Korkak | 27. Bölüm

23K 776 17
                                    

Yeni olaylara yaklaşıyoruz. Yorum ve oylarınızı bekleyeceğim. Bölüm parçası ile okuyuuun. İyi okumalar!


Dün gece geç yatmamış olmama rağmen, bugün üstümde göz kapaklarımla her saniye savaşa girmemi sağlayacak bir uyku sorunum vardı. Ve sabahki derslerin sözel olması da cabası. Neyse ki, hiçbir derste uyumamayı başarmıştım.

Şu an, öğle arasında yüzümü yıkamak için lavaboya gitmeye koyulmuş bulunmaktaydım. Merdivenleri inerken, okulun çoktan yemekhane ve kantine indiğini fark ettim. Koridorlarda kimse yoktu; duyamadığım fakat seslerini algıladığım iki ses haricinde. Merdivenleri bitirip koridorun olduğu duvardan, sesin geldiği yöne gizlice baktığımda gördüğüm ikili şaşırmama sebep olurken duvarın arkasına biraz daha gizlendim.

Doruk, elleri ceplerinde dururken, Kemal rahat tavırlar sergiliyordu. Onları okulda konuşurken gördüğüm ilk zaman buydu. Ve bu gördüklerim karşısında gözlerime inen uyku bulutu birden yok olmuş, yerini merak duygusu sarmıştı.

Ne konuşuyor olabilirlerdi ki? Hiçbir fikir yürütemezken deli gibi merak ediyordum. Kemal’in yanına gitmeli miydim? Böylelikle Doruk’la tanışıyor olduğumuzu öğrenirdi. Gidersem Doruk sinirlenir miydi? Sadece üç metre ötemde duruyorlardı ve ben yine karasızlığın dibine batmış haldeydim.

“Ece?” Hızlıca arkamı döndüğümde Buse’ye neden şimdi geldiği için lanet okudum. Tam zamanında buradan geçeceği tutmuştu. Şimdi Doruk da Kemal de burada olduğumu görüyor olmalıydı. Çünkü duvarın arkasından merdivenlere doğru Buse’nin yanına ilerlemeye başlamıştım. Ah, kahretsin.

“Yemek yemeye mi?” Yanaklarımın heyecanlandığımdan kızardığını biliyordum. Buse kafasını salladığında “Sen?” dedi.

“Ben lavaboya gidiyordum.” Buse yeniden kafasını salladı ve ardından gülümseyerek “Spor salonunda görüşürüz. Poyraz söyler, acelem var.” Şaşırmama bile fırsat bırakmadan yanımdan gitmişti. Kim bilir spor salonunda ne işimiz vardı? Fakat bu, şu anki düşüncelerim arasına giremezdi; arkamda konuşan belki de şu an sadece bana bakan Doruk ve Kemal ikilisi varken.

“Ece?” Yakınımdan gelen sesin sahibine döndüğümde karşımda sadece Kemal’i beklerken Doruk’un da olduğunu görünce afalladım. Sonuçta neden Kemal varken yanıma geliyordu ki? Onların kuzen olduğunu bildiğimi bilmiyordu, sözde yani.

“Kemal?” dediğimde gülümsedi. Doruk’a bakamıyordum çünkü elimin ayağıma dolandığını biliyordum. Panik olduğumda saçmaladığımı herkes bilirdi.

“Spor salonunda basket maçımız var. Geliyorsun değil mi?” Demek Buse’nin söylediği şey bu oluyordu. Poyraz’dan öğren dediğine göre Poyraz da maça çıkacaktı. Ve ben Poyraz’ın maçına gitmezsem, bugün okuldan sağ çıkamazdım.

“Evet, geliyorum.” deyip dudaklarımı gülümsemeye zorladım. Başardım mı, bir fikrim yoktu.

“Atacan selamını iletmemi istedi Ece. En kısa zamanda seni stüdyoya götürmemi istedi. Bizi izlemeye gelirsin herhalde?” Doruk’a;  panikten göğüs kafesimi delercesine atan kalbim, bunun tam aksine somurtan yüzüm eşliğinde bakmaya başladım. Ne yapmaya çalıştığını bir bilsem!

“Atacan mı?” Kemal şaşkınlığını belirtirken duraksayıp devam etti. “Siz ikiniz tanışıyor musunuz?” Doruk ve beni kast etiğinde söze atladım.

“Nil ve Berk çıkıyor. Bu sayede tanıştık.” Kemal anlayışla kafasını salladığında gülümsedim.

“Maça çıkacağım ve geç kalıyorum. Seni ön sırada görmek istiyorum, Ece.” Ne yaptığımı bilmez halde kafamı salladığımda “Görüşürüz.” deyip yanımızdan koşarak ayrıldı.

“Ön sıra mı?” Gözlerimi Doruk’a çevirdiğimde alayla güldüğünü gördüm.

“Gerçekten Atacan böyle bir şey yapmadı, değil mi?” Adım gibi biliyordum Atacan’ın bunu yapmayacağını. İstese numarama mesaj atardı. Doruk’u neden araya sokacaktı ki?

“Okuldayız, kedi. Biri bizi görmeden uzaklaş.” Birden tüm bedenimi ateş ve sinir sardığında, kendimi tutamayıp suratına yumruk atmamak için arkamı dönüp lavaboya gitmeye koyuldum.

Ondan nefret ediyorum. Bu anlaşmadan nefret ediyorum. Bu kuralların canı cehenneme. Ah, kahretsin. Onu seviyorum.

Lavabonun kapısını açar açmaz musluğa ellerimi uzattım ve ılık su avuçlarımın içini doldurdu. Suyu yüzüme çarptığımda sakinleşmeyi umdum. Biraz olsun su fayda etmişti ama içimdeki kırgınlık hala orada, hali hazırda duruyordu.

Onun orada kalacağını da biliyordum. Hiç gitmek bilmeyecekti. Anlaşma bitene kadar. Belki anlaşma bittikten sonra da pişmanlığım ve vicdanım yüzünden orada kalmaya devam edecekti. Olumsuz düşünceler beynime üşmeye başladığında ilk kez doğru bir şey yaptığıma inanarak onları kovalamaya çalıştım. En azından şimdilik, okuldayken.

Derin bir nefes alıp peçete ile yüzümü kuruladıktan sonra lavabodan ayrıldım ve lavaboda fazla oyalandığımı fark ederek spor salonuna doğru yürümeye koyuldum. Okulumuz büyük olduğundan spor salonu için ayrı ve büyük bir binamız daha vardı. Bu benim için bir şey ifade etmiyordu çünkü beden derslerinden nefret ediyordum.

Direk tribünlere çıkan yukarıdaki kapıyı kullanmak yerine, soyunma odalarından geçeceğim alt kapıyı tercih ettim. Eminim maç çoktan başlamıştı ve Poyraz’ın gözü beni arıyordu. Oğuz’un da. Tamam, belki Kemal’in de.

Kapıyı açıp koridora girdim ve ışıkları kapatılmış yerde yürümeye başladım. Ta ki, geçenlerde anneme yalvarıp  aldırdığım Burberry hırkamın ucundan tutup çekene kadar. Hızla arkamı döndüğümde mavi irisler ile karşılaşmam bir oldu. Ve şaşkınlığım sonucu irileşen gözlerim eşliğinde vücuduma hücum eden ateş bir anlığına düşüncelerimin uçmasını sağladı.

“Ne yapıyorsun?” diyerek konuşmayı akıl edebildiğimde bizi koridordan duvar kenarına çekti. Ne yapmaya çalıştığı hakkında bir fikrim olmazken, en son spor salonuna geldiğimde buraya gelmesi canlandı zihnimde. Okulda konuştuğumuz ilk yer burasıydı, belki de tek yer olma niteliği de taşıyordu.

“Dünkü konuşman aklıma takıldı da. Açıklık getireyim dedim.” Hayretle gözlerine bakmayı sürdürdüm.

“Sırdaşın olduğumu kabullendin yani?” Çarpık bir gülümseme dudaklarına yerleştiğinde dikkatim dağıldı ve saniyeler içinde bedenimi terk etti. O kadar havalı duruyordu ki dibimde.

“Sadece canım böyle istedi. Soru sorup beni oyalamaya devam edersen bu fikrimden vazgeçeceğim.” Ciddilik akan sözlerini işitince belli belirsiz kafamı salladım. Onu dinlemek istiyordum. “Ama önce sen anlat bakalım. Evde işler nasıl gidiyor?”

“Eskisi gibi. Ama olaysız.” Kafasını onaylar gibi salladığında, “Güzel. Bir kez daha evden kaçarsan yanıma gelmeyeceğini biliyorsun, değil mi?” deyip sinirlerimi oynattı.

“Sana muhtaç değilim.” Kaşlarımı çatıp “Kimseye ihtiyacım da yok,” diye ekledim. İkimizin de bunların doğru olmadığını biliyor gibi birbirimize bakıyorduk. Doruk’un çarpık gülümsemesi yüzündeki yerini alayla koruyordu.

“Demek bana muhtaç değilsin, öyle mi?” İnatla kafamı salladım. Bazen ona meydan okuyor olmak garipti. Hatta bazen değil, tamı tamına garipti. “Dua et, okuldayız. Yoksa sana bunun aksi olduğunu kanıtlardım.”

Alay barındıran bir gülümsemenin dudaklarıma yerleşmesine izin verirken “Bir şey kanıtlayamazdın,” deyip sinirlenmesini seyretmeye devam ettim. Hep o beni sinirlendirip benimle eğlenirken şu an tersi bir durumun olması beni iyi hissettiriyordu.

“Tribünlere çık ve gidip o aptal maçı izle.” Dirseklerimi kavramış elleri çözüldü ve yanımdan geçip gitmeye kalktı. Birkaç adım attığında ona seslendim.

“Açıklık getirecektin.” Sözlerim onu duraksattığında sevinmiştim çünkü gitmeyecekti. Yavaşça arkasını döndü ve garip bir şekilde ifade barındırmayan suratı ile karşımda dikildi. Mavi gözleri her nasılsa sanki beni delip geçiyordu ve bakışları altında direnmek zordu.

“Beni sakinleştirmen gerek,” duraksadıktan sonra “Çünkü sinirlendirdin,” deyip lafını bitirdi.

“Ne yapmam gerekiyor?” Hızlı cevabım beni şaşırtırken Doruk’un hoşnut olduğunu belli edecek bir gülümseme dudaklarına yerleşmişti. Tamam, öğrenmek istiyorsan bu tavırları görmezden gel.

Yavaşla elleri belime kayıp beni yakınına çekerken kalp ritimlerim düzensizliğini yüz katına çıkarmıştı. Dokunuşunun bedenimdeki en kötü etkilerinden biri, mantığımı yok edişi oluyordu. Sanki o dokunduğu anda sadece anı yaşamak varmış gibi. Bu yanlıştı. O benim için yanlıştı. Ama bu saatten sonra yapacak bir şeyim de yoktu. Ona bağlanmak istemsizce gelişen bir davranış olmuştu nihayetinde.

“Yanaklarının kırmızıya dönmesini izlemek sakinleştirdi mesela.” Utanç verici sözleri kırmızı olduğunu yeni fark ettiğim yanaklarımı beş kat daha koyulaştırırken hafifçe başımı öne eğdim. “Ah, bu kadar garip olma.”

“Sen de bu kadar şımarık olma,” diye çıkıştım. Hem beni utandırıyor hem de bana garip diyordu. Sinirlenişim normaldi. Gözleri sıcak bir hal aldığında yutkundum. Ya da yutkunmaya çalıştım. Onun dibindeyken her şey zordu.

“Yine aynı konu.” Kokusu etrafımı sarmışken ona sarılma arzum git gide artıyordu. Kollarını sahiplenici bir şekilde etrafıma dolamasını şu an, o kadar çok istiyordum ki.

“Sakinleştiysen belki anlatmak istersin?” Kafasını aşağı yukarı sallarken gülümsemeye çalıştım. Acaba sessiz kaldığımızda kalp atışlarımı duyuyor olma ihtimali var mıydı diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Eğer öyle oluyorsa, rezilliğin dibine battım demekti.

“O günden sonra annemle konuşmadım. Bazen sesli mesaj bırakıyor ama dinlemeden siliyorum. Belki aptalca gelebilir ama onu dinlemek isteyeceğim en son şey bile değil.”

Annesine bu kadar öfkeli olmamalıydı. Geçmişte ne yaşanmış olursa olsun, o onun annesiydi. Kendi kanından bir insan. Bir yolu olmalıydı onun bu öfkeden vazgeçmesinin ama o yol karanlıktaydı ve ben onu göremiyordum.

“Belki kızacaksın ama bu kadar nefret dolu olmamalısın annene karşı.” Anında kaşları çatılmıştı ama her nedense devam ettim. “Evet, kızmakta haklısın. Her zaman da haklı olacaksın. Ama yine de o senin kanından biri. Ondan nefret edemezsin ki. Bende anneme her gün, her saat sinir oluyorum, öfkeleniyorum. Ama ondan nefret etmenin yanlış olduğunu da ne kadar istemesem de biliyorum.”

Birkaç uzun saniye boyunca endişelenmemi sağlayacak kadar öfkeli gözleriyle bana bakmayı sürdürdü. Her saniyesi işkence gibi gelmişti çünkü öfkesini hissedebiliyordum.

“Bu fikirlerinden nefret ediyorum. Çünkü…” Devamını getirmek yerine susmayı tercih etmesine kızdım.

“Çünkü?” diye ısrar ettim.

“Kedi,” deyip aramızdaki kısacık mesafeyi biraz daha kapattı. Nefesi suratıma düşerken vücudumdan sıcak bir hava dalgası geçtiğini hissettim. “Sadece benim sırdaşım olmanı istiyorum.”

Tüm vücudum birkaç santimetre ötemdeki göğsüne kafamı yaslamak ve saatlerce ona sarılmak istiyordu fakat yapamayacağımı da hepsi biliyordu. Onun belimi okşayan elleri ile yetinmek de büyük mutluluktu aslında.

“Bencil,” diye dalga geçtiğimde gülümsedi. İçimde yeşeren mutluluk parçacıkları birleşip midemde bir parti kurmuşlardı bile.

“Bu da yeni hakaretin mi?” Sözlerinin dudaklarımda bıraktığı içten gülümsemenin genişlemesine izin verdim.

“Nasıl algılamak istersen.” Omuz silktiğimde minik bir kahkaha attı ve bunu beynime kazımak için uğraştım. Çünkü sesi o kadar güzeldi ki.

“Maçı kaçıracaksın. Git ve izle şunu.” Bilmediği şey, şu an maçın zerre umrumda olmadığıydı. O yanımdayken geride kalan her şeyin hiçbir önemi kalmıyordu gözümde. Ama yapmak zorunda olduğum şeyi yapıp kafamı onaylamak amacıyla salladım.

“Sen izlemeyecek misin?” bir yanım onu da tribünlerde, yakınımda olduğunu bilme arzusu ile yanıp tutuşuyordu.

“Hayır.”

Hayal kırıklığı ile kafamı salladığımda belimdeki ellerini çözdü ve bende arkamı dönüp ilerledim.

Tribünlere çıktığımda gözüm Nil ve Elif’i aramış ve anında bulmuştu. En önde zarif bir biçimde oturup başlayan maçı izlemeye koyulmuşlardı. Hızlı adımlarla insanların önünden geçerek o ikisin yanındaki yerimi aldım.

“Geciktin.” Nil bir yandan maçı izleyip bir yandan da bana laf yetiştiriyordu. Bende onun gibi yapıp basketbol sahasını izlemeye koyuldum ve sırtımı yaslayıp ellerimi göğsümde birleştirip rahat bir pozisyon aldım.

“Lavabodaydım,” diye kestirip attım. Doruk’laydım diyemezdim ya.

“Poyraz’ın attığı üçlüğü kaçırdın.” Elif’in sesini duyunca gülümsedim. Poyraz her zaman takımında önemli bir oyuncu olmuştu.

“Şimdi benim için bir tane daha atar.” Gülmeye başladığımızda Nil bağırarak tezahürata başladı. Ve tabi ki Elif ile ben de. Poyraz’ın ismini bağırmaya başladığımızda karşı takımdan biri faul yapmış ve serbest vuruş bizim takıma geçmişti. Poyraz potanın kenarında beklerken bize baktı ve ona güven verici bir gülümseme gönderdik.

Ve o anda, Kemal’in karşı takımda olduğunu kavradım. Okul içi bir maçtı ve Kemal ile Poyraz rakip takımlardaydılar. Şimdi bizim takımın kazanmasını daha çok istemeye başlamıştım.

Oyun devam ederken Kemal alkışlık bir üçlük atmış ve ardından gözlerini benimkilerle buluşturmuştu. Saniyesinde başka tarafa bakma isteği ile dolup taşmıştım çünkü herkesin önünde utanmak iyi bir his değildi.

Takım kaptanımız Oğuz’du. Gerçekten yıllardır harika oynuyordu. Ve Poyraz’la aynı takımda oldukları için çok şanslıydılar çünkü maçın bitimine bir buçuk dakika kalmıştı ve skor 52-49’du. Oyuncuların çoğu yorulmuşken son dakikaların taşıdığı önem çok büyüktü.

Herkesin kalbi heyecanla çarparken top Kemal’deydi ve üçlük atmaya hazırlanıyordu. Fakat Oğuz onu engellemek için elinden geleni yapıyordu. Oğuz, üstün çabalarıyla Kemal’i oyalarken Kemal de iyi bir oyuncu olduğunu sergileyerek potaya yaklaşıp topu attı. Nefesleri tutulurken herkes topu izliyordu. Kemal’in attığı top, sayı olduğunda tribündeki bir kesim sevinçten bağırışmaya başlamıştı fakat Kemal’in attığı sayı iki sayılıktı. Maçın bitimini bildiren ses kulağımızı doldurduğunda alkışlama ve bağırışmalar beraberinde geldi. Bir sayı farkla bizim takımımız kazanmıştı.

Kemal üstündeki formayı sinirle çıkarıp soyunma odalarına doğru giderken vücudunun ne kadar düzgün olduğunu kendime itiraf etmeden edemedim. Ve fazla sinirlendiği otuz metre öteden anlaşılıyordu.

Aynı zamanda Poyraz ve Oğuz saçma bir kutlama dansı yapıyorlardı. Nil Berk’in yanına gittiğinde Elif ile sahaya indik ve ben de ikisinin yaptıkları saçma dansa dahil oldum. Bu sırada Elif bizi telefonuna çekmeye başladı.

“Tebrik ederim!” Poyraz sırıtıp önümde eğildi ve beni omzuna aldı. Genelde maçlarda yenerlerse böyle yapardı zaten. Ya da bir şeye çok sevindiğinde müzik açıp böyle eğlenirdik.

“Hadi Ece.” Oğuz’un sözlerinin ardından bana attığı basketbol topunu havada yakalamam ile birlikte Poyraz koşmaya başladı ve potanın önüne gelince “Hadi uğur böceği,” diye bana seslendi. Basketbol topunu önünde bulunduğum potaya attım ve top içeri girdi.

Poyraz ‘uu’ gibisinden bağırarak yeniden eski yerimize dönmeye başladığında sevinç kahkahalarını kimse bastıramıyordu. Elif’in de Oğuz’un sırtında olduğunu ve aynı şeyi onun da yapacağını görünce gülümsemem genişledi.

***

Sevinç saçmalıklarımız bittiğinde Poyraz ve Oğuz soyunma odalarına, Elif Umut’un yanına gitmiş ve ben de tek başıma sınıfa dönmek zorunda kalmıştım. Maç olduğundan izleyecek olan kişilerin de neyse ki derse geç girme izni vardı. Bu yüzden oyalanarak yürümek işime geliyordu.

“Ece!” Arkamdan seslenen kişiye döndüm. Kemal spor çantasını omzuna takmış yanıma gelmişti. Hala sinirli görünüyordu.

“İyi oynadın,” dediğimde amacım biraz olsun yüzündeki sinirli ifadeyi kırmaktı.

“İyi oynadığımı biliyorum. Ama sonuçta kaybettik.” Kaşları çatıldığında devam etti. “Takımım kaybetti. Ve bu gerçekten beni deli ediyor.”

Sadece bir maç diyecek oldum ama hemen vazgeçtim. Basketbol aşktı bazıları için. NBA izlerken kendimi nasıl kaptırdığım aklıma gelince Kemal’e hak verdim. Önemsiyordu oyunu ve öyle de olması gerekiyordu.

“NBA izlerken ben bile kendimi kaybediyorum yani haklısın.” Duraksayıp devam ettim. “Ama burada NBA maçı yapılmadı ve sadece okul içi bir maçtı. O yüzden, bence çok sinirlenip kendini yıpratma.”

Sonunda yüzüne normal bir gülümseme yerleştirdiğinde rahat bir nefes aldım. Sinirli insanlarla konuşmak beni fazla geriyordu.

“Biliyor musun, haklısın Ece.” Gülümsediğimde o da bana eşlik etti. “Fikirlerini seviyorum. Ve NBA, ha? Sana bir adım daha yaklaştım diyebiliriz.”

Kemal’i kendime yaklaştırmak değil, mesafe koymak istiyordum. Bundan sonra kendimle ilgili şeyleri pat diye söylememem  gerektiğini aklıma not edip konuyu değiştirdim.

“Sınıfa mı gidiyordun?”

“Evet. Sen?” Kafamı onaylar gibi sallayınca birlikte yürümeye başladık.

Yol boyunca Kemal ile havadan sudan birkaç şey konuşmuştuk. Ondan ayrılıp sınıfın önüne geldiğimde tenefüs zili çalmıştı.

Ve saatler hızla birbirini kovalamış, bugün de bir şekilde sonlanmıştı. Notsuz ve neyse ki kaygısız.



KORKAKWhere stories live. Discover now