Yol boyunca kız kaçabilecekleri bir fırsat aradı ama ne yazık ki bunu yapacak hiç fırsatları olmamıştı. Kardeşi ve onu bir ata bindirmişlerdi. Fırsatı olsa bile ancak kendisi attan inebilirdi. Kardeşini indirmek çok zordu. Üstelik çocuk ne olduğunu anlamadığı için bağırabilirdi de. 'Ölüme at sırtında gidiyoruz' diye kendi kendine alay etti. Aklına bir an olsun kardeşini bırakıp gitmek gelmemişti. Eğer yolun sonunu göreceklerse bunu ikisi birlikte yapacaklardı ve kardeşini korumak için tüm gücünü kullanmaya kararlıydı. Son ana kadar.

Saraya geldiklerinde çocuk ve kızı zorla ayırdılar. Çocuk ayrılmamak için ağlıyordu, kız ise sürekli bir şeyler söylüyor, bağırıyordu. Onları ayırıp odalarına götürdüklerinde ikisinin de oda kapısına askerler dikildi. Sophie odaya bakınca idama gidecek biri için fazlasıyla lüks olduğunu fark etti. Ayağını bastığı halı yumuşacıktı. Duvarlardaki tablolar ünlü ressamlar tarafından çizilmiş olmalıydı ve eşyalar fazlasıyla görkemli görünüyordu. 'Esirlere son günlerini iyi geçirmeleri için böyle mi davranıyorlar?' diye düşündü ama sonra bu çok saçma geldi.O zaman neden buraya getirilmişlerdi?

***

 Saatler sonra kral odasında sinirle Marcus'a döndü. "Ne demek evli değil?" Kızın yanında bir çocuk vardı ve yaşı evlenmek için müsait görünmüştü ona. Sarayına halkın önünde bir fahişeyi mi getirmişti? Hiç bu kadar rezil olduğunu hatırlamıyordu. 

"Kocası yokmuş. Zaten yüzüğü de yok." dedi Marcus emin bir sesle. Yıllardır tanıdığı adamın bu dengesiz tavırlarına anlam veremiyordu. Bir kız için bu kadar sinirlenmesi ne kadar da garip geliyordu ona. Halktan insanlara yardım ettiği, adaleti sağlamak için uğraştığı doğruydu ama bu son yaptığının bununla ilgisi olmadığına fazlasıyla emindi. Geçirdikleri onca yıla rağmen şu an onu anlamakta zorlanıyordu.

"O çocuk... kadın bir fahişe mi?" dedi şaşkınlığını gizlemeyerek Henry. Kendine kızıyordu. Düşünmeden hisleriyle hareket etmenin verdiği eziklik vardı şimdi içinde. Ama neden o kızı bir yerden tanıyormuş gibi hissettiğini bulacaktı. Her zaman mantığıyla hareket eden Kral Henry ilk defa hisleriyle hareket ettiğine göre o kızda gerçekten bir şeyler olmalıydı.

"Sanırım. Köydeki malum kadının evine gidiyormuş arada." dedi Marcus araştırmalarının sonuçlarını söylemenin keyfiyle. Bu zamana kadar istediği bilgiyi istediği çabuklukla elde eden tek kişi olduğunu biliyordu. Kral bile istediği bilgiye o olmadan erişemezdi. İşte hem halktan hem de saraydan olmak böyle bir şeydi.

"Ama hiç öyle birine benzemiyor." dedi şaşkınlığını gizlemeden kral.

"Kadını getirdik ama bize cevap vermedi. Sizinle konuşmak istiyor." dedi sıkıntılı bir sesle. Kadını buraya kadar getirip kralın karşısına çıkmasına yardım ettiğine inanamıyordu. Bundan birkaç saat önce biri bunu söylese kahkahalara boğulurdu büyük ihtimalle.

"Gelsin." Bu durumdan nedense hiç memnun olmamıştı. Her ne kadar insanların derdi kralın derdi diye düşünse de çoğu zaman bunu emrindeki adamlar yaptığı için tuhaf karşılanacaktı.

Yaşlı kadın yavaş yavaş içeri girdi. Yüzünde sönük bir ifade vardı. Yüzündeki kırışıklar bile bir zamanlar ne kadar güzel bir kadın olduğunu saklamaya yetmiyordu. Burada olmaktan hiç memnun olmadığı fazlasıyla belliydi. Krala hafifçe  selam verdi. 

"Kralım... Sophie bizden değil. O namuslu bir kız. Annesi bana çok iyilik yapmıştı o yüzden onu ve kardeşini korumaya çalışıyorum. Efendim o... saray kadını olamaz. Tertemiz ruhunu lekelerseniz ölür." kadının sesi bunları söylerken titriyordu o kıza gerçekten değer verdiği belliydi. İnsanların bedeninin değil ruhunun temiz olması gerektiğinin canlı örneğini sunuyordu o saniyelerde. Önemli olan ruhunun temiz kalmasıydı.

Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang