Detayla Randevu - Bölüm 67

2.7K 77 4
                                    

Bölüm 67
EBA

“Edward.” Uykumun arasında bir fısıltı duydum. Ardından omzumda hafif bir baskı hissettim. İstemeden de olsa gözlerimi açmak zorunda kalmıştım. “Böyle uyuma. Boynun tutulacak.”
Bu Bella’ydı.Gözlerimi açık tutmak için çabaladım.
“Ne?”
“Bu şekilde uyuma.” dedi bir kez daha. Bu sefer algılayabilmiştim. “Koltuğa uzan.” İç çekerek başımı yasladığım koltuk başından kaldırdım ve doğruldum. Doğru ya, dün gece onları eve bıraktıktan sonra yine Jace’in ısrarlarıyla burada kalmıştım. Ve görünüşe göre otururken uyumuştum. Boynum çoktan tutulmuştu bile.
“Saat kaç?” diye sordum başımı ellerimin arasında rahatlatmaya çalışırken.
“Sekiz buçuk. Ben de işe gidiyordum.”
“Ahh, kahretsin.” Sekiz buçuk mu? Yine işe geç kalacaktım. Sürekli uyuyakalıp duruyordum ve artık kurduğum alarmı da duyamaz olmuştum. Uykum derinleşmişti. Büyük ihtimalle bu da delirmemin belirtilerinden biriydi. Çünkü daha önce bir yere geç kaldığımı hatırlamıyordum.
“Ne oldu?” diye sordu ben üzerimdeki pikeyi kenara doğru çekerken.
“Alarmı duymamışım. Geç kaldım.”
“Nasıl duymamışsın?” Ses tonu şaşkındı. Tabi ki öyle olacaktı, alarmdan önce uyanmadığım bir güne şahit olmamıştı ki. O gittikten sonra her şeyin boka sardığını bilmiyordu. Saçlarımı karıştırırken gözlerine baktım. Beni izliyordu.
“Öyle işte. Sanırım erken uyanma yetimi kaybediyorum.” Güldüm.  
“Söyleseydin seni uyandırırdım..” diyerek mırıldanıp mutfağa doğru yürüdü. Peşinden geliyordum. Uykum açılmıştı. Aslında böyle bir uyandırma servisine ihtiyacım vardı. O kahve makinesinin önünde her zamanki sabah kahvesini hazırlarken onu izledim. Bu görüntüyü uzun zamandan beri görmüyordum. Ama en ufak bir değişiklik bile yoktu. Kahvesini dudaklarına götürmeden önce kokusunu içine çekti. Bu uyanmasına yardım ediyordu.
“Gerçekten de yapar mıydın?” Başını kahvesinden kaldırıp sabahları daha da açık bir renge dönen yeşillerini bana dikti. Bakışları yumuşaktı. Hatta garip bir şekilde uysal. Daha önceki günlerde olduğu gibi nefret dolu değildi. İçimdeki umut daha da belirgin bir hal aldı. Çabaladığımı fark etmiş miydi? Onu geri almak için yaptıklarımı görebiliyor muydu?
“Evet, yapardım.” Sıcacık gülümsedi. “Neden yapmayayım ki?”
“İyi. Sen kaşındın. Bundan sonra uyandırma servisimsin. Sabah yedi olduğu an kıçımla yatak arasındaki bağı koparman lazım.” Kıkırdadı.
“İşim zor gibi görünüyor.”
“Ne kadar zor olacağı hakkında bir fikrin yok.” Ben de aynı şekilde ona gülümsedim. Bunlar gerçekten de şaşırtıcıydı. Daha birkaç hafta öncesine kadar onu hiçbir şeyi umursamadığıma inanması için ikna etmeye çalışıyordum ama şimdi umursadığımı görmesi için o kadar çok çabalıyordum ki, bunu görmemek imkânsızdı. Ve birbirimizle konuşuyorduk. Belki de birlikteyken konuştuğumuzdan daha fazla. Bunu sevmiştim. Bana tekrar gülümsemesi için her şeyi yapardım.
“Bu arada..” Saçlarından bir tutamı kulağının arkasına sıkıştırdıktan sonra bakışlarımızı birleştirdi tekrar. Gözlerindeki parlaklığı görebiliyordum. “Dün gece için teşekkürler.” Ah, dün gece. “Çaldığını görmek çok güzeldi.”
“Bir zevkti.” diye cevapladım onu. Gerçekten de öyleydi. O kadar zamandan sonra parmaklarımı o pürüzsüz tuşlarda gezdirmek beni normal hissettirmişti. Bunu neden daha önce yapmadığımı bilmiyordum. Ya da beni çalmam için yüreklendirmeye çalıştığında neden onu susturduğumu. Geçmişte yaptığım ama pişman olduğum o kadar çok şey vardı ki.. Hepsini birden nasıl düzelteceğimi bilmiyordum. Ama bir yerden başlamalıydım. Başlamıştım. Devamını getirecektim. Çünkü bana hep böyle bakmasını istiyordum. Böyle mutlu.
“Jace yukarda uyuyor. Elaine’e bakıp çıkacağım.” Yanımdan geçip giderken son anda aklıma geldi. Yukarıya çıkan merdivenlerden ilk adımını attığında seslendim.
“Imm.. Bella..” Başını çevirip bana doğru baktı. “Aslında oraya şimdi girmesen çok iyi olur.”
“Neden?” Bilmiyordu. Eve gelir gelmez yorgunluktan hemen uyuduğu için bilemezdi de zaten. Ama ben aşağıda uyuduğum halde Elaine’in odasından gelen sesleri duyabilmiştim. Yüzümü buruşturdum.
“Çünkü pek de güzel bir manzarayla karşılaşmayabilirsin.” Hala bana boş boş baktığını görünce hafifçe gülmeden edemedim. “Dün Neil de burada kaldı.”
“Aman Tanrım..” İşte şimdi anlamıştı. Harika! Bu yüz ifadesine bayılıyordum. Kendisiyle ilgili olmayan bir şey karşısında bile bu kadar çok utanan, ardından sinirlenen birini daha tanımıyordum. Elini hızla alnına götürüp gözlerini kapattı. “Ona kaç kere söyledim.. Tanrım lütfen bana sabır ver! Hemen yan odada Jace uyuyor, biliyorsun değil mi?” Bana tehlikeyi anlatırcasına baktı. Başımı salladım bu tehlikenin aslında pek de tehlikeye benzemediğini düşündüğüm halde. Onu onaylamam gerekiyordu çünkü Bella’nın gazabına uğramak isteyeceğim en son şeydi.
“Sen işe git. Ben hallederim. Giderken yanımda Neil’i de götüreceğime emin olabilirsin.”
“Zaten sabah sabah o manzarayı midemin kaldıracağından emin değilim. Ah, iğrenç.” Merdivenden geri inip kahvesinden biraz daha iç ve daha sonra onu kenara bıraktı. Askılıktan çantasını alırken ellerim cebimde onu izliyordum. İzlendiğini fark etmiş olmalı ki hareketleri yavaştı. Onu tedirgin ediyor olmalıydım ama elimde değildi. Hareketlerini izlemeyi özlemiştim.
“Sonra görüşürüz..” dedi kısık bir sesle. Ama yine yerinde duramayan ben, kapıyı kapatmadan önce yetiştim ve bir süre aklımdakileri toparlamaya çalıştım.
“Bekle. Aslında.. bu akşam işin var mı diye soracaktım. İşten sonra.”
“Sanırım.. yok.”
“O zaman gelip seni almamın bir sakıncası yok?”
“Im.. Bu beni alıp nereye götüreceğine bağlı.”
“Hiçbir fikrim yok, inan bana.” Başını diğer tarafa çevirip gülümsedi. Muhtemelen bu aptal halime. Elimi saçlarıma götürüp sersemce onları karıştırdım. “Ama geldiğimde karar vermiş olurum.”
“Tamam.. Bugün 6’da çıkıyorum.”
“Tamam.. 6’da orada olacağım.”
“Tamam..” Sessiz mırıldanışından sonra arkasını dönüp evin hemen önündeki kaldırıma çıktı ve yol boyunca ilerlemeye başladı. Bense hala sersemlemiş bir halde onu izliyordum. Rüzgarda saçları geri doğru uçunca uzanıp onları düzeltmek istedim. Ve sanırım az önce ona bir randevu teklif etmiştim.. O da kabul etmişti.. Budur dostum!
“Hey, Bella!” Başını çevirip bana baktı. “Tamam.” Sırıttım.

“Dediğim gibi Bay Cullen, size kendinizi toparlamanız için süre vereceğim. Umarım bu süreyi akıllıca kullanırsınız.” Bay Kahrolası Swenn beni yine o kasvetli odasında ağırlamak için çağırmıştı. Bu aralar buraya çok sık geliyordum ve kendimi disiplin cezası almak üzere olan bir öğrenci gibi hissediyordum. Hatta, az önce de uzaklaştırma almıştım. Bunu benim iyiliğim için yapmadıkları çok açıktı. Oturduğum koltukta daha da çok yayılarak cücük herife baktım.
“İstediğiniz zaman beni kovabileceğinizi biliyorsunuz değil mi?”
“Evet, biliyorum. Ama bunu yapmak istemiyorum. Başarılı bir mimarsın, Edward. Bunu boşa çıkartma.”
“Ben iyiyim.” Cücük, derin bir nefes alıp ellerini masaya koydu ve parmaklarını dolma gibi olan diğer parmakları arasından geçirdi.
“İyi olduğunu düşünmüyorum Edward. Özellikle bu sabahki toplantıya geç katılıp sandalye tepesinde uyuyakalmandan sonra.”
“Ne? Bulabildiğim en rahat yer orasıydı.” Cücük, kısık gözleriyle beni süzdü. Deli olduğumu düşünüyor olmalıydı. Ne yazık ki bu sefer haklıydı. Artık yaptığım şeye odaklanamıyordum. Gelen tüm projeleri Eva’nın üzerine yıkmam ve bütün gün boyunca ofisimde kıç büyütmemse tam bir fiyaskoydu. Çünkü biliyordum. Kalemi elime aldığımda tekrar başlayacaktı. Binayı cephelerine ayırırken bile tüm ayrıntıları görecektim ve beynim yine benimle oynayacaktı. Ya da baş ağrısından ölecektim. Bu yüzden her şeyi Eva’nın üzerine bırakıyordum. Yapabileceğimin en iyisi buydu.
“Dediğim gibi, Bay Cullen, size iki hafta süre veriyorum. Lütfen bu süre içinde eski temponuzu yakalayabilmek adına ne gerekiyorsa yapın.” Eski tempom? Hah. Keşke eski ben’in bir daha asla buralara uğramayacağını bilseydi. Böylece ona laf anlatmak daha kolay olurdu. Daha fazla uzatmaması için başımı salladım ve ayağa kalktım.
“Tabi.”
“Çıkabilirsiniz.”
“Ben de öyle yapıyorum zaten..?”
“Anlıyorum.”
“Bundan emin değilim..?”
“Im.. iyi günler.”
“Size de.”

Detayla RandevuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin