Detayla Randevu - Bölüm 65

En başından başla
                                    

Ertesi gün akşama doğru biraz hava almak için dışarı çıkmıştım. Daha sonra da Jace’i okuldan almaya gidecektim. O zamana kadar biraz yürüyebilirdim ve bu bana iyi gelebilirdi. İki gece önceki dudaklarının verdiği tadı unutabilmek için. Saçmaladığımı görünce kendi kendime güldüm. Bir yandan da sokakta anlamsız bir şekilde yürümeye devam ediyordum. Nasıl unutabilirdim ki? Hala beni ilk öptüğü günü bile hatırlarken daha taptaze olan anımı nasıl unutabilirdim? İmkânsızdı.
Yeni boyanmış sokaklar arasından geçerek Ana Cadde’ye çıktım. Yönümü köşede gördüğüm kitapçıya doğru çeviriyordum ki hemen yanımda bir fren sesi duydum.
“Selam.” Başımı yanımda duran arabaya doğru çevirdim ve arabanın içinde bana gülümseyen mavi gözleri buldum.  Tamam Bella, dedim kendi kendime. Olgun biri gibi davran.
“Selam.”
“Jace’i okuldan almaya gidiyordum. Gelsene,” Ardından ön kapının açılma sesini duydum. O an karar vermek için saniyelerim vardı. Ya kitapçıya gidip korkaklık edecektim, ya da arabaya binip ona gerçekten unuttuğumu, liseli kızlar gibi onun hayaliyle uyumadığım yalanını kanıtlayacaktım.
“Arabayı yıkatmışsın.” dedim yerime oturduğumda, ardından kapımı kapattım ve araba hareket etti.
“Neil dün gece arabama kustu. Yıkatmasam olmazdı.” Kemerimi takarken ellerim titriyordu. Düşünmeden edemiyordum. Ya tekrar sıkışırsa? Zaten buraya oturduğum andan beri gözümün önüne gelen görüntülerden kurtulamıyordum. Kalbim hissettiğim gerginlikle birlikte sıkıştı. Acaba insem her şey daha mı iyi olurdu?
“Sen nereye gidiyordun?” Vakit geçmeden cevapladım.
“Sadece dolaşıyordum. Bugün izin günümdü.”
“Anladım.” Bir süre sessiz kaldık. Yine ister istemez onunla Jace’in balosundaki gece yaptığımız gibi konuşmak istediysem de kendime engel oldum. Gergindim ve onunla sadece arabanın içindeyken bile baş başa kalmış olmak beni daha da geriyordu. Kendimi küçücük hissediyordum. Sessizlik sürmeye devam edince bu boğuk havadan sıkılıp kendi camımı açtım. Bana hava gerekiyordu.
“CD’leri karıştırabilirsin.” dedi sonunda. Sesinin tınısından naziklik akıyordu. Başımı ona doğru çevirip tüm hissettiklerime rağmen dokunmak istediğim suratına baktım. “Nothing Else Matters var.” Ah, yine eskiler. Bunu bu sıralar çok yapıyordu. Gözümün önüne o beş yıl önceki ve şimdiki halime göre tasasız olan halim gelince buruk bir gülümseme oluştu yüzümde. Ardından ağzıma metalik, demirimsi, iğrenç bir tat yayılmıştı. Kendi kendime tekrar ettim. Geçmiş, geçmiştir.
“Artık sevmiyorum.” Cevap çok gecikmedi.
“Ne değişti?”
“Ne mi değişti?” Sesim de gülüşüm gibi alaylıydı ama içten içe sinirliydim. Hatta bana çok iyi, ılımlı bakan gözlerini gördükçe daha da sinirleniyordum. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Yaşanan onca şeyden sonra hala neyin değiştiğini nasıl sorabiliyordu?
“Yani demek istediğim-“ Korkunç bakan yüzümden anlamış olacak ki bir şey söylemeye çalıştığında sözünü kestim.
“Şaka yapıyor olmalısın! Gerçekten de bendeki her şeyin eskisi gibi kalacağını düşünmüyordun değil mi? Ve bana soruyorsun, ‘ne değişti?’ ! Biraz düşünsene, sence değişmeyen tek bir şey var mı?” Ani tepkimin yüzünde oluşturduğu ifadeye bakıp acı acı güldüm. “Ah, sen hariç tabiki.”  “Bella,” dedi ismimi vurgulayarak. Gözlerim dolmaya başlıyordu. “O geceyi unutalım diyen sendin.”
“Davayı açan da sendin!”
“Biliyorum! Beni dinlemeyi kabul etsen belki de-“
“Ne var biliyor musun?” Gözlerimi birkaç saniyeliğine sımsıkı kapatıp ardından tekrar açtım. Yine her şeyi batırmıştım. “Boş ver.”
“Konuşmama izin bile verm-“
“Evet, lütfen boş ver tamam mı? Ben gerçekten.. boş ver.”

EBA

“Yine ben ve yine bir abiyenin içindeyim. Söyler misin, abiyelerle derdin ne?” Buzdolabından yeni bir şişe buz gibi soğuk su almıştım ki sesini duyunca kaskatı kesildim. Ah, hayır..
“Gelmek için daha iyi bir zaman bulamazdın.(!)” Şişeyi kafama dikerek yanından geçip salona doğru ilerledim ve uzun maun sehpanın karşısındaki koltuğa oturdum. Aslında bunca zamandır uğramadığına şükretmeliydim. Bir süreliğine rahat kalabilmiştim. Kafamdaki o bitmek bilmeyen sesler, görüntüler, çığlıklar olmadan. Ama içten içe tekrar geleceğini biliyordum. İçimdeki şey beni kolay kolay bırakmayacaktı. Yanıma oturup gülümsedi. Umarım aniden delirip beynimi sikmez.. diye geçirdim içimden. Çünkü canavar olan Bella bana asla tolerans göstermezdi.
“Ee, anlat bakalım. Ben yokken çok sıkıldın mı?” Gözlerimi devirip şişenin içinde kalan suyu bitirdim.
“Gerçekten de buraya geldiğinde benimle konuşmak zorunda mısın? Artık kabak tadı vermeye başladı. Ne yapacaksan yap, ve git.”
“Belki de bininci kez olacak ama buraya kendi isteğimle gelmiyorum, bebeğim. Beni yanında isteyen sensin. Ne o? Seni yine kırdım mı yoksa?” Yine iyi noktaya bastırıyordu. Anlamaması için ifadesiz durmaya çalıştım ama artık bir şeyleri saklamakta o kadar da iyi değildim. Anlamıştı.
“Ah-ha.. Tam da tahmin ettiğim gibi. Seni kırmışım.” Sırıttı. “Buna sevindim.”
Hafızamda bana o geceyi unutmamızı istediğini söylerkenki hali canlanınca canım tekrar acıdı. O kadar ciddiydi ki, onu geri kazanmak için her şeyi yapmayı göze almış bir yanım olmasa, buna inanırdım. Ama inanmak istemiyordum. Mantıklı bir şeyler bulmak için çabaladım. Sıcaklık giderek artarken bunu yapmaksa beni zorluyordu.
“Evet beni kırdın ama bunu isteyerek yapmadığını biliyorum. Sadece.. çok ani olmuştu.”
“Ah, evet.. O ateşli öpüşmemiz..” Tüylerimi ürpertecek kadar etkileyici bir iç çekince yutkundum. Hayaldi ya da değildi, onu öpmek istememe sebep oluyordu. “Ani olduğu konusunda haklısın ama etkisinden çıkmam çok az zamanımı aldı.” Her zaman ikna edici çıkan sesine inanmamaya çalıştım.
“Etkisinden çıkmış olduğunu sanmıyorum.”
Gerçekten böyle düşünüyordum. Çünkü ben çıkamamıştım. Aklım hala parmaklarının saçlarımı kavrayıp beni kendine doğru çekişindeydi. Gözlerimi kapattığım an bunu tekrar hayalimde canlandırmadan edemiyordum. Onu çok fazla özlemiştim. Ve onun da beni özlediğini biliyordum. Ya da karşıma geçip buz gibi gözleriyle bana ‘unutalım’ dediğinde aslında kalbinin nasıl da acıdığını biliyordum. Hissedebiliyordum. Evet, bana eskisi gibi davranmıyor olabilirdi. Bana eskisi gibi olmadığını söylüyor olabilirdi. Ama neden böyle davrandığını anlayabiliyordum.
Korkuyordu.
Onu bilmem kaçıncı kez daha hayal kırıklığına uğratacağımdan, ona tam bir piç gibi davranacağımdan, ağladığı zamanlar kendimi odama kapayacağımdan ya da hevesini yarıda bırakacağımdan. Çünkü onunla olduğum zamanların çoğu böyleydi. Bella severdi, bense ondan kaçardım. Sevilmekten, verdiği değerin ağırlığından, sorumluluktan.. Ama şimdi her şey değişmişti. O değişmediğini söylese de değişmiştim ve onu geri istiyordum. Hayatımdan boyunca ilk defa kendimden bu kadar çok emindim. Geçmişte yaptığım her şeyi düzeltmeye kararlıydım. Hatta buna başlamıştım bile. Artık ne hissettiğimi saklamıyor ya da söyleyeceklerimi on kez düşünmüyordum. Normal biri gibi olmaya çalışıyordum. Normal hissetmeye çalışıyordum. Bunu gerçekten onun için yapıyordum çünkü Bella hayatımda önem verdiğim, gitmesinden deli gibi korktuğum tek kişiydi. Zaten herkes beni teker teker terk ederken, onun da gerçekten gitmesine dayanamazdım. Bu yüzden inanıyordum. Bunu düzeltecektim. Hala beni severken bunu tekrar boşa çıkarmayacaktım.
“Tamam, kabul etmeliyim..” diye mırıldandı bir süre sonra. Bakışları yumuşacıktı. Sanki o gerçekti ve ikimiz tekrar bu evdeydik.  “Oldukça değiştin. Bunu senden asla beklemiyordum ama bunu yapabildin. Sadece bunu kabul etmek istemiyorum.”
“Çünkü korkuyorsun.”
“Evet..” Gözleri yaşlarla dolunca gözlerini benden kaçırıp başını önüne doğru eğdi. “Hayal kırıklığına uğramaktan yoruldum. Seni beni sevmeye zorluyormuşum gibi hissettirmenden yoruldum. Bana bakmandan bile korkuyorum artık. Çünkü hep gidecekmiş gibisin.” Ses tonundaki çaresizlik kalbimi olduğu yerde daha da küçülttü. O kadar iyi oynamıştım ki onu nasıl ikna edeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ya hep değişmediğimi düşünürse?
“Gitmeyeceğim.”
“Hiç kalmadın ki.” Tekrar göz göze geldik. Benim yüzümden hissettiği acının her zerresini hissedebiliyordum şimdi. Göğsümü koca bir boşluk kapladı önce. Bu boşluk acıdan bile daha kötüydü. O gözlerime bakarken içimdeki boşlukla yıllarca yaşamışım gibi hissettim. Bittiğini sandığım sırada sol tarafımda bulunan tüm hücreler teker teker ezildi sanki. Kalbim mi parçalanıyordu? Dayanılmaz bir ruhsal acı hissediyordum. Hissettiklerim gözlerimin yaşarmasına sebep oldu. Kalbimde bir ton yük vardı.
“Bana söz ver,” dedi ben acıyla inlerken. Sırtımdan aşağıya doğru akan ter damlaları artmıştı. “Pes etmeyeceğine dair söz ver.”
“Söz.”
“Edward, inanmak istiyorum. Beni sevebiliyor olmana, beni tekrar yüzüstü bırakmayacak olmana.. Ama beni ikna etmelisin.” Etraftaki diğer her nesne önemini kaybetti. Sadece onu görüyordum. Şimdi hayal olduğu çok belliydi. Ama yine de başımı salladım. Kalbimi söküp almaya çalışan bu acı aklımı başımdan almıştı.
“Deniyorum.”
“Daha iyi dene. Çünkü her an boşluğa düşebilirim.”
“Bana ne yapacağımı söyle.” dedim yalvarırcasına. Vücudum ateşler içineydi. Ve uzaklardan kulağıma dolan sesler duyuyordum. Bir müzik miydi bu, bir melodi miydi? Bilmiyordum. O konuşurken sesler çoğaldı.
“Yapmanı beklemeyeceğim şeyler yap. Beni önemli hissettirecek şeyler. Ve beni asla yalnız bırakma.”
“Bunu.. sen mi yapıyorsun?” diye sordum birden. Sesim tedirgindi. Ona ya da onu nasıl geri alacağım konusuna odaklanamıyordum. Gözlerimi kapatıp sesleri durdurmaya çalıştım. Nefes almaya ve sakin kalmaya çalıştım. Ama olmuyordu. Sesler şiddetini giderek arttırdı. Saatin tik tak’ları beynimi delip geçti yine her seferinde olduğu gibi. Hissedebiliyordum. Yeniden oluyordu. Ben deliriyordum.
Endişeyle ayağa fırladım. Pantolonum terden bacaklarıma yapışmıştı. Gözlerimin takıldığı her yerdeki ayrıntı beynimi kazıyordu. Yemek masasının arkasındaki piyanoyu gördüm. Sonra nota defterimi. Defterin yaprakları açıldı gürültüyle. Tek tek. Oradaki notaları gördüm. Onları yazarken attığım her bir kalem darbesi ayrıldı birbirlerinden. Mürekkepler havada dans ediyordu.
Başımı ellerim arasın alarak bunu durdurmaya çalıştım. Bakmamaya, baktığımda görmemeye çalıştım. Koltukların kumaşı altındaki yumuşak pamukları ya da su şişesin içinde kalmış damlaların minik baloncuklarını. Ama olmuyordu. Elimde değildi. Baktığım her yer beynimi ele geçiriyordu.
“Durdur şunu!” diye bağırdım dayanamayacak hale geldiğimde. Geri geri gidip arkamdaki duvara yaslandım. Soğuk duvar anında ateş gibi olmuştu.
“Bunu ben yapmıyorum. Sen yapıyorsun.” Yanıma gelip yüzüme uzandı. Dokunuşu bile zarar veriyordu bana. Yanaklarımın uyuştuğunu hissettim. Sen delirdin.”
“Hayır. Hayır, deli olan sensin.” Odanın içindeki inanılmaz sıcaklık nefesimi kesti. Aldığım sıcak hava ciğerlerimi kömür gibi yaktı.
“Daha da kötüye gideceksin.” Yavaşça yaslandığım duvarın dibine düştüm. Ben nefes almaya çalıştıkça her şey daha da kötüye gidiyordu. İçimdeyse çığlık çığlığa yardım isteyen biri vardı.
“Direnmeyi bırak. Kendini böyle kabul etmelisin. Sen delisin ve aklındaki binlerce deliyle yaşamaya devam edeceksin.”
“Kes sesini!” Nasıl yapmıştım bilemiyordum ama içimde kalan tüm gücü toplayıp ayağa kalktım ve hızlıca masanın üzerindeki anahtarları kaptım. Buradan çıkmaya ihtiyacım vardı. Buradan gitmeliydim. Burası beni öldürecekti.
Kendimi arabaya attığımda nefes nefeseydim. Bu haldeyken araba kullanmak saçmaydı, aptalcaydı. Ama gitmek istiyordum. Bu evde tek başıma ölmek istemiyordum. Benim.. benim onları bulmam gerekiyordu. Hızla yola çıktığımda tekrar yanı başımda belirdi.
“Kurtulabileceğini sandın ha?” Kahkahası kulaklarımda çınladı yüzlerce kez. Dişlerimi sıkıp dinlememeye, hiçbir şeye odaklanmamaya çalıştım. “Kendi beyninden kaçmaya çalışman komik. O seni her zaman bulacak.”
Yol boyunca susmayıp beni delirtmeye devam etmişti. Arabanın ön camı paramparça olduğunda bile direnmeye devam ettim. Bella asla pes etmemi istemezdi. Teslim olursam hayatım boyunca kendime tutsak olurdum ve ben bunu istemiyordum. Delirmek istemiyordum. İstediğim tek şey bana sıkıca sarılıp saçlarımla oynamasıydı. Onun kollarında tekrar iyi olabilirdim.
Arabayı durdurur durdurmaz hızla aşağıya indim. Yapmak istediğim şey kendimi bir şekilde kapının önüne kadar getirmek daha sonrada ona her şeyi anlatmaktı. Beni anlamasını sağlamaktı. Ama birden bunu yapamayacağımı fark ettim. Ona söyleyemezdim ki. Ona delirdiğimi söyleyemezdim. Acınası bir adam olduğumu ve kafamın içinde dönen şeyleri söyleyemezdim. Benim sorunlarım artık onu üzmemeliydi. Bunca zaman ondan saklamışken ben şimdi ne halt etmeye çalışıyordum?
Tüm çaresizliğimle birlikte arabanın yanındaki kaldırıma çöktüm. Artık sesleri duymuyordum. Ama biliyordum. Hayatım boyunca bende hep bir sorunun olduğunu biliyordum. Garip olduğumu, kimseye benzemediğimi, insanlardan uzakta yaşamak zorunda hissettiğimi.. Ben bir ucubeydim. Eskiden bunun sorun olmadığını düşünürdüm. Bella’nın sorunumu bulmaya çalışırkenki haliyle alay ederdim. Ama şimdi bana yardım etmesine o kadar ihtiyacım vardı ki.. İnleyerek başımı ovuşturdum tüm deliliklerimi silmek istercesine. Ama artık kaldıramıyordum. O yokken her şey daha kötüydü.
“Edward?” Arkamdan gelen sesi duyunca irkildim ve hızlıca oraya döndüm. Gözlerimi dolduran yaşlar yüzünden bir süre bulanık görmüştüm ama daha sonra evin önünde bana şok olmuş bir şekilde bakan yüzü görünce dondum. İşte şimdi sıçmıştım.
“Elaine?!” 

Detayla RandevuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin