Korkak | 32. Bölüm

21.1K 806 36
                                    

Bölüm parçası ile iyi okumalaar! 


“Of çok seksi oldum, değil mi?” Aynada kendisine bakan Poyraz’ı süzdüğümde ona hak vererek kafamı olumlu anlamda salladım.

“Siyah ceket çok yakıştı,” dediğimde bedenini bana çevirdi. Alayla sırıttığında gülümsedim. Az sonra söyleyeceği şeyi tahmin etmek çocuk oyuncağıydı.

“Bana her şey mükemmel olur zaten.” Onu alkışladım.

“Çok haklısınız bayım,” dedim ve sıkıldığımı belli edecek cümlem ile devam ettim. “Alıyorsan al şunu da çıkalım. Bayılacağım burada.” Gülerek yanıma gelip burnumu sıktığında kaşlarımı çattım.

“Aman da aman. Prensesimiz sıkılmış mı?” Bana çocuk muamelesi yapması hiç hoşuma gitmiyordu.

“Bana bebek muamelesi yapmayı kes Poyraz. Sevmiyorum.” Ona çıkışmama rağmen kahkaha ile güldü. Aynı zamanda spor ceketi de üstünden çıkardı.

“Tamam tamam. Beş dakika bekle ödeyip geliyorum.” Ona kafamı salladığımda kasaya doğru ilerledi. Ben de mağazanın dışında bekleme kararı alıp çıkışa yönlendim.

Bugün Poyraz’ın beni buraya sürüklemesinin sebebi yarın gideceğimiz partiydi. Kemal’in düzenlediği. Okul çıkışı tüm itirazlarıma rağmen bir sürü şirinlik yapıp beni yanında alış veriş merkezine getirmişti Poyraz. Neyse ki kapalı bir avm’ye gelmemiştik ve bu yüzden rahattım. Ama onun kararsızlığı neredeyse son bir saat içinde ölümüme sebep olacaktı. Doğru düzgün bir şey beğenemiyordu beyefendi.

“Hadi şimdi sıra sende.” Poyraz’ın yanıma geldiğini fark edince ona döndüm.

“Hayır, beni o kadar yordun ki tek istediğim eve gitmek.” Bana gülmeye başladığında boş boş suratına baktım. Komik bir şey yoktu ama o ne desem gülüyordu.

“Hayır. Madem geldik sen de kendine elbise alacaksın. Eğer yanında para yoksa bendensin. Bak ne kadar da bonkörüm, değerlendir istersen.” İri iri açılan gözlerimle ona bakarken bu halime gülmeyi ihmal etmedi. Param vardı ama elbise alacak kadar çok yoktu yanımda.

“Hemen bir mağazaya giriyoruz.” Kolundan tutup onu çekiştirmeye başladığımda “Pis fırsatçı,” diye homurdandı.

En sevdiğim mağazalardan birine girdiğimiz de kıtlıktan çıkmış gibi elbise reyonuna koştum. Beğendiğim üç elbiseyi elime aldığımda Poyraz bana yeni yetişmişti.

“Şimdi bunları deneyeceğim.” Soyunma kabinlerine doğru ilerledik ve şansıma iki tanesi boştu. En köşedekine girdiğimde Poyraz da duvara yaslandı ve “Çabuk ol,” diye beni uyardı. Kafamı sallayıp kapıyı kapattım ve ilk olarak gri elbiseyi denemek üzere üstümdekileri çıkardım.

Gri elbise yarım kollu fakat fazla mini bir elbiseydi. Bacaklarımı sergiliyor gibiydim. Ama bedenime iyi oturmasını ve zarifliğini sevdiğim bir gerçekti.

“Giydin mi?” Aynada kendime bakarken Poyraz’ın sesini duyunca geri dönüp kabinin kapısını açtım. Poyraz elbiseye kısa bir bakış attıktan sonra yüzünü buruşturdu.

“Hiç yakışmadı. Çıkar şunu hemen.” Ona kaşlarımı çattım. Bence gayet de yakışmıştı. Boyuma özellikle.

“Yalancı. Çok yakıştı bir kere.” Sıkıntıyla nefesini üfledi ve ellerini göğsünde birleştirdi.

“Bunu sana almayacağım güzel arkadaşım.” Sinirli bakışlarımı üzerinde gezdirdikten sonra yeniden kabine girdim ve gri elbiseden kurtuldum.

Sırada lacivert elbise vardı. Diğerine göre daha uzundu. Diz kapaklarımın üstünde bitiyordu. Üstü de kalın askılıydı ve sırtı yarıya kadar açıktı. Fakat bel kısmı bende potluk yapmıştı bu güzel elbisenin. Bununla insan içine çıkamazdım.

“Hadi ya.” Ben onu kaç saat beklemiştim o iki dakika bekleyemiyordu.

“Bekle biraz,” dedikten sonra ikinci elbiseyi çıkarıp son elbiseyi hızlıca giydim. Kıyafette en sevdiğim renklerden birine sahipti bu elbise. Siyahtı. Orta miniydi ve bu benim için rahat olmak konusunda iyiydi. Straplez kesim üstü bedenime tam olmuştu. Aynaya bakıp gülümsedikten sonra kabinin kapısını açtım.

“Nasıl?” Poyraz kısaca elbiseme baktıktan sonra kafasını salladı.

“Güzel güzel. Çıkar da ödeyeyim.” Kafamı salladıktan sonra kabinin kapısını kapattım ve elbiseyi çıkardım. Kendi kıyafetlerimi üstüme giydikten sonra tatlı elbisem ile birlikte kabinden sırıtarak çıktım.

“Al. Ödeyebilirsin.” Kafasını sallayıp elimdeki elbiseyi aldı ve kasaya doğru ilerlemeye başladık.

“Hadi sen beni dışarıda bekle. Kasaya gelmene gerek yok.” Ona itiraz eden bakışlarım ile baktığımda “Hediye bu elbise. O yüzden kasaya gelemezsin,” dedi ve itiraz etmedim. Gülümseyerek “Tamam,” deyip yanından ayrıldım ve mağazadan çıktım. 

Ara sıra Poyraz’ın bana bir şeyler almasını seviyordum. Mesela Poyraz sayesinde çikolataya okulda hiç para vermiyordum. İşte bu yüzden onun yeri ayrıydı.

Birkaç dakika sonra Poyraz yanıma gelip poşeti bana uzattığında “Teşekkür ederim,” dedim ve ona sarıldım. Geri çekildiğimde gülümsüyordu.

“Hadi yine bonkör günüme denk geldin şanslı pislik.” Kahkaha attığımda o da gülmeyi ihmal etmedi ve bana eşlik etti.

Gözlerim mağaza vitrinlerindeki erkek tişörtlerine çarptığında birden gözümde dün canlandı ve aklıma gelen fikir ile sırıttım.

“Poyraz, git sen hadi. Benim biraz daha işim var.” Banane dermişçesine omuz silktiğinde kaşlarımı çattım. Ne olurdu bir kez inat etmeseydi?

“Nedenmiş? Yalnız niye kalmak istiyorsun sen?” Birkaç saniye duraksadıktan sonra sırıttı. “Eğer sutyen falan alacaksan bende zevkle sana eşlik ederim, uğur böceği. Kaç beden olduğun da bilmediğim bir şey değil.” Bu çocuk beni utandırmaktan ne zaman vazgeçecekti merak ediyordum.

“Kes sesini ve git,” dedim kaşlarımı daha çok çatarak. Bunun üzerine Poyraz’ın gülümsemesi genişledi ve kafasını onaylar gibi sallarken “Tamam tamam ne halin varsa gör,” deyip uzaklaşmaya başladı.

Çantamdan telefonumu çıkardım ve Doruk’a mesaj yazmaya koyuldum. Sonra fikir değiştirip önümde duran mağaza vitrinindeki tişörtlerin fotoğrafını çektim ve doruk’a yolladım. Ardından mesaj yazaya koyuldum.

“Sana tişört seçeceğim.”

Yüzümdeki gülümseme genişlerken beklemediğim bir hızda mesaj geldi. Herhalde telefonu elindeydi. Demek ki zamanlamam iyiydi.

“Bekle, ben de geleceğim. Beğenmezsem parana yazık olur.”

Gözlerimi devirip mesaj yazmaya koyuldum.

“İyi tamam. Şehir merkezindeki alış veriş yerindeyim. Açık olan.”

Ben zevkime güveniyordum. Alacağım tişörtü Doruk’un beğeneceğinden emindim. Ama yine de işimi sağlama almak en iyisiydi. Yeni gelen mesaj bildirimini görünce mesajı hızlıca açtım.

“Tanıdım zaten. Geliyorum. Oyalan sen.”

Dediğini yapıp yirmi dakika boyunca kendime kahve alıp oyalandım. Yirmi dakikanın sonunda Doruk yanıma geldi ve mağazaya girdik.

Ben hemen erkek tarafına yöneldim ve o da arkamdan beni takip etti. Bir duvarda boydan boya tişörtler asılmıştı, çeşit çeşit. Hepsine tek tek bakmayı planlayıp bu işime başladım.

“Güzel mağaza.” Kırmızı tişörtü incelerken gülümseyerek kafamı salladım.

“Tabi ki.” Biraz da ben egoistlik yapsam fena olmazdı diye düşünmüştüm sadece. Sözlerime gülmeyi tabi ki unutmadı.

“Bana mı özeniyorsun sen?” Tişörtü yerine asıp ona döndüm. Önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken dikkatle beni izlediği gözümden kaçmadı.

“Ego sadece sana özel bir şey mi sanıyorsun?” Yapmacık gülümsediğimde kaşlarını çattı ve ellerini cebinden çıkardı.

“Az önce tuttuğun tişörtü asla giymezdim.” Konuyu değiştirmek? Evet, en etkili kaçış yolu. Zamanında çok kullandığım aklıma geldiğinde gülümsedim hafifçe.

“O yüzden bunu seçtim,” deyip az önce gözüme çarpan lacivert tişörtü elime aldım. Üzerinde siyah desen vardı.  Bunu doruk’un üstünde görsem kesinlikle hormonlarım rahat durmazdı, eminim.

Doruk tişörtü süzerken ifadesizdi ama beğeneceğini umuyordum. Çünkü onun tarzına uygun bir tişörttü bu. Şu meşhur montlarının içinde mükemmel dururdu.

“Hıım. Beğendim, kedi. Aferin sana.” Gözlerimi hafifçe devirdim ve tişörtün medium bedenini alıp kasaya doğru yürümeye koyuldum.

“Burada sinirlenmen lazımdı.” Arkamdan geldiği için yüzümü görmüyordu, bu yüzden rahatça sırıttım. Beni tanıması o kadar hoşuma gidiyordu ki. En başta düşündüğüm tüm o imkansızlık duvarlarının yıkıldığını görüyor gibi oluyordum. Bu duyguyu bir gün hissedeceğim aklımın köşesinden geçmezdi. Ama işte buradaydık, o beni iyi tanıyordu, ben de onu iyi tanıyordum. Sırıtmaktan dudaklarımın kenarları acıdığında kendimi toparlamayı başarabildiğim için kendimi kutladım.

“Öyle mi? Yanlış tahmin.” Duraksayıp ona döndüğümde kaşlarının çatık olduğunu görmek beni eğlendirmişti.

“Ödeyecek misin? Yeni tişörtümü giymek istiyorum da.” Hevesli olması beni şaşırtırken kafamı salladım ve kasaya doğru ilerledim. Beş dakika içinde tişörtü alıp Doruk’un yanına döndüm.

“Alın bakalım Doruk Bey. Size borcum olan tişört.” Poşeti ona uzattığımda sırıtarak eline aldı ve poşetin içinden tişörtü çıkardı.

“O zaman giyme zamanı,” deyip poşeti ve yeni tişörtü yanındaki askılığın üstüne koydu ve mağazanın içinde olmamızı umursamadan üstündeki gri tişörtü çıkardı. Onun gövdesini inceleyebilme lüksünü bana yaşattığı için içimden ona binlerce teşekkür yolladım. Çok fazla kası olmasa da vücudunun düzgünlüğü beni benden almaya yetmişti birkaç saniyede. Yeni tişörtünü almadan önce bana bir bakış attığında yanaklarımın ısınmasına lanet okudum. Aldığım tişörtü üstüne geçirdiğinde, tişörtün gözleriyle uyumu çok tatlı olmuştu.

“Eee? Bayıldın değil mi? Biliyorum biliyorum.” Sırıttığımda gülmeye başladım. Onun bu davranışlarını seviyordum. Bazen kızsam da her zaman seviyordum.

“Ne dersem diyeyim bunu düşüneceğin için bir şey demiyorum.” Duraksadıktan sonra sırıtıp devam ettim. “Ben seçtiğim için bu kadar güzel oldu.”

Bana bir adım yaklaştığında az önce zor duyduğum kokusu şimdi tüm etrafımı sarmıştı. Yüzündeki gülümsemeye odaklandığımda diğer her şeyi unutmak saniyelerimi aldı. Onun krallığı beynimde yeniden bağımsızlığını ilan etmişti.

“Şu egoist halini sevdim.” Az önce ısınan yanaklarım bu sözleri üzerine birkaç kat daha ısınmış kalbim ise sanki bir çita ile yarışa girmişti.

“Beni kendine benzetiyorsun,” dediğimde dudakları alayla yukarı kıvrıldı ve birden tüm dikkatim dudaklarına kaydı. Bunu fark etmemesini umarak pembe yanaklarım ve utangaç yüzümü kaldırarak gözlerine bakma cesaretinde bulundum. Ama fark ettiğini tahmin edebiliyordum, sadece buna inanmak istemiyordum o kadar.

“Sevin buna.” Kaşlarımı şaşkınca havaya kaldırdım. Aslında sevinmeliydim çünkü Doruk’tan bu konuda iltifat almıştım. 

“İyi,” dediğimde birden elimi tutup beni mağazadan dışarı çıkardı.

“Seni evine bırakayım.” Kafamı onaylamak amacıyla salladığımda elimi bırakmadı ve arabaya kadar da elimi tuttu. Parmaklarının benimkilere kenetli olması her ne kadar olmaması gerekse de onun hep benim yanımda olacakmış gibi bir güvence hissettiriyordu. Bu tamamen yanlıştı. Çünkü her şeyin biteceğini biliyordum, az kaldığını da. Ve o zaman çok üzüleceğimi bildiğim için şimdi tüm o kötü düşünceleri başımdan savmam gerektiğini de biliyordum.

Arabaya bindiğimizde emniyet kemerlerimizi aynı anda taktık. Ardından Doruk arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı.

“Tişörtü giymene sevindim.” Söylemezsem olmazdı.

“Tişörtü giymeme mi kaslarımı görmeye mi?” Söylemezse olmazdı.

“Beni iki kelime ettiğime pişman ediyorsun.” Kafamı cama çevirip yolu izlemeye koyuldum. Böyle yaptığında ona kızmamak elimde olmuyordu.

“Tamam tamam. Kızma hemen.” İlk kez bu kadar çabuk pes etmesi aslında gayet de hoşuma gitmişti.

“Kızdırma o zaman,” deyip sınırlarımı zorladım. Ne tepki vereceğini merak ettiğimden yüzümü ona çevirdim. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi beni tatmin etmeye yetmişti bile.

“Bugün çok formundasın, Ece.” Omuz silkip önüme döndüm. Tabi ki gülümsemeyi unutmadan.

“Sen de bugün hiç formunda değilsin.” Evet, normalde beni daha fazla sinir etmeye çalışırdı, ama yapmıyordu. Sadece bir iki kez yapmıştı bugün ve onları da hemen sonlandırmıştı. Bu halini daha çok sevdiğim de koca bir gerçekti tabi.

“Uykusuzum biraz. Bir de yorgun.” Acaba neden diye merak etmiştim ama sormadım. Sınav haftası başlayacaktı, muhtemelen o yüzdendi. Ya da basket antremanı vardı, bu yüzden yorulmuştu. Maçlara çıkmasa da oynadığını biliyordum. Fakat evimin olduğu sokağa geldiğimizden dolayı nedenini sormak yerine elbise poşetimi alıp arabanın kapısını açtım.

“Yarın partide görüşürüz.” Kafasını sallayıp beni öldürecek şekilde gülümsedi.

“Görüşürüz.”

KORKAKWhere stories live. Discover now