Korkak | 30. Bölüm

22.9K 794 57
                                    

Multimedyada bu sefer Oğuz var, uzuun zamandır koymamıştım. İyi okumalaaar.



“Abi dün gece kafam bildiğin bi’ milyondu.”

Doğruyu söylemek gerekirse, kesinlikle bu benim için de böyleydi. Ne kadar içtiğimi anımsayamıyordum ama kusacak kadar çok içmiştim. Yanımda Doruk’un olduğunu hayal meyal hatırlıyordum ve gerisi yoktu. Konuşmalar, davranışlarım. Hepsi sihirle silinmiş gibiydi zihnimden. Ve bu gerçekten benim için iğrenç bir durumdu. Doruk’un yanında sarhoşken neler yaptığımı bilmiyordum ve zihnimde canlanan ihtimaller de beni hiç rahatlatır nitelikte değildi. Aksine beni iyice dibe sokan ihtimallerdi. Hatta daha beteri düşündükçe yanaklarımın borda rengine bürünmesini sağlayan türden.

“Sorma ya. Benimde.” Oğuz, Poyraz’ı desteklerken, uyandığımdan beri peşimi inatla bırakmayı reddeden ağrı bir tık daha şiddetlendi.

Uyandığımda saat 13.34’tü. Kaçta uyuduğumu hatırlamıyordum bile. Tek bildiğim bu sabah annemin bana feci kızdığıydı. Dün geceyi sorup durmasının yanı sıra, bugün okula gitmediğim için ayrıca kızıyordu. Ve onun o hali başıma hiç mi hiç iyi gelmemişti. Sürekli onu geçiştirmeyi başarsam da bana hala sorumsuz davrandığımı düşündüğü için kızgındı.

“Ne bok yediğimi hatırlamıyorum iyi mi.” Poyraz’ın elleri siyah spor montunun ceplerindeydi. Sarı saçları dün ne kadar dağıttığını belli edermişçesine düzensizdi.

Oğuz gülüp “Ortalığın amına koymuşsundur kardeşim,” dediğinde ben de gülmeye başladım. Sanırım bugünkü ilk kahkahamdı. Poyraz’ın böbürlenmesi gözümden kaçmadı. Ama onun egosunu tescillemesine fırsat bırakmadan ben söze atıldım. 

“Bende hiçbir şey hatırlamıyorum,” sözlerimi bitirdiğimde ikisinin de gözlerinde dehşete düşmüş bir ifade gizliydi. Açıkçası beni ürkütmüşlerdi.

“Sıçtın kızım sen,” Poyraz sesini yükseltirken Oğuz da ondan aşağı kalmıyordu.

“Sen sarhoş mu oldun? Cidden bunu yaptın mı?” Hayır ben de insandım, bunun nesi garipti? Gerçi, şöyle bir düşününce benim sarhoş olmamam herkes için en iyisiydi.

“Yanında biz yokuz, ne diye sarhoş olmaya kalkıyorsun sen?” Poyraz’ın koruyucu kimliği su yüzüne çıkmaya başladığında ona kızamıyordum.

“Ya başına bir şey gelseydi?” Aynısı Oğuz için de geçerliydi tabi ki.

“Şunu keser misiniz? Kendim kendime yeterince kızıyorum zaten.” İkisin de gözlerine anlayışlı bir ifade yerleştiğinde rahatladım.

“Oğlum düşünsene Ece sarhoşken yoldan geçen bir motorcu ile öpüşüyor,” dediğinde kaşlarımı çattım. Korumacılığı da bir yere kadardı işte. Yine alay etme evresine geçmiştik. Poyraz’a öldürücü olduğuna sonuna kadar inandığım bir bakış attım.

“Çirkin sesi ile bağıra bağıra şarkı söylediğini düşün,” dedi Oğuz. Aynı bakışları onun üstüne yöneltmekte gecikmedim.

“Aptallar,” dedim iğrenir gibi onların suratlarına karşı. Hak ediyorlardı.

“Sensin aptal.” Sarı saçlarını rüzgar dağıttığında benim uğraşmama gerek kalmadığını anladım. Yoksa elimden kurtulamazdı.

“Hayır, aptal.” Poyraz tam ağzını açacakken Oğuz konuştu.

“Of başım çok kötü.” Kafamı onaylar gibi sallayarak onu desteklediğimi belirttim. Poyraz da aynısını yapıyordu.

“Benimde ya.” Tam o an, aklıma gelen parlak fikir ile ikisinin gözlerini süzdüm. Ve konuşmaya başladım. Ben de onlarla eğlenmek istiyordum, hep onlar benimle eğlenecek değildi.

“Aslında ben sizin bardaki halinizi hatırlıyorum. Çok değil tabi,” dediğimde ikisin de gözleri parladı. “Aslında gururun açısından bunu söylemek istemiyordum fakat dost acı söyler bebeğim. Barda bir kızın sana yumruğunu geçirdiğini gördüm.” Poyraz’ın gözleri endişe ile kırpıştığında gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

“Hassiktir,” deyip birkaç saniye düşündükten sonra “Ciddisin değil mi?” dedi.

Bozuntuya vermeden “Şaka yapar gibi bir halim mi var?” dedim ve yüzümdeki ifadeden olsa gerek Poyraz buna inandı ve yüzü daha da kötü bir hal aldı.

“Peki ya ben? Ben ne yapıyordum?” Oğuz da korkmuşa benziyordu. Güzel, o zaman amacıma gayet de ulaşıyordum.

“Korumalara artistlik tasladığını hatırlıyorum. Sanırım babanı arayacaklarını söylediklerinde yanındaki esmer kaçıyordu.” Doğaçlama senaryomu yuttuğunu, küçük dilini yutmuş halde bana bakan suratından anlayabiliyordum. İçimden kahkaha atmak geçiyordu.

“Sıçtım ben. Bittim. Babam bir en az bir hafta harçlığımı kesecek.” Elini saçlarına geçirdiğinde kendimi gülmemek için frenlemeyi başardım.

“Rezil olduk oğlum, rezil.” Poyraz söylenirken sesimi çıkarmayıp sadece omuz silktim.

“Nasıl kız düşüreceğiz bir daha lan?” Poyraz’ın yüzü ekşidiğinde bu ihtimalin aklına yeni geldiği belli oluyordu. Saf çocuk.

“Hoş geldin yalnızlık.” Bu sefer dudaklarım beni dinlemeyip hafifçe yukarı kıvrılmışlardı. Kendimi tebessüm etmemeye kapatamamıştım ne yazık ki. Ama onların bunu fark ettiği yoktu çünkü etekleri tutuşmuştu ikisinin de.

“Siz zaten hep yalnızdınız,” deyip iyice morallerini bozmayı hedefledim. Acaba bunun şaka olduğunu söylediğimde bana ne yapacaklardı?

Poyraz, “Oldu, bir de yüzümüze vur,” dedikten sonra Oğuz’a döndü. “Öldük Ozzy. İhtiyaçlar ne olacak bizim?”

“Bilsem..” İğrençleştiklerinde buna bir son vermem gerektiğini anladım. Yine saçmalıyorlardı ve bu hoşuma gitmiyordu.

“Susun ya. Şakaydı.” İkisi de hayretle bana döndüğünde kaşlarımı çattım. Yüzlerindeki hayretin yerini yavaş yavaş sinir alıyordu.

“Eğer bir daha böyle bir şaka yaparsan,” Poyraz’ın sözünü yarıda kestim.

“Ne yaparsın?” Birkaç saniye içinde yüzü yumuşadı. Böyle olacağını zaten biliyordum. Onun nerede ne tepki vereceğini ezberlemiştim artık ben.

“Of tamam ya. Ben sana kıyamam.” Zaferle sırıttım. Olması gerektiği gibi.

“Aferin,” dediğimde ikisinin de kahkahası ortalığı doldurmuştu. Bende onlara eşlik etmekte gecikmedim.

“Şansını zorlama.” Poyraz beni uyardığında gülerek kafamı salladım.

“Peki, peki peki.”

***

Oğuz ve Poyraz’ın yanından ayrılalı dört saat olmuştu ve bu dört saatin de ikisini uyuyarak geçirmiştim. Kendimi tüm gün ölü gibi hissetmiş olmam normaldi. Uyanık olduğum zamanlarda ise tek düşündüğüm neler olduğuydu.

Meraktan içim içimi yiyor gibiydi adeta. Bilinmezlik her zaman beni içine çekiyordu, evet. Ama bu en berbat olanıydı. Ve en içinden çıkılmaz olanı.

Telefonumu elime aldım ve Doruk’a mesaj atmaya karar verdim. Ne olduğunu eğer dün gece sarhoş olmamışsa ancak ondan öğrenebilirdim. Ve artık kendimi, ona ilk mesajı atabilecek kadar yakın hissediyordum. Uzun zamandır konuşuyorduk. Buna alışmıştım ve rahat davranabiliyordum. Bu his, güzeldi. En baştaki cesaretsizlikten sıyrılmış olmak çok güzeldi.

“Doruk.”

Cevabı gecikmediğinde gülümsemeyi ihmal etmedim.

“Ece?”

Gülümsedim ve bir mesaj daha yazdım.

“Onur.”

Göndermem ile mesajın gelmesi bir olduğunda, onu hayal ettim. Telefonuna bakarken benden gelecek olan mesajı nasıl beklediğini. Ve bu doğal olarak kocaman sırıtmama sebep oldu.

“Kedi?”


Sırıtışım ağzımı acıtacak kadar büyüdüğünde düşüncelerimi süzgeçten geçirmeme aptallığına düşerek mesaj yazmaya koyuldum.

“Bir şey soracaktım ama utanç verici.”

Gönderdikten sonra mesajı iki kez okuduğumda yanlış yaptığımın farkına vardım. Salaktım. Neden mantıklı düşünüp güzel bir şey yazmak yerine saçma bir mesaj atmıştım ki? Utanç verici yazmıştım, hadi ama.

“İlgimi çekti. Sor hemen.”

Nasıl yan çizmem gerektiğini bilmediğimden kısa bir cevap yazdım.

“Vazgeçtim. Sormayacağım.”

Kendimi küçük düşürmeyi çok iyi biliyordum işte. Onun gözünde, yaptığım her saçma davranış ile kat kat düşüyordum ve bunu bilmek içimi acıtıyordu. Böyle biri olmak istemiyordum. En azından onun gözünde. Mesaj geldiğinde lütfen ısrar etmiş olmasın diyerek mesajı açtım.

Merak ettirdin bir kere. En sinir olduğum şeyi yapma.”

Haklıydı. Bu konuda gerçekten haklıydı çünkü aptallık ettiğimin ben de farkındaydım. Umutsuzca mesajını cevaplamaya koyuldum.

Olmaz dedim ya. Israr etme işte.”

Israr etmeye devam ettiği taktirde kendime başka bir çıkış yolu aramam gerekecekti ama benim beynim fikir üretmeye en ihtiyacım olduğu zamanda kendini kapatarak şanssız biri olduğumu gözüme sokmuştu, bir milyonuncu kez falan. Doruk’tan mesaj geldiğinde hızlıca açtım.

“15 dakika sonra kapının önünde ol.”

Ağzım şaşkınlıktan açılmışken kendimi manyak gibi hissetmiştim. Saat gecenin on buçuğuydu. Bu saatte altını çizerek söylüyorum hem de bugün dışarı çıkamazdım. Annem iki hafta dışarı çıkmama cezası verirdi. Çünkü zaten bana yeterince kızgındı.

“Ne?”

Şaşkınlığımı mesaja döktüğümde saçma bir mesaj olduğunu yine kavramıştım. Zaten en başından beri mantıklı attığım mesajların sayısı bir el parmağını geçmezdi. Bunun için de kendime lanet okurken Doruk mesaj atmıştı.

“Okudun.”

Sinir kat sayım yükselirken ne yapacağımı da bilemez haldeydim.

“Olmaz. Gelme.”

Odanın içinde bir ileri bir geri yürürken zaman da ilerliyordu fakat doruk’tan cevap gelmiyordu. Bu yüzden yeni bir mesaj yazmaya koyuldum.

“Doruk bu saatte çıkamam çünkü annem bana yeterince kızgın.”


Beni anlayışla karşılaması umduğum dakikaların ardından gelen mesajı hızlıca ve panik eşliğinde açtım.

“Aşağıdayım. Sokağın başında.”

Kendi başıma bu olayı ben dolamıştım. Kendime sövme işlemimi uygularken diğer yandan üstüme mevsimlik bir mont geçirdim. Odamdan çıkıp sessiz adımlarla merdivenle yönelirken Ceren ve annemlerin yatak odalarının kapılarının kapalı olduğunu görüp rahatladım. Sessiz adımlarım ile aşağı indiğimde evdekilerin yatmış olduğu kanıtlanmış olmuştu. Hiçbir ışık yanmıyordu. Sıkıntılı nefesimi dışarı üfledim ve kapıdan hızlıca süzüldüm.

Koşar adım Doruk’un yanına vardığımda bana yüzündeki sırıtma ile bakıyordu. Fakat onun aksine benim yüzümde öfkeli bir ifade vardı.

“Hani çıkamazdın?” Bilmiş sırıtışının sebebi bu oluyordu demek ki.

“Evdekiler uyumuştu,” dediğimde kafasını aşağı yukarı salladı ama yüzündeki o alaylı sırıtış hala yerini koruyordu.

“Hadi sor bakalım,” deyip ellerini montunun cebinden çıkardığında yüzümün gerildiğini hissettim. Ona dün gece neler yaptığımı soracaktım ancak deli gibi utanıyordum.

“Buraya gelmen soracağım anlamına mı geliyor?” deyip son şans kırıntılarımı da değerlendirme çabasına giriştim.

“Evet. Sormadan gitmeyeceğimi bilmelisin. Seçim senin.” Fakat çabalarım tabi ki sonuç bulmamıştı. Zaten ne bekliyordum ki? Onun karşısında yenik düşen hep ben oluyordum.

“Dün gece neler yapığımı soracaktım,” diye mırıldanıp bakışlarımı başka yöne çektim. Ama güldüğünü hissedebiliyordum ve yanaklarıma ateş topları hücum etmeye başlamıştı.

“Beni öptün,” dediğinde sözcüklerin kalbime sapladığı sayısızca okların sebebiyle bir an donup kaldım. Onu öpmüştüm ve bu çok özel anı hatırlamıyor muydum? Daha da önemlisi, şimdi ne olacaktı? Onun yüzüne bakamıyordum bile. Tüm vücudumun utançtan kıpkırmızı olduğunu hissediyordum.

“Seni öptüm mü? Bu imkansız,” dedim aksini adım gibi bildiğim halde. Yüzündeki sırıtış yavaş yavaş bozulurken yerini alan duyguyu anlayamadım. Zaten onu hiçbir zaman anlayamamıştım ki.

“Neden? Beni öpmek kötü bir şey mi olur?” Şaka mı yapıyordu? Her günümü onunla sevgili olup öptüğüm hayalleriyle geçiren biriydim. Benim gibi birine bunu sorması onu da aptal yapmaz mıydı? Aslında, benim hissettiklerimin hiçbirini bilmediği için bu söyledikleri onu aptal yapmıyordu.

Panikle, “Hayır,” dediğimde çözümleyemediğim duygunun yerini anında egosunu gözler önüne seren bir sırıtış aldı. “Yani hayır derken o anlamda hayır demedim,” diyerek konuyu iyice batırdığımın farkındaydım.

“Ne anlamda hayır dedin o zaman?” Beni sorularıyla iyice köşeye sıkıştırmak istiyordu ama bir şekilde ondan kurtulmalıydım.

“Seni öpsem hatırlamam gerekirdi,” dediğimde beynimi iyice zorladım. Ama yoktu, anımsadığım hiçbir şey yoktu.

“Nasıl yani?” Ona, artık soru sormayı kes, diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Panik olduğumda söylediklerim hep saçma şeyler oluyordu çünkü.

“Senden başka birini öptüm mü?” diyerek konuyu başka bir yöne taşıma kararı aldım. Bu sorum üzerine çatılan kaşları az sonra söyleyeceklerini dikkatle dinlemem gerektiğini bana öğütler nitelikte gibiydi.

“Ben yanındayken benden başka birini öpemezsin, kedi.” Yutkunmaya çalıştım fakat boğazımda oluşan lanet yumru buna engel oluyordu. Doruk’la konuşmaya başladığımdan beri bedenim buz kesmişti. Ve şu an söyledikleri her ne kadar olmaması gerekse de, içimi ısıtmıştı.

“Başka bir delilik yaptım mı?” Zar zor konuştuğumda omuz silkti ve bana bir adım yaklaştı. Boyu benden uzun olduğundan hafifçe kafamı kaldırmam gerekmişti. Mavi gözlerinin her benimkiler ile kenetlenişinde içimi saran huzur, yine aynı görevini başarı ile tamamlıyordu.

“Sarhoşken yanında ben varsam, saçma delilikler yapmana izin vermem.” Her kelimesi ego kokan cümlesini kavradığımda içim biraz daha ısınmıştı. Kimse görüştüğümüzü bilmese bile, sahiplenici tavırları mutluluktan uçmamı sağlıyordu.

“Utanacağım bir şey yapmadım, değil mi?” Kafasını olumsuz yönde iki yana salladı.

“Hayır, endişelenme.” Gülümseyerek ona baktım. Aslında şu an çok rahatladığımı hissediyordum. Tek sorun, öpücüktü. Gerçi, bu büyük bir sorundu. Ama bu konuyu bir daha açmamak üzere kapatacaktım. En iyisi buydu, ikimiz için de.

“Şey, o zaman ben artık eve döneyim. İyi geceler,” dediğimde kafasını onaylamak amacıyla salladı.

“İyi geceler.” Arkamı dönüp birkaç adım attığımda sesini duyup yeniden ona döndüm.

“Son bir şey,” gözlerimi karanlıkta daha bir mükemmel olan gözlerine sabitledim. “Beni öpmedin. Şakaydı.” Ben ona şaşkınca bakarken zor fark edilen minik gülümsemesi ile arkasını dönüp uzaklaştı ve bende aynısını yaptım, titremesini durduramadığım ellerim ile.

Kendimi yatağıma attığımda kalbim deli gibi atıyordu. Beni kandırması kolay olmuştu. Şu an sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim. Sevinmeliydim çünkü öptüğüm an mükemmel olmalıydı. Her saniyesini hafızama kazımalıydım. İkimiz de mutlu hissetmeliydik ve kesinlikle aklımızı alkol yönetmemeliydi.

Telefonumun mesaj sesiyle irkildim ve telefonumu belki Doruk mesaj atmıştır diyerek ışık hızında elime aldım. Ama kayıtlı olmayan bir numaraydı. Açıp okumaya başladım.

“Sana az kaldı dediğimde bile akıllanmadın, küçük yılan. Senin seçimin. En başında, sana sıradan olma demiştim. Dinlemedin.  Artık elimden seni hiç kimse kurtaramaz. O kadar az kaldı ki, tahmin bile edemezsin. Hayal kırıklığının tadını çıkar.”

Nefesimin kesildiğini hissettiğimde zaman durmuş gibiydi. Hızlıca numarayı geri aradım fakat notu gönderen kişi tedbirini almıştı. Mesajı atar atmaz sim kartını parçalamış olmalıydı.

Göz yaşlarımı fark ettiğimden telefonum elimden düştü ama umursamadım. Yatağımda cenin pozisyonu alarak sessizce ağlamaya devam ettim.

Onu kaybedecektim. Bu düşünce beynime işkence ederken yorgunluk daha ağır bastı ve uykuya daldım.

KORKAKDove le storie prendono vita. Scoprilo ora