Korkak | 33. Bölüm

21.9K 870 77
                                    

Yorum ve oy ikilisini görürsem minnettar olurum. Bölüm parçası ile iyi okumalar. :')

Onu kaybedeceğimi bilerek yaşamak, içimdeki uçsuz bucaksız boşluğun büyümesine mümkünmüş gibi katkı saylıyordu. Ne kadar az kaldığını bilmiyordum, ne olacağını bilmiyordum. Sadece her şeyden habersiz yaşıyordum.

İşin sonunda sadece Doruk’u kaybedecek olmam mı vardı? Bu soru beynimi kurcalarken aynaya bakarak daldığımı fark ettim. Bir cevap bulamamıştım; çünkü önümde bildiğim bir şey yoktu. Tek bildiğim kısa zaman sonra Doruk’u kaybedecek olmam ve bunu düşünmemeyi kendime öğütleyerek hep gerçeklerden kaçmamdı. Her zaman olduğu gibi. En büyük aptallığımı yine yapıp gerçeklerden kaçmaya çalışıyordum. Çünkü ben bu oyunun mağlup tarafıydım. Düşmanım hakkında en ufak bilgim dahi yoktu; nasıl savaşacağımı bilmez haldeydim.

Kabullenmiştim sadece. Bu anlaşma son bulacaktı ve ben de daha önce hiç olmadığım kadar üzülecektim. Kalıplaşmış düşüncemin dışına çıkarsam, yanlış yollara sapmaktan korkuyordum. Her şeyi daha da mahvetmekten. Çünkü söz konusu Ece Serdar’sa o işte şanssızlık mutlaka olurdu.

Odamın kapısı tıklatıldığında kapıya döndüm ve Oğuz’a gelmesini söyledim. Siyah kotunun üstüne giydiği havalı gömlek ile ilgi çekici duruyordu. Evdekiler şehir dışındaki anneannemi ziyarete gittiğinden rahattım.

“Hazırlanmışsın,” dedi elbiseme göz atarken.

“Evet. Olmuş mu? Poyraz olmuş demişti umarım beni kandırmamıştır.” Gülümsediğimde o da güldü.

“Tabi ki olmuş.” Egomu kabartması hoşuma giderken küçük çantamı alıp kapıya onun yanına ilerledim.

“Gidelim o zaman,” dediğimde kafasını onaylamak amacıyla sallayıp “Bayanlar önden,” diyerek kibarlık etti. Ona gülümsedikten sonra önce odamdan sonra da evden çıktık.

Çağırdığımız taksiye aynı anda bindik ve Oğuz adresi şoföre verdi. Bu partide de kız bulmazsa artık buna bir dur diyecektim.

“Eeee? Partide kız buluyor musun?” Gülüp omuz silkti. Bu konuyu umursamıyor gibi görünmeye çalışıyordu ama aslında umursadığını biliyordum.

“Buluyorum.” Kafamı onun omzuna koydum.

“Bulamazsan ben bulacağım ve bulduğum kızı çok seveceksin. Uzun bir ilişkiniz olacak.” Gülmeye başladığında ona eşlik ettim.

“En son uzun ilişkiden sonra bir daha toparlayamadığımı biliyorsun.” Evet, maalesef ki biliyordum. Yaz başında altı aydır çıktığı sevgilisi ondan ayrılmıştı ve bu Oğuz’u çok üzmüştü. Onun üzülmesi beni de üzüyordu.

“Bence kendine bir şans vermelisin,” deyip kafamı çektim ve yüzüne bakmaya başladım. “Bak. Geçmiş geçmişte kaldı, tamam mı? Her konuştuğun kıza ‘ya ona çok değer verdiğimde beni bırakırsa’ gözüyle bakarsan mutlu olamazsın. Bir kere öyle oldu diye hep öyle olacak hali yok ki. Önemli olan senin mutluluğun. Önemli olan sensin.”

“İddianın alasını ediyorum, dünyadaki en ama en iyi arkadaş sensin.” Ona kocaman gülümsedim ve kısaca kucakladım. En azından birilerini mutlu edebiliyordum, değil mi?

“Geldik,” diyen taksi şoförüne Oğuz parayı uzattı ve ardından arabadan inip Kemal’in tuttuğu mekana girdik.

Erken gelmemiştik, içerisi kalabalıktı. Aslında içeridekilerin dörtte üçünü tanımıyordum. Muhtemelen Kemal’in okul dışındaki arkadaşlarıydı. Poyraz ve Nil’i gördüğümüzde hemen yanlarına gittik.

“Çok tatlısın Nil,” dedim gider gitmez. Gerçekten mavi elbisesi ona yakışmıştı ve saçları da tatlı görünüyordu.

“Ah, biliyorum, biliyorum,” dediğinde hepimiz gülmeye başladık. Nil’in keyfi yerinde olmasa kendini yerden yere vuran bir kızdı ama anlaşılan şu an keyfi gayet de yerindeydi.

“Kareoke varmış. Kemal ilk kez düzgün bir iş yaptı.” Poyraz’a şaşkınca bakmaya başladığımızda devam etti. “Yansıtıcıyı bilgisayara bağlamışlar işte. Boş duvara yansıtıyorlar ekranı. Gidip oynamalıyız.”

“Ben oynamam da siz gidin.” Evet, bu sesimle asla ve asla insanların içinde o oyunu oynayamazdım. İnat edeceğimi bildikleri için ısrar etmek yerine beni onayladılar.

“Gel Oğuz hadi.” Oğuz kafasını salladıktan sonra ikisi de gülümseyerek yanımızda uzaklaştı.

“Ben Berk’e bakacağım.” Nil’e tebessüm edip “Tamam,” dediğimde o da yanımdan ayrıldı ve ben yine yalnız kalmayı başardım. Kısacık bir süre için de olsa.

“Hoş geldin prenses.” Yanıma gelen Kemal’e döndüğümde bugün için fazla bakımlı olduğunu fark ettim. Konuşmaya başladığında parfüm şişesini üstüne sıktığını sanmıştım ama kokusu çirkin değildi. 

“Eğlenceli olacak gibi bu gece.” Aslında bu söylediklerime inanmıyordum. Çünkü ben hangi partide eğlenmiştim ki?

“Bence de öyle olacak,” dediğinde gülümsedim. “Benim ufak bir işim var, sonra hemen yanına geleceğim tamam mı?” Kafamı onaylamak amacıyla salladığımda yanımdan uzaklaştı.

Müziğin ritmini sevdiğimi itiraf etmezsem olmazdı. Ama yine de yalnız kaldığımdan sıkılıyordum. Tuvalete gidip rimelimi tazelemeye karar verdim ve tuvaletlerin olduğu koridora doğru yürümeye başladım. O koridora gelene kadar her şey yolundaydı. Fakat tam ben köşeyi dönecekken bir bedenle çarpışmamla dönememiştim. Bana çarpan çocuk geri çekilip “Çok özür dilerim,” dedikten sonra az önceki gibi koşarak uzaklaştı.

“Bu işin sonunda onun üzülmemesi gerekiyor, Simge.” Kemal’in bağırdığını duyunca bulunduğum duvarın arkasından koridora doğru hafifçe kafamı çıkararak baktım. Kemal karşısındaki kumral kıza bağırıyordu ve ben nedenini deli gibi merak ediyordum. Bu nedenle birazcık casus olmak istedim ve onları dinlemeye koyuldum.

“Beni ilgilendirmez.” Kız omuz silktiğinde onu gözümün bir yerlerden ısırdığını fark ettim.

“Bak. O fotoğrafları benim partimde yayınlayamazsın, anlatabildim mi?” Kız sırıttı ve kafasını iki yana salladı. Hangi fotoğraflardan bahsediyordu ki? Acaba Kemal’in uygunsuz fotoğrafları mı vardı?

“Seninle anlaştık biz, hatırlıyorsun değil mi Kemal?” Kemal kafasını salladığında devam etti. “O notları neredeyse birlikte hazırladık. Ve şimdi sona geldik. Artık senden izin almıyorum, anlatabildim mi?”

Bir an zamanın durduğunu sanıp afalladım. Tüm bu not olayı bir tesadüften ibaret olabilir miydi? Bu kadar büyük bir tesadüf olma ihtimali yüzde kaçtı? Yanaklarıma yoğun ısı çökmesini umursamadan kulağımı yeniden onlara verdim.

“Notları neden yolladık kızım? Doruk’u bıraksın diye. Ve bırakacak o çocuğu. Bıraktıracağım. Buna gerek yok, anladın mı?” Kalbimin aşırı basınçtan patlayacağını hissettiğimde elimi duvara yasladım ve düşmemek için dengemi sağlamaya çalıştım.

Tüm bu not olayının içinde Kemal’in olacağı aklımın yüz kilometre köşesinden dahi geçmezken bu gerçek yüzüme sertçe çarpıyordu. Sonra birden beynimde yeni ve aptal bir gerçek daha belirdi. O lanet olası fotoğrafları şu an yayınlayacaktı. Ve ben herkesin içinde rezil olmakla kalmayacak üstüne bir de Doruk’u kaybedecektim. Bu gece. Avuçlarımın karıncalandığını ve parmaklarımın buz tuttuğunu hissedebiliyordum.

“Artık çok geç. İnsanlar izlemeye başlamıştır bile.”

“Sen tam bir aptalsın!” Kemal bağırmak yerine kükremişti. Ama hiçbir faydası yoktu. Şu an gerçekten sonu yaşıyordum. Ellerimi yanağıma götürdüğümde dinmek bilmeyen gözyaşlarımı yeni fark ettim. Ağlamak çözüm değildi, ama kendime engel olamadığım da bir gerçekti.

Nefesimi düzenlemeye çalışmaya uğraşmadan ve kararan gözlerime aldırmadan koridordan çıkıp kalabalığın dikkatle izlediği yöne gözlerimi çevirdim. Projeksiyondan duvara az önce gördüğüm lanet olasının çektiği fotoğraflar yansıtılıyordu.

Doruk ve benim.

Kalbime sivri iğnelerin battığını hissederken ayakta durmak o kadar zordu ki. Güçlü olmaya çalışmak, hayatımın sınavı gibi bir şeydi şu an. Sonumu yaşıyordum ve hissettiğim karmaşıklığın bir tarifi yoktu. Çaresizliğim somut bir şey gibi elime verilmişti. Ne yapacağımı şaşırmış halde donup kaldım.

Herkes dikkatle resimleri izliyordu ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. İki dudağım birbirine dikilmiş gibiydim, ses tellerim titreşmeyi reddediyordu. Sadece ağlayabiliyordum. Gözümden kopan yaşların haddi hesabı yoktu.  Gerçeklerden kaçmamın sonucunu ağır bir şekilde yaşıyordum. Her şeyi en başına döndürmek, benim için yüzme bilmediğim halde denize girip yüzmeye çalışmam kadar olanaksızdı.

Şu an tüm arkadaşlarım da oradaydı. Poyraz ve Oğuz ne olduğunu anlamaz halde bakarken, Nil, Berk’in yanında üzgün suratıyla bakıyordu. Elif ve Umut’u henüz görmemiştim.

Ve Doruk. Yüzünün sadece yarısını görsem de öfkesini uzaktan bile hissedebiliyordum. Onu hayal kırıklığına uğrattığım için bu kadar kızgın olmalıydı. Bunu hak etmemişti. Benimle yaptığı anlaşma ikimizin görüştüğünü kimsenin bilmesini istememesi yönündeyken her şey berbat olmuştu. Gittiğimiz ilk partide, Jake ve Rose’un ölümsüz pozunu yapmıştık ve o fotoğraf ilk sırada gösterilmişti. Benim yüzümden insanların birlikte olduğumuz fotoğrafları görmesini ben de hak etmemiştim.

Anlaşmayı kabul ettiğimden beri tek yaptığım onun yanında bulunduğum, onunla mesajlaştığım minik zaman dilimlerinde mutlu olmaktı. Daha önce hiç olmadığım kadar mutlu. Değiştirebileceğim hiçbir şey yoktu. Önümde sadece üzgün ve depresif günler olacaktı. Altından kalkabilecek miydim bilmiyordum. Şu an bile kızlar kulaktan kulağa konuşmaya başlamıştı. Okulda gözümün içine baka baka arkamdan konuşmalarını, fısıldaşmalarını nasıl kaldırırdım? Ben o kadar güçlü biri değildim, hiçbir zaman da olmamıştım.

Ruhuma zorla işlenen acı, ruhsal olmakla kalmıyor, ciğerlerimi sıkıştırıp nefes almamı engellemeye çalışıyordu sanki.

Burada daha fazla durmamın bile bir anlamı yoktu. İnsanlar beni görmeden buradan gitmem en iyisiydi. Belki de yolda bir kaza geçirir ölürdüm ve her şey daha kolay olurdu.

Akan gözyaşlarım eşliğinde arkamı döndüm ve geldiğim koridora geri döndüm. Hızlı yürüyemiyordum. Hatta doğru düzgün önümü bile göremiyordum, göz yaşlarım her şeyi bulanıklaştırıyordu. Yutkunamıyordum, nefes almakta zorlanıyordum, kalbimin atıp atmadığını hissedemiyordum ve ellerimin titremesi hiç bitmiyordu. Bulunduğum durumu bile zor irdelerken ne yapacağımı bilemez halde olmama adil miydi?

“Ece, neden ağlıyorsun?” İsmimi duyduğumda elimle gözyaşlarımı silmeye çalışıp yıllardır tanıdım sese döndüm. En yakınımın bile yüzüne bakamayacak kadar utanıyordum.

“Poyraz çok kötüyüm ve daha da kötü olacağım,” deyip gözyaşlarımı yeniden serbest bıraktım. Bana sıkıca sarılmasına karşılık versem de hiçbir iyi şey hissedemiyordum. Kalbimdeki üzüntü, kalbimin her köşesini fethetmekle kalmamış, beynimi ve tüm vücudumu da ele geçirmişti. Ama yine de birinin desteği o kadar güzel gelmişti ki.

“Şşş,” dedikten sonra yüzünü çekip devam etti. “Her şey düzelecek. İnan bana.”

Artık yolun sonundaydım. Herkes öğrenmişti. Ne kadar tüm bunların lanet olası uykumda gördüğüm bir kabus olmasını istesem de değildi.

Yaşadığım kısa zamanlı mutluluk kursağımda kalmıştı. Artık kaybedecek bir Doruk’um bile yoktu. Bu gerçek ile sarsılıp daha şiddetli ağlamaya başladığımda Poyraz kollarını sıkılaştırdı. Kalbimin karardığını hissettim. Zihnimdeki her şey göz yaşlarım kadar bulanıklaşmıştı. Bitik olmak bu muydu?

Dayanamayıp içimde biriktirdiklerimi ona dökmeye başladım. Pimi çekilmiş bir düdüklü tencere misali içimdeki zehri dökmek istiyordum. Tüm dışa vuramadıklarımı çıkarmak istiyordum.

“Doruk,” dedim ve yutkundum. Bana merakla bakan gözlerine bakmak yerine göğsüne kafamı yasladım ve ona anlatmaya devam ettim. Böylesi daha kolaydı. “Onu seviyorum, biliyorsun. Ama onu kaybettim, anlıyor musun? Anlaşmamız vardı ama bozuldu, ilk günden beri aslında anlaşma bozulmuştu. Onu kaybetmek istemiyorum Poyraz.” Göz yaşlarım mümkünmüş gibi daha şiddetli akmaya devam ederken  Poyraz’ın yüzündeki tepkiyi az çok tahmin edebiliyordum. Her şeyi tam olarak öğrenmek istediğini biliyordum ama ağzımdan çıkanlar sadece bu kadar olabilmişti. Devam etmek için kendimde güç bulamıyordum. Kelimelerim boğazıma kadar ulaşamıyordu, onlar da en az benim kadar şaşkın, üzgün ve yorgundular.

“Şey, Ece,” dediğinde burnumu çektim. “Ece bana bakmalısın.” İstemeyerek de olsa kafamı yavaşça göğsünden kaldırıp ona baktığımda kaygılı gözleri ile karşılaştım. Benim için endişelenmesini anlıyordum.

“Efendim?” dedim sessizce. Gözleri benden çekilip arkama sabitlendiğinde kaşlarımı çatıp arkamı döndüm.

Çok sevdiğim mavi gözleri ile karşılaşmak kalp atışlarımın ritmini iyice bozarken benim aldığım tişörtü giydiğini fark etmem göz yaşlarımın ardı ardına akmasına sebep oldu. Nefes kesici görünüyordu. Ona doya doya bakmak, kollarının arasına girip sarılmak istiyordum. Şu an bunların hiçbirinin olmayacağını bilsem de. Artık yalnızken bana mesaj atan, beni yanına çağıran, bana ‘iyi uykular, kedi’ diyen bir Onur olmayacaktı. Bunları düşündükçe beynime ve kalbime yayılan acının dozu gittikçe artıyordu.

Gözlerimi hafifçe kaldırıp ona baktığımda yüzündeki kızgınlığı anlamıştım. İfadesizdi fakat sertti de. Hiçbir şeyin kolay olmayacağını bana öğretmek ister gibi bakıyordu. Belki de gözlerinde sadece kızgınlık vardı, başka duygu yoktu. Bilmiyordum. Anlayamıyordum. Aptal gibi dikiliyordum sadece. Beni görmek istemiyordu belki de. Anlaşmamanın bittiğini ondan duymak istemiyordum. Bitti demesini duymak istemiyordum. Tüm vücudum buz kesmişken ve hissettiğim tek şey acıyken onun sesinden bunları duymayı kaldıramazdım.

Arkamı döndüğümde “Ece,” dedi ondan duyduğum en duygusuz ses ile. Bu bile kalbimin teklemesine yetmişti.

Dönmek istemiyordum. Onunla konuşmak beni daha çok bitirirdi, tek bildiğim buydu. Bu yüzden Poyraz’ın yanından geçip olabildiğince hızlı bir şekilde oradan ayrılmaya koyuldum.

Arkamdan ikisinin de bağırdığını duyduğumda giydiğim topuklu ayakkabıları çıkarıp orada bıraktım ve koşmaya başladım. Saliselerle yarışa girmiş gibi koşmaya başladım, gözüm bir şey görmezken. Serin havayla karşılaştığımda aldırmadan yola çıktım ve yürümeye başladım. Yoldan geçen bir taksi maalesef ki yoktu. Çünkü bugün her şey ama her şey benim istediğimin tersine gerçekleşiyordu. Zaten bu zamana kadar bu hep böyle olmamış mıydı?

Zaman ağır ağır ilerlerken, yaklaşık beş dakika boyunca kaldırımda ayaklarıma minik taşların batmasını umursamadan yürüdüm. Zaten ayağıma batan taşların acısını hissetmiyordum bile. Bugün yaşadığım ruhsal çöküntüyü nasıl kaldıracağımı merak etmekle meşguldüm. Doruk’suz bir hayata nasıl alışacağımı düşünmekle bir de.

Kısa süreli girmişti hayatıma, evet. Ama hayatıma kattığı güzelliklerin hepsini o kadar çok sevmiştim ki, kendi sevgimde boğulacağımı bile düşünmüştüm. Ona bu denli yakın hissetmişken aramızda belki de benim akıl ürünüm olan bağ kopmuştu. Silahla vurulsaydım belki de bu kadar yoğun acı hissetmezdim bile. Ama bu farklıydı. Bu üzüntü çok başkaydı. Ruhumla birlik olmuş ve beni ele geçirmiş bir acıydı bu.

Durağa kadar yürüyüp oturduğumda günün belki de tek iyi şeyi oldu ve beni tüm bu karmaşadan kaçmamı sağlayacak  olan taksi geldi.

KORKAKOù les histoires vivent. Découvrez maintenant