BÖLÜM 8

59.9K 2.8K 114
                                    

…DOĞRU VE YANLIŞ…

Rebekah, Jordan ile kahvaltı yaptıktan sonra Jordan’ın bu kadar yemesine rağmen fit görünmesine sitem ederken Jordan gülüp onunla alay etti. Kahvaltı sonrasın da sıradan konuların üzerinde konuşup bol bol gülmüşlerdi. Rebekah uzun süre sonra kendini ilk defa mutlu ve normal hissediyordu. Ailesinin ölümünden sonra dünyaya sislerin ardından bakmıştı. Ama şimdi sisler yavaş yavaş dağılıyordu. Ve Rebekah’nın dünyasına güneş tekrardan doğuyordu.
Gün içinde, Caleb gelip bugün ders yapmayacaklarını söylemişti. Rebekah neden diye sorduğunda Ares ve Vincent’ın emri olduğunu ve Rebekah’nın tamamen iyileşip dinlenmesi gerektiğini söylemişti. Rebekah ne kadar iyi olduğunu söylese de Caleb onu dinlemeden gitmişti.

‘’Kahretsin! James’e rapor vermem gerekiyordu.’’ Diyerek birden ayağa fırladı Jordan.

'’Ne raporu?’’

‘’Dün saldırı sırasında olanlarla ilgili her komutan rapor vermek zorunda. Ben hariç herkes verdi. Ares’in seni buraya taşımasından sonra seninle ilgilendim. Bu nedenle rapor aklımdan çıktı.’’

‘’Tanrıya şükür. Yani üzerimdekileri çıkartan sendin.’’ Dedi Rebekah rahatlayarak. Geldiği anda bunu Jordan’a soracaktı ama aklından tamamen çıkmıştı. 

‘’Bunu başka birinin mi yapmış olmasını isterdin.’’ Dedi Jordan haylazca gülümseyerek. Rebekah gözlerini devirerek ona orta parmağını gösterdi. Jordan kahkaha attı.

‘’Şimdi James’in yanına gitmeliyim yarım saate kadar gelirim ve çıkıp kaleyi gezeriz.’’

‘’İşte bu harika olur.’’

‘’Tamam, o zaman bir yere kaybolma. James zaten seni yalnız bıraktığım için canıma okuyacaktır. ’’ Dedi Jordan ve saniyeler içinde yok oldu. 
Jordan’ın gidişinin ardından Rebekah odasına göz gezdirdi. Jordan gelene kadar burada tıkılıp kalmıştı. İç çekerek gözlerini kapattı ve başını geriye yasladı. Bu yarım saati sessizlik içinde rahatlayarak geçirebilirdi. Ancak aklına takılan şeyle oturduğu yerden hızla ayağa kalktı.

‘’Lanet olsun! Bıçak!’’ Saldırının olduğu gün, vampir üzerine atladığında bıçağı düşürmüştü ve sonra onu perdenin altına itmişti.

‘’Onu almalıyım.’’ Diye mırıldandı. Tabii hala oradaysa diye ekledi içinden. Jordan yarım saat içinde geleceğini söylemişti. Diğerlerinin Vincent ile toplantıda olduğunu biliyordu. Bu nedenle kimse onu aramazdı. Odasının kapısını sessizce açıp kafasını dışarıya çıkarttı. Uzun koridorun iki tarafında da kimse olmadığını anlayınca dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Ses yapmamaya özen göstererek hızlı adımlarla merdivenlere ulaştı.
Tamam, önce iki kat aşağıya indik saldırı orada oldu ve sonra bir kat daha aşağıya indik diye düşündü. Merdivenin başından kafasını aşağıya sarkıttı. Kaleden hiç ses gelmiyordu. Parmak uçlarında ilk merdiveni inip etrafına baktı. Kimsenin olmadığı görünce tekrar merdivenlerden aşağıya indi ve saldırının olduğu koridora gelince adımlarını yavaşlattı. Etrafta kimse yoktu ve her şey temizlenmişti. 
Yerdeki kendi kanı ve cam kırıklarından eser yoktu. Bu genç kızı rahatlattı. Çünkü kendi kanını görmek istediği en son şeydi. Aceleyle bıçağı ittiği perdeyi kaldırdı ve onu görünce rahat bir nefes aldı. Bıçağı eline aldı. Tam eğilip bıçağı botunun içine sokacaktı ki arkasındaki sesi duyunca yerinden sıçradı.

‘’Orada ne yapıyorsun sen?’’ Rebekah hızla yüzünü Ares'e döndü ama bıçağı iki eliyle arkasında tutup sakladı.

‘’Hiç… Hiçbir şey yapmıyorum.’’ Kekelediği için önce kendine lanet okudu. Sonra kaşlarını çatıp sesini yükselterek konuşmaya devam etti.

‘’ Yapsam da bu seni ilgilendirmez.’’ Ares yine siyahlar içindeydi. Siyah kısa kollu üst, siyah pantolon ve siyah postallar. Bütün bu siyahlara zıt olan tek şey sarı saçları ve mavi gözleriydi. Omuzlarına dökülen saçları güneş gibi parlıyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş koridorun girişindeki duvara yaslanmıştı. Tek kaşını kaldırarak Rebekah’a bakıyordu.
Ares genç kızın çıkışı üzerine kollarını çözüp yavaş adımlarla tam onun karşısına geldi. İşte şimdi boku yedim diye düşündü Rebekah.

‘’Neden tek başına kalede gezintiye çıktığını sorabilir miyim? Diğerleri nerede?’’ dedi kısık ve kızgın bir sesle. Rebekah rahat bir şekilde omzunu silkti.

‘’Bebek bakıcısına ihtiyacım olmadığını söylemiştim. Onları başımdan kovdum.’’ Dedi. Ancak Ares’in öfkeyle kararan suratını görünce ona değil Jordan’a kızacağını düşünerek oflayarak nefesini verdi ve gözlerini devirdi.

‘’Bak dostum diğerlerinin senden neden bu kadar korktuğunu anlamış değilim ama benim üzerimde böyle bir etkin olmadığını bilsen iyi olur. Senden korktuğum yok. Bu nedenle bana öyle bakmazsan sevinirim. Ayrıca gezintide değilim sadece öylesine odadan çıkmak istedim. Jordan, James’e rapor veriyor.’’ Ares’in hala ona bakan buz mavisi gözlerini görünce sesli bir şekilde yutkundu.
Tamam, belki biraz ürkütücü olabilir ama bunu bilmesine gerek yok diye düşündü.

Ares öfkenin onu esir almasına izin vermedi. Sinirle alt dudağını yaladı ve hızla nefesini verdi.

‘’Şimdi kulaklarını aç ve beni iyi dinle kadın. Doğruca odana git. Yolda kimse ile konuşma. Ve sakın.’’ Diyerek işaret parmağını havaya kaldırarak konuşmak üzere olan genç kızı susturdu. ‘’Sakın beni kızdırma. Emin ol bunu yapmak istemezsin. Şimdi odana git ve Jordan gelene kadar orada kal.’’
Rebekah kendini zor tutuyordu. Ağzını sımsıkı kapatmıştı çünkü açarsa neler olacağını çok iyi biliyordu. Onu durduran tek şey içindeki sesti. O ses sürekli 'sus, lanet olası sus!' diyordu. Öfkeyle ayağını yere vurup Ares’in yanından geçti. Geçerken onun omzuna hızla çarptı. Ancak Ares yerine olan ona olmuştu. Onun bedeni bir milim bile kımıldamazken Rebekah’nın omzuna feci bir ağrı saplandı. Belli etmemeye çalışarak koridorda hızla ilerledi. Bıçağı görmemesi için yanında tutuyordu. Merdivenlere gelince hızla yukarı çıktı ve odasına girdi.


Yarım saat sonra Rebekah ancak içindeki öfkeden kurtulmuştu. Odasına gelince bildiği ve üretebildiği ne kadar küfür varsa hepsini Ares’e saydırmış bütün hıncını yattığı yastıktan çıkarttıktan sonra ancak kendine gelebilmişti. Yatakta uzanmış tavanı izlerken ve Ares'i zihninden uzaklaştırmaya çalışırken Jordan geldi. Birlikte bahçeye çıktılar ve Rebekah uzun bir süredir dışarıya çıkmadığı ancak o an fark etti.

Beyaz kalenin etrafında dolaşırken Jordan ona bütün kaleyi gezdirdi ve son olarak kurtadamların eğitim yaptığı alanı gösterdi. Onlarca asker arka arkaya dizilmişti ve aldıkları emirleri yerine getiriyorlardı. Erkeklerin hepsi üstsüz bir şekilde altlarında sadece siyah eşofmanlarıyla, kızlarsa kalın askılı siyah üstler ve siyah kısa şortlarıyla, soğuk havada antrenman yapıyordu. Onları görmek bile Rebekah’nın iliklerine kadar üşümesine sebep oluyorken kurtların hepsi ter içindeydi. 

'’Bunlar yeni dönüşüm geçirenler. Yani çaylaklar.’’ Dedi Jordan. Rebekah ile eğitim alanına uzakta olan bir banka oturup onları izliyorlardı.

‘’Ne kadar fazlalar.’’ dedi genç kız sayılarını tahmin etmeye çalışarak. Yaklaşık 500 kişi olmalıydılar. Çaylaklar bu kadarsa Jordan ya da James'le yaşıt kaç kurtadam olduğunu düşünmek bile istemiyordu. 

‘’Çoğu henüz 18 yaşında. Ama daha küçük olanları da var.’’

‘’Dönüşüm geçirdikten sonra tam olarak ne oluyor. Kapı kapı dolaşıp onları toplayıp buraya mı geliyorsunuz.’’ Jordan kıkırdayarak bakışlarını Rebekah’a çevirdi.

‘’Hayır. Genel olarak ergenlik çağında ilk dönüşümü yaşıyoruz. Kişiden kişiye değişiyor. Dünya üzerinde sadece burada üssümüz yok. Hemen hemen her ülkede bölgemiz ve kalemiz var. Dönüşüm geçirenler ya da geçirecek olanlar içgüdüsel olarak bölgemizi buluyor ve oraya yerleşiyorlar.’’ 
Bakışlarını çaylaklardan alamayan Rebekah, onların hareketlerini dikkatle inceledi. Başlarındaki eğitmen ne yaparsa aynısı yapıyorlardı. Sıçrıyor, yumruk atıyor, sonra geri çekilip savunma yapıyorlardı. Jordan'ın dediği gibi çoğu 18 yaşında gibiydi. Ama hepsi normal insanlardan daha gelişmiş duruyorlardı. 18 yaşındaki hangi çocuk bu kadar kaslı ve çekici olabilirdi ki? Genç kız kendi düşüncesinin üzerine gülümsedi ve Jordan'a döndü.

‘’Peki aileleri? Çocuklarına ne olduğunu biliyorlar mı?’’

‘’Elbette biliyorlar. Çünkü onlarda bizim gibi. Her isteyen dönüşüm geçiremez. Kan bağı ile alakalı. Anne ya da baba, ikisinden biri kurtadamsa mutlaka çocukları da kurtadamdır bu kadar basit.’’
Rebekah kurtadam olmanın nasıl bir şey olduğunu merak ediyordu. Daha yeni fark etmeye başladığı çılgınca bir isteği vardı. Bir yanı onlardan biri olmayı istiyordu. Bu düşünce aynı anda genç kızı hem dehşete sokuyor hem de heyecanlandırıyordu. Bu düşüncelerden kurtulmak istercesine kafasını iki yana salladı ve bakışlarını tekrar eğitim yapan çaylaklara çevirdi.

‘’Peki, hayatlarınızın sonuna kadar hep kalelerde sürü ile birlikte mi kalıyorsunuz? Dışarıda kendi hayatlarınız olmuyor mu? ’’

‘’Kimse burada zorla tutulmaz Rebekah. Herkes kendi istekleri üzerine burada. Dışarıdan bakıldığında sürü psikolojisi gibi görünebilir ama bu aramızda ki bağ ile alakalı. Eğitimi tamamlananlar arasından en fazla bir ya da iki kişi bölgeden ayrılıyor. Aramızdaki kuvvetli bağ nedeniyle içgüdüsel olarak herkes sürü ile kalmak istiyor. Yıllar sonra olgunlaşanlar, görevden çekilip dışarıda kendi aileleri ile istedikleri gibi yaşıyor. Ama yinede kale ve alfaları ile bağlarını koparmıyorlar.’’
Bir süre sessiz kalan Rebekah bunu kafasında tarttı. Öğrenebildiği her şeyi zihninde dikkatlice not alıyordu. O an da aklına önemli bir detay takıldı. Bankta Jordan’a doğru dönüp bir ayağını kendisine çekti.

‘’Az önce anne ya da babası kurtsa dedin ikisi birden kurtsa demedin. Yani insanlarla ya da farklı türlerle birlikte olabiliyor musunuz?’’

''Elbette. Çoğunlukla insanlarla, diğerler türlerden birlikte olanların sayısı çok az. Ama bu konu çok uzun ve karışık. Bunu yarın derslere başladığımızda uzun uzun konuşacağız.’’
Rebekah sitemle iç çekerek gözlerini tekrardan eğitim yapan kurtadamlara çevirdi. Birbirleri ile dövüşüyor. Zıplayıp kıvrak hareketlerle darbelerden kaçmaya çalışıyorlardı. Rebekah’nın gözü tekrar çıplak olan vücutlarının üst kısmına takıldı. Dudaklarını büzerek

‘’Soğuktan hiç etkilenmiyorlar. Ne kadar harika. Üzerimde kalın montum olduğu halde yine de üşüyorum. Ama onlar neredeyse çıplaklar.’’ dedi.

‘’Daha öncede söyledim. Soğuk bizi hiç etkilemez. ’’dedi Jordan gülümseyerek. Genç kız kıkırdayarak

‘’Herkesin çıplak dolaşmasından anlaşılıyor zaten.’’ Diye mırıldandı. Bunun üzerine Jordan muzip bir şekilde gülümseyerek Rebekah'a yaklaştı. 

‘’Çıplaklık bizim için önemsiz bir şey. İlk dönüşüm geçirdiğin zamanda bunu yadırgıyorsun ama sonra alışıyorsun. Ayrıca bu daha hiçbir şey. Çıplaklık derken tamamen diyorum. Altlarındaki pantolon ve iç çamaşırları da olmadan.’’ Jordan’ın kaşlarını oynatarak söyledikleri karşısında Rebekah kafasını ona çevirdi.

‘’Ne demek istiyorsun.’’ Kaşları şaşkınlıkla yukarı kalkmıştı.

‘’Kurda dönüşüp, tekrar insan olduğumuzda filmlerde olduğu gibi giysilerimizle kalmıyoruz. Çırılçıplak kalıyoruz.’’

‘’Aman Tanrım.’’ Dedi Rebekah çarpık bir şekilde gülümserken.

‘’Bu iğrenç. Yani onca kız ve erkek… Tanrım ıyyy.’’ Diye devam etti kıkırdayarak.

‘’İlk dönüşüm geçirdiğim zaman çaktırmadan bedenime bakmaya çalışanlara hırlayıp saldırıyordum. Benim için utanç yerici bir şeydi. Ama olgunlaşmaya başladıkça artık umursamıyorsun. Erkekler yanında üç bacakları ile rahat rahat geçerken dönüp bakmıyorsun bile.’’ Bunun üzerine, Rebekah kahkahasını tutamadı ve karnına ağrılar girerek kahkaha atmaya başladı. Rebekah’a eşlik eden Jordan sürünün eğitmeninin onlara bakıp hırlaması ile dudaklarını birbirine bastırdı.
Rebekah da Jordan gibi dudaklarını birbirine bastırıp susmaya çalıştı. Ancak gözleri ilerideki sürüye takıldığında gülümsemesi anında soldu. Hepsi durmuş ve gözlerini Rebekah’a dikmişti. Gözlerindeki bakış o kadar farklıydı ki. Sanki Rebekah onları büyüsü altına almış gibi hepsi garip bir ifade ile ona bakıyordu.
Gün boyunca gittiği her ortamda bütün kurtadamlar gözlerini Rebekah’a çeviriyordu. Ve hepsi garip bir ifade ile ona bakıyorlardı. Bir süre bakıp sonunda bakışlarını çevirseler de Rebekah arkasından bedenine çevrilen gözleri hissedebiliyordu. Gün boyu bu garip bakışları görmezden gelmeye çalışmıştı. Ancak bunu görmezden gelemeyecekti. Çünkü bu çok daha farklıydı. Boğazını temizleyip bakışlarını kurtlardan çevirmeyip Jordan’a sordu.

‘’Neden herkes bana böyle bakıyor.’’

‘’Sana geçen gün söylediğim şeyden dolayı. Hissettikleri garip koku ve bağ yüzünden. Her şeyinle bizi etkiliyorsun. Sanırım gitsek iyi olacak. Ares seni dışarıda tutmamamız için bizi uyarmıştı. Sanırım şimdi nedenini anlamışsındır.’’ Dedi huzursuzlaşan Jordan. Sürünün başındaki eğitmen kafasını zorlukla askerlerine çevirdi ve onlara pozisyonlarını almalarını söyledi. Kurtlar garip bir şekilde kendilerine gelmeye çalışırken Rebekah ayaklanıp Jordan’la beraber hızla kaleye doğru ilerlemeye başladı.

‘’Etkiliyor muyum?’’ dedi dudaklarını bükerek. Jordan gözlerini devirip kıkırdadı.

‘’Sapıkça bir dürtüyle etkilemiyorsun. Ahh Tanrı aşkına bunu açıklamak o kadar zor ki. O kelimeyi kullanmak istemesem de tıpkı öyle gibisin; ‘Anne’.’’ Dedi Jordan dudaklarını sarkıtarak.

‘’Delireceğim. Yemin ediyorum delireceğim.’’ diye homurdandı genç kız. Olanları kavrayamıyordu. Tüm bunların açıklaması olmalıydı. Rebekah'a insan olmadığını söylemişlerdi. Kurt değildi ama kurtları kokusuyla etkiliyordu. Peki bunun anlamı tam olarak neydi? Asıl soru ben neyim? diye düşündü genç kız. İnsan olmadığını duymak sinirlerini bozsa da bunu kabullenmişti. Diğerlerinin söyledikleri mantıklıydı. Marcus onu istiyorsa farklı bir şey olması gerekiyordu. Ama ne? Başı şimdiden sızlamaya başlamıştı. Baş ağrısı bir gün önceki gibi korkunç dereceye ulaşmadan önce ağrı kesici alsa iyi olurdu. 
İç çekerek düşüncelerden sıyrıldı. Kaleye doğru sessizce ilerlerken, üşüyen ellerini ısıtmak için montunun cebine soktu ve karşısındaki devasa beyaz kaleye baktı.

‘’Kale benim evime pek yakın olmasa da her sabah yürüyüş yaparken nasıl onu görmedim? Tam tepeye çıkmasam da yine de farkında olmadan kaleye yaklaşmışım.’’

‘’Kale tam tepede olduğu için yoğun sis ve kar nedeniyle göremezdin. Zaten beyaz olduğu için karların arasından onu seçmek çok zor.’’

‘’Peki, insanlar görmüyor mu? Özellikle dağcılar. Hiç tepeye çıkan olmadı mı?’’

'’Nerede olursa olsun hiç kimse kurtların bölgesine giremez. Vampirlerin, kurtların ve diğer yaratıkların bölgesi ayrıdır. Onlar bizim, bizde onların bölgesine giremeyiz. Geçen geceki saldırı haricinde. Bölgemizi işgal etmeleri ayrı bir şey. İnsanlara gelince, bazı özel güçler sayesinde kaleyi görmüyorlar. Farkında olmadan bölgemize girdiklerinde de yine o güçler sayesinde ürküyorlar ne kadar ilerlemeye çalışsalar da tepeye asla çıkan olmadı.’’ Kafası karışan Rebekah aklına takılan şeyi bıkkınlıkla söyledi.

‘’Dur tahmin edeyim. Özel güç dediğin şey büyü mü?’’ Jordan kafasını evet anlamında sallarken

‘’Artık dünyamıza alışmaya başlıyorsun.’’ Dedi. Rebekah ona bununla ilgili soru soracakken kurtadamlardan birisi hızla onlara doğru yaklaştı. Rebekah bu kurtadamı anında tanırken Jordan

‘’Bir sorun mu var Liam.’’ Dedi.

‘’Vincent kızla görüşmek istiyor. Hemen taht odasına gelmesini söyledi.’’
Jordan kafasını sallarken Liam hızla ortadan kayboldu. Onun ardından kalkan toz bulutu nedeniyle öksüren Rebekah

‘’Bir sorun mu var?’’ diye sordu.

‘’Bilmiyorum ama hemen gitsek iyi olacak. Tutun bana.’’ Jordan iki elini Rebekah’a uzatıp bekledi.

‘’Neden?’’ Rebekah neden diye sorarken Jordan’ın ellerini tuttu. Jordan’ın sinsi gülümsemesinin altında yatanı merak ederken birden etraftaki görüntüler silikleşti ve sanki fırtınan içinde yürüyormuşçasına saçları hızla arkaya savruldu. Endişeyle Jordan’ın ellerini daha sıkı tuttu. Aniden durunca Rebekah dengesini kaybetti ve öne doğru dengesiz adım atarak sendeledi. Son anda duvara yaslandı. Hızlı nefes alıp verirken gülen Jordan’a öfkeyle baktı.

‘’Bir daha bunu bana sakın yapma. Lanet olsun. Nasıl bir şey bu böyle? ‘’ dedi ve inleyerek gözlerini kapattı. Lanet olası süper hız gücü gerçek anlamda ışınlanma gibiydi. Nasıl oluyor da bu kadar hızlı koşabiliyorlardı bunu anlamak gerçekten de zordu.

‘’Üzgünüm. Söz bir daha yapmam.’’ Dedi Jordan ama hala kıkırdıyordu. Gözlerini açıp ona bakan Rebekah inanamazmış gibi kafasını iki yana sallayıp doğruldu ve üstünü düzeltti. Taht odasına açılan büyük kapının önünde duruyorlardı. Jordan ilerleyip ağır kapıyı açarken Rebekah da onun peşinden içeriye girdi. 
Siyahlar içindeki Vincent, üzerindekilerle aynı renk olan siyah tahtında oturuyordu. Jordan’ın arkasından ilerleyen Rebekah odanın sağ tarafındaki büyük pencerenin önünde kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde duran Ares’i gördü. Ares gözlerini Rebekah’a dikmiş her adımında ona bakıyordu. Rebekah ona orta parmağını göstermemek için kedisini zor tuttu. Vücudunda yine o garip elektrik akımıyla titreyince bakışlarını kaçırdı ve Jordan durunca onun yanında durdu. Oda da onlardan başka kimse yoktu.

‘’Efendim.’’ Dedi Jordan kafasını öne eğip alfasına selam verirken.

‘’Sen çıkabilirsin Jordan. James sana gereken bilgiyi verecek.’’ Jordan tekrar başını salladı ve Rebekah’a baktı. Ona hafifçe gülümseyip göz kırptı ve hızla odadan kayboldu. Taht odasının kapıları yavaşça kapanana kadar kimse konuşmadı. Rebekah bedeninde hissettiği garip duygularla uğraşmaya çalışırken Vincent’ın konuşmasıyla bakışlarını ona çevirdi.

‘’Yaralanmışsın. Şimdi nasılsın?’’

‘’Kendimi çok iyi hissediyorum.’’

‘’Bunun için Ares’e teşekkür borçlusun.’’ Rebekah’nın gözleri Ares’e çevrildi. Tek kaşını kaldırmış alayla Rebekah’a bakıyordu. Genç kız istemese de

‘’Haklısınız. Nasıl oldu da bunu unutmuşum. Teşekkürler.’’ Dedi. Ares yavaşça kafasını salladı.

‘’Benim için zevkti.'' Ares'in çarpık gülümsemesi sinir bozucuydu. ‘Domuz’ dedi Rebekah içinden. Bakışlarını tekrar Vincent’a çevirdi. 
Alfa yine ilk gün ki gibi garip bir şekilde ona bakıyordu. Bu bakışlar genç kızın kendini dünyadaki en ucube şeymiş gibi hissetmesine neden oluyordu. ‘Hey sorunun ne moruk’ dememek için dilini ısırması gerekmişti.

‘’Seni buraya çağırdım. Çünkü geçen gece olan saldırı ile ilgili bilmen gereken şeyler var.’’ Rebekah ciddileşerek kafasını salladı. 
Tüm dikkatini vererek Vincent’ı bekledi. Alfa tahtından kalkarak Rebekah’a doğru yaklaştı ve biraz ilerisinde durdu. Yüzündeki garip ifade ona yaklaştıkça daha da artmıştı. Sonra bakmaya dayanamıyormuş gibi hızla kafasını çevirip cama yöneldi. Bunun üzerine kaşlarını çatan Rebekah huzursuzca kıpırdandı. Vincent camın önüne gelince kollarını arkasında birleştirdi ve konuşmaya başladı.

‘’Saldırı sırasında hiç kayıp vermedik. Ama aynı şeyi karşı taraf için söyleyemem. Amaçları senin burada olduğundan emin olmak olduğu için yeni dönüşüm geçiren, eğitimsiz vampirler saldırdı. Hiçbiri kaçamadı. Hepsi öldü. Sadece içlerinden birini canlı bir şekilde yakalamayı başardık. Ve mahzene kapattık. Zorlada olsa Vampir Kral’ın planları ile ilgili önemli şeyler öğrendik.''

‘’Ne söyledi?’’ Dedi Ares. 
Rebekah onunda henüz bir şey bilmediğini o an anladı. Bakışları ona kaydı. Vücudunu dikleştirmiş çatık kaşları ile Vincent’a bakıyordu. Genç kız da merakla bakışlarını tekrardan Vincent’a çevirdi. Vincent bedenini onlara çevirmiş bakışları ikisi arasında gidip geliyordu. Sonra tek kaşını kaldırdı ve konuşmaya başladı.

‘’Vampir, Rebekah’ı neden aradıklarını bilmiyor. Yeni dönüşüm geçirenlere yakalanabilecekleri düşünülerek bu konu ile ilgili bilgi verilmemiş. Ama işimize yaracak önemli bir bilgi verdi. Marcus’un bir başkasının emirlerini yerine getirdiğini.’’ Ares’in bedeni sinirle gerilirken alev çıkan gözleri ile Vincent’a baktı. O kişinin kim olduğunu anlamıştı. Ama emin olmak istiyordu.

‘’Kim olduğunu söyledi mi?’’ dedi dişlerinin arasından.
Rebekah’nın kafası karışmıştı. Onu asıl isteyen kişi Marcus değil miydi? Tüm bunların arkasında başka birimi vardı? Vincent’ın söylediklerini düşünürken Ares’in öfkeyle konuşması üzerine ona döndü. Bedeni gerilmiş elleri iki yanında yumruk olmuştu. Çenesi kasılıyor ve gözlerinden resmen alev çıkıyordu. Rebekah onun bu kadar öfkelenmesine bir anlam veremedi. Bunun üzerine kafası iyice karıştı.

‘’Vampir, emir veren kişinin kim olduğunu bilmiyor. Sadece onu bir kere görmüş. Beyaza yakın sarı saçları olan, çok güzel bir kadın olduğunu söyledi.’’
Dışarıdan aniden gök gürüldemesi ile Rebekah yerinden sıçradı. Bakışları Ares’e çevrildi. Ellerini duvara yaslamış öfkeyle hırıltılı nefesler alıp veriyordu. Sırtı dönük olduğu için Rebekah Ares’in yüzünü göremiyordu. Aldığı derin nefeslerle sırtı inip kalkarken, Rebekah birden onun yanına gidip sıkıca sarılmak istedi. Neden bu kadar sinirlendiğini anlamamıştı. Ama ona sarılıp rahatlatmak istiyordu. Bu düşüncesinin üzerine kafasını iki yana salladı. Hala Ares’e bakarken Vincent’ın yanına geldiğini gördü. Rebekah'nın bir adım önünde korumacı bir şekilde duruyordu. Kimden ya da neyden korumak için? Ares'den mi? Rebekah şaşkınlıkla olanlara bir anlam vermeye çalıştı.

Ares öfkenin aniden bedenini sarması ile kontrolünü kaybetti. Vampirin söylediği kadın hakkında sadece bunu bilmek kim olduğunu anlamasına yetmişti. Elbette kim olduğunu biliyordu. Tahmin etmeliydi. Vampirlerin tek başına hareket etmeyeceğini anlamalıydı. Kirke olmadan onlar birer hiçti. Gözlerini kapatıp hızlı nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı. Ama başaramadı. Bütün bedeni öfkeyle titremeye başladı. Sinirle bağırarak kale duvarına yumuk attı aynı anda dışarı büyük bir gök gürültüsü daha duyuldu. Duvarda büyük bir çatlak oluşup taşlar yere düşerken arkasına bile bakmadan odadan hızla çıktı.
Şaşkınlıkla resmen küçük dilini yutan Rebekah neler olduğunu anlayamadı. Ares neden bu kadar fazla öfkelenmişti? Ve Tanrı aşkına! O nasıl bir güçtü öyle. Adam neredeyse duvarı tamamen kıracaktı. Genç kız sesli bir şekilde yutkundu. Şaşkınlıktan kurtulmak için gözlerini kırpıştırdı ve hala önünde sessiz bir şekilde duran Vincent’a çevirdi gözlerini. Şaşkınlık bedenini terk ederken yerini öfkeye bıraktı. Neden sorusu beyninde çınlayıp duruyordu. Sürekli neden sorusunu sormaktan sıkılmıştı.

‘’Bana tam olarak neler olduğunu söyleyecek misiniz? Hiçbir şey bilmemekten sıkıldım artık.’’ Dedi Rebekah sesini yükselterek. 
Vincent Rebekah’nın ani çıkışı üzerine kaşlarını kaldırarak şaşkınlıkla baktı. Ama bakışlarını hemen kızın öfkeli gözlerinden kaçırıp çatlak oluşan duvara çevirdi. Tanrı aşkına öfkesi bile tıpkı Helena gibiydi. Bu kız Vincent'ın kesinlikle lanetiydi. Sürekli ona Helana’yı hatırlatması canını acıtıyordu. Özelikle de öfkeliyken aynı onun gibi oluyordu. Bu küçük kızı gördüğü an duygularına hakim olamıyordu. Beynine binlerce soru doluşuyordu ve ifadelerini kontrol edemiyordu. Ancak bir şekilde kontrolü eline almalıydı.

‘’Sana bunları anlattım. Çünkü işlerin göründüğünden daha kötü olduğunu bilmelisin. Vampir Kral tek başına değil. Çok büyük bir güçle birlikte. Seni asıl isteyen Kral değil. İşte bu da her şeyi daha da zorlaştırıyor. Aklındaki soruyu biliyorum. Seni asıl isteyen kişi Kirke. Ama onun gibi birinin neden seni istediğini hala anlayabilmiş değiliz. Derslere başladığınızda Jordan sana Kirke hakkındaki her şeyi anlatacak. Düşmanlarını çok yakından tanımanı sağlayacak. Ancak senden istediğim tek bir şey var.’’ Dedi Vincent ve Rebekah’a yaklaştı. Kahverengi gözlerini Rebekah’nın buz mavisi rengindeki gözlerine dikerek tok sesiyle konuşmaya başladı.

‘’İnsan olmadığın konusunda son derece eminim. Bunu sende kabullen. Kirke’nin ya da Marcus’un sıradan bir insanı isteyeceğini sanmıyorum. Bunun için bedenin ve zihninle ilgili normal olmadığını düşündüğün her şeyi ilk olarak bana anlatmanı istiyorum. Böyle bir durum varsa ya da olursa bana anlatacaksın. İlk olarak senin ne olduğunu bulmamız gerek.’’
Genç kız çığlık atmak istiyordu. Zihniyle ilgili yaşadıkları, çevresinde olan bütün bu olaylar yüzünden çığlık atmak istiyordu. Kızgındı, öfkeliydi. Sürekli başkalarının söylediklerini yapıyordu bir kukla gibi. Ama bundan ciddi anlamda sıkılmış. Neden herkes ona insan olmadığını söylüyordu? Ve neden Rebekah’nın zihni bunu çoktan kabullenmişti?


Ares odadan çıktığı gibi kaleden ayrıldı. Nefes alması, kendisine gelmesi gerekiyordu. Zaten kurtların yanında, bu kale de olmak ona yeterince zor geliyorken bir de işlerin iyice karışması Ares’i deli ediyordu. Rebekah da başından beri bir farklılık olduğunu biliyordu. Nedenini bilmese de bedenen, zihnen ve ruhen ona çekiliyordu. Daha sadece onu bir iki kere görmüştü. Ama Ares onu olabildiğince az görmeye çalışıyordu. Ondan olabildiğince uzak durmaya çalışıyordu. Ancak buna rağmen kızın attığı her adımı izliyordu. Çünkü Rebekah Ares’in ilgisini fazlasıyla üzerine çekmişti.

Vampirlerin, Kirke ile iş birliği içinde olduğunu zaten biliyordu. Ama Kirke o kadar uzun zamandır ortalıklarda yoktu ki bazıları onun öldüğünü bile düşünmüştü. Ares nefes aldığı her lanet günü intikamını almak için Kirke’yi arayarak geçirmişti. Ama onu bulamamıştı. Ve şimdi Kirke kendi ayakları ile Ares’e gelecekti.

Ares’in bedeni titriyordu. Zihninin derinliklerinde sakladığı gücü serbest bıraktı. Güç yılan gibi kıvrılarak bütün bedenini sardı. Bedenindeki her kası gücün etkisiyle titrerken başını yana eğip karşısında duran kaleye baktı. Yüzyıllar önce Kirke, eşini öldürmüştü. Ondan intikamını almak için yemin etmiş ancak başaramamıştı. Şimdi ise Kirke bir nedenden dolayı Rebekah’ı istiyordu. Ares, Rebekah dan ne kadar uzak kalmak istese de bunu başaramıyordu. Ondan uzak durmak yerine yer saniye o kızın yanında olacaktı. Kirke’nin neden onu istediğini öğrenecekti. Ve tüm bunları yaparken Rebekah’nın tekrar gün yüzüne çıkarttığı duygularıyla savaşacaktı. 

***

Rebekah Vincent’ın yanından ayrıldıktan sonra odasına gelip sinirle odayı talan etti. Öfkesini yastıklardan ve yatak örtüsünden çıkarttıktan sonra saatlerce sinirden volta attı sonrada yorgun düşüp uyuyakaldı. Hiçbir şey bilmemek canını sıkıyor ve onu öfkelendiriyordu. Hem de fazlasıyla. Uyumak istememişti. Sadece birkaç dakikalığına bedenini dinlendirmek sonra Jordan’ı bulup konuşmak istiyordu. Ama ne kadar uyanık kalmaya çalışsa da karanlık Rebekah’ı içine çekti.
Rüyasında yine o kâbusu görüyordu. Karanlık ormanda hızla koşuyordu. Ciğerleri yanıyor ayakları ve bacakları acıyordu. Bundan sonra ne olacağını biliyordu. Duracak etrafına bakacak ve yine o soğuk el boğazına yapışacaktı ve aynı sözleri söyleyecekti. Ama öyle olmadı.

Koşmaya devam ederken birden ışık patlaması oldu ve Rebekah gözlerinin kamaşması ile durdu. Ellerini gözlerine siper etti. Ayaklarının altındaki soğuk toprağın titrediğini hissetti. Hava uğuldayarak hızla esti ve birden her şey durdu. Kulaklarını kuşların neşeyle söylediği şarkılar, ciğerlerini tuzlu deniz havası doldurdu. Ayaklarının altındaki zemin sıcacıktı.

Yüzüne siper ettiği kollarını indirip gözlerini açtı. Güneşin parlak ışığı nedeniyle gözleri kamaştı. Gözlerini kırpıştırarak etrafına baktı. Masmavi uçsuz bucaksız deniz hafif dalgalarla dans ediyordu. Yerdeki kumlar güneşin altında, altın gibi parlıyordu. Kendi etrafında dönünce kumsal boyunca sıralı palmiye ağaçlarını gördü. Yine hangi cehennemde olduğunu düşünürken sağ tarafında ki hareketlilik dikkatini çekti. Kafasını yana eğerek kumsalın biraz ilerisindeki insanları gördü ve onlara doğru ilerlemeye başladı. Onlara yaklaştıkça, kulaklarını hafif tempolu bir müzik dolduruyordu. İnsanları net bir şekilde görünce olduğu yerde kaldı ve tek kaşını kaldırarak suratını buruşturdu. Gerçekten nasıl bir cehennemdeyim böyle? diye düşündü.

Denizin kenarında hula dansı yapan iki esmer kız ve onların hemen yanında, önündeki davulla ritim tutan bir adam vardı. Tam karşılarında ise Suratsız duruyordu. Kumların üzerine serili olan geniş bir örtünün üzerinde, kollarını başının altına almış yatıyordu. Bir bacağını uzatmış, kendine doğru çektiği diğer bacağıyla müziğe ritim tutturuyordu ve bir yandan da ıslık öttürüyordu. Üzerinde palmiye ağaçlarıyla dolu kırmızı bir gömlek ve siyah şort vardı.

‘’Harika.’’ Diye mırıldandı Rebekah gözlerini devirerek.

‘’Ahh demek sonunda gelebildin. Hadi otur.’’ Dedi Suratsız eliyle yanını göstererek. Rebekah onların yanına yaklaşınca örtü yerine kumların üzerine oturup bağdaş kurdu.

‘’Her uyuduğumda seni mi göreceyim?’’ dedi suratsızın, suratının olması gereken yere bakarak.

‘’O kâbusu görmek yerine beni görmek hoşuna gidiyor. Kabul et.’’ sesinden eğlendiği belli oluyordu.

‘’Emin ol senin kafamı karıştıracak sözlerin yerine o kâbusu görmeyi tercih ederim.’’ Suratsız onun sözlerine kıkırdarken genç kızın gözleri dans eden kızlara çevrildi. 90-60-90 olan esmer tenli kızlar ağır ritimlerle dans edip gülümsüyorlardı. Suratsıza göz kırpıyor ve öpücük atıp duruyorlardı. Acaba onlar Rebekah’nın gördüklerini görmüyorlar mıydı? Kocaman çirkin gri bulutu?

‘’Fantezilerini kendi rüyalarında yapsan da benimkileri rahat bıraksan.’’ Dedi dans eden kızları göstererek. Suratsız yine kahkaha atınca Rebekah gözlerini devirdi.

‘’Kıskanma gönderiyorum hepsini.’’

‘’Senin neyini kıskanmamı bekliyorsun?’’ dedi Rebekah homurdanarak. Suratsız kıkırdayarak parmaklarını şaklattı ve kızlarla adam ortadan kayboldu. Rebekah’nın ağzı şaşkınlıkla açılırken kendini toparladı. Artık her şeye şaşıran bir budala gibi gözükmeye niyeti yoktu. Zaten adamım zihnine girmey yeteneği vardı. eğer bu mümkünse her şey mümkün olabilirdi. Suratsız tekrar parmaklarını şaklattı ve bu sefer örtünün üzeri çeşitli yiyeceklerle doldu. Buna karşılık Rebekah’ın midesi guruldadı ve uyumadan önce yemek yemediğini hatırladı.

‘’Acıkmış olmalısın.’’ Rebekah bir üzüm tanesini ağzına atarken

‘’Burada yememin bir anlamı var mı ki?’’ dedi. Suratsız yan yatıp başını eline yasladı ve önündeki sepetten elma aldı. Rebekah’nın gözleri onu takip etti. Eli suratına yaklaşınca elma ile birlikte sisin arkasında geçti ve gözden kayboldu. En azından ağzını görebileceğini düşünmüştü ama yine hiçbir şey göremedi. Hayal kırıklığı ile oflayarak kurumuş etlerden birini alarak sertçe ısırdı.

‘’Boşuna uğraşma ben istemedikçe yüzümü göremeyeceksin. Az önceki soruna gelirsek burada yemenin bir anlamı olmayacak ama en azından keyfini çıkar.’’ Dedi ve sisin ardından sert bir ısırık sesi geldi.

‘’Eee bana bir şeyler anlatacak mısın bari?’’ diye sordu Rebekah kuru eti çiğnerken. Uzanıp çileklerden birini aldı ve onu da ağzına attı.

‘’İğrençsin.’’ Dedi suratsız kıkırdayarak. Rebekah omuz silkti.

‘’Tanrım aynı Parker gibisin sürekli gülüyorsun. Hala o olduğun konusunda şüphelerim var.’’

‘’Kaç kere söyleyeceğim. Parker değilim. Aramızda benzerlik bile yok. Eminim Parker benim kadar yakışıklı olabilmek için her şeyini verirdi.’’ Dedi ve sisin ardından tekrar ısırma sesi geldi.

‘’Evet, oldukça yakışıklı görünüyorsun. Özelliklede yüzün. Bakmaya doyamıyorum.’’ Dedi Rebekah alay ederek ve tekrar çileklere uzandı. Suratsız yine gülerken Rebekah’nın gözleri onun önündeki tabağa takıldı. Tabağın içindeki ince ince doğranmış muzları ve üzerindeki bol miktardaki çikolata sosunu görünce inledi.

‘’Ahh bunlara bayılırım.’’ Dedi ve uzanıp tabağı önüne çekti. Muz tanelerinden birini parmakları ile alıp ağzına attı ve keyifle iç çekti. Parmağına bulaşan çikolata sosunu yalayıp bir tane daha aldı ve ağzına attı.

‘’Biliyorum. Sürekli bunlardan yiyorsun zaten.’’ Rebekah’nın bedeni tamamen durdu ve ağzındaki taneyi gürültüyle yuttu.

‘’Sürekli bunu yediğimi nerden biliyorsun. Bu sefer yine kaçamak cevap verme. Çünkü şuandan itibaren gerçek anlamda sapık olduğunu düşünmeye başlıyorum.’’

‘’Senin hakkında sadece bunu bilmiyorum. En sevdiğin yemeğin bolonez soslu makarna olduğunu, çikolatalı olan her şeye bayıldığını, en sevdiğin renklerin mor ve siyah olduğunu özelliklede siyahı çok sevdiğini biliyorum. Beirut, Bon Jovi, Rolling Stones ve Guns’N Roses hastası olduğunu, en sevdiğin diziyi, en sevdiğin filmi, hala animasyon ve çizgi film izlediğini, kitap kurdu olduğunu, en sevdiğin yazar ve en sevdiğin kitabı. En yakın arkadaşın Jasmine’i… Kısaca her şeyini biliyorum.’’
Rebekah ağzı açık kalmış bir şekilde ona bakıyordu. Sislerin ardından gelen bir başka ısırık sesi ile yerinden sıçradı. Şaşkın ördeğe dönmüştü. Nasıl oluyor da onun hakkında bu kadar şey biliyordu? Konuşmadan önce boğazını temizledi.

‘’Tamam, bu gerçekten de garip.’’ Dedi bakışları elindeki taba takıldı. Birden iştahı kaçmış. Tabağı örtünün üzerine bıraktı.

‘’Seni çok uzun bir zamandır izliyorum.’’

‘’Neden?’’ 

‘’Tabii ki de seni bütün düşmanlarından korumak için. Düşmanlarının sadece vampirler olduğunu düşünüyorsan yanılıyorsun. Dünyanın yarısından fazlası senin peşinde. Hepsinin tek amacı var. O da seni öldürmek.’’ Rebekah gürültülü bir şekilde yutkundu.

‘’Hiçbir şey yapmadığım ve hiçbir şey bilmediği halde nasıl düşmanlarım oluyor anlamış değilim.’’ Dedi sesini yükselterek.

‘’Kimse sana bir şey anlatmıyor diye kızgınsın. Vincent ve Ares her şeyi yavaş yavaş öğrenmeni istiyor. Çünkü bilmen gereken o kadar çok şey var ki hepsini birden öğrendiğini düşün. Muhtemelen seni deliler hastanesine kapatmaları gerekir. Gerçekleri yavaş yavaş öğrenip sindirmen gerektiğini düşünüyorlar. Haklılar da. Ama benimde böyle yapmamın bir başka sebebi var.’’ Dedi. Yattığı yerden doğruldu. Elma çöpünü tabağa koyup Rebekah’ın karşısına geçti ve bağdaş kurdu.

‘’Umarım konuşmayı burada kesip yine beni postalamazsın.’’ Dedi Rebekah kaşlarını çatarak. Suratsız kıkırdadı sonrada konuşmaya devam etti.

‘’Senin insan olmadığını düşünüyorlar. Herkes sana bunu söylüyor. Bu seni bir yandan kızdırıyor. Diğer yandansa sende bunu kabullenmiş durumdasın.’’

‘’Ne olduğum hakkında bir fikrin var mı peki bay çokbilmiş.’’

‘’Elbette ne olduğunu biliyorum. Yüzyıllardır süren bir kehanet var ve sen bu kehanetin bir parçasısın. Hem de çok önemli bir parçası.’’ Rebekah huzursuzca kıpırdandı. Suratsızın yüzünü göremese de ses tonundan ciddi olduğu anlaşıyordu. Bu Rebekah’ı daha da huzursuz etti. Ayrıca onca şeyin içinde kehanette nerden çıkmıştı şimdi?

‘’ Ne kehaneti?’’ diye sordu.

‘’Kehanetin tam olarak ne olduğunu şuan söyleyemem. Çünkü…

‘’Hadi ama benim hakkımda bir olay dönüyor ve benden başka herkes biliyor! Sence bilmem gerekmiyor mu?’’ dedi bağırarak.

‘’Sözümü kesmezsen sebebini bilecektin huysuz cadı. Kehanetin tam olarak ne olduğunu şuan söyleyemem. Çünkü kehanetin bir kısmına göre 18 yaşına geldiğinde yavaş yavaş güçlerine kavuşacaksın. Gerçeklerle yüzleşeceksin. Güçlerine kavuşana kadar sana her şeyi -bu her şeye kehanet de dahil- anlatamam. Kimse kehanetlerin dışına çıkamaz. Kendi hakkındaki gerçekleri öğrenebilmen için güçlerine kavuşman gerekiyor. Eğer öncesinde sana her şeyi anlatırsam bu çok kötü sonuçlar doğuracak. Güçlerine kavuşmalı ve gerçekleri öğrenmelisin. Sonra kendi kararını verip doğru yolu seçersen parlak bir hayat seni bekliyor. Ama kötüyü seçersen yok olacaksın ve düşmanlar dünyayı ele geçirecek. Kehanetin tamamını anlatamasam da bilmen gerek en önemli noktası burası. Geri kalanını zamanla öğreneceksin.’’
Rebekah birkaç dakika boyunca tepkisizce suratsıza baktı. Sonra kafasını arka atıp yüksek sesle kahkaha attı. Karnına ağrılar girene kadar güldü. Bir elini ağrıyan karnına koyup gözünden düşen yaşı sildi.

‘’Şimdi bütün dünyayı b... Ben mi kurtaracağım. Yapamazsam da y… Yok olacağım.’’ Dedi kahkaha atarak.

‘’Sanırım devrelerini yaktım.’’ Dedi Suratsız. Genç kız görmese de sis bulutunun ardından huzursuzca ona bakıyordu. 

‘’Neden güldüğünü sorabiliri miyim? Ve artık kes şunu. Sinir bozucu olmaya başladı. Burada ciddi bir şey anlatıyorum.’’ Dedi kaşlarını çattı.
Rebekah sonunda durdu. Suratsız daha birkaç saniye önce deli gibi gülen kızın şimdi alev çıkan gözlerle nasıl ona baktığına anlam veremdi.

‘’Benimle dalga mı geçiyorsun sen? Eğer anlattıkların gerçekse –ki buna hiç inanmıyorum- bunu nasıl yapacağım. Doğru ya da yanlıştan birini seçmem gerektiğini, güçlerim olduğundan bahsediyorsun. Acaba hiçbir bok bilmeden neyi seçeceğimi nerden bilebilirim.’’ Diye bağırdı. Sesi etrafta yankılanırken öfkeyle nefesi hızlanmıştı.

‘’Kızmakta haklısın ve patilerini içeri sok. Öfkelenince ürkütücü oluyorsun. Yapabileceğim hiçbir şey yok. Kehanet böyle.’’

‘’ Bana kehanet deyip durma! Aradığınız kişi olduğuma emin misin? Bence yanlış kişiyle uğraşıyorsunuz çünkü özel bir gücüm olduğunu sanmıyorum.’’

‘’Aradığım kişi kesinlikle sensin tatlım. Sol göğsünün üzerinde, kalbinin hizasında ki doğum leken ve sağ elindeki yara izi de bunun kanıtı. ‘’

‘’Göğsümdeki izi nerden biliyorsun.’’ Dedi Rebekah. Neredeyse hırlayarak konuşmuştu.

‘’Bana sapıkmışım gibi bakma. Asla sana o gözle bakmam. Tanrım bu iğrenç. Sadece yarana sen olduğuna emin olmak için yıllar öncesinde bakmıştım.’’

‘’Ne o gay misin yoksa? Ayrıca ne olursan ol sapık olduğun konusunda kararlıyım.’’ Suratsız oflama eşliğinde yerden aldığı kumları Rebekah’a fırlattı.

‘’ Ne gay nede sapığım. Sadece sana o gözle bakmam. Asla böyle bir şey olmaz. Nedenini sorma. Şimdi konumuza geri dönecek olursak. Kehanetteki kişi sensin. Güçlerine kavuşmaya başlayacaksın. Sonrada gerçekleri öğreneceksin. Ve doğru ile yanlış arasında bir seçim yapacaksın. Bu süreç içinde hepimiz sana yardımcı olacağız. Vakti geldiğinde canlı kanlı olarak karşına çıkacağım. Ama sadece sabırlı olman gerekiyor.’’ Rebekah saçındaki kumları temizlerken suratsızdan bakışlarını ayırmadı.

‘’Kime güveneceğim? Sana mı yoksa kurtlara mı?’’

‘’Hepimiz zaten aynı taraftayız. Sadece benden onlara bahsetme sana anlattıklarımdan da bahsetme. Ben ortaya çıkana kadar aramızda geçen hiçbir şeyi bilmemeliler anlaşıldı mı? Özelliklede Ares o asla bunu öğrenmemeli.’’

‘’Ve bu sözünün üzerine hala sana güvenmemi mi bekliyorsun? Eğer aynı taraftaysanız niye senden bahsetmemi istemiyorsun?’’

‘’Çünkü bende kehanetin bir parçasıyım. Ben ortaya çıkana kadar hiçbir şey bilmemeliler. Ne ben ne de kehanet hakkında.’’
Rebekah bir süre düşündü. Şüpheyle ona baktı. Suratını görse her şey daha kolay olabilirdi. Ciddi olup olmadığını yalan söyleyip söylemediğini anlayabilirdi. Ama yine de sesi bütünüyle ona inanmasına neden oluyordu.

‘’Neden özelliklede Ares? Onun bununla ne alakası var?’’

‘’Kehanetin büyük bir bölümü onu ilgilendiriyor. Ama şuanda hiçbir şey bilmemeli yoksa kimse onu durduramaz.’’

‘’Kime karşı durduramaz.’’

‘’Bazen çok zor sorular soruyorsun cevaplayamayınca da kızıyorsun.’’ Dedi Suratsız bıkkınlıkla. Rebekah bunun üzerine kumların arasında küçük taşı alıp ona fırlattı. Suratsız yine gülerken Rebekah’nın düşünceleri Ares’e kaydı. Acaba ona karşı içinde olan o garip hissin kehanetle bir alakası var mıydı? Bir an bunu sormayı düşündü ama anında vazgeçti. Bunu yerine başka bir soru sordu.

‘’Ya yanlışı seçersem. Onlarca insana ne olacak?’’

‘’Doğru olanı yapacaksın.’’ Dedi suratsız hızla ve öfkeyle cevabı verirken.

‘’Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?’’ Rebekah sesinin yüksek çıkmasına engel olamadı.

‘’Birincisi seni hiçbir zaman yalnız bırakmayacağız ikincisi seni düşündüğünden daha iyi tanıyorum. Ve ne yapacağını biliyorum.’’ Sesi öfkeli geliyordu. Onun ani öfkesi üzerine Rebekah bir süre susup düşündü.

‘’Kehanetten ve senden bahsetmeyeceğim ama güçlerim – varsa eğer- ortaya çıktığında onları saklayacak mıyım? Ya tam Vincent’ın önünde bir şeyler olursa o zaman ne yapacağım.’’ Suratsız kıkırdadı.

‘’Bırak güçlerini bilsinler. Kehaneti benim haricimde 8 kişi daha biliyor. Ve bunların içinde ne Ares var ne de Vincent. Kehaneti bilmedikleri için güçlerini öğrenmelerinin bir anlamı yok.’’

‘’Nasıl oluyor da bütün dünyayı etkileyecek bir kehaneti bu kadar az kişi bilebiliyor.’’

‘’Düşmanlardan önde olmamız için ne kadar az kişi bilirse o kadar iyi olacaktı. Ancak kehaneti bilen sayılı kişiler arasından biri de senin azılı düşmanın Kirke. Nasıl öğrendiğini bilmiyoruz. Ama onun bilmesi bir şey değiştirmiyor. Yine de ne kadar az kişi bilirse o kadar iyi.’’ Suratsızın sözleri üzerine Rebekah

‘’ Kirke hakkında ne biliyorsun? Neden onlar ve vampirler bana kafayı takmış durumda?’’ dedi. 

‘’ Jordan Kirke’nin kim olduğunu sana anlatacak. Sanırım az önce sana yeterli açıklamayı yaptım. Kehanet yüzünden seni istiyorlar.’’ Genç kız öfkeyle homurdandı.

‘’Gerçekten çok açıklayıcı oldu.’’ Bir süre sessiz kalıp düşündü. Olanlara bir türlü anlam veremiyordu. Her şeyi bir anda kavrayıp hazmetmesi zordu. Beyninde binlerce soru dolaşıp duruyordu. Bakışlarını Suratsıza çevirdi ve bıkkınlıkla sordu. 

‘’Neden bir başkası değil de ben? Dünyada onlarca insan arasından ne ben?’’ diye patladı. Suratsız öne doğru eğilip genç kıza yaklaştı.

‘’Sen özelsin Rebekah. Hiçbir zaman sıradan bir insan olmadın. Sen düşündüğünden çok daha fazla değerli ve önemlisin.’’ Rebekah’nın başına ani bir sancı girdi. Derin bir nefes aldı ve ağrıyan başını rahatlatmak için şakaklarını ovdu. Bakışlarını kaçırarak ayaklarına baktı.

‘’Beynimi şişiriyorsunuz.’’ Dedi mırıldanarak. Suratsız yine kıkırdadı. Rebekah yerdeki kumları avucuna alarak yumruk yaptığı elinden yavaşça yere bıraktı. Hala olanlara inanamıyordu. Hayatı aniden hızla öyle bir değişmişti ki genç kız yetişemiyordu. Hep geride kalıyordu. Suratsızın söylediklerini düşünürken farkına varmadığı bir cümle zihninde yankılandı. Elindeki kumlar yere dökülürken kafasını kaldırıp suratsıza baktı.

‘’Bir dakika. Az… Az önce sen ne dedin.’’ Suratsız omzunu silkti.

‘’Bir sürü şey söyledim. Hangisinden bahsediyorsun?’’

‘’Şu... Şu doğum lekesi ve sağ elindeki yara izi. Ne demek bu? Elimdeki yara iziyle ne alakası var. Bu ben küçükken olmuş bir şey.’’ Sesi tedirgin çıkıyordu. Telaşla hızlı konuşmuştu. Sağ elini kaldırıp yara izini inceledi. Bu yara izi küçükken parkta geçirdiği bir kaza sonucunda olmuştu. Bununla ne alakası vardı? Suratsız genç kıza doğru uzanıp sağ elini tuttu ve avucunu açtı. İşaret parmağını, avucundaki enine küçük pembe çizgi de dolaştırdı.

‘’Annen bunun parkta oynarken olduğunu söylemişti. Ama gerçekte böyle değil.’’ Suratsızın sesi buğuluydu.

‘’Ne demek gerçekte öyle değil?’’ Rebekah’nın kafası iyice karışmıştı. Bu minik yara izi için bile mi ona yalan söylemişlerdi?

‘’Bu iz sen doğduktan sonra gerçek annen, teyzen, seni yetimhaneye bırakan Klotho ve onun kızı tarafından yapıldı.’’ Rebekah’nın ağzı şaşkınlıkla açıldı.

‘’Teyzem mi var?’’ dedi hafifçe gülümseyerek. Söylediklerinin arasından sadece bunu anladığına inanamıyordu. Ama hayatı boyunca istediği iki şey vardı. Kardeş ve teyze. Şimdi ise bir teyzesi olduğunu duyuyordu. İçini mutluluk kaplarken Suratsız kahkaha attı.

‘’Sana burada ne anlatmaya çalışıyorum sen bana teyzem mi var diye soruyorsun gerçekten harika.’’ Rebekah kaşlarını çatıp, elini çekti ve kollarını göğsünde birleştirdi.

‘’Dalga geçme. Bu hayatta en çok istediğim iki şeyden birisi teyzeydi. Ve şimdi teyzem olduğunu öğreniyorum. Mutluluğumun içine etme ve anlatmaya devam et.’’

‘’Şimdilik bu iz için söyleyebileceğim başka bir şey yok. Ama bilmen gereken en önemli şey bu iz gerçek annen ile arandaki en büyük bağ.’’ Rebekah hoşnutsuz bir şekilde kaşlarını çattı.

‘’Ne demek bu?’’ dedi bıkkın bir sesle. Gerçeklerin net bir şekilde anlatılmaması onu iyice yormuştu.

‘’Teyzenin, annenin, Klotho’nun ve Klotho’nun kızının, hepsinin sağ elinde tıpkı seninki gibi bir iz var.’’

‘’Harika. Şimdi gördüğüm her kadının eline bakacağım. Gerçekten harika. Anlamadığım şey neden bunu yapsınlar ki beni bulabilmek için mi? Nasıl bir tür bıçakla kesmiş olabilirler. Üzerinden yıllar geçti ama yara izi hala var.’’ Rebekah zihninde yanan ampulle gözleri kocaman açıldı ve iki elini havaya kaldırdı.

‘’Lanet olası herif şunu bana düzgün anlatacak mısın? Yani annem gerçekte kim ya da ne olduğumu biliyordu öyle değil mi? Bu yüzden beni bıraktı?’’ Heyecanlanan kalbi hızla atmaya başlamıştı. Yetimhane müdürü Ivan, Klotho’nun çok telaşlı olduğunu söylemişti. Klotho annesinin onu aslında bırakmak istemediğini de söylemişti. Yani olduğu şey yüzünden ailesinden ayrı kalmıştı.

‘’Bu izin asıl amacı başka ama bir yandan da seni bulabilmek için yapıldığı da söylenebilir. Annen senin güvende olman için yetimhaneye bırakılmanı istedi. Böylece kimse seni bulamayacaktı. Uzun bir süre başarılı olsa da ne yazık ki düşmanlar artık seni buldular.’’
Rebekah duyduklarına inanamıyordu. İki ailesinden ayrı olmasının tek sebebi vampir kraldı. Vampir Kral Marcus ve Kirke. Onu gerçek ailesinden ayıran onlardı. Sarah ve Andrew’u öldüren onlardı. Sadece Rebekah’nın hayatını mahvetmek üzere yaşıyorlar gibiydi. Konuşmak istiyor ama yapamıyordu. Kelimeler yok olmuş gibiydi.

İçindeki öfke gün geçtikçe öğrendikleriyle daha da artıyordu. Rebekah neden bu kadar önemliydi? Ondan ve ailesinden ne istiyorlardı? Gözleri dolmuştu ama ağlamayacaktı. Bu zayıflara göre bir şeydi. O güçlü olacaktı. Güçlü olmak zorundaydı.

Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. Zihninde gerçek anne ve babasını canlandırdı. Teyzesini… Dudaklarında hafif bir gülümseme oluştu. Artık neden yetimhaneye terk edildiğini biliyordu ve onları suçlamayacaktı. Artık onların karşısına çıktığında istenmediğini duymaktan korkmayacaktı. Çünkü ailesi onu istiyordu. Bırakmak istememişti. Acaba onlarda Rebekah’ı arıyorlar mıydı? Nerede olduğundan ne yaptığından haberleri var mıydı? Genç kız aklına takılan korkunç düşünce ile gözlerini açıp suratsıza baktı.

‘’En azından bana yaşayıp yaşamadıklarını söyle.’’ Duyacağı cevaptan çok korkuyordu. Bunu daha öncede düşünmüştü. Yaşayıp yaşamadıklarından emin değildi. Ama bu düşünce onu şimdi daha da korkutuyordu.

‘’Endişelenmene gerek yok. Yaşıyorlar. Ama nerede olduklarını ya da kim olduklarını söyleyemem. Onları sen bulmak zorundasın.’’ 
Rebekah rahatlayarak tuttuğu nefesini bıraktı. Evet. Onları kendi bulacaktı. Başı korkunç bir şekilde ağrımaya devam ediyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve şakaklarını ovmaya başladı.

‘’Doğum gününden beri bedenin dengesizleşti dimi. Bir gün kendini bitkin hissediyorsun ertesi gün de doping almış gibi?’’ suratsızın konuşması üzerine genç kız gözlerini açıp ona baktı. Kaşları düşünceli bir şekilde çatıldı.

‘’Aynen öyle. Yakında doktora gideceğim. Tabii bütün bu saçmalıklardan zaman bulabilirsem.’’

‘’Önemli bir şeyin yok. Sadece güçlerin ortaya çıkmaya başlıyor. Bedenin de buna alışmaya çalışıyor. Mide bulantısı, baş dönmesi, terlemen hepsinin sebebi bu. Yara izinin acımasının da sebebi oydu. Yavaş yavaş güçlerine kavuşmaya başlıyorsun. Bedeninin güçlerine alışması için zamana ihtiyacı var.’’

‘’Yara izimin acıdığı gün de beni izliyordun dimi? Kaçırıldığım gün de dahil. Neden yardım etmedin? Beni koruduğunu söylemiştin.’’ Dedi genç kız sesini yükselterek.

‘’Farkındaysan benimde içinde bulunduğum iyiler takımı tarafından kaçırıldın. Bunu engellememin bir anlamı yoktu. Yapılması gereken oydu.’’ Rebekah homurdanarak avucuna aldığı kumları sis bulutuna doğru fırlattı. Suratsızın öksürmesi ve tükürmesi üzerine kıkırdadı.

‘’Lanet olsun esniyordum.’’ diye homurdandı. Rebekah’nın kıkırdamaları kahkahaya dönüşürken Suratsız onun gülmesi üzerine dikkatle ona baktı. Çok uzun zamandır genç kızı acı çekerken izlemişti. Şimdi güldüğünü görmek ona mutluluk veriyordu. Onun kahkahasına eşlik etti. Bir süre sonra sessizce oturdular. Rebekah suratsızın anlattıklarını düşünüyordu. Ellerine aldığı kumları yavaşça yere bırakırken Suratsızın konuşması üzerine bakışlarını ona çevirdi.

‘’Diğeri ne peki?’’

‘’Ne?’’ diye sordu genç kız Suratsızın sorusunu anlamamıştı. Suratsız arkaya doğru uzanıp dirseklerine yaslandı.

‘’İstediğim 2 şey var dedin. Biri teyze. Diğeri ne?’’ Rebekah’nın yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluştu. Başını öne eğip dikkatini kumlara verdi. Elini sıcak kumların arasına sokup karışık şekiller çizdi. Bir süre sustu ve Suratsızın sorusunu cevapladı.

‘’Kardeş. Hep kardeşim olsun istedim. Ailem sadece 3 kişiden oluştuğu için hep büyük ailelere özenirdim. Sarah ve Andrew’a kardeş istediğimi söylediğimde başka çocuk istemediklerini söylüyorlardı. Ama şimdi nedenini anlıyorum. Sarah’nın çocuğu olmuyormuş. Zaten beni de bu yüzden evlatlık aldılar. Sanırım sonradan başka birini de evlatlık almak istemediler. Ailede görüştükleri başka kimse de yoktu. Sanırım beni evlatlık aldıkları için görüşmüyorlardı. Nedenini bilmiyorum. Sadece üçümüz vardık işte.’’ Rüzgârın yüzüne savurduğu saçlarını kulağının arkasına itip Suratsıza baktı. Dalga geçmemiş ya da bir yorum yapmamıştı. Sadece sessizce duruyordu. Hiçbir yeri kıpırdamıyordu. Sis bulutunun ardında ne saklı olduğunu merak ediyordu. Şaşırmış mıydı? Üzülmüş ya da acımış mıydı? Genç kız omzunu silkerek bakışlarını denize çevirdi. Uzun bir süre daha sessice oturdular. Artık güneş yavaş yavaş batıyordu. Bir süre sonra Suratsız boğazını temizledi.

‘’Sabah oluyor artık uyanmalısın.’’ Suratsızın ses tonu boğuk çıkıyordu. Ancak genç kız bunun üzerine pek durmadı ve bakışlarını batan güneşe çevirdi. Burada güneş batıyordu. Ama anlaşılan o ki gerçek dünyada güneş yeni uyanıyordu. Derin bir nefes alarak kafasını salladı ve ellerindeki kumları temizledi.

‘’Son bir sorum daha var.’’

‘’Patlat bakalım.’’ Dedi suratsız kollarının başının arkasına koyup yere uzanırken. Ses tonu eski neşeli haline geri dönmüştü.

‘’Peki, sen ortaya çıktığında seni nereden tanıyacağım. Daha yüzünü bile görmedim.’’ 

‘’Orasını merak etme. Çıktığım an tanımaman imkansız olacak.’’

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Where stories live. Discover now