Korkak | 21.Bölüm

31.4K 991 55
                                    

Diğer bölüme, normalden az oy verilmesine karşın bölümü uzun tuttum. Oy verildiğini görmeyi bekliyoruum.

Yorumları okumak benim için o kadar büyük bir zevk ki, tarifi yok. Lütfen birer cümle bile olsa yorum yapın, lütfeen.

Multimedia'ya bakmanızı öneririm! *Yazar baskısı millet, lütfen dikkate alın*

Bölüm parçasıyla okumalısınız. Her şey için teşekkürler. ❤

İyi okumalar :')



Boş beden derslerinin birini Doruk’la geçirmiş olmanın içimde garip hisler uyandırmasını bir kenara bırakmaya çabalasam da, bu çabalarım sonuç vermeyi reddediyordu.

Beynimin içinde sürekli dolanan gülümsemesini aklımdan çıkarmak sadece biyoloji dersinden aldığım 38 ile birkaç dakikalığına rafa kalkıyordu. Bu gerçek beynimde belirince umutsuzca dudaklarımı büzdüm. Biyoloji genellikle ezber dersiydi ve yine de yapamıyor olmak tamamen benim salaklığımdı.

“Ne yaparsam yapayım biyolojiyi kurtaramayacağım. Ne yaparsam yapayım.” Omuzlarımı sıkıntıyla düşürdüğümde sınıfın gürültüsünün başımı ağrıttığını fark ettim. Nil, Elif ve Buse fizik projesi için tüm öğleden sonra da izin almışlardı. Yani içlerindeki tek şansız kızın Ece Serdar olduğu, bu örnekle tescillenmiş olmuştu. Şu an, son dersimiz Dil ve Anlatım’dı ve öğretmeni son yirmi dakika nöbetçi öğrenci çağırmıştı. Bu da sınıfın şansınaydı, ben hala şanssızdım.

“Dominik gibisin.” Yanımda oturan Poyraz’a hayretle baktığımda omuz silkti ve cümlesini desteklemek amacıyla konuşmasına devam etti. “En basitinden, karamsarsın mesela.”

Haklılığı karşısında gülümsedim. Şöyle bir şey de vardı ki, Dominik’i çok seviyordum. Her ne kadar bir film karakteri olsa bile, gerçekten seviyordum. Karakterinin bazı yönlerinde Poyraz’ın da dediği gibi kendimi bulabilmiştim. Ben de her olayın en kötü tarafını görüyordum. Ama bu elimde olan bir şey değildi. Bu bendim.

“Bence bu bir lütuf, bebeğim. Dominik Santorski’yi ne kadar sevdiğimi biliyorsun.”  Sözlerim üzerine kahkaha attığında ben de güldüm. Onunla konuşmak gözle görülür derecede rahatlatıcıydı. Sorunlarını unutup eğlenceli sohbet edebiliyordun en önemlisi.

“Bilmez miyim. Bu arada en sevdiğim gay Dominik.” Sesli bir şekilde ona gülmeye devam ettiğimde haklı olduğunu biliyordum. Benim de en sevdiğim gay Dominik’ti. Nefes kesici derecede yakışıklıydı ve bu da tam bir kabus gibiydi ama filmde canlandırdığı role aşıktım yine de.

“Bir saniye. Ben gay olamam. Ama en sevdiğin gay Dominik’se ve benim de karakterimi ona benzetiyorsan en sevdiğin arkadaşın ben mi oluyorum?” Neredeyse otuz saniye boyunca kahkaha attıktan sonra gülmesi gülümsemeye dönüşmüştü. O gülerken ben de gülmeden edememiştim çünkü Poyraz’ın yanında gülmemek mümkün değildi.

“Olabilir.” Gülümsemeye devam ettiğinde bir şeyler zırvalamaya devam ettim.

“Aslında gay arkadaşım olsun isterdim. Düşünsene bir erkekle, erkek muhabbetti yaptığını.” Sırıtma eşliğinde Poyraz’a göz kırptığımda sabır dilermişçesine gözlerini devirmişti. Gözlerini devirmişti!

“Hey, gayleri küçümseme, seni aptal!” diyerek onu azarlamaya başladığımda gülümseyip eliyle devam etmeyip cırlamamam için ağzımı kapattı. Belki de bu hareketi kulak sağlığı açısından iyi olmuş olabilirdi. Ellerimi pes edercesine havaya kaldırdığımda gülümseyerek ellerini çekti.

“Küçümsemiyordum zaten gerizekalı. Fikirlerin her insana garip gelebilir gerçi ama ben alıştım. İnsanın böyle bir arkadaşı olunca alışmamak elde olmuyor.” Suratımı astığımda ciddiydim. Ben garip değildim bir kere.

“Garip arkadaş istemiyorsan git başkasıyla takıl.” Sözlerim onu eğlendirmiş olacak ki, kahkaha attıktan sonra kollarını bana sardı. İşte bunu seviyordum. Dost kucaklaşması, en sevdiğimdi.

“Ben halimden memnumun. Herkes garip arkadaşa sahip olma lütfunu elde edemiyor nasılsa.” Kollarının arasında olmamı önemsemeden karnına hafifçe yumruk attığımda güldüğünü duymuştum. Aklıma gelen yeni bir fikir geldiğinde hevesle konuşmaya başladım. 

“Arkadaşlığımızı birkaç kelimeyle açıkla.” Kollarından sıyrılıp yüzüne baktığımda birkaç uzun saniye boyunca düşündü ve sonra konuştu.

“Basit bir şekilde açıklayacak olursam, sen Elena’ysan ben de Jeremy’yim.” Aklım söylediklerini analiz ettiğinde yüzüme kocaman bir gülümsemen yerleşmesine izin verdim. Ben vampir değildim, o da bir avcı değildi ama sonuçta ikimiz de kardeş Gilbert’lardık. Bu çocuğu çok seviyordum, gerçek anlamda çok seviyordum.

“Ablanım yani. Hıım. Sözümü dinlemen gerekecek bundan sonra. Sevmediğim bir kızla görmeyeceğim seni.” Alayla kafasını salladığında onu kızdırmanın keyfini çıkarmaya başladım.

“Benim ablamsın. Sözümü dinlemediğinde ve seni serserilerle gördüğümde bacaklarını kırarım.” Şakası üzerine kahkaha attıktan sonra bende onun yaptığı gibi bir benzetme yapmak amacıyla birkaç saniye düşündüm.

“Ben Rebekah’ysam sen de Elijah’sın.” Kafasını onaylarcasına salladığında gülümsedim. Aslında Rebekah ve Elena ile çoğu karakteristik özelliğimiz uyuşmuyordu ama bu benzetmeler çok hoşuma gitmişti. En azından ikisi de korkak biri değildi.

“Aslında ben Klaus da olmak isterdim. Adam kral.” Sözlerine kocaman bir kahkaha attığımda en çok Poyraz’la konuşurken eğlendiğimi fark ettim.

“Evet, güçlü bir karakteri var. Ama kocaman da bir sorunu var. İnsanlara güvenemiyor ve bu yüzden neredeyse sürekli yalnız. Ayrıca her istediğini elde edebileceğini kafasına yerleştirmiş. Şımarık bir melez. Ama biliyor musun, en sevdiğim karakter de o.” Klaus’un karakter analizini sesli bir şekilde dile getirdikten sonra gülümsemeyi ihmal etmemiştim. Bir kere Klaus’un gülümsediğinde yüzünde oluşan o gamzeler bile yeterdi.  Bu düşünce gülümsememi genişlettiğinde oturduğum sırada biraz daha yayıldım. Son dakikaların geçmesini beklerken Poyraz’la yaptığımız sohbet zamanı çabucak geçirivermiş olabilirdi.

“Haklısın. Ben Elijah’ta iyiyim.” Güldükten sonra hafifçe omzuna vurdum. O da gülerken zil çalmıştı. Aynı anda ayağa kalkıp okul çantalarımızı tek omzumuza astıktan sonra sınıftan çıktık.

“Keşke gerçekten Rebekah ve Elijah olup insanları etkimiz altına alabilseydik. Çok eğlenceli olmaz mıydı?” Merdivenlerden inmeye başladığımızda Poyraz da benim heyecanıma ortak olmuş bir kolunu omzuma dolamıştı.

“Evet, eğlenceli olurdu. Özellikle de şu notlar konusunda. Ah, bir de kızlar tabi.” Gülmeyle karışık kaşlarımı çattığımda karnına vurmayı da ihmal etmedim. Erkeklerin hepsi böyleydi.

“Aklınız başka bir şeye çalışmaz mı sizin?” diye sitem ettiğimde gülmeye devam etti. Eliyle burnumu sıktığında ona gülümsedim.

“Çalışır, uğur böceği. Yarı gerçek, yarı şakaydı o.” Kafamı onaylar gibi sallayıp gülmeye devam ettim. Bu sırada bahçeye çıkmıştık. Yürümeye devam ederken biri birden gözlerimi kapatınca şok olup yerimde çakılı kaldım ve ellerim gözlerime kapanan ellere gitti.

“Bil bakalım, gözlerini kapatan süper yakışıklı seksi varlık kim?” Parmaklarım, gözlerime kapanan ellerin üzerinde gezerken tanıdık sesle gülümsedim. Bu kendini beğenmişliği bende kahkaha atma isteği uyandırıyordu.

“Ozzy!” Oğuz, kahkaha attığında parmaklarını gözlerimden çekti ve hemen ona döndüm. Oğuz, Poyraz’ın basket takımından arkadaşıydı ve doğal olarak bizim de en yakınlarımızdan biriydi. Okulun başından beri okula gelmemesinin sebebi, yurt dışındaki babasının ailevi sorunları nedeniyle orada kalması gerekmesiydi.

“Eceee!” deyip bana sarıldığında kendimi gerçekten mutlu hissetmiştim. Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımı yeniden görmek, hem onu çok özlediğimi hem de sevdiğimi bana hissettirmişti. Geri çekildiğimde ikisine de sinirle baktım.

“Tüm gün neden yanıma gelmedin bakalım? Ya sen Poyraz, eminim biliyordun Oğuz’un geldiğini. İş birlikçi pislikler.” Kaşlarımı çatıp onlara bakmayı sürdürürken ikisi de sırıtıyordu.

“Günün son mutluluğu ben olmak istedim bebeğim.” Gülümseyip omzuna vurduğumda gülüşmeye devam ettiler.

“Seni özledim, geri zekalı.” Sırıtmaya devam edip burnumu sıktı. Eminim Nil, Elif ve Buse de Ozzy’nin geldiğini bilmiyorlardı ve öğrendiklerinde sevinçten bulutların üstüne çıkıp oraya ev kuracaklardı, tıpkı beni şu an yaptığım gibi.

“Ben özlemedim.” Omuz silktiğinde ona sinirle bakmaya başladım.

“Şanslısın dostum, ona bir ay daha az gördün ve emin ol ergen halleriyle uğraşmak çok can sıkıcıydı.” Gözlerim irileşmiş onlara bakarken onlar birbirlerine bakıp sırıtıyordu. Çok değerli dostlarıma merhaba deyin millet. Bana nasıl da değer veriyorlar, değil mi?

“Çirkin düşünceleriniz karnımı ağrıtıyor.” Gerçekten de karnıma ağrı girmişti. Sanırım rüzgarlı havada ince giyindiğim için üşütüyordum. Oğuz ve Poyraz birbirlerine bırakıp kesinlikle masum olmayan bir biçimde sırıttıklarından saniyeler sonra bahçede olmamızı umursamadan bağırmaya başladılar. Koro halinde.

“Avrupalı Helen Harper, Helen, Helen Harper!” İğrenç şakaları midemi bulandırdığında yanaklarıma utançtan ateş çökmüştü. Regl falan değildim ve karnım o yüzden ağırmıyordu. Ama bunu onlara açıklayamayacak kadar da utanmıştım.

“İğrençsiniz! Siz ve iğrenç şakalarınıza yeniden maruz kalacağım için dünyanın en şanssız kızıyım.” Büyük bir kahkaha attıklarında hala onlara sinirle bakıyordum. Dengesizler.

“Kesinlikle kızaran bu yanakları özledim.” Yanaklarımı sıktığında gülümsedim çünkü onlara uzun süre kızgın kalamazdım ben. Hiçbirimiz kalamazdık.

“İtiraf ettin!” diye cırladığımda kolumu sıkıca tutan yabancı ve şaşkınlığımın getirisiyle duraksadım. Herkesin gözlerinde şaşkınlık parıldarken bedenimi kolumu tutan kişiye çevirdim.

Ve bu hareketimle, vücudumu sinir kaplaması bir olmuştu. Ne yüzle yanıma gelebiliyordu, anlamış değildim. Kolumu Kemal’in elinden kurtarıp hızlıca Poyraz ve Oğuz’a döndüm. Kemal’le konuşmak kesinlikte istediğim bir şey değildi. En azından bugünümün güzel bitmesini istiyordum. Üstelik de uzun zamandır görmediğim arkadaşımı görmüşken.

“Gidelim hadi,” dediğimde ikisi de kafasını anlayışla salladı. Bir adım atmıştık ki, Kemal önüme geçip yeniden beni durdurdu.

“Konuşmamız gerek, Ece.” Yüzüm sıkıntıyla gerildiğinde yürümeye çalışacaktım ki yeniden ve yeniden  önüme geçti.

“Konuşmak istemiyorum.” Ona sinirli olduğumu belli edecek şekilde bakmaya devam ettiğimde Kemal’in onu o kızla gördüğümü bilmediği de aklıma gelmiş oldu. Nasıl öğrenmişti peki? Bu kocaman soru işareti beynime yerleştiğinde Kemal’in sabırsızlığının arttığını da gözlerinden fark edebiliyordum.

“Konuşacağız. Şimdi. Yalnız.” Gözlerim irileşmiş ona bakarken mavi gözlerinin sinirden ateş püskürdüğünü anlamam saniyelerimi almıştı. Ben ona sinirliydim, onun bu tepkisi neydi ki?

“İstemiyorum dedim Kemal. Çekil önümden.” Söylediğimin aksine bana bir adım daha yaklaştığında Poyraz’a sokuldum. Onlar da yanımda olmasaydı kim bilir ne yapacaktım. Poyraz beni anlamış olacak ki, konuşmaya başladı. İçimden ona yolladığım kocaman teşekkürlerimi, buradan gittiğimizde sesli bir şekilde dile getirmem gerektiğini unutmamam gerekenler listesine not ettim.

“Ece’yi duydun Kemal. Konuşmak is-te-mi-yor. Çekil artık önümüzden.” Kemal, sinir püskürttüğü gözlerini yavaşça benden çekip Poyraz’a çevirdiğinde bir an önce bunun bitmesini diledim.

“Çekilmeyeceğim. Konuşmadan bir yere çekilmeyeceğim. Şimdi yalnız bırakın bizi.” Hayretle Kemal’e bakarken neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlamaya çalışsam da yapamadım. Her şey zaten ortadaydı. Benimle ilgilendiğini hissetmiştim ve sonra onu başka bir kızla öpüşürken görmüştüm. Bu iğrençti.

“Bırakmayacağım. Çekil git Kemal. Konuşmak istemiyor işte.” Poyraz sinirini belli etmiyordu çünkü kontrolünü kaybetmemeye çalışıyordu, farkındaydım. Kemal’in bir şey söylemesine fırsat bırakmadan Oğuz da boş durmayıp konuşmaya başlamıştı. Poyraz’a göre daha sinirli bir kişiliği vardı ve kendini tuttuğunu anlayabiliyordum.

“Zorla mı konuşacağını sanıyorsun lan? İzin vermiyoruz.” Kemal’in daha da sinirlendiğini hissederken durum içinden çıkılamayacak bir hal almıştı ve bunun kötü sonlanmasını istemiyordum. Üçü de sinirlenmişken kavga etmeleri büyük bir olasılıktı. Ama ben Poyraz ve Oğuz’un bu işe bulaşmasını asla istemiyordum.

“İzin isteyen kim? Şimdi bizi yalnız bırakın. Yoksa zorla halledeceğim.” Kemal’in sesi yükselmişken derin bir nefes alıp Poyraz ve Oğuz’un önüne geçtim. Bu sırada Poyraz da Kemal’e bağırıyordu.

“Neyi halledeceksin lan sen?” Ellerimi Poyraz’ın gövdesine yerleştirip Kemal’e doğru yaklaşmasına izin vermedim. İkisinin de öfkesini gayet iyi hissedebiliyordum.

“Hallet bakalım neyi hallediyorsun!” Oğuz ve Poyraz karşısında Kemal’in ne karda şansı olabilirdi ki?

“Siktirin gidin!” Kemal’in alev saçan gözleri o ikisine takılı kalmışken acilen bir şey yapmam gerektiğinin farkındaydım. Panik yapmadan bir çözüm yolu bulmam gerekecekti sadece.

“Yeter.” Dediğimde dikkatlerini çekmeyi başarabilmiştim. Kemal’den konuşmadan kurtulamayacağımı kavradığım için ve Oğuz ve Poyraz’la olası bir kavgaya girmelerini istemediğim için pes bayraklarımı ne yazık ki iki elime yerleştirdim.

“Tamam, konuşalım.” Sözlerimi bitirebildikten sonra Poyraz’a baktığımda şaşkınlıktan irileşmiş kahverengi gözleriyle bana bakıyordu. Oğuz’un ela gözlerindeyse şaşkınlığın yanında öfke de vardı. İkna için minik bir açıklama gereği duydum. “Siz beni okulun çıkış kapısında bekleyin lütfen. Söz veriyorum hemen geleceğim.” Poyraz, birkaç saniye daha bana yanlış yaptığımı belli edecek şekilde baksa da sonunda onaylamak amacıyla kafasını salladı. Oğuz da aynısını yaptığında onlara minnet duydum. Bana güvenmelerini seviyordum. Beni dinlemelerini de öyle. Başkaları gibi kendi kararlarını bana kabul ettirmeye çalışmıyorlardı, bana saygı duyuyorlardı. Ne kadar öfkeli olsalar bile.  

“Dikkat et Ece.” Kafamı onaylar gibi salladığımda Poyraz, Kemal’e kısa ve iğneleyici olduğunu sezdiğim bir bakış atıp gitti. Aynılarını Oğuz da yapmayı ihmal etmemişti. Nefesimi sıkılmışça dışarı üfleyerek Kemal’e döndüm.

“Dinliyorum.” deyip omuz silktim. Bana doğru bir adım attığında bende bir adım geriledim. Gözlerinden hayal kırıklığı geçerken kafasını iki yana salladı.

“Hayır, Ece, hayır. Lütfen benden kaçma.” Kaşlarımı çatıp ona bakmayı sürdürdüm. Söylediği şeyin mantığı vardı da ben mi çözemiyordum?

“Ne konuşacaktın Kemal? Çok vaktim yok, biliyorsun.” Kafasını aşağı yukarı salladığında kollarımı göğsümde birleştirdim.

“Özür dilerim. Lanet olası gördüğün şey için özür dilerim. Binlerce kez özür dilerim hem de.” Üzgünlük kaplamış yüzüne boş boş bakmaya devam ederken ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Kafamı yere eğdiğimde kollarımı kavradı. Ondan kurtulmaya çalışacakken daha sıkı tutmuştu.

“Lütfen gördüklerini unut. Sarhoştum ve ne yaptığımı bile hatırlamıyorum. Sana değer verdiğimi biliyorsun. Eskisi gibi arkadaş olmayı istiyorum. Seninle vakit geçirmek, sanki tüm sorunlarımdan uzaklaşmak gibi. İyi geliyor.” İtirafları kulağıma dolarken yüzümü yerden kaldırıp ona çevirdim. Pişmanlık, tüm yüzünü kaplamış beklentiyle bana bakıyorken söylediklerini beynimde tartmaya çalıştım.

Gördüklerimi unutmamamın mümkün bir tarafı yoktu. Sarhoş olması, belki bir sebep olabilirdi. Ne yaptığını bilmiyor olabilirdi. Ama yine de bu, başka biriyle öpüşmesi gerçeğini silemiyordu. Onunla eskisi gibi arkadaş olabilir miydik, orası da bir tartışma konusu olurdu. Birlikte geçirdiğimiz vaktin ona iyi gelmesi beni en çok şaşırtan nokta olmuştu. Birkaç günde nasıl böyle hissedebilmişti ki? Gerçi, bende Doruk’un yanında saniyeler içinde güveni hissedebiliyordum. O zaman Kemal’in bu hissettikleri doğru muydu?

“Ben, ne diyeceğimi bilmiyorum.” diye mırıldandığımda alnının hayal kırıklığıyla kırışmasını izlemeye mecbur bıraktı beni.

“Sandığın gibi biri değilim. Lütfen ispatlamam için bir şans ver Ece. Herkes ikinci bir şansı hak eder. İzin ver, sana her şeyi kanıtlayayım.” Kafamı birkaç sözüyle allak bullak etmeyi başarmıştı. Söylediklerinin bana mantıklı gelmesine lanet okurken iç seslerimden gelen bir sürü düşünce beynimi işgal ediyordu.

Onunla zaten çıkmıyordunuz aptal, seni aldatmadı.

Sana değer verdiğini söylüyordu ama aslında seni düşünmüyor, başka kızlarla öpüşüyordu.

Sarhoştu.

Bu geçerli bir sebep değil.

Herkes ikinci bir şansı hak eder. Nasıl olsa ona karşı bir şey hissetmiyorsun, sadece kızgınsın. Seni saf yerine koyduğu için.

Saf yerine koydu, herkes gibi.

Onu tanımak için son bir şans ver. Zaten ona aşık falan değilsin. Öfkeni bir kenara bırak.


Ona aşık değildim, evet. Düşüncelerimi son bir kez gözden geçirdikten sonra gözlerimi Kemal’in gözlerine sabitledim. Bana büyük bir beklentiyle bakarken ne kadar pişman olduğu da yüzünden rahatça okunabiliyordu.

“Peki, tamam. Son bir şans. Son.” Gözleri parladığında yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Benim yüzümde ise ifade yoktu. Çünkü ne düşüneceğimi bilemiyordum. İyi mi yapmıştım, kötü mü yapmıştım, onu da bilmiyordum.

“Seni pişman etmeyeceğim, prenses. Göreceksin.” Kafamı belli belirsiz salladığımda gülümsemeye devam ediyordu.

“Umarım.” Dedikten sonra ekledim. “Artık gitmeliyim. Görüşürüz.” Gülümseyip kafasıyla onayladıktan sonra önümden çekildi ve gitmeye koyuldu. Bende olduğum yerde durduktan sonra derin bir nefes aldım ve bugünümü güzel bitirmek istediğimden dolayı yüzüme kendimi de şaşırtarak içten bir gülümseme yerleştirip birkaç adım attım ve oldum yerde kalakaldım. Kalakaldım. Gülümsemem yüzümde solmuştu sanki.

Yaklaşık otuz metre ötemde Doruk ve bir kızı konuşurken görüyor olmak beni olduğum yere çivilemeye yetmişti. Okuldan yavaş yavaş çıkıyorlardı. Konuşarak. Birlikte. Kızın gülümsemesinden anladığım tek şey, aralarında iyi bir şey geçtiğiydi. 

Ondan ilk hoşlandığımda 10.sınıftaydım. Ve, Doruk’u ondan hoşlandığım süre içinde sürekli izlemiştim. Fark etmemesi için özel bir çaba harcayarak hem de. Baktığımızda, bir yıl, onu ve çevresini tanıyabilmem için gayet yeterli bir süreydi benim gözümde. En azından kimlerle konuştuğunu biliyordum. En yakın arkadaşlarını tanıyordum. Tamam, hepsini bir kenara bırakalım. Bir yıl boyunca onu okulda kimlerle konuştuğunu bilecek kadar tanıyordum.

Berk ve ara sıra müzikle ilgilenen başka çocuklarla görmüştüm. Kendi sınıf arkadaşlarıyla takıldığını görmüştüm. Ama onu hep erkeklerle görmüştüm. Tabi, farklı sınıflardaydık, sınıf içinde kimlerle konuştuğunu ya da konuşmadığını bilmiyordum ama bahçenin ortasında bir kızla konuşması demek o kızla yakın arkadaş(?) olduğu ya da aralarında bahçede konuşmalarını gerektirecek özel bir şey olduğunu kanıtlardı.

Zihnim daha saatler öncesinde tarifsiz mutluluk yaşatmasını bana hatırlattığında kafamı iki yana salladım. Gördüklerim karşısında göğüs kafesimin sıkıştığını, basınçtan patlayacağını sandım. Şu an karşısındaki kız ona her ne diyorsa, ikisi de gülümsüyor ve iyi anlaşmışa benziyorlardı. Derin bir nefes aldım. Ve kendimi avutma girişimlerime başlamayı tercih ettim. Tamam, öpüşmüyorlardı ya. Büyütmeye gerek yoktu? Sadece sınıf arkadaşı olabilirdi?

Tüm bu düşüncelere kendimi inandırmaya çabaladığımda ikisinin okuldan çıkıp gözden kaybolduğunu fark ettim. Ve aklıma Poyraz’ı dakikalardır beklettiğim gelince koşarak okulun çıkışına gittim.

Poyraz’ı okulun bahçe duvarına yaslanmış şekilde bulduğumda bir şey anlamamı için yüzüme bir gülümseme yerleştirmeye çalıştım. Ayrıca Oğuz nerelere kaybolmuştu?

“Ben geldim.” derken olabildiğince normal ve şirin olmaya çabalamıştım. Poyraz yaslandığı duvardan çekilip yanımda geldi.

“Oğuz’un annesi acil bir iş için arayınca gitmek zorunda kaldı.” Anlayışla kafamı salladığımda yürüeye başladık ve o da konuşmaya devam etti. “Ne istiyormuş o egoist piç?” Yüzümdeki gülümseme zoraki olmaktan çıkıp normal bir gülümsemeye dönüştüğünde ona anlatmaya karar verdim.

“Onu bir iki gün önce sanırım, başka bir kızla yiyişirken görmüştüm. Affetmemi istedi kendisini.”

Poyraz şaşkınlığa uğrayıp duraksadığında bende durup ona döndüm. Bana oldukça garip bir ifadeyle baktıktan bir süre sonra “Tabi ki affetmedin?” diye bir soru yöneltti. Bu sorusu yaptığım şeyin yanlış olabileceği ihtimalini düşünmeme sebep olurken Poyraz’ın gözleri irileşmişti.

“Şey, affetmiş olabilirim.” Omuz silkip yere baktığımda görüş alanıma siyah nike spor ayakkabıları girmişti.

“Neden şaşırmadım acaba?” Dudaklarımı büzüp kafamı kaldırdım ve kendimi savunacak bir şeyler düşünmeye koyuldum. Kemal’e ikinci bir şans verirken düşündüklerim geçerli sebepler olma niteliğindeydi.

“Sonuçta ona aşık falan değilim. Ne olacak ki?” Poyraz kaşlarını hayretle kaldırdığında kafasını iki yana salladı.

“O piç böyle düşünmeyecek ama. Bunu da düşünmüşsündür umarım.” Ona kocaman olan gözlerimle baktığımda kafasını iki yana salladı. “Tabi ki düşünmedin.”

Kaşlarımı çatıp ona bakmaya devam ettiğimde Poyraz’ın aklından geçenleri merak ediyordum. Fazlasıyla hem de.

“Neyi düşünecektim ki?” Nefesini dışarı üfledikten sonra bana açıklama yapmaya koyuldu.

“Aslında bir saniye. Bundan iki sonuç çıkarılabilir.” Merakla ona bakmaya devam ettim. “Yürürken açıklayabilirim.” dediğinde yeniden yürümeye başladık. Bu sırada onun koluna girdim ve teorilerini öyle dinlemeye koyuldum. 

“Birincisi; beni aldatmanı umursayacak kadar sana değer vermiyorum, yeniden arkadaş olsak da bir şey fark etmeyecek.” Kafamı onaylar gibi salladığımda benim de düşündüğüm şey tam olarak buydu.

“Merak ettiğim ikincisi.” Israr ettiğimde açıklamasına devam etti.

“İkincisi de; sana o kadar çok değer veriyorum ki yaptığın her şeyi görmezden gelebilirim.” Şaşkınlık tüm bedenimi ele geçirdiğinde adımlarımı yavaşlattığımı fark ettim.

“Sence hangisini düşündü?” Yüzüm kıpkırımızı kesmişken Poyraz’a baktım. Omuz silkmiş ve adımlarımı hızlandırmama yardımcı olurken konuşmuştu.

“Bilmiyorum. Ama dikkatli davran. Bunları aklından çıkarma.” Kafam karışmıştı. Ama dikkatli davranacağıma emindim. Kemal’e karşı umursamaz olacaktım, yapmam gereken buydu.

Evimin önüne geldiğimizde gülümsemeye çalıştım. “Sonra görüşürüz.”

“Sonra görüşürüz, uğur böceği.” Sözlerinin ardından bana bir gülümseme hediye ettikten sonra gitmişti. Bende oyalanmadan evin önüne gelmiş anahtarımı çantamda ararken gözüm üzerine bastığım paspasın üzerindeki beyaz zarfa kaydı. Hızlıca eğilip elime aldıktan sonra çantama dönüp anahtarımı buldum ve hızlıca içeri girdim.

Girer girmez de zarfı açarken içimden lütfen düşündüğüm şey olmasın diye dua ediyordum. Ellerim titrerken lanet zarfı açmak neredeyse bir dakikamı almıştı. Zarfın içinden çıkan kağıdı hızlı olmaya çalışarak açtım ve korktuğumun başıma geldiğini anlamam uzun zamanımı almadı.

“Lunapark maceranızı görmezden geleceğimi mi sandın, küçük sürtük? Evet, sürtük. Doruk’a yaptığın şirin roller ona işleyebilir ama bana yutturamazsın.

Artık tüm şanslarını kaybettin, güzelim. Sadece, olacakları izle. Uzun zaman sürmeyecek. Yakında her şey bitecek. Herkes öğrenecek.”


Ellerimin titremesi, okuduklarımın ardından on katına yükselmişken vücuduma sanki cehennem ateşi çökmüş gibi hissediyordum. Olduğum yere oturdum ve kağıdın elimden düşmesine izin verdim.

Her şey bitecek, cümlesi göz yaşlarımın deli gibi akmaya başlamasını sağladığında titreyen ellerimle yüzümü kapattım ve sesli sesli ağlamaya devam ettim.

Güne güzel başlamış olmanın cezası mıydı bu? Hayır, bu sadece bugünün cezası olamazdı. Ne yapmıştım da tüm bu lanet olası şeyler başıma geliyordu bilmiyordum.

Tek istediğim mutluluğu hak etmeye çalışmaktı. Bunu aciz bir anlaşmayla elde edebileceğimi sanarak yanılmıştım. Bu her şeyi içinden çıkılmaz bir hale sokmuştu ve daha ne kadar dayanabileceğimi bilemiyordum.

Doruk’u kaybetme fikri beynime üşüştüğünde ağlamam daha da şiddetlendi ve kalbimi büyük bir acı sardı. Rezil olmayı bile bu kadar çok umursayamıyordum. Rezil olmaktan daha az korkuyordum. An itibariyle en büyük korkum, Doruk’u kaybetme düşüncemdi.

O bu anlaşma bittiğinde belki beni hatırlamayacaktı bile. Neticede etrafında bir sürü kız vardı ve hatta bugün içlerinden biriyle konuşmasına şahit bile olmuştum. Ağlamaktan zar zor nefes alır hale geldiğimde sakinleşmeyi umarak oturduğum yerde boylu boyunca uzandım. Mermerin soğukluğu beni üşütse de umursamadım. Kalbim, Doruk’un hayatımdan çıkacağı düşüncesiyle buz tutmuştu zaten.

Telefonumdan yükselen mesaj sesiyle birlikte, telefonumu cebimden çıkarıp açtım. Ekranda mesajın Doruk’tan geldiğini gördüğümde, biraz da olsa hafifleyen ağlayışım daha da şiddetlendi. Son zamanlarda yaşadığım her şey bir bir aklıma geliyor ve daha çok ağlama isteği uyandırıyordu içimde. Sanırım son olayların patlamasını yaşıyordum. Annemlerle yaşadıklarım dahil.

Doruk’la ilgili bağlılığa dair ne varsa kabullenmiştim. İtiraz etmeden. Bunları yaparken, kaybetmeye duyduğum kesin tahammülsüzlüğü her hücremde fazlasıyla hissetmeye başladım. Üzüntümün masumluğu karşısında sakinleşmeyi denedim.

Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım ve uzandığım yerde doğruldum. Telefonumu yeniden açıp Doruk’tan gelen mesajı okumaya başladım.

“Bu gece yapmam gereken önemli bir ödevim var, mesaj atamayacağım. Ama yarın için söz veriyorum.”

Gözlerim yandığında, yanaklarımı sildim ve derin bir nefes aldım. Mesajını cevaplamaya koyuldum, az önceki şeylerden biraz olsun sıyrılmayı umarak.

“Sorun değil. İyi çalışmalar.”

Mesajı gönderdikten sonra sakinleştiğimi fark ettim ve çantamı da alıp odama çıktım. Çantamı bir kenara bırakıp yatağıma uzandığımda telefonuma yeniden bir mesaj geldiğini fark ettim.

“Sanırım şansa da ihtiyacım var, kedi.”

Ekrana birkaç saniye boyunca, bildiğin mal mal baktıktan sonra uzandığım yerde doğruldum ve yatakta bağdaş kurdum. Mesajdaki kedi kelimesine odaklanmış ve sırıtmaya başlamıştım. Evet, az önceki hissettiğim her şeyi kısa süreliğine de olsa bir kenara bırakmış, sırıtıyordum. Bana kedi demesi bir şekilde kalbimi okşamış ve iyi hissettirmişti. Az önceki zavallılığımı unutturmuş, beni iyileştirmeye başlamıştı.

Evet, uzun zamandır Doruk’un bana yaptığı buydu. Yaşadığım onca garip şey olurken, beni iyileştirmek, sorunlarımdan uzaklaştırmaktı. Ve bunu yaptığının farkında bile değildi.

“O halde iyi şanslar, Onur.”

Mesajını cevapladıktan sonra telefonumu bir kenara bıraktım ve banyoya yürüdüm. Üstümdeki bu strese gelebilecek en iyi şey duştu. En yakın arkadaşlarıma da yaşadıklarımı anlatamıyor olmamı göz önüne aldığımızda, duş benim için en iyi çözümdü.

Sıcak bir duşun ardından rahat kıyafetlerimle odama döndüm ve kendimi yatağıma attım. Erkenden uyumak ve düşünmemek istiyordum. Çünkü düşünmeye devam edecek olursam, kafamı yiyeceğimi de biliyordum.

Telefonumu kontrol etmek amacıyla elime aldığımda Doruk’tan mesaj olduğunu gördüm. İyi şanslar yazmıştım ve buna cevap vereceği aklımdan geçmemişti.

“Ah, minnettarım, leydim.”


Mesajı okuduktan sonra attığım kahkaha odamda yankılandığında Doruk’un yaptığı ödev nedeniyle nasıl da beyninin yandığını düşündüm. Yoksa asla böyle bir mesaj atmazdı.

“Dalga geçmeyi kes ve ödevine dön, Onur. *kızgın kedi suratı*”

Klavyenin emoloji kısmında kızgın kedi bulamayınca son çare yazarak açıklamıştım. Belki de vardı –kesin vardır- ama ben hızlıca mesaj gönderme derdine düştüğümden bulamamıştım. Yeni bir mesaj geldiğini görünce şaşırmıştım. Ödev yapmıyor muydu bu çocuk?  Düşünmeyi bir kenara fırlatıp hızlıca mesajı açtım.

“Eğlenmek de mi yasak, kızgın kedi?”

Mesajın içimi ısıtması karşısında gülümsedim. Nerde ne söyleyeceğini iyi biliyordu ve moralimi düzeltmiş sayılırdı. İçimden ona kocaman bir teşekkür yolladıktan sonra mesajını cevapladım.

“Evet, önemli ödev yaparken yasak.”

Mesajı gönderdikten sonra evdekiler gelmeden aç karnımı doyurmak amacıyla mutfağa indim. Buzdolabından atıştıracak bir şeyler çıkarıp tezgaha koyduktan sonra telefonuma baktım. Mesajı görünce gülümseyerek açtım.

“Tamaam. Aptal önemli ödevime dönüyorum.” 

Ödevi yaparken ne kadar sıkılmış olabileceği zihnimde yeniden canlandığında gülümsedim. Mesaja cevap vermeyip atıştırmalıkların hepsini mideme indirdikten sonra yeniden odama çıktım.

Yarına yapılacak ödevlerimi yapmaya koyulduktan üç saat sonra gözlerim yorgunluktan kapanıyor gibiydi. Ders çalışırken sıkılıyor ve yoruluyordum ama çalışmak zorunda olduğumun da farkındaydım.

Laptopumu elime aldıktan sonra izlediğim yabancı dizilerden birini açtım ve okulun başlaması nedeniyle izleyemediğim yeni bölümleri izleme kararı aldım. Yazın yaptığım tek şey buydu aslında. Neredeyse tüm gece, hatta bazen tüm gün dizi izlediğim oluyordu.

Tabi ki, bu gece tüm gece izlemeyecektim çünkü yarın okul vardı. Üç bölüm izleyip laptopu kapattım ve yerine bıraktım. Ardından yatağımın içine kıvrıldım ve tüm günün yorgunluğunu geçirmesini dileyerek uykuya daldım.

KORKAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin