2.8

4.5K 516 208
                                    

Medya: Imagine Dragons - Battle Cry

oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen :3


***


*Min Yoongi*

Yaşadığım şu uzun hayatta kendimi kaybettiğim iki an vardı: Babamı öldürdüğüm an ve turuncu saçlarıyla, terden üzerine yapışmış gömleğiyle barda, kelimenin tam anlamıyla ışıkların altında parlayarak dans eden Park Jimin'i gördüğüm an.

Bu iki an, hayatımın farklı zamanlarındaki milatlarıydı.

Sadece biyolojik olarak ebeveynim olan, onu asla gerçek bir baba olarak görmediğim adamı öldürürken delirdiğimi hatırlıyordum. Bana, anneme ve kardeşime yaptıkları bir bir gözümün önünden geçip gitmişti. Acımadan, pişmanlık duymadan öldürdüm onu. Yavaş yavaş, acı çektiğinden emin olarak. Damlayan kanlarını içime çekerek öldürdüm. Onu, kendi yarattığı yaratıkla vurmuştum. Ve sonunda, kötü anılarla dolu olan dosyayı kapatmış, onunla birlikte küle çevirmiştim.

Öte yandan Park Jimin... Onu gördüğüm ilk an öyle güzel, öyle ulaşılmaz görünmüştü ki gözüme, imkansız gibiydi. Vampir bara ilk kez geldiğini haykıran çekingen ve biraz da korkmuş gözlerinin aksine duruşu dik ve kendinden emindi. Gözleri her şeyi haykırmasına rağmen kaşlarını çatmış, yüzünü sert tutmaya çalışarak duruşunu daha da sağlamlaştırmayı amaçlamış olmalıydı. Turuncu saçları ve tenine yapışmış beyaz gömleğiyle o kadar güzel görünüyordu ki, o farkında değildi ama bara adım attığı ilk anda kadın ve erkek birçok vampirin ilgisini üzerinde toplamıştı. Ve bunun farkında olmak beni sinirlendirmişti. Gözlerin üzerinde olduğunu görmek, haddim olmamasına rağmen, beni sinirlendirmişti.

Bu yüzden yanına Jackson'ı göndermiştim.

İlk başta gerçekten, gerçekten ama gerçekten onu yatağa atma gibi bir düşüncem yoktu. En azından o gece için. Sadece gecenin imkan verdiği ölçüde onu uzaktan izlemek, ben onu izlerken de kuzu görmüş aç kurtlar gibi onu seyredenlerden uzak tutmak istemiştim.

Ancak sonunda ben, içimdeki kurda yenik düşmüştüm.

Kendimi kaybettiğim anın tam olarak neye tekabül ettiğini bilmiyordum. Ancak tahminimce, terlediği için alnına ıslak tutamlar olarak serpilmiş turuncu saçları, vücuduna iyice yapışan gömleği ve gömleği altından görünen teni çıldırtmıştı beni. Dar pantolonunun sıkı kalçalarını ortaya serişi yetmiyormuş gibi müziğe uygun ettiği hareketlerle gözlerim sürekli kalçalarına kaymıştı. Son darbe ise dilini dolgun dudakları üzerinde gezdirirken, gömleğinin üstten iki düğmesini daha açıp tenini iyice gözler önüne sermesiyle üzerime inmişti. O an hatırladığım tek şey viski dolu olan bardağı tek seferde boşalttığım, Namjoon ve Hoseok'un yanından onlara hiçbir şey söylemeden kalkarak, ona doğru ilerlediğimdi.

Ellerim belini bulduğunda, burnum ensesinde konakladığında üzerime çöken aidiyet duygusunu çok net hatırlıyordum.

Ev gibi hissettirmişti.

Ve şu an, soluk teniyle yatakta boylu boyunca uzanmış bedenine gözlerimi dikmişken, ona bir şey olabileceği düşüncesi beni bitiriyordu.

Park Jimin artık hayatımın bir parçası haline gelmişti. Benim bir parçam. İstesem de onu söküp atamazdım ki bunu istemiyordum da. Ona bir şey olabileceği ihtimali o kadar uzak görünüyordu ki, şu an neredeyse cansız diyebileceğim bir şekilde yatan bedenine bakmak, bir asır önce kuruttuğum göz pınarlarımın tekrar dolmasını sağlıyordu.

Çalan kapıyla düşüncelerimden sıyrılıp oturduğum tekli koltuktan kalkarken gelenin doktor mu yoksa Hoseok mu olduğunu tahmin etmeye çalışıyordum. Jimin bilincini kaybettiği anda panikleyerek Hoseok'u aramıştım. O ve Namjoon Jimin'in arkadaşlarına göz kulak olacaklardı. Ancak şu an ikisinden birine ihtiyacım vardı ve tercihimi Hoseok'tan yana kullanmıştım.

Yine de Seul'de olan Hoseok'un, dağ evine doktordan daha kısa sürede gelebileceğini düşünmem aptallıktan başka bir şey değildi.

"Nerede?" diye sormuştu Dean'in yanındaki kadın ben kapıyı açar açmaz. Hiçbir şey söylemeden kapıyı açık bıraktım ve üst kattaki odama yöneldim. İkisi de beni peşimden takip ederken ben çoktan odaya girmiş, ay ışığının vurduğu güzel yüzünü seyre dalmıştım.

Doktor beni itip Jimin'in yanına ulaşıp yere çöktüğünde kaşlarım çatılsa da bir şey demedim. Elleri önce boynuna gidip nabzını yokladı. Daha sonra kulağını burnuna yaklaştırarak nefesini dinledi. Ellerini alnında ve yanaklarında gezdirdikten sonra bana döndü.

"Tişörtünü çıkarmama yardım eder misin?" Dediğini yaptığımda gözlerim istemsizce iki göğsünün arasında, tam kalbinin üzerindeki dövmeye kaydı. Çeşitli çiçeklerin etrafını sardığı gözlerime.

Doktorun da gözleri orayı bulduğunda "Siktir," demişti fısıltıyla. Elleri dövmenin üzerine çıkarken devam etti. "Çok güzel."

"Çek elini." Sesim o kadar sakin ama bir o kadar da soğuktu ki, bağırsam bu kadar büyük bir etki yaratmazdı. "Onu uyandırmak için buradasın."

Kadın yutkunup bakışlarını benden kaçırdı ve çantasından çıkardığı steteskop ile nefesini dinledi. "Nefesleri çok kesik." dedi. Histerik bir şekilde güldüğümde "Bilmediğim bir şey söyle." dedim.

"Bana en başından ne olduğunu anlatırsan, bilmediğin bir şey söyleyebilirim o halde." kaşları çatık bir şekilde konuştuğunda laf sokma çabası sinirlerimi bozmuştu. Ancak yine de dediğini yaptım.

"Seviştik." dedim gözlerine bakarak. Onun benim olduğunu anlaması için olayları geriden almıştım. "Sonra dövme yapma kararı aldık, birbirimize ait olduğumuzu belirtmek için. Sonra Dean'in yanına gittik ve dövmeleri yaptırdık. Hiçbir şeyi yoktu. Ama birden fenalaştı. Çok sıcak olduğunu ve nefes alamadığını söyledi. Sonra da bayıldı."

Doktorun kaşları çatıldı. Bir şey düşünüyormuş gibiydi. "Genç bir vampire benziyor. Yaratılalı ne kadar oldu?"

"Şey," dedim ensemi kaşıyarak. Bunu söylemem doğru olur muydu ki? "Aslında o yaratılmadı."

"Nasıl yani?" Dean ve doktor aynı anda sorduğunda cevap vermek için ağzımı açmıştım ki kadının bağırmasıyla açtığım ağzımı geri kapattım.

"Siktir! O bir kırma, değil mi?" Tam tekrar konuşacaktım ki bağırmasıyla yine susmak zorunda kalmıştım.

"Aptalsınız siz!"

"Pekala, aptal olduğumuz konunun tam olarak neresi olduğunu söylersen biz de bunu telafi etmeye çalışabiliriz." Kaşlarım iyice çatılırken bakışlarına sinirin yayılışına şahit oldum. Hadi ama, hem bana hakaret edip hem de sinirleniyor muydu?

"Birbirinizi işaretlemek istediğinize emin misin? Çünkü sen daha çok onu öldürmek istemiş gibisin." Tükürürcesine konuştuğumda artık sabrımın son demlerindeydim. "Açık konuş." dedim sesimdeki soğukluğu yüzüme de yansıtarak.

"Dövmenin kalıcı olması için erittiğiniz gümüş kanına karışmış."

Gözlerim şokla irileşirken kalbim tekledi. Ciğerlerim tıkandı, nefeslerim boğazıma dizildi.

"Gümüş zehirlenmesi yaşıyor."

Gözlerini Jimin'in yüzüne sabitleyip devam etti.

"Kısacası ölüyor."


***


***

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
True Blood // Yoonmin ✓Where stories live. Discover now