Detayla Randevu | Bölüm 74

En başından başla
                                    

Mutfak tezgâhına dayanmış elimdeki suyu bitirmeye çalışırken kapı zili iki kez çaldı. Gözlerim hemen oraya doğru kaymıştı. Bulunduğum yerden kapının yanındaki pencereyi görebiliyordum ve evin önüne park edilmiş siyah volvoyu da. Birden bire boğazımdaki yumrunun büyüdüğünü hissettim. Hani hastalanıp boğazınız şiştiğinde yutkunurken zorlanırdınız ya.. işte aynen öyle hissediyordum.
“Ben bakarım.” diye seslenerek kapıya doğru yürüdüm. Ayaklarım istemsizce sürükleniyordu. Ne zaman yerimden fırladığımı bile anlayamamıştım. Hissettiğim tuhaf şeye karşı koymaya çalışarak kapıyı açtım. Yüzünü gördüğüm an az önce olduğumdan daha da donmuştum. Tüm kaslarım gergindi. Sanki onu görmem bir şeyleri tetiklemişti. Tekrar yutkunmaya çalıştım. Boğazımdaki yumruk canımı acıtıyordu.
“Ben.. haberi duydum.” diye başladı. “..Jules’tan.” Gözleri endişeyle yüzümde gezinirken burnum acıyla sızladı. Gözlerim yanıyordu. Gözlerine bakarkense boşluktan kurtulduğumu hissediyordum. Göğsüme doğru yayılan acı sıcaklık da yerini aldığında gerçekten de elinde bomba tutan biri gibi durduğumu anlayabilmiştim. Edward’ın yüzünde de o bakış vardı. Elaine’in bana salondayken attığı bakış. Sanki tehlikeli bir maddeymişim gibi.. Öyleydim. Tıpkı hissedemeyen her insan gibi. Şimdiyse kalbimin sıkıştığını hissedebiliyordum.
“Ben iyiyim.” dedim ona ve bakışlarımı hemen yere indirdim. Sesim az önceki gibi katı değildi. Titremişti. Sonlara doğruysa tamamen kısılmıştı. İşte o zaman anlamıştım. Umursuyordum.
“Değilsin.” Başımı kaldırıp ona baktım.
Her zaman birileri nasıl olduğumuzu sorardı. Biz de ‘iyiyim’ derdik. İyi olmasak bile iyiyim derdik ve tüm o aptallar da buna inanırdı. Çünkü kimse gerçekten merak etmezdi. Kimse gerçekten nasıl olduğumuzu bilmek istemezdi. Ama bir gün biri gerçekten merak ederdi. Siz binlerce kez iyiyim deseniz de iyi olmadığınızı bilirdi. Siz de o kişinin sizin için en iyisi olduğunu bilirdiniz. Ondan başka kim sizi anlayabilirdi ki? Bu yüzden silahları indirip teslim olurdunuz. Ben de öyle yapmıştım.
Kalbimin en orta yerinden bir hıçkırık koptu ve görüşüm bulanıklaşmadan önce kendimi kollarına doğru attım. Parmaklarım tişörtünün kenarlarını sımsıkı kavramıştı ve o an gelip beni bulan binlerce duyguyla savaş veriyordum. Sanki ben bir salaktım ve söylenen şeyleri saatler sonra algılayabiliyordum. Bunu da şimdi algılayabilmiştim. Annemle babamın öldüğünü.. Gerçekten öldüklerini. Bunun onları aklımdan uzaklaştırmak için her gün kendime söylediğim bir şey olmadığını sonunda anlayabilmiştim. Bu sefer gerçekten de ölülerdi. Bu sefer gerçekten de terk edilmiştim.
Yine.

EBA

Ağlayan insanlara karşı her zaman bir zaafım olmuştu. Özellikle de değer verdiklerim ağladığında onları susturmak için elimden geleni yapardım. Ağladıklarını görmek bana kötü bir hissi getiriyordu ve şu sıralar kötü hislerle aram çok iyiydi zaten. Daha fazlasına gerek yoktu.
Ama göğsüm hıçkırıklarıyla sarsılan başıyla buluştuğunda, onu susturmamam gerektiğini biliyordum. Belki bugünden sonra ağladığında onu susturmak için çabalamadığım tek an olacaktı bu. Ağlaması gerektiğini biliyordum. Bu her ne kadar hoşuma gitmese de yapabileceği en iyi şeyin ağlamak olduğunu biliyordum. Bu yüzden kollarımı etrafında sardım ve hıçkırıklarını dinledim. Ona mahkeme celbini verdiğim gece de bunu yapıyordum. Ama o zaman odamda, kulağımda kulaklıklarımla birlikteydim. Çok geçmeden gidip ona sıkıca sarılmak istemiştim ama değişme korkusu beni yerimden bile kıpırdatamamıştı. Şimdi ona sarılabiliyordum. Ve bu her zaman olduğumdan daha güçlü hissettiriyordu.
Bir anda başını kaldırınca göz göze geldik. Yüzündeki o mahvolmuş ifade kalbimi sıkıştırdı, kısa sürede onu küçücük etmişti. Canımı acıtan ses tonuyla konuşmaya başladığındaysa biliyordum, ağlamasına gösterdiğim tolerans buraya kadardı.
“Edward, onlara hiçbirini sevmediğimi söyledim.” Gözlerini üzerimden çekmeden hıçkırdı. “Onlara benim için ölü olduklarını söyledim.”
Bir şeyler söylemem gerekiyordu. Onu yatıştıracak şeyler bulmam gerekiyordu. Benden yardım istercesine çaresizce yüzüme baktığının farkındaydım ama aklıma ona söyleyebilecek tek bir kelime bile gelmiyordu. Gözlerinin acıyla parlamasına dayanamıyordum. Ne yaptığımdan emin olmadan onu hafifçe ittirerek içeri girdim ve kapıyı kapattım. Şimdi salondaki meraklı gözleri de görebiliyordum.
“Şimdi  gerçekten..” Nefesi kesildiğinde içgüdüsel bir hareketle onu kolundan kavradım. Tekrar nefes alabildiğinde o son kelimeyi de söyledi. “..ölüler.” Başı gittikçe aşağıya doğru eğilerek göğsüme düştü. Sarsılan bedenini dizginlemek için kollarımı tekrar etrafında sardım. Gözlerim Jace’in omzundan kavramış Elaine’le birleşti. Başıyla yukarıyı işaret ettiğinde ona minnettar olmuştum. Gerçekten de birinin bana ne yapmam gerektiğini söylemesi gerekiyordu. Aksi halde onun için ne yapacağımı bilmeyecektim bile. Şimdiyse onu yukarı çıkarmam gerektiğini biliyordum. Parmaklarım saçlarını buldu ve başımı ona doğru eğerek konuştum. Dudaklarım saçlarına değiyordu.
“Her şey yoluna girecek.”
“Hayır, girmeyecek!” Kendini geriye atıp kollarımdan kurtuldu. Gözyaşları aralıksız akmaya devam ediyordu. Nefes almak için durmadan konuşamıyordu bile. Berbat haldeydi. “Öldüler, biliyorsun değil mi?” Gözyaşlarını durdurmaya çalışırcasına elini tersiyle yüzünü sildi ama daha fazla gözyaşına boğulmuştu. “Gerçekten öldüler ve ben-“ Havayı içine çekti. “..ben yine-“ Yutkundum. Her an yeri boylayacakmış gibi görünüyordu. “..ben yine terk edildim.”
“Bella, nefes al.” Elim onu yanıma çekmek için istemsizce ona doğru uzandı ama benden yine uzaklaşmıştı. Şimdi aramızda dört beş adımlık mesafe vardı ve ben bu mesafeden hoşlanmamıştım. Gözlerindeki acı hayal kırıklığıyla birleşmişti.
“Söyler misin neden sevdiğim herkes beni terk ediyor?” Parmaklarını saç diplerine geçirdi. Karşımda tam olarak ölü bir beden görüyordum.
“Herkes beni terk ediyor.” Sessiz fısıltısından sonra parmaklarını saçlarından geri çekti. Yere dökülen ince saç tellerini görebilmiştim. Nefes alışı hızlanmış, ama düzenini bulamamıştı. Bakışlarından korkuyordum. “Herkes beni terk ediyor..”
Sonunda beklediğim şey oldu ve ayakta kalmak için merdivenlerin tırabzanına uzattığı eli hedefini bulamadı. Yere düşmeden önce onu kolundan yakalayabilmiştim. Salondan ince bir çığlık sesi duydum. Bu beni daha da korkutuyordu.
“Bella!” diye seslendim endişeyle. Başı kollarımdan aşağıya sarkmıştı. Bu yüzden yüzünü göremiyordum ve kıpırdamıyor oluşu nabzımın hızlanmasına neden oluyordu. Bayılmış mıydı? Lanet olsun, insanlar bayıldığında ne yapılması gerektiğini bilmezdim ben! Aceleyle kollarımı etrafında dolayarak yere doğru eğilmiş bedenini kendime doğru çektim. Gözlerini sımsıkı kapatmış bir halde sessizce ağlamaya devam ettiğini görünceyse neredeyse bir oh çekiyordum. Bayılmamıştı.
“Hadi yukarı çıkalım.” dedim onu merdivenlere doğru yönlendirmeye çalışarak. Onu burada herkesin içinde sakinleştiremezdim. Ama en azından yalnız kaldığımızda onu sakinleştirebilecek şeyler bulabilirdim.
“Hayır, lütfen.” Kollarını boynuma dolayıp başını omzuma yasladı. Gitmemek için ayaklarını yere çivilemiş gibiydi. Ellerim altında titreyen bedenini hissettikçe kalbim hızla sıkışıyordu. Ağlamasına bir son vermek benim de yararıma olacaktı.
“Sadece yukarı çıkacağız tamam mı?” Direnişlerine rağmen onu merdivenlerin ilk basamağına getirdim. Sanki onu öldürmeye çalışan biriymişim gibi korkuyla bir çığlık attı ve merdivenlerin boş bıraktığım tarafından aşağıya inmeye çalıştı. “Bella sadece yukarı çıkıyoruz.” dedim kelimelerin üzerine basarak. Aşağıya inmemesi için tam önünde durmuştum ve bu yaptığımın şuan onu daha da çok ağlattığının farkındaydım. Ne yaptığını bilmiyordu ki. Onu suçlayamazdım.
“Hayır gitmek istemiyorum!” Kollarını sıkıca tırabzanlara dolamıştı. Can yakıcı ağlamasıysa ona tekrar dokunmamam için beni engelliyordu. Canını acıtmak ya da ona istemediği bir şeyi yaptırmak istemiyordum. Sadece ağlamaya ihtiyacı olduğunu da biliyordum. Yine de buna izin vermek canımı sıkıyordu.
“Ne bakıyorsun onu yukarı götürsene!” Elaine’in sesini duyunca ona doğru döndüm. Bakışları sertti. “Şu an kendinde değil.” Hızlıca bir iç çektim. Doğruydu. Burada daha fazla hırpalanmasına izin vermemeliydim. Başını tırabzanlardan aşağıya sarkıtmış ağlarkenki halini daha fazla görmeye dayanamazdım zaten.
Hızlıca ona doğru uzanıp onu belinden kavradım. Bunu yapmamla birlikte daha güçlü bir çığlık kopartmış, tırabzanlara daha sıkı tutunmaya çalışmıştı ama ona izin vermeyecektim.
“Hayır! Gitmeyeceğim!”  Diğer elimle ince bileklerine uzandım ve onları tırabzanlardan çektim. Bir sonraki saniyede kucağımdaydı. Ve az önceki halinden daha berbat bir hale gelmişti. Tişörtümü hissettiği acıyı durdurmaya çalışarak sıkarken bir yandan da boşluğa tekmelerini savuruyordu. Tıpkı Elaine’in dediği gibi, şuan kendinde değildi. Acı onu delirtiyordu. Nasıl tepki vermesi gerektiğini bile bilmediğinden emindim. Nasıl hissettiğini anlıyordum.
“Hayır, hayır, hayır!” diye bağırdı tekrar odasının kapısının önüne geldiğimizde. “Burasını istemiyorum. Buraya girmek istemiyorum.”
“Daha iyi hissedeceksin.” dedim bana inanması için gözlerinin içine bakarak. Ardından aralık kapıyı iterek kucağımda onunla birlikte içeriye girdim. “Güven bana olur mu? Hepsi geçecek.”
“Edward lütfen.” Tişörtümü sıkan elleri tekrar boynumu buldu. Gözlerimin içine doğru bakan yaşlı, yalvaran gözlerle karşılaşmıştım. Soluk boruma bir tıpa kaçmış gibi hissediyordum. Nefes alıyordum, ama havayı hissetmiyordum. “Korkuyorum.”
“Korkmana gerek yok. Sadece uyuyacaksın, tamam mı? Sadece uyuyacaksın.” Yatağına doğru ilerleyip onu yatağın üzerine bırakmaya yeltendiğimde uzun ve savaş çığlığına benzer bir çığlık kopardı. Bu ani çıkışı beni korkutmuştu. Kucağımda sırtını dikleştirip boynuma daha da sıkı sarıldı. Şimdi yüzünü göremiyordum ama hıçkırıkları kulağımdaydı.
“Edward lütfen.” Hıçkırıkları arasında konuşamıyordu. “Beni bırakma.”
“Bella. Seni bırakmayacağım. Bak, yanındayım.” Uyuması fikri aklıma nereden gelmişti bilmiyordum ama bu harika bir fikirdi. Uyuyunca birçok şey düzelirdi. Uyandığında daha iyi hissedeceğini biliyordum. En azından birkaç saat dinlenmesi bile onun için iyi olacaktı.
“Yarın daha iyi olacaksın.” dedim onu kendimden ayırıp yatağa bırakabildiğimde. Ama bu seferde elleri kollarımı kavramıştı.
“Hayır, bana bunu söyleme lütfen bana bunu söyleme.”
“Tamam, sakin ol.”
“Uyandığımda gitmiş olacaksın.”
“Hayır, buradayım. Hiçbir yere gitmeyeceğim. Hadi yat.” Pikeyi açıp içeri geçmesi için onu yüreklendirmeye çalışıyordum. Ama gözleri hala gözlerimdeydi. Bana bakarak ağlamaya devam etmesi beni geriyordu. Hissettiği acının bir diğer versiyonunu da ben hissediyordum sanki ve yanaklarına düşen damlalar tüm gücümü kırıyordu. Onlara karşı hiçbir zaman dirençli olamamıştım.
“Yalvarırım gitme.” Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Bunu söylemesini istemiyordum. Bana hiçbir şey için yalvarmasına gerek yoktu. Her zaman yanında olacaktım zaten.
“Bella, yalvarmana gerek yok.” Sesim sert çıkmıştı. “Sana burada olacağımı söyledim, bir yere gitmeyeceğim.”
“Ellerim titriyor.” dedi ciğerlerine havayı çekmeye çalışırken. Dağılmış saçlarına, kıpkırmızı olmuş burnuna baktım. Durumu hiç de iyi değildi. Kaybetmekten deli gibi korktuğunu biliyordum. Eski haline dönmesi zaman alacaktı. Ama bunu yapabileceğini biliyordum. Bunu atlatacaktı.
“Kenara kay.” Bu sefer dediğimi yaparak yavaşça yatağın diğer tarafına doğru kaydı. Bana açtığı boşluğa yerleştikten sonra ellerinden tutup onu yanıma çektim. Hıçkırıkları durmuştu. Titreyen ellerini avuçlarım arasına hapsettim ve ona güç verircesine sıktım.
“İyi olacaksın.” Bunu söyledikten sonra tıpkı elleri gibi titreyen dudaklarını dişledi. Ağlamamaya çalıştığını görebiliyordum ama bunun elinde olmayan bir şey olduğunu da biliyordum. Gelip başını tekrar göğsüme yasladığında kollarımı yorgun bedenine doladım. Sonunda ona sıkıca sarılabiliyordum ama keşke ona böyle sarılıyor oluşumun nedeni daha farklı olsaydı. Bundan başka her şey olabilirdi. Onları aklından uzaklaştırmaya çalışsa da içten içe özlediğini, sevdiğini, aramaları için yanıp tutuştuğunu biliyordum. O Bella’ydı. Jace’ten bile hassastı. Ve aslında onun kadar çocuk..
“Şimdi hiç kimsem yok.” Kalbimin tam üzerindeki kumaşın ıslandığını hissettim. “Hiç kimsem yok.”
“Bana bak,” Canını acıtmamaya çalışarak parmaklarımla çenesinden kavradım. Şimdi neredeyse burun burunaydık. “Senin her şeyin var.” Yüzündeki yaşları hızlı hareketlerle temizlerken devam ettim. “Seni seven insanlar var. Jace, Elaine, Jules, annem, Neil,.. herkes.” Yanağında duran parmağıma birkaç damla yaş düştü. “Ve ben.” diye ekledim ardından. “Tabi eğer beni de sayarsan.” Kucağına düşen bakışları tekrar benimkilerle birleşti. “Gitmemi istemediğin sürece yanındayım.”
“Yani sonsuza kadar burada mı kalacaksın?” Hafifçe tebessüm ederek kollarımı tekrar etrafında sardım ve başımı yatağın başlığına yasladım. Parmaklarım saçlarını bulmuştu.
“Eğer uyursan kalırım.”
“Tamam.” dedi ağlamaktan yorgun düşmüş, ince sesiyle. “Ama ben uyuduktan sonra gitme.” Parmakları bunu garantilemek istercesine tekrar tişörtümü sıkıca kavradı. Yüzüne yapışmış saçlarını geri çekerken son kez burnunu çekmişti.
“Gitmem. Uyu hadi.”
Bedeni bir süre daha ani titremelerle sarsılsa da, sonunda hareketsiz kaldı. Sadece yavaşça nefes alıp veriyordu. Hafifçe eğilip yüzüne baktım. Gözpınarları hala ıslaktı. Burnundaki kızarıklıksa henüz geçmemişti. Yüzü hala solgundu. Ama bundan da canlı çıkacağını biliyordum. Şimdi üzgündü, kırıktı, onları kendinden uzaklaştırmaya çalıştığı ya da telefonlarını açmadığı için pişman hissediyordu. Belki de seslerini son bir kere bile duyamadığı için kendine kızgındı. Ama toparlayacaktı. Bende öyle olmuştu. Yıllar her şeyi daha iyi hale getirir miydi bilmiyordum. Ama en azından unutturuyordu. Asla atlatamayacağınızı sandığınız şeyi bile aradan belli bir zaman geçtiğinde unuttuğunuzu fark ediyordunuz. Babamı unuttuğumu söyleyemezdim. Ama en azından kendimi suçlamayı bırakmıştım. Evet, onu hala özlüyordum. Birlikte geçirdiğimiz günlerin hafızamdan silinmemesi için onları her gün yeniliyor, eski fotoğraflarımıza bakıyordum. Ama acıyı unutmuştum. Öldüğünü söyledikleri gün hissettiği acı, şimdi yoktu.
Parmaklarımı saçları arasından bir kez daha geçirdim. İyi olacaktı. İyi olması için elimden geleni yapacaktım. Aklını sürekli meşgul tutacak, onları düşünmesine izin vermeyecektim. Bana yardım etmeye çalıştığı ya da beni karşılıksız sevdiği tüm o zamanın karşılığını vermeliydim. Yeniden gülmesini sağlamalıydım..
Tam gözlerimi kapatıp uyandığında ona söyleyeceklerimi düşüneceğim sırada odanın kapısı ses çıkarmamaya özen gösterilerek yavaşça açıldı. Kapının kenarından görünen sarı kafayı görünce gülümsedim. Jace. Üzgün yüzü göğsümde yatan Bella’ya doğru kaymıştı.
“Gelebilir miyim?”
“Geç bile kaldın. Zıpla yatağa.” Benden onayı alınca sessizce kapıyı kapattı ve eline aldığı terlikleriyle birlikte yatağın diğer tarafından dolandı. Onun da uyuması gerekiyordu. Gecenin bir yarısı uyandığını tahmin edebiliyordum. Aslında, herkesin iyi bir uykuya ihtiyacı vardı.
“Annem ağlayınca canım acıyor.” dedi pikenin içine gömülüp uyuyacağını düşündüğüm sırada. O da benim gibi sırtını yatağın başlığına yaslamıştı. İri gözleri düşünceliydi.
“Benim de.” dedim iç çekerek.
Bir süre konuşmadık. Onun gözleri Bella’da, benimkilerse karşıdaki duvardaydı. Yaşadığı onca acıyı düşünüyordum. Aslında içten içe ne kadar çok kırık olduğunu.. Buna rağmen yine benden yardım bekleyişini.. O hayatımda gördüğüm en güçlü kadındı.
“Gece sürekli gülüp duruyordu.” Konuşmaya başladığını duyunca ona baktım. Sarı kafası yine karışık olmalıydı. “Sonra telefonda dayıma bağırdığını duydum.” Omuz silkti. “Tekrar gülsün istiyorum. Eve dönmek istiyorum, baba.” Gözleri buğulandı. “Bizi eve götür.”
“Götüreceğim. Güven bana. Yakında evimizde olacağız.”
“Ama annem de bizimle gelecek?”
“O gelmezse seni eve alacağımı mı sanıyorsun?” Gülerek yanındaki yastığı alıp yüzüne bastırdım. “Beş para etmezsin.” Yastığı yüzünden çekerek sessizce güldü. Eh, en azından içlerinden birini güldürebilmiştim.
“Ama beni seviyorsun.”
“Evet. Seni ve yağlı saçlarını. Cidden dostum. Bunlar ne böyle? Ayda bir mi yıkanıyorsun sen?”

Dediğim gibi, o hayatımda gördüğüm en güçlü kadındı. Her zaman iyi olmanın bir yolunu bulurdu. Bu sefer de bulacaktı.

Detayla RandevuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin