Korkak | 23. Bölüm

24.9K 915 25
                                    

Oy ve yorumlarınızı görmeye çok ihtiyacım var. Bölüm parçasıyla okumanızı tavsiye ederim. Her şey için teşekkürler.

İyi okumlar!


Hayatımın neredeyse tamamına yerleşmiş olan belirsizlik kavramı, yine peşime takılmış Doruk’un yanına kadar beni takip etmeyi ihmal etmemişti. Bunun yanında korkaklığım, duygu karmaşam da belirsizliğin yanında gelmeyi unutmamış ve beni yalnız bırakmamışlardı.

Ayaklarım beni onun olduğu yere sürüklerken, aklıma sürekli son gelen not geliyordu. İnsanlar neden her buldukları fırsatta hayatımın içine etmek zorundaydı ki? Ne kötülük etmiş olabilirdim daha saç rengi hakkında bile bir fikir yürütemediğim yabancıya?

İyi değildim. Yaptığım şey, iyi görünmeye çalışmaktı. Okulda biraz olsun arkadaşlarım sayesinde sorunlarımdan uzaklaşıyor ve gülebiliyordum. Anlık mutluluklar, anlık gülüşler. Onları da yapamıyor olsaydım, vaziyetimin ne olacağını düşünmek bile istemiyordum. Mutlu bir yüzle üzgündüm.

Onu söylediği yerde gördüğümde duraksadım. Söylediği yerde durduğunu gördüğümde bu pozisyonda olacağını düşünmemiştim. Çimenlerin üzerine uzanmış, yıldızları seyrediyordu. Biraz uzağında duran siyah poşetin içinde içki şişeleri olduğunu fark ettiğimde sarhoş olduğunu anladım. Neden bu kadar içmiş olabilirdi ki?

Adımlarımı hızlandırıp yanına gittim ve dizlerimin üstünde oturdum. Beni fark ettiğinde gözleri gökteki parlak yıldızlardan bana kaymıştı.

“Ne yapıyorsun burada?” Kanımdaki merak duygusu şiddetlenirken gülümseyip yeniden gözlerini yıldızlara çevirdi.

“Yıldızları sever misin?” Beklemediğim soru karşısında şaşkınlığımın da getirisiyle bir an  kafamı yukarı kaldırıp ben de yıldızlara baktım. Yıldızları kim sevmezdi ki? Bazen yatağıma yattığımda, yatağımın kenarındaki camdan yıldızların gülüşmesini izleyip hayal kurardım. Ve bunları yaparken uykuya daldığımda hayatımdaki en güzel rüyaları görürdüm. Yıldızlar benim için düş kaynağıydı.

“İnsan düş kaynaklarını neden sevmesin ki?” Gülümseyip kafamı indirdim ve ona baktım. Onun da bana bakıyor olması içimde güzel hisler yeşertmiş ve gülümsememi nedensizce genişletmemi sağlamıştı.

“Düş kaynağı mı? Saçmalık.” Gözlerini yeniden yıldızlara çevirdiğinde gülümsemem yüzümde soldu. Çoğu konuda aynı fikirde olmayışımızın beni üzdüğü bir geçekken, bu zıtlıklarımızı sevdiğim de göz ardı edemeyeceğim bir gerçekti.

“Neden saçmalıkmış?” Kollarını başının arkasında birleştirdiğinde gözlerimi ondan ayırmadım. O ise hala ona ne anlam ifade ettiğini öğrenemediğim göğe bakıyordu.

“Yıldızlar geçmişin izlerini taşır. Düş saçmalıkları için değildir.” Anlamadığımı bariz bir biçimde belli edecek şekilde ona bakmaya başladığımdan bir saniye kadar sonra bakışlarını bana çevirebilmişti.

“Daha açık konuşur musun?” Hafifçe tebessüm ettikten sonra kolumu tutup beni de kendi yanına çekti. Kafamı, kolunun altına aldığında bende onun gibi çimlere uzanmış bulunuyordum.

Vaziyeti kavramak, midemde sürünen tırtılların kelebeğe dönüşüp bedenimin içinde çılgınca uçmalarını sağladığında hafifçe gülümsedim. Kalbimle gülümsedim. Tüm hislerimle. Aslında biri kalbime, ortalarda bir at yarışı yapılmadığını da söylemeliydi. O kadar hızlı atıyordu ki, kalp krizi geçirip Doruk’un gerçekten ne hissettiğini öğrenemeden ölmek istemiyordum.

Boşta kalan eliyle elimi kavrayıp gözdesine getirmiş ve orada tutmaya devam ediyordu. An itibariyle tek yaptığım kokusunu doyumsuzca ciğerlerime doldurmak, depolamaktı. Diğer eli kolumda bir aşağı, bir yukarı yol çizerken bir saniyeliğine gözlerimi kapattım ve yıldızlara bunun bir gün gerçek olmasını istediğim dileğini yolladım.

“Anıl’ın gökteki yıldızlardan biri olma ihtimalini düşünüyorum şu an.” Aklım, söylediklerini anladığında kalbime bir ateş topu düştü ve her şeyi yaktı.

Anıl, onun bana bir ara bahsettiği abisiydi. Ona ne olduğunu hiç söylememişti ve şu an gerçeği kavrayabiliyordum. Anıl ölmüştü. Çok sevdiği kardeşi ölmüştü. Belki de onu kendisine örnek görüyordu. Belki de Anıl, onun en iyi arkadaşıydı ve onu kaybetmişti.

Ceren’i kaybettiğimi düşündüm. Kalbimi yeni bir acı kapladığında bu düşünceyi kafamdan attım. Korkunç bir histi ve asla onu anlayamazdım.

“En parlak olanı olduğuna eminim.” deyip sorgulamadım. Çünkü acısını deşmek isteyeceğim en son şeydi. Konuşmayı pek sevmediğini de biliyordum. Onun üzgün olması fikri bile her yanımı yakan bir acı verirken gerçeği ölmek istememe sebep oluyordu.

“Şimdi neden yıldızların düş kaynağı olacak kadar basit olmadığını anladın mı?” Abisini yıldızlara bakıp hatırlıyordu yani. Ona biraz daha sokulma ihtiyacı hissettim ve kafamı omzuna gömdüm. Kokusunu içime çekmeye devam ederken üzüntü gözyaşlarımı geri göndermeyi de başarabiliyordum neyse ki.

Onunla ilgili bu kadar çok gerçeği öğrenmişken, onu kaybedecek olmak? Tarifi olmayan bir acıydı.

“Anladım. Sadece benim için öyleler.” Kendimi de savunmayı ihmal etmek istemiyordum. Onun düşünceleri benim doğrularım olmak zorunda değildi. Hem bir adam için değişmek seni zavallı biri yapmaz mıydı?

“Şu aşk konusunda da aynı şeyi yapmıştın. Kendine bir yol çizmişsin, dışına çıkmıyorsun.” Kaşlarımı çattım. Konuyu neden dağıtıyordu ki şimdi?

“Sende aynısını yapıyorsun.” Kendisi de fikirlerini değiştirmiyordu ki. Ayrıca fikirlerimi değiştirmek bir anda olacak bir şey değil, tecrübeyle olacak bir şeydi. Yaşayarak öğrenmiyor muyduk her şeyi?

“O zaman ikimiz de bu gecelik sınırlarımızı zorlayalım. Kendi yolumuzun dışına çıkalım.” Sarhoşluk kokan sözleri dudaklarından dökülürken kıpırdandım ve yüzümü ona bakma ihtiyacıyla kaldırdım. Ciddi olup olmadığını merak ediyordum ve bana gayet ciddi bakıyordu.

“Nasıl yani?” Bunu onaylatmak istiyordum çünkü sarhoştu. Ne kadar bilinci tamamen gitmemiş olsa da öyleydi.

“Dürüst olacağız ve aklımızdan geçenleri düşünmeden söyleyeceğiz,” Kafamı onaylamak amacıyla salladım fakat beynimin içinde bir fikir yoktu ki. “Ben başlayacağım.” dedikten sonra kaşlarını çatıp düşünüyor rolü yaptı. 

Bu hali içimde gülme isteği uyandırsa da, içimde kocaman bir korku büyüyordu. Söyleyeceklerine karşı vereceğim cevaplar. Bu oyunu onun istediği kurallara göre oynayamazdım ki. Yapabilir miydim?

“Şu aşık olduğun çocuk, seni böyle görse ne yapardın?” Bir an, alaylı bir kahkaha atmamak için, kendimle savaşa girmem gerekti. Ama buna karşın, yüzümü ifadesiz tutmayı başarmıştım.

“İstese de göremez ki.” Çünkü zaten yanımda.

İçimden geçirdiklerimin dudaklarımdan dökülmesine izin vermemek, beni mutlu ya da mutsuz etmiyordu. Çünkü söylesem de bir şey değişmeyecekti, söylemesem de. Gerçi, bu şey acıtıyordu ama görmezden gelme çalışıyordum, onun yanında olduğum için.

“Nasıl yani?” Hafifçe gülümsedim ve uzanırken ona döndüm. Dirseklerimi çimenlere sabitleyip, avuçlarımla yüzümü ellerimin arasına aldım ve ona bakmaya başladım.

“Annen sana çok meraklı olmamayı öğretmedi mi bakalım?” Bir an, mavi gözlerinden ifadesizlik geçse de, hemen ardından yerini garip bir öfkeye bırakmıştı.

“Annem mi? Annelik görevini yerine getirmeyen annem? Anıl’ın ölümüne sebep olan?” Midem acıyla kasıldığında yüzümün düştüğünü hemen fark edip toparlamaya çalışsam da, başarısız oldum.

“Nasıl yani? Annen hapiste mi?” İlk başta olduğu gibi, kollarını başının arkasında birleştirdi. Gözlerindeki öfke giderek büyürken merakımdan öleceğimi falan sanıyordum.

“Hayır. Babamla kavgalarından bahsetmiştim. O kavgadan sonra Anıl’ı alıp gitti. Yolda lanet olası sikik bir kaza yaptı ve Anıl öldü. Onun yüzünden. Onun öfkesi yüzünden. Anıl bunu hak etmiyordu.” Yutkunmaya çalıştım fakat boğazımdaki ateş topu buna engel olmakta ısrarcıydı. Kabus gibi gerçekleri soğukkanlılıkla bana anlatıyor olmasının tek sebebi hücrelerini gevşeten alkoldü.

Gerçekler, onun yaşadıkları kulağımda çınlarken düşünmeye odaklanmak dünyanın en zor şeyi gibi geliyordu. Bunca yıl annesinden nefret ederek yaşamış, olanlardan onu suçlamış olmalıydı.

Bu berbattı.

“Evet, haklısın hak etmiyordu.” Duraksadıktan sonra korksam da devam etmeyi seçtim. “Ama eminim annen de yıllardır vicdan azabı çekiyordur. Kendi oğlu öldü Doruk. Bu büyük bir travma.” Öfkesi somut bir ateşe dönüşmüş gibi, gözlerinden fışkırıyordu adeta. Annesini bu kadar mı sevmiyordu? Ya da hayır, doğru soru bu değildi. Annesinden bu kadar mı nefret ediyordu?

“Çekmeli zaten Ece! Yaşadığımız her şeyin sorumlusu kendisi. O ve lanet olası öfkesi.” Yüksek sesi ürkememe sebep olurken ona renk vermemeye çalıştım. “Bir de bugün bana geldi, annelik edememiş yeniden başlamak istiyormuş diye bir şeyler zırvaladı.” Annesinin adım atmasına sevinsem de Doruk konuşmasına devam ettiğinde sevincimi de yitirdim. “Ne sanıyordu ki? Açtığı kollarına koşacağımı falan mı?” Annesine beslediği duygu nefret değildi, büyük bir kızgınlıktı. Bir insan annesinden istese de nefret edemezdi ki. Çünkü ona ihtiyacı vardı. Küçük bir çocukken de, şimdi de.

“Sana bir adım atmak istemiş. Kendini suçladığı için size bir şans vermek istemiş.” Gözlerini sabitlediği göğe birkaç saniye boyunca ifadesizce baktıktan sonra doğrulup oturunca bende aynısını yaptım.

“O gün saklanmıştım. Lanet olası kavgalarını duymamak için. Ama sonunda Anıl’ı alıp gitmiş, ben aklına bile gelmemiştim. Keşke gelseydim ve ben de o kazada ölseydim.” Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde derin bir nefes aldım ve ağlamamam gerektiğini kendime onlarca kez hatırlattım. Şu an, sarhoş diye bana bunları anlatıyordu ve ben ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilemez haldeydim. Üstelik garip bir acı da vücuduma yapışmıştı.

“Hayır, hayır. Böyle söyleme.” Diye mırıldanmakla yetinmemin sebebi, Doruk’un da gerçekten o korkunç kazada ölebilme ihtimalini düşünüp kafamda kurmam olmuştu. Kalbim sayamadığım bilmem kaçıncı kez acıyla burkulduğunda yüzümün ne halde olduğunu bilmek için her şeyimi verirdim. Doruk’sa çoğu zaman olduğu gibi soğuktu.

“Ailede kalan tek çocuk olmak ne kadar zor, senin haberin var mı? En ufak bir fikir bile yürütemezsin. Annemden, hayatımı bok ettiği için, en iyi arkadaşımı elimden aldığı için affetmiyorum. Ve hiçbir zaman da affetmeyeceğim. Şimdi bu konu hakkında tek kelime bile etmeye kalkma.”

Uzun konuşmasını anlamam biraz uzun zamanımı alsa da, çenemi kapatıp onun emrini yerine getirdim.

Kendince haklı sebepleri vardı. Yıllardır bunu yaşayan oydu ve benim dışarıdan bakıp konuşmam, onun düşüncelerinde değişiklik yapmayacaktı. Bana söylediği gibi, kendine bir yol çizmişti ve onun dışına çıkmıyordu. Mesela, annesinin bir evladını kaybetmek istemeyeceğini anlamak istemiyordu en başta.

Fakat haklıydı da bir taraftan. Ailenin kalan tek çocuğu oydu ve bunun nasıl hissettirebileceğini bilemezdim. Her şeyde Anıl’ın anıları geçmiş olmalıydı. Her güldüklerinde akıllarına o gelecekti. Doruk bir başarı yakalasa, Anıl da yaşasaydı diyerek onu hatırlayacaklardı ve bu acı onları ölene dek bırakmayacaktı. Abisinin gölgesi altında yaşamaya mahkumdu o. Ne yazık ki. Üstelik abisi onun en yakın arkadaşıydı.

İkimizde sus pus birbirimize bakıyor, konuşmuyorduk. Zaten ben konuşamayacak kadar şaşkındım. Söyledikleri o kadar üzücüydü ki, eve gittiğimde etraflıca düşünüp iyice üzüleceğimi biliyordum. Onun üzüntüsünü paylaşmayı her hücrem istiyordu, onun mutluluğunu paylaşmak istediği gibi. Çünkü o benim vazgeçilmezimdi.

Vazgeçilmez imkansızım.

Her ne kadar acizlik kokan bir yakıştırma olmuş olsa da, bunu bile seviyordum. Onunla ilgili her şeyi seviyordum ben. Dönütü olmasına lüzum görmeden.

“Anlat hadi,” yutkunmaya çalışıp ne dediğini beynimde analiz etme işlemine girişsem de cümlesini devam ettirip beni bu işkenceden kurtarmıştı. “Kemal’i affettin mi?”

Ah, aptal kafam. Ben onu o kızla gördüysem, tabi ki o da beni görmüştü. Bu kadar salak olmamı neye borçluydum o kadar merak ediyordum ki.

“Evet, affettim. Son bir şans isterken gerçekten pişman görünüyordu. Benimle yeniden arkadaş olmak istedi. Arkadaşlığımız ona iyi geliyormuş.” Her şeyi eksiksiz ona aktarmamın ardından kahkaha atmaya başlaması kaşlarımın hayretle havaya kalkmasına sebep olmuştu. “Niye gülüyorsun ya?”

Biraz daha gülmeye devam ettikten sonra durup gözlerini bana sabitledi. Açıkçası aklından geçirdiği şeyleri deli gibi merak ediyordum. Özellikle de şu son hareketinden sonra.

“Çok komik çünkü.” Kaşlarımı çattım. Bunun neresi komikti ki? Hayır, cidden komik bir yanı vardı da ben mi kördüm ve göremiyordum?

“Neresi komik bunun? Hayır, ben mi körüm anlamadım.” Omuz silktiğimde uzunca bana bakıp gülümsedi. İtiraf ediyorum, o bunu yaparken her saniyesinde kalbimin eridiğini ve üstünde oturduğum çimenlere karıştığını hissettim. Ve bir de, mideme giren sebepsiz sancılar vardı. Unutmadan, hız limitini aşmış kalp atışlarımda hissettiklerimden biriydi.

“Garip bir kızsın. Tecrübesizsin. İlk kez senin gibi biriyle karşılaşıyorum.” Ne düşüneceğimi, ne söyleyeceğimi bilememek yine benim lanet aptallığımdandı. Bana az önce izlediği yıldızlar kadar parlayan gözleriyle bakarken söyledikleri hakkında görüşe sahip olabilmek o kadar zordu ki. Bunun için bana asırlar armağan edilmesi gerekiyordu.

“Tecrübesiz mi? Oradan bakınca nasıl görünüyorum ki? Her gün sevgili değiştiren biri gibi mi?” Cidden bir an bunu sorgulama ihtiyacı hissetmiştim. Ve vereceği cevabı tahmin edememek de bir yandan beni gerginliğe sürüklüyordu.

“Hayır Ece. Saf düşündüğünü biliyorum. En fazla iki kişiyle falan çıkmışsındır.” Saf düşündüğümü söylemesi sinirimi bozuyordu. Ondan bunu duymayı sevmiyordum çünkü. Onun gözünde aptal bir kız olmak içimi acıtıyordu ve patlayacakmış gibi hissediyordum. Yüzümün aldığı şekil hakkında ise en ufak bir fikre sahip değildim.

“Kemal’i affetmek istedim ve affettim. Bunun saf düşünmemle bir ilgisi yok. Benimle arkadaş olmak istiyordu.” Kafasını gülümseyerek aşağı yukarı salladı.

“Güzel. Kemal’i daha iyi tanırsın artık. Baştan söyleyeyim, bir dahaki sefere Kemal’i başka bir kızla gördüğünde sana yardım etmem. O bir kerelikti.” Yanaklarıma çöken ateşi görmezden gelmeye çalıştım. Kemal’in yeniden böyle bir şey yapıp yapmayacağını kestiremiyordum ama bana pişman olduğunu hissettirmişti.

Ayrıca şöyle bir şey de vardı ki, Kemal’i başka bir kızla görsem de üzülmezdim. Kemal sadece arkadaşımdı. İlk başta bana değer verdiğini söyleyip onu başka bir gördüğüm ve beni saf yerine koyduğu için üzülmüştüm. Ayrıca o gün kafam gayet dağınıktı. Annem ve babamla tartışmıştım. Normal bir zanda görsem, o kadar üzülmeyeceğimi biliyordum.

“Gerek kalmayacak zaten. Kuzenine aşık değilim nasılsa.” Dudaklarımdan dökülen kelimeleri geri yutmak istedim ama artık çok geçti. Şimdi Doruk’un tepkisini beklemek kalıyordu. Sabırsızca beklemek.

“Kuzenin mi dedin sen? Bunu o söyledi değil mi?” Çok da şaşırmaması işime gelmişti doğrusu. Gözleri şaşkınlık barındırsa da bu yoğun değildi. İçime serpilen sular beni rahatlattığında kafamı salladım.

“Evet, dün öğrendim. Sen bir kızla konuşuyordun ve bunu görünce konuyu o açtı. Sonra kuzen olduğunuzu öğrendim.” Yüzümü ifadesiz tutmak için kendimle büyük bir savaşa girmem gerekti. O kızla yan yana olmaları zihnimde canlandığında üzülmekten kendimi alamıyordum. Kız çok şanslıydı. Doruk her önüne gelen kızla herkesin ortasında konuşmadı ki.

“Anlıyorum,” deyip devam etti. “Başka bir şey dedi mi?”

“Çok konuşmadığınızı söyledi. Bu kadar.” Kafasını gülümseyerek aşağı yukarı salladı ve yeniden çimlere uzanıp ellerini kafasının altında birleştirdi.

“Annemin kardeşinin oğlu. Ve Kemal hiç de arkadaş olup takılmak isteyeceğim bir tip değil.” Taşlar şimdi oturuyordu işte. Derin bir nefes aldım ve artık onun hakkında konuşmak istemediğimi fark ettim. Şu an belki son kez birlikteydik ve başkaları hakkında konuşmak canımı sıkmıştı.

“Söylesene en sevdiğin renk ne?” Garipçe gülümsediğinde ‘ne diyorsun ya’ der gibi bana bakıyordu. Omuz silktim. Konuyu değiştirmek istemiştim sadece.

“Nereden çıktı bu şimdi?” Gözlerimi devirdim ve oturduğum yerde bağdaş kurdum.

“Merak ettim işte.” Gülümsediğini gördüğümde kalbimden kopan parçalar hissettim. Beni öldürüyordu ve bunun zerre kadar farkında değildi.

“Beyaz. Yıldızların rengi.” Ona gülümsediğimde gözlerini bana sabitledi. “Senin?”

Benimle ilgili merak ettiği bir şeyin olması, içimdeki sevinç pınarlarını harekete geçirmişti.

“Mavi.” Deyip açıklama yapmadım. Çünkü açıklamam onun gözlerinin rengi olduğu içindi. Bunu ona tabi ki söylemeyecektim. İstesem de yapamazdım.

“Bu gece burada benimle kalmak ister misin?” Sorduğu soru üzerine her hücrem kabul et, kabul et diye bağırışmaya başlamıştı. Fakat hepsi bunun mümkün olmadığını da biliyordu. Eve gitmek zorundaydım. Gece dışarıda kalamazdım. Ve Doruk’un da kalmasına izin veremezdim. Üşütürdü burada bir kere. Ve sarhoştu.

“İkimiz de burada kalmayacağız, Doruk. Kalk hadi.” Elimi uzatıp beklemeye koyuldum. Birkaç uzun saniye boyunca gözlerimin içine baktı. Ne anlatmak istediğini hiçbir zaman anlayamadığım gözleri bana bakarken yutkunmaya çalıştım fakat bu oldukça zor gelmişti.

Ellerini başının arkasından çekip uzattığım elimi tuttuğunda onu kendime doğru çektim ve doğrulmasını sağlamaya çalıştım. Fakat unuttuğum şey, onun benden daha güçlü olduğuydu. Ben onu çekemeden o beni kendine çekmiş ve yanına uzanmamı sağlamıştı.

“Sahtekar.” Diye sızlandığımda kahkaha attı ve kollarını bana sardı. Kollarını bana sardı. Kendimi cennette kaybolmuş gibi hissettirirken kafamı onun göğsüne gömüp gülümsedim. Kendi kokusu alkol kokusunu bastırıyordu.

“Her zaman güzelim.” Kalbim bana hitabı karşısında titrerken gülümsememi genişlettim. Nasıl olsa gülümsediğimi görmüyordu rahat davranabilirdim.

Kollarının arası her şeydi. Huzur, mutluluk, cennet. Kırgın olsam da, üzgünlüğün dibine batmış olsam da beni deli gibi mutlu hissettiriyordu. Onun yanında kesinlikle olumsuzu ve kötüyü düşünmemeye karar verdim. Onun yanındayken gerçeklerden kaçmak en kabul edilebilir seçenekti benim için.

“Tüm gece burada kalırsak, sabaha donacağız biliyorsun değil mi?” Kollarını daha sıkı sardığında derin bir nefes aldım. Mideme soktuğu sancıların tarifi yoktu. Ve kollarının arasına bir kez girmişken bir daha çıkasım gelmiyordu.

Bu garipti aslında. Hayal gibi. Doruk’un kollarının arasında olmak. Hala daha bana deliymişim ve bunların hepsini uyduruyormuşum gibi geliyordu. Öyle olsam bile anın tadını çıkarmaya kararlıydım.

“Merak etme. Ben varım.” Sözleri içimi ısıttığında gülümsedim. Hiçbir ihtimal gerçek anlamda biz olmayacağımızı, Doruk’un her zaman yanımda olmayacağını bana bağırırken onu görmezden geldim. Şu an yanımdaydı ve bu yeterliydi.

Bu çimenlik park alanında kimse yoktu. Zaten kışın böyle yerlere insanlar uğramıyordu. Yalnızlar için yapılmış bir yerdi sanki burası.

“Bu delilik.” Kafamı kaldırıp ona baktığımda gülümsediğini görünce bende yüzüme bir gülümseme yerleştirdim.

“Delilik yapmayı severim. Bu anlaşma da bir delilik.” Gülümsememi korumaya çalışırken söyledikleri içimi yakmıştı. Bu deliliğin sonu yakındı ve bu beni bitiriyordu.

“Nereden aklına geldi bunu yapmak merak ediyorum.” Gözlerinin kapandığını görmemden saniyeler sonra konuştuğunda kulağımı ona verdim.

“Geldi işte.” Hayal kırıklığıyla yüzümü düşürdüm ve ellerimi göz kapaklarına götürüp onları açmayı denedim. Denemelerim sonuç bulduğunda masum bir çocuk gibi sırıttım. “Rahat dur.”

“Sen de soruma cevap ver.” Israrım karşısında sıkıntıyla nefesini dışarıya üfledi ve yeniden gözlerini kapattı.

“Çok uykum var.” O böyle masum bir ses tonu kullandığında ısrar etmek içimden gelmiyordu. Kıyamıyordum çünkü gerçekten uyumak istediğini anlayabiliyordum.

“İyi uykular Onur.” Kafamı yeniden onun göğsüne yasladığımda onun dudaklarından en çok duymak istediğim şeyler dökülüyordu.

“İyi uykular kedi.” Gülümsemem yüzümde genişlediğinde bu durumun gerçekten gerçek olmasını istedim. Tamam, sevgili değildik ama şu an onun kolları arasındaydım.

Bu his nasıl mükemmel bir şeydi, anlatmaya kelimelerim yetmiyordu. Dağarcığımdaki hangi söz bunu tanımlayabilirdi? Cennet? Huzur? Mutluluk? Harikalık? Eşsizlik? Kusursuzluk? Bunların hepsi ve daha fazlası şu an bulunduğum durumu tanımlardı sanırım.

Belki de sabah uyandığında bu yaptığı şey için pişman olacaktı. Belki bana onunla kaldığım için kızacaktı. Çünkü sarhoştu. Ama yine de şu an bunları düşünmeyi reddediyordum.

Kokusunu son kez derince içime çektim ve bende onun yaptığı gibi uykuya dalmaya çalıştım. Ve bu çok da zor olmadı. Onun kokusu beni sersemlettiğinden kolayca uykuya dalabilmiştim.    

KORKAKWhere stories live. Discover now