Korkak | 7. Bölüm

33.5K 1.1K 35
                                    

İyi okumalar dilerim!



Poyraz’la beraber bahçeye girdiğimizde içerisinin dışarıdan göründüğünden daha kalabalık olduğunu fark ettim.

Gözüm Nil ve Elif’i ararken karşıma Buse çıkmıştı. Ve onu gördüğüme seviniştim. Annemiz gibiydi ve bu saçma partilerde arkamızı topluyordu. Gülümsedim.

“Tatilin erken mi bitti?” Buse de gülümsedi ve elindeki karton bardaktaki birasından bir yudum aldı. Biliyorum, daha yaşımız tutmuyordu ama böyle günlerde içmek fena gelmiyordu.

“Yarıda kesmek zorunda kaldık, babamın acil işleri işte. Bu arada çok tatlı görünüyorsun.” Kendisinin bebeksi suratı benden daha tatlıydı. Ona gülümsedim ve o da okuldan tanıdığı başka birinin yanına gitti. Bende Poyraz’a döndüm.

“Bu kalabalıkta Nil ve Elif’i nasıl bulacağız bilmiyorum.” Poyraz önce duraksadı sonra aklına güzel bir fikir gelmiş ifadesini takındı.

“Bulana kadar partinin keyfini çıkarabiliriz.” Aynı anda gülümsedik ve onun elini tutup yürütmeye başladım. Partinin keyfini çıkarmak demek, önce içmek sonra  dans edip eğlenmek demekti. Yani başka ne yapabilirdik şu an için bilmiyordum.

İçeceklerin olduğu yere geldiğimizde ikimize de büyük bardak aldım. Elimdeki iki bardaktan birini ona verdim. Poyraz bardağını aldı ve kafasını salladı.

“1, 2, 3” Üç komutuyla bardağı kafama diktim. Hızlıca bira yudumları boğazımdan geçerken Poyraz’a bakamıyordum, gözlerim kapalıydı. Biramı bitirince gözlerimi açtım. Her zaman olduğu gibi aynı anda bitirmiştik. Omuz silktik.

“Yine aynı anda.”  Ve yine aynı anda gülmeye başladık.

Poyraz’la birçok ortak yanımız vardı. Sadece o korkak biri değildi. Çok eğlenceli ve havalıydı. Ve onun gibi bir arkadaşım olduğu için mutluyum.

Tam yeni bir bardak almak için bir bardağa dokunduğumda elimin üzerinde başka birinin elini hissettim. Kafamı kaldırdığımda karşımda Doruk vardı. Elimin üstünde Doruk’un eli vardı. 

Bir an, ruhumu teslim edip şuracıkta öleceğimi sandım. İlk kez Doruk bana dokunuyordu. Ve ilk kez bu kadar yakından bakıyordum onun o güzel gözlerine. Kusursuz görünüyordu. Siyah skinny pantolonu, üstüne giydiği koyu lacivert kot gömleğiyle harika görünüyordu. Ama hala eli bardağımın ve elimin üzerindeydi. Kaşlarımı kaldırıp hayretimi belli edecek şekilde ona baktım.

“Benim bardağımı alıyordun.” Omuz silkti ve bardağı kendisi aldı. Sonrasında benim bir şey söylememe fırsat bırakmadan arkasını dönüp gitti.

Doğru ya, biz birbirimizi tanımıyorduk.

Elimde hala dokunduğu parmaklarının sıcaklığı vardı. İstemsizce gülümsediğimi hissettim. Ne kadar da saf bir aşıktım ben böyle.

“Eceeee.” İsmimi duyunca Poyraz’a döndüm. Ne oluyor der gibi bakıyordu. Omuz silktim. O da kafasını salladı.

“Eee, şimdi ne yapalım?” Güzel soru. Ne yapabilirdik ki? Nil ve Elif’i bulabilirdik. Gerçi bu Umut’un partisiyse Elif onun yanındaydı. Nil eminim Buse’yleydi. Bende Poyraz’laydım. Onları bulmamıza gerek yoktu.

“Müzik seslerinin en çok geldiği yere gidelim.” Önerim karşısında kafasını onaylamak amacıyla salladı.

“Önce benim birini bulmam gerekiyor, orada buluşuruz.”

“Tamam,” dedim ve yanımdaki masadan bir bira alıp müzik seslerinin en çok geldiği yere –yani büyük salona- geldim.

Kalabalıktı. Yiyişenler, dans edenler ve daha başka tipleri görebilirdiniz.

Oturmak için yer bakınmaya başladığımda camın kenarında Doruk’un bir kızın belinden sardığını gördüm. İkisi de ayaktaydı ve Doruk kızın belini tutuyordu. Belki biraz sonra eli daha aşağılara inecekti. Kızsa sırıtıyor ve ona bir şeyler söylüyordu. Midemi boğazımda hissetmeye başladım.

Çok yakındılar. Camdan dışarı bakıyorlardı. Yan yana. Yakın mesafede.

Benimle hiçbir zaman yapmayacağı şeyi, benim dışımda herkesle yapıyordu. Kendime lanet okumak istedim. Neden kalbim gidip benim için hiç de oluru olmayan birini sevmişti sorusunun yanıtını bilmediğim gibi neden birden bire vücudumun buz kesitiğini de bilmiyordum.

Umutsuz vakaydım.

Boğazımda bir yumru oluştuğunu hissettim. Yutkunmaya çalıyordum ama başaramıyordum. Başımın döndüğünü hissettiğimde dengemi kaybedip sendeledim ve biri beni kolumdan yakaladı. Gözlerimi yavaş hareketlerde açmayı başarabildiğimde Kemal’in beni tuttuğunu gördüm. Kemal de ego yığını sayılırdı. Cidden okulun yakışıklı ve bunun bir sonucu olarak da egosu tavan yapmışlardandı.

“İyi misin Ece? Bir şey mi oldu?” Aklım başıma gelmeliydi, acilen. Doruk sevgilim değildi, onunla konuştuğumuzu kimse bilmiyordu. Yani ondan hoşlanıyorum ve başka bir kızla gördüm diye saçmalamalı, vücudumun tepkilerine engel olmalıydım. Güçlü olmalıydım. Ama kulaklarıma dolan bu slow müzik bana hiç de yardımcı olmuyordu.

“İyiyim. Sadece biraz başım döndü, sanırım biradan. Ben bir lavaboya gideyim.” Kemal’den sıyrıldım.

“Teşekkürler.” Yapabildiğimi umarak gülümseye çalıştım. Kemal de gülümsediğine göre, yapabilmiştim.

“Önemli değil,” deyip kulağıma eğildi. “Dikkatli ol tatlı prenses.” Gülümseyerek geri çekildi ve yanımdan gitti. Demek tatlı bir prenses gibi görünüyordum. İyi. Fena değil en azından.

Derin bir nefes aldım. Sonra lavabonun yolunu tuttum. Üst katta bir misafir banyosu vardı. Ve sanırım Umut’un odası da bu kattaki dört odadan biriydi. Belki de Elif’le.. ah, tabi ki hayır. Aklımın köşesine gelmeye çalışan saçma fikirleri kışkışladım.

Lavaboya girdim ve yüzüme soğuk su çarptım.

Bak Ece, Doruk senin değil, onun için saçmalama. Bir kez olsun davranışlarında saçmalama. Güçlü ol. Lanet olsun sadece bir kez güçlü olmayı dene. Doruk da sen de istediğiniz kişiyle takılabilirsiniz. Sen onunla mesajlaşırken eğlenmene ve mutlu olmana bak, diye kendime öğütler verdim.

Haklıydım. Geçen yıldır hoşlandığım çocuğu bir kızla gördüysem ne olacaktı ki? Tamam, belki o kızı öldürme planları kuracak kadar sinirden köpürmüş olduğum gerçeğini  en azından belli etmeme gerek yoktu. Parti bitip eve döndüğümde sinirimi ve üzüntümü yaşardım, her zaman üzüldüğümde yaptığım gibi.

Derin bir nefes aldım ve lavabodan çıktım. Merdivenlere yöneldiğimde birinin bileğimi kavradığını hissettim. Sonrasında beni lavabonun yanındaki odaya çekmesini.

Kapı kapandığında bende hangi salağın bana bunu yaptığını öğrenmek için hızlıca arkamı döndüm.

Dondum. Kalbim neremde atıyordu? Neden nefes almayı unutmuştum?

Nabızlarım bileğimi delecek gibi atmaya başladığında gözlerimi kırpıştırdım. Doruk’sa bana bir adım atmıştı. Zaten aramızda iki adımlık bir mesafe vardı, onu da azaltmıştı. Elini yan tarafta bir yere uzatıp bir bardak aldı. Sonra bana uzattı.

“Al.”  Yutkundum. Biz sadece telefondan konuşmayacak mıydık? Neden şimdi yüz yüzeydik?

“Sadece telefondan konuşacağımızı sanıyordum,” diye geveledim üzerimdeki şaşkınlığın etkilerini de ona karşı belli ederek. İfadesiz yüzünü çarpık gülümsemesi sararken içimin eridiğini hissettim. Böyle yapmamalıydı aksi taktirde karşısında eriyip gidecektim.

“O kuralı değiştirdim, kimse görmeden yüz yüze konuşabiliriz.” Tabi, benimle görünmek istemiyordu. Yere baktım. Görüş alanıma toz pembe Vanslarım girmişti. Toz pembe. Doruk ne yapsındı benim gibi bir kızı?

Çenemi tutup ona bakmamı sağlarken yerin ayaklarımın altından kaydığını sandım. Sonra tek elimi tutup bardağı elime yerleştirdi.

“Senin değil miydi bu?”  Yeniden o gülümsemesinin yüzüne yayılmasına izin verdi. Bu çocuk beni öldürmeye falan çalışıyordu, eminim.

“Benimki de burada,” dedi ve görmediğim birayı eline aldı. Sonra yeniden gülümsedi ve havalı sesiyle konuşmaya devam etti. Beni kesinlikle koca bir şaşkınlığa uğratarak. “O arkadaşınla yaptığın yarıştan yapmak istiyorum.”

Poyraz’la beni mi izlemişti? Doruk beni mi izlemişti? Bu iyi bir şey miydi? Bu sorunun cevabını nikah masasında en mutlu anını yaşayan bir kızın  'evet'tiyle yanıtlayacaktım.

“Yarışırsak ne olacak ki?” Neden boş yere yarıştığımızı merak etmiştim sadece. Üçüncü kez içimi eriten gülümsemesini yaparken, üçüncü kez içimi eritiyordu.

“Kazanırsam dudaklarında kalan bira tadına bakacağım.” Vücudumdan geçen şok dalgası titrememe sebep oldu. Kaybedersem Doruk’la öpüşecektim. Doruk’la. Belki şu an beni kullanıyordu ama umrumda değildi. Onun amacı bir kızı kullanıp öpüşme gibi aptal ihtiyaçlarından birini gidermekti belki de. Ama şu an inanın bu umrumda değildi. Aklıma takılan önemli bir soru vardı.

“Ben kazanırsam?”  Omuz silkti. Biraz duraksadı ve sonunda konuştu.

“Sen karar ver.”

Düşün Ece. Aklından; Doruk’un sana birkaç santim mesafede olduğunu, kusursuz suratı olduğunu, kalbini durduğunu, midende bulantılar oluşturduğunu, gözlerinin derin bakışlarını, çarpık gülümsemesinin seni eritip bitirdiğini çıkart ve düşün.

Madem Doruk o kızın belini tutuyordu, benimkini de tutabilirdi. Benim o kızdan kadınsı görünmek haricinde ne eksiğim vardı? Gerçi bu en büyük eksiklikti. Her neyse.

Peki bu isteğimi ona nasıl söyleyecektim? Anlamaz mıydı? Ama onu gördüğümü bilmiyordu. Ya isteğimi söylediğimde benimle dalga geçerse? Ya bana salak muamelesi yaparsa? Ya anlaşmayı iptal ederse? Tamam, sonuncu ihtimali biraz abartmış olabilirim ama..

Sakin ol. Yapabilirsin. Sadece söyleyeceğin birkaç sözcük. Hem Doruk senden o şeyi isterken hiç korkak davrandı mı? Doruk senin bir korkak olduğunu daha bilmiyor ve ne kadar geç öğrense o kadar iyi.

Yapabilirsin. Bir kez olsun aptal korkularından sıyrılabilirsin.

Derin bir nefes aldım. Sonra yeniden gözlerimi ayakkabılarıma kaydırdım.

“Kazanırsam..” duraksadım. Tamam, söyle artık. Yapacaksın. Hiçbir şey olmayacak. Hayır, hayır söyleyemeyecektim. Kelimeler dudaklarımın dibine kadar yaklaşıyor fakat dışarı süzülmek için korkuyorlardı. Şu aptal sözcükleri söyle seni kahrolası korkak! İİçimdeki şeytan baş gösterip beni uyardığında bir çırpıda söyledim. “Jack ve Rose’un ölümsüz pozunu yapmak istiyorum.”

Sözcükler dudağımdan zorla döküldüğünde cidden kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Ona bakamıyordum. O kadar utanmıştım ki. Yanaklarımın alev kırmızı olduğuna emindim. Ellerimin titrediğini hissettim. Tepkisinden korkuyordum.

Bugün ikinci kez çenemi tutup ona bakmamı sağladı. Tam bir bebek gibi davranıyordum. Utangaç, korkak bebek. Doruk’sa gülümsüyordu.

“Tamam, ama balkona çıkamayız. Biri görebilir. Cam kenarı olur.”  Kafamı salladım ve gülümsedim.
Sorun etmemişti. Zaten onun isteğinin yanında benimkisi hafif kalıyordu. Korkmakta çoğu zaman olduğu gibi aptallık etmiştim. Aklımdan oluşan soru ise; Kazanmalı mıydım kaybetmeli miydim? İnanın aklımdan hiçbir şey geçmiyordu.

“Başlayalım,” deyince bardağı ağzıma yakın tuttum.

Sanırım kazanacaktım. Şu an Doruk’la öpüşmeyi kaldıramazdım. Karşısında bayılmak falan istemiyordum. Hep Jack’in Rose’a olan aşkını hep kıskanmıştım ve hep böyle bir şeyi yapmak istemiştim. Tamam, Doruk bana aşık olmayabilirdi ama yine de istediğim bir şeyi yapabilecektim.

Hem en azından dokunuşlarına alışabilirdim. Tabi o bana dokunurken kollarına yığılmazsam. Elimden geleni yapacaktım.

“1, 2, 3.”  O üç derken ben birayı dikmiştim bile. Yani ondan yaklaşık bir saniye önce başlamıştım. Ve tek dikişte tüm birayı bitirdim. “Bitti,” dediğimde o da son yudumunu bitirdi. Salise farkıyla geçmiştim onu.

Ben kazanmıştım. Yani öpüşmeyecektik. Ama yine de güzel bir şey yapacaktık. Gülümsedim. O ise önce ifadesiz kaldı, sonra o da gülümsedi.

“Kazandın,” deyip elini belime yerleştirdi. Şimdiden tüylerim diken diken olmuştu. Tüm vücuduma ateş baskı yaparken kalbim ağzımda bir yerlerde atıyor gibiydi. Dokunuşuyla beni sersemletmişken birazdan bana neler olabileceğini kestiremiyordum.

Camın kenarına geldiğimizde iki elini göbek hizamda birleştirdi. Yüzü ise omzuma yaslıydı. Elleri bedenime dokunuyordu. Benim bedenime. Benim belime. Şu an benimleydi, başka bir kızla değil. Şu an bizdik. Ve beni öldürüyordu, midem kasılıyor, nefes boruma hava doldurmakta zorluk çekiyordum. Kendimde değildim. Ayrıca vücudumun titrememesi için kendimi fazla kasıyor olabilirdim. Nefesi boynuma her çarpışında bir kez daha diriltiyordu beni.

Ellerimi yavaşça iki yana açtım, Rose gibi. Camda gördüğüm belli belirsiz yansımamızı beynime kazımaya çalışmak, Doruk bana dokunurken zordu ama başarabilirdim.

Onu yanımda hep hayal ediyordum ama gerçeğini görmek çok, çok farklı hissettiriyordu. Ellerini belimden yukarı doğru gezdirerek çıkarırken heyecandan öleceğimi falan sandım. İki yana açtığım kollarımda parmaklarını gezdirdikten sonra ellerimizi birbirine kenetledi.

Bu yaşadıklarımın bir rüya olmamasını diledim. Gerçekti. O kadar güzeldi ki. O bana böyle davranırken kendimi cennette gibi hissediyordum. Çok mutlu, kanatlanmış bir melek gibiydim adeta.
Boynuma belli belirsiz bir öpücük kondurduğunda mutluluktan ağlamamak için gözlerime savaş açtım. Yanaklarım çoktan kıpkırmızı olmuştu zaten. Kulağıma doğru bir yol izledi ve kulağıma birkaç sözcük fısıldadı.

“Kimseye bahsetmemişsin.” Belli belirsiz gülümsedim.

“Sende öyle.” Camdaki yansımamıza baktığımda gülümsediğini gördüm.

Birbirine kenetlenmiş ellerimizi aşağı indirdi ve ellerini yeniden belimde birleştirdi. Ardından beni kedine döndürdü. Kalbim daha fazla dayanamazdı bu duruma. Yaklaşıp alnını alnıma dayadı. Gözlerim istemsiz olarak dudaklarında geziyordu. Belki de iddiayı kaybedip onunla öpüşmeyi tercih edebilirdim. Onu arzulamam çok mu yanlıştı? Bana böylesine iyi davranıyorken ondan umutlanmam?

Gülümsedi ve ellerini benden çekti. Ve sonra hiçbir şey söylemeden odayı bir anda terk etti.

Ayaklarımın bağı çözülmüşken neden birden böyle çekip gittiğini kavrayamıyordum. Az önce neler olmuştu? Bana böyle hissettirdikten sonra bu sır daha mı eğlenceli hal alacaktı onun için?  Aklından neler geçiyordu bilmiyordum ama duygularımla oynuyordu.

Ve ben bu işte üzüleceğimi biliyordum. Bir anlık hevesle kabul etmemeliydim. Yapmamalıydım.
Bana sadece eğlendiği bir kız gözüyle bakan birinden hoşlanıyorken bana dokunmasına izin vermemeliydim. 

Beklemeden odadan çıkacakken koridordan sesler geldiğini duydum. Ve kapının arkasına saklanıp dinlemeye koyuldum.

“Demin bu odadan Doruk çıktı değil mi?” dedi bir kız. Eminim Doruk’un okuldaki hayranlarından biriydi.

“Evet, kim bilir içerde hangi kızla yiyişmiştir?”  Hemen kapıyı kilitledim.

Ne yiyişmesi? Doruk’un kızlarla eğlendiğini biliyordum ama biz yiyişmemiştik. Ayrıca beni görmemeleri gerekiyordu. Ama bu odaya gireceklerini biliyordum. Lanet olsun, eğer odada Doruk’la olduğum öğrenilirse anlaşma bozulurdu. Daha da önemlisi okuldaki tüm iyi kız profilim batardı. Ve ben okulda kötü kız olarak anılmak falan istemiyordum. Kesinlikle istemiyordum. Telefonumu alıp Buse’yi aradım. Hemen açmıştı zaten.

“Buse yardımın lazım. Her şeyi anlatacağım ama önce gelip beni üst katta lavabonun yanındaki odadan kurtar. Kapının önünde kızlar var ve dedikodumun çıkmasını istemiyorum, anlarsın ya.”

Olabildiğince sessiz ve hızlı konuşup telefonu kapattım. Kızların sesiyse gittikçe yaklaşıyordu. İçeri girmekten falan bahsediyorlardı. Eğer kapının kilitli olduğunu öğrenirlerse daha çok merak edilecekti. Yavaşça kilidi açtım. Eğer içeri girerlerse kapının arkasına saklanabilirdim. Tam kapının kolu çevrildiğinde Buse’nin sesini duydum.

“Kızlar ne yapıyorsunuz burada? Aşağıda olay olduğunu duydum, gidip bakmayacak mısınız? Eminim büyük dedikodular vardır.” Topuklu ayakkabı sesleri gittikçe uzaklaşmaya başladığında derin bir nefes aldım. Buse yine halletmişti. Kapıyı açıp çıktığımda Buse bekliyordu.

“Ne halt yedin Ece?” Omuz silktim.

“Neredeyse bir yanlış anlaşılmaya kurban gidecektim, geldiğin için teşekkürler Buse.” Buse gülümsediğinde bende gülümsedim.

“Bu benim işim biliyorsun.” Aynı anda gülüp merdivenlere yöneldiğimizde lavabonun kapısı açıldı. Endişeyle kimin çıktığına baktım. Kemal’di bu.

Peki ne zamandır buradaydı?

KORKAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin