3.7

4.2K 430 92
                                    

Medya: LP - Muddy Waters (Live Session)

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın!


***


Şans.

Sözlük anlamı, rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi veya kötü durumlar hazırladığına inanılan güç.

Ya da çoğu insan için sonradan var edilmiş nitel bir varsayım.

Şans bir ihtimaldir. İyi ve kötü ihtimallerin bütünüdür ve bu yüzden şans ihtimali sonsuzdur. Başımıza gelecek tek güzel veya kötü şeyin binlerce gerçekleşme yolu vardır.

Benim için ise şans, tamamen kötülüklerden meydana geliyordu.

Ve başıma gelebilecek tek kötü şeyin, binlerce gerçekleşme yolu vardı. Şansım, sonsuz ihtimaller dahilindeydi ve bilirsiniz ki şans; hiçbir zaman, iyi anlamda, ben deniz Park Jimin'den yana olmamıştı.

Neredeydim, ne kadar süredir bilincimi yitirmiştim yahut bana ne yapılmış veya verilmişti de bu hale gelmiştim hiçbir fikrim yoktu. Başım ağrıyordu ve üşüyordum. Soğuk, bir mermi gibi bedenimi delip geçiyordu ve hiç olmadığım kadar halsiz ve güçsüz hissediyordum. Bitiktim. Bitik hissediyordum. Tavandan sarkıtılmış zincirlerle kollarımın başımın üstünde bağlandığı, üzerimde iç çamaşırımdan başka bir şey yokken öylece sert ve soğuk duvara yaslandırılmış bir şekilde durduğum bu odada bitik ve sona gelmiş hissediyordum.

İlk kez sona bu kadar yakın hissediyordum.

Görüş yetimi yeterli ölçüde kazandığımda, bulunduğum odanın iğrençliği karşısında suratımı buruşturmadan edemedim. Ben de kötü bir durumdaydım ama sanki, oda benden daha perişandı. Duvarlarında ne olduğunu çözemediğim, çözmek de istemediğim lekeler vardı. Köşede bir ayağı kırık yatak vardı ve üzerindeki döşek gerçekten çok kötü bir durumdaydı. Eskiliği yetmezmiş gibi, yer yer sahip olduğu yırtıklarından süngerler fırlamıştı ve açık gri kumaşının üzerinde yağa benzer lekeler barındırıyordu. Elimde bile olmadan o yatakta yatmak istemeyeceğimi düşündüm. Yatağın hemen karşısında bir kapağı açık kalmış, yıkık dökük bir gardırop vardı. Ama asıl tiksinmemi sağlayan şey ise hemen karşımdaki duvarda bulunan büyük sayabileceğim aynaydı.

Çünkü bakışlarım değdiği anda, aynada kendi yansımamla göz göze gelmiştim.

Aynadaki aksimden tiksinmiştim ve kendi yansımamla bakışırken ne denli berbat bir halde olduğumu tam anlamıyla gördüm.

Göz altlarım mosmordu. Turunculuğundan eser kalmayan saçlarım hiç olmadığı kadar dağınıktı. Çıplak ve rengini neredeyse yitirmiş tenimin üzerinde yer yer morluklar vardı ve en kötüsü ise, başımın üzerinde, bir zincirle bağlı olan kollarımdan sarkan borular ve boruların içini dolduran sıvıydı. Beynimde bir şimşek çakmışa döndüm. Gerçeklik sert bir tokat olarak indi suratıma.

Kanımı alıyolardı.

Kolumdaki şırıngadan borulara kanım akıyordu ve oradan da hemen uçlarında, duvara bir kancayla asılmış olan torbaların içine yol çiziyordu.

Kanımı çekiyolardı ve yapabileceğim hiçbir şey, karşı koymak için ise gücüm yoktu. Resmen ölüyordum. Hayır, resmen öldürülüyordum ve direnme gibi bir şansım dahi yoktu.

Ölüyordum, sikeyim, beni öldürüyolardı.

Yoongi.

O neredeydi? Eve gelip de beni bulamayınca ne yapmıştı? Ben kaç gündür buradaydım? Anlamış mıydı? Anlamış mıydı acaba beni alıkoyduklarını ve ölüme sürüklediklerini? Arıyor muydu beni? Suçlu hissetmiştir ve hissetmeye de devam ediyordur kesin. Benim yüzümden kendini suçlu hissettiğine emindim. Tanrı bilir kendine ne kadar küfür etmişti beni tek başıma bırakıp gittiği için. Elindeki boya kutusuyla girdiği evimizde benim yokluğumu hissedince lanetler savurmuştur. Hatta elindeki boya kutusunu yere fırlatıp olağan gücüyle tekmeleyip kutunun odanın en ücra köşesine savrulmasını sağladığına kalıbımı bile basabilirdim.

True Blood // Yoonmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin