeter. Bebek misin sen?” Kaşığı onun önüne doğru bıraktım ve sert bakışlarımı gözlerine diktim. ”Anneni yorma, kendin ye.” Bella’nın uyarılarını ciddiye almıyordu çünkü ona asla gerçekten kızamayacağını biliyordu. Ama ben kızabilirdim ve kızdığımda neler olduğunu görmüştü. Bu acıydı, ama görmüştü. En azından bu tür şeylerde işe yarıyordu.
“Ama baba-“
“Jace.” Somurtup Bella’ya baktı. Ondan da bir yardım gelmeyeceğini gördüğünde dudaklarını büzüp kaşığı eline aldı.
“İyi. Kendim yiyebiliyorum zaten. Ee, siz gençler bugün neler yaptınız?”
“O da ne demek öyle?” dedi Bella gülerek. Jace’in büyümüş de küçülmüş laflarını dinlerken her zaman böyle olurdu.
“İyi vakit geçirdiniz mi? Babam dün seni çok özlediğinden bahsetmişti..” Jace bana kaçamak bir bakış attı. Bu oyun başlıyor demekti.  “Seni geri kazanmaya çalıştığından da bahsetmişti. Umarım istediğini almıştır.”
Eh, aslında Bella’yı ikna edebilmek için Jace’i kullanmak biraz çocukça ve belki de işe yaramayacak bir hamleydi ama Neil’e göre hiçbir fırsatı kaçırmamalıydım. Hem Jace de bu görevi ayaklarını kıçına vura vura kabul etmişti. Bizi eskisi gibi görmeyi ne kadar çok istediğini biliyordum. Aynı şekilde ben de bizi eskisi gibi görmek istiyordum. Bu yüzden gerekirse Jace’i devreye sokmaya bile razı olmuştum.
“Hayır, alamadı.” diye yanıtladı onu Bella kayıtsızca. “Hadi. Çok konuşma da yemeğini ye.” Yelkenleri çabucak suya indirmek istemiyordu bunun farkındaydım ama her geçen saniye beni deli ediyordu. Bir an önce ikna olması gerekiyordu. Bir an önce hala bana ait olduğunu kabul etmesi gerekiyordu. Aksi halde bilmem kaçıncı kez daha kafayı yiyecektim.
“Neden ama? Sen de onu özledin.” Avına sessizce yaklaşan bir kaplan misali onu izliyordum. Jace’in bunu söylemesinden oldukça rahatsız olmuştu. Huzursuzca yerinde kıpırdandı ve salatayı onun önüne doğru çekti. Bir şeylerle ilgilenmezse gözlerini bana kaydıracağının o da farkındaydı.
“Salatan hala duruyor. Hani çok seviyordun? Ye hadi.”
“Babam dün gece bana telefonda seni öpmemi söyledi. O yüzden seni uyandırmıştım.”
“Jace!” diye atıldım sahte bir kızgınlıkla. Sanki bunu Bella’nın duymasını istemiyormuşum gibi. “Boşboğazlık yapma.”
“Ama söylemek istiyorum. Annem de bilsin. Öyle değil mi anne? Bunları duyduğuna çok mutlu oldun öyle değil mi?”
Üzerindeki huzursuzluğu hissedebiliyordum. Bunları duyduğuna mutlu olmak isteyip mutlu olamadığında ne kadar çok sinirlendiğini de. Bunları yapmam onun canını acıtıyordu ama yapmak zorundaydım. Bana tekrar güvenebilmesi için belki de canı tekrar yanacaktı ama bunu yapmalıydım. Onu geri istediğimi söylemiştim değil mi? Ve asla pes etmeyeceğimi? Dediğimi yapacaktım. Ağzımdan çıkan minik bir söz için bile ‘acaba doğruyu mu söylüyor’ diye düşündüğünü biliyordum. Bunu düzeltmek istiyordum. Nasıl yapacağımdan emin olmasam da, bunu yapacaktım.
“Benim çamaşırları katlamam lazım. Siz devam edin.” Ardından aceleyle ayağa kalktı ve kıpkırmızı olmuş yüzünü kapatmaya çalışarak hızla merdivenlere yöneldi. Yüzünün utandığından mı yoksa sinirlendiğinden mi kıpkırmızı olduğunu anlayamamıştım ama her ikisi de olabilirdi.
“Sence kızdı mı?” dedi Jace masanın üzerinden bana doğru uzanarak.
“Bence.. şaşırdı.” Böyle olmuş olmasını umuyordum. “Teşekkürler, ortak.”
“Sorun değil.” Masanın üzerinden yumruklarımızı tokuşturduk. “Yanına gitmeyecek misin?” Tek kaşımı kaldırıp ona baktım. Bilmiş bir ifadeyle yüzüme bakıyordu.
“Gitmeli miyim?” Gidip ne yapacaktım ki? Onu fazla sıkmış olmaz mıydım?
“Tabiki de gitmelisin! Hiç dizi izlemiyor musun, baba? Oradaki adamlar kızları bir saniye bile yalnız bırakmıyorlar.” Haklıydı. Beş yaşındaydı ama benden daha çok şey biliyordu. Zekâ küpünden iyi bir fikir daha.
“Doğru. Ben yukardayken sakın burayı dağıtma, tamam mı?” Başını sallayarak sırıttı.
“Annemi benim için öp.”

Odasının önüne geldiğimde kapının aralık olduğunu görüp rahatlamıştım. En azından ‘buraya asla girme’ kuralı koymamıştı. Yanına gidip ne diyeceğim hakkında bir fikrim yoktu ama kafasını dağıtmaya yardımcı olmalıymışım gibi geliyordu. Onu fazla sıkma taraftarı değildim. Ama çok da boş bırakmayacaktım.
Kapıyı ses çıkarmamaya özen göstererek açım içeriye doğru bir adım attım. Onu pencerenin önüne bıraktığı çamaşır sepetinden kıyafet toplarken yakalamıştım. Arkasında olduğum için beni görmemişti. Aslında, ona sadece selam vermeyi planlıyordum ama yatağın üzerine tek tek dizilmiş sutyen ve külotları görünce pislikleşmiştim. Yüzümde gerçekten de sapıkça bir ifade oluşmuştu. Onu kızartmadan rahat edemeyecektim.

Detayla RandevuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin