Korkak | 37. Bölüm

21.6K 899 35
                                    

Merhabaa. Oy ve yorum eksik etmezseniz mutlu olurum. İyi okumalaar!

Akşam güneşi, sıradanlıkta sınır tanımayan açılarla odamın içine, kapalı toz pembe perde engeli olmadan özgürce süzülüyordu. Pencerenin önündeki boşluğa oturma kararı aldım, belki düşünmeye deli gibi ihtiyacım olduğunu başından beri bildiğimden. Sonra, penceremin önündeki boşluğa oturup bacaklarımı toplayarak dışarıya bakmaya başladım.

Tanıdık manzarayı izlemeyi seviyorum diyebilirdim. Annemle kavgalarımızdan sonra burası her ne kadar ergen klişesi olsa da beni sakinleştirmeye yetiyordu. Oturduğumuz sitenin en güzel evinde oturduğumuzu düşünüyordum. Penceren baktığımda önümüzü kesen binalar yerine çarşaf gibi bir deniz karşılıyordu bizi. Yakınımızda olmasa da denizin görüntüsü yetiyordu. Yan taraflarımızda bizimkiyle aynı mimariye sahip fakat farklı renkte evler vardı. İki evin arası en az otuz metreyi buluyordu. Ve bu iyi bir şeydi. Kimse beni rahatsız edemez moduna kolayca girebiliyordum. Oturduğumuz ev yolun da tam dibinde olduğundan her şey çok kolaydı.

Birkaç ay öncesine kadar hissettiklerim, anlaşma olayından sonra hissettiklerim, rezil olduğumda hissettiklerim ve şu an hissettiklerim. Her biri benim için birer dönüm noktası ve hatta benim için birer ders olmuştu.

Doruk’u ilk gördüğüm an hissettiğim o heyecan ve kalp sıkışmasını hala dün gibi hatırlıyordum. Sanki o an dünya sadece onun ve benim etrafımda dönüyor, diğer her şey bulanıklaşıp kararıyor gibiydi. Beni ona çeken şeyin ne olduğunu kesin olarak çözemiyordum. Hala. Ama birçok şey vardı. Başta da o baştan çıkarıcı havası geliyordu tabi. Sonra o iç ısıtıcı gülümsemesi. Düşüncesi bile kalbimin hızlanmasına yetiyordu.

Ondan hoşlandığım tüm süre boyunca her ne kadar bunu inkar etmek istesem de, içimde minik bir umut taşımıştım. Kendimi onun imkansızlığına inandırdığım halde acınası bir umudu içimde tutuyordum. Bana mesaj attığı ilk gün, o umut için kendimi tebrik edişimin ardından günler geçmiş ve Doruk’la sevgili olmuştum. Hayat ne kadar da garip, değil mi? Zamanın getirdiklerini takip etmek yorucu olsa da, keyifli. Fakat hala kusursuz değil.

Okulda olanları düşünmek istemeyip, tüm o saçmalıktan kaçmak istesem de yapamıyordum. Bu sefer, olmuyordu. Evet, Doruk benimleydi ve ben bunun için içimde tarifsiz bir mutluluk yaşıyordum. Fakat hala, okulda arkamdan konuşulan o saçmalıkları kaldıramayacak kadar güçsüzdüm. Karakter meselesiydi bu. Herkes güçlü olmak zorunda değildi. Güçlü olanların kendilerine bahşedilmiş bir şansı olduklarını düşünüyordum, onlar ayrıcalıklı insanlar gibiydiler gözümde.

Tek yapmam gereken şey, bu olaylar unutulana kadar beklemekti artık. Başka seçenek yoktu, çözüm de öyle. Kafamı başka şeylerle meşgul edip, konuşulanlara şahit olmamış gibi davranmak zorundaydım. Kendimi mutsuz edersem bunun Doruk’a da yansıyacağını tahmin edebiliyordum.

Düşüncelerimin içine o düştüğünde birden siyah beyaz düşünceler renkleniyordu zihnimde. Dudaklarım istemsizce iki yana kıvrılıp küçük yüzüme gülümseme katıyordu. Araç yoluna Doruk’un arabasının park ettiğini gördüğümde oturduğum yerden inip pencerenin önünde durdum. Doruk her zamanki havalı hareketleriyle arabanın sürücü koltuğundan inip odamın camına baktığında yüzüne kalbimi az öncekinden üç tık fazla attıracak şekilde bir gülümseme takındı. Dudaklarını okuduğumda bana ‘hadi’ dediğini anladım ve gülümseyerek camın kenarından ayrıldım.

Sade bir kumaş elbise giymeyi tercih etmiştim bu gece için. Sonuçta Doruk bizi kendi mekanına davet ediyordu, bu da bu gecenin özel bir gece olacağını gösterirdi. Son bir kez aynadaki yansımamı üstün körü kontrol ettikten sonra hızlıca evden çıktım. Yüzüme bir gülümseme yerleştirirken Doruk’un yanına varmıştım.

Kollarını belime doladığında “Çok güzelsin,” deyip yanağıma bir öpücük kondurdu. Gözlerinin gülümseyerek gözlerime değdiği her noktada kavrulan külleri hissedebiliyordum.

“Sen de öylesin,” dedim anın büyüsüne kendimi kaptırarak. Alaycı bir kahkaha ile karşılık verdi.

“Güzel miyim?” Kıkırdadım. Saçmaladığımın farkına geç varmak her zaman yaptığım şeylerden bir tanesiydi.

“Yakışıklı,” diye düzelttiğimde kafasını sallayıp “Yani, bilmediğim bir şey değil,” dedi. Dayanamayıp ben de onun yanağına minik bir öpücük kondurdum.

“Geç kalmayalım, hadi,” deyip beni koltuğuma oturttu ve ardından sürücü koltuğuna geçip arabayı sürmeye başladı, her zamanki gibi kendine has havası eşliğinde.

“Neden toplanıyoruz bu gece?”

“Şarkı söyleyeceğiz çünkü. Bu şöleni kaçırmamalıydınız.” Gülümseyip ezbere bildiğim yüz hatlarını incelemeye devam ettim.

“Ona gecenin sonunda karar veririm.” Şaşkın ve bir o kadar da çarpık gülümsemesiyle gözlerime bakıp tekrar yola döndü.

“Kendimi haksız çıkarmayacağıma emin olabilirsin güzelim.” Bunu ben de gayet iyi biliyorum, diye geçirdim içimden. Ama sadece “Göreceğiz,” demekle yetindim.

***

“Of bu elbise hiç olmadı,” diye sızlanan Nil’e gözlerimi devirdim. Her şeyi abartmakta üstüne yoktu. Siyah küçük elbisesi ona gayet yakışmıştı. Böyle söyleyerek Berk’i de sinirlendirdiğine emindim.

“Saçmalama Nil.” Berk Nil’in arkasından beline sarılıp boynunu öptüğünde, Nil’in keyfi saniyeler içinde yerine gelmişti. Etrafa göz atmaya dönüp ne konuştuklarını dinlemedim.

Bu gece bu cafe-bar gerçekten kalabalıktı. Bizim gibi gençlerin yanı sıra, üniversiteli ve daha olgun insanlar da bulunuyordu. Tüm arkadaşlarım dediğimiz gibi toplanmıştı ve eğlenmeye başlamışlardı bile. Zaten bir arada olduğumuz her an eğlenecek bir şeyler mutlaka buluyorlardı.

Benim aklım ise Doruk’taydı. Çıkmalarına az bir süre kalmıştı ve onun yerine ben geriliyormuş gibi hissediyordum. Buna daha fazla dayanamayacağımı anladığımda sahne arkasına gitmeye karar verip bulunduğum ortamdan ayrıldım. Mantık yürüte yürüte bir koridora ulaştığımda Doruk’un burada olduğunu düşünerek ilerlemeye başladım. İki metre yürüdükten sonra bir oda ile karşılaşınca kapının kolunu kavramaya yeltendim fakat kapı zaten açılmıştı. Tanıdık yüzü gördüğümde gözlerimin parladığını hissettim.

“Ece?”

“Nasılsın diye bakmaya geldim,” dediğimde gülümseyerek kollarını belime doladı. Bunu her yapışında istisnasız kolları arasında eriyeceğimi sanıyordum.

“Gayet iyiyim.”

“Tamam o zaman. Dönebilirim,” dediğimde kafasını hayır anlamında iki yana salladı.

“Olmaz. Geldiysen bana şans öpücüğümü vermek zorundasın.” Dudakları muzipçe iki yana kıvrıldığında heyecanlanmaya başladım. Doruk’un beni öpmesi her zaman güzeldi ama benim onu öpmem? Başarabilir miydim? Bilmiyordum. Yanlış bir şey yaparsam benden soğur muydu?

“Hadi,” diye uyarı yaptığında kötümser düşüncelerimi mecburen çöpe atıp dudaklarına yaklaştım ve yumuşak tenini ürkekçe fakat bir o kadar da keyifle tattım. “İyi şanslar.”

Saçımı kenara itip boynuma bir öpücük bıraktığında dünyamı sarsmıştı. Ta ki bir öksürük sesi her şeyi bölene kadar. Ata’ydı bu.

Ata, sesindeki dalga geçme tınısı eşliğinde “Bölmek istemem ama geç kalıyoruz Dorukçuğum,” dediğinde, yanaklarıma hücum eden ateş sayesinde nasıl göründüğümü tahmin etmek zor değildi. Aptal gibi göründüğümden emindim.

“Tamam Atacığım geliyorum.” Birbirlerine karşı alaylı hitaplarına gülümseyemeyecek kadar utanmıştım.

“Pancara döndün. Çok tatlısın,” dedi yüzümü nazikçe avuçlarının içine alarak. Bu bir kat daha kızarmama sebep olduğunda kahkahası koridoru doldurmuştu.

“Hey!” diye tepkimi göstermeye çalıştığımda gülmeyi kesip uslu bir çocuk olmayı seçti. Doğru seçim, sevgili Onur. “Git hadi. Geç kalıyorsun.”

“Tamaaam,” deyip arkasını döndü ve koşarak arkadaşlarının yanına gitti.

***

Onu şarkı söylerken izlemek dünyada para ile satın almayacağım bir mutluluktu. Sesi kalbime dokunup geçiyordu sanki. Her şeyiyle kusursuzdu. Kendine özgüydü. Onunla sevgili olduğuma hala inanamıyordum.

“Ece yine dalmııış.” Poyraz gözlerimin önünde elini aşağı yukarı sallamaya başladığında kafamı ona çevirdim. Masadaki herkesin gözlerinin bana çevrildiğini de o zaman fark etmiştim.

“Dalmadım ben bir kere,” diye bir yalan attığımda başta Oğuz ve Poyraz olmak üzere arkadaşlarım gülmeye başladı. Güzel. Kızarmanın keyfini iyice çıkardığım bir geceye merhaba.

“Sevgilimin üstüne gitmeyi kesin.” Kurtarıcı ses kulaklarımı işgal ettiğinde gülümsedim. Sağ tarafıma geçip bir elini belime yerleştirdiğinde kahkaha faslı bitmişti. Sadece Poyraz ve Oğuz’un yüzündeki tanıdık sırıtış yerini koruyordu o kadar. Ama onlarınki beni rahatsız etmiyordu, çok seviyordum. Bu sırada Berk de Doruk’la birlikte masaya dönmüş ve Nil’in yanındaki yerini almıştı.

“Bu gece iyiydiniz,” dedi Oğuz. Aslında bu gece Oğuz da iyiydi. Bayağı havalı duruyordu tam karşımda. Umarım o da kendine layık birini bulup çok mutlu olur bir gün, diye geçirdim içimden.

“Teşekkürler dostum.” Doruk, önündeki biradan birkaç yudum alıp bardağı tekrar yerine bıraktıktan sonra gözlerimizi buluşturup bana bir gülümseme hediye etti.

“Buranın sahibi ile arkadaş mısınız?” Soru Elif’ten gelmişti. Cevap ise Berk’ten.

“Buranın sahibi zaten Doruk.” Şaşkınlıkla gözlerim büyüdüğünde masadaki herkese de aynısının olduğunu fark ettim.

“Oooo. Ece ne şanslı kızsın ya.” Poyraz’a dönüp seni öldüreceğim bakışlarımı atmaya başladığımda dayanamayıp gülmeye başlamıştı.

Oğuz, Poyraz’ı bakışlarımdan kurtarmak istermişçesine “Şanslı çünkü benim gibi bir arkadaşı var,” dedi ve bunun ardından gülüşmelerle geçen bir yarım saati geride bırakmıştık.

Genelde dalga konusu ben oluyordum ve Doruk’un yanında başımdan geçen failllıkları anlatıp beni rezil ediyorlardı. Ben de boş durmayıp onların başından geçen komik olayları anlatıyordum tabi ki. Böylece, herkes bir şekilde gülüyordu.

Doruk “Ece,” dediğinde Poyraz’a laf yetiştirmeyi kesip ona döndüm. “Efendim?”

“Buradan sonra seni çok güzel bir yere götüreceğim.” Yanağımı öptükten sonra “Seveceğine eminim,” dedi. Açıkçası beni heyecana düşüren üstü kapalı konuşmalarını sevmiyordum. Ben merak etme safhasını atlayıp direk her şeyi öğrenmek istiyordum. Meraklılık damarlarımda akan kanın her atomuna gizlenmişti bir kere.

“Nereye? Söyle hadii,” dediğimde kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı. “Lütfen, lütfen, lütfen,” diyerek ısrarıma devam ettim.

“Olmaz.” Kaşlarımı çattığımda burnumun üstünü öptü ve gülerek geri çekildi. Tatlı hareketleri beni benden alıyordu. Tam bir şey söyleyecektim ki, tanımadığım bir ses beni engelledi.

“Küçük kızımız Ece. Bir merhaba yok mu? O kadar notlaştık yahu. Yakışıyor mu hiç?” Kalbim birden teklediğinde şoka uğradığımın bilincine vardım.

Bu kız, o kızdı. Hayatıma Doruk ve anlaşma sayesinde kattığım renkleri ve duyguları harabeye çeviren. Anlaşmamızı batıran ve kabusa çevirip her an Doruk’u kaybetme korkusu ile baş etmeme sebep olan. Ve bu kötü rüyamın her sabah uyandığımda bitmeyi reddettiğini görmem ile yaşadığım hayal kırıklığını sağlayan.

“Susmasana. Herkese nasıl bir kız olduğunu anlat. Arkadaşlarından gizli erkek arkadaş yaptığını. Onunla buluştuğunu. Belki de biz görmeden nasıl da yiyiş-“ Konuşmanın devamında devreye Doruk’un yüksek perdedeki sesi girmişti.

“Kes sesini.” Ve sonrası benim için buğuluydu. Her yanımı panik sarmıştı. Bu kızın neden bunları yaptığını düşündüm ve bunun nedenini çözmeye çalıştım. Hiçlikten başka sonuç bulamadığımda, kendimde masadakilere bakacak kadar cesaret bulamadığımı da fark ettim. Tek bildiğim yerin dibine girdiğimin belirtisi olan midemdeki bulantıydı. O an, gözlerimden süzülen naif su damlalarını hissedip bir adım geriledim. Karşımdaki kişinin başıma açtığı kabusun bu sefer sadece bir kabus olmasını diledim, gözlerimi kırpıştırdığımda her şey hala üstüme üstüme gelir gibiydi. Konuşulanları kulaklarım sadece uğultu gibi algılıyordu.

Yapmam gereken tek bir şey bulamadığımda, arkamı dönüp cafe-bar’ın dışına çıktım. Hafif bir rüzgar ile karşılandığımda kaldırımda biraz ilerleyip durdum. Ne yapıyordum? Ne yapacaktım? Bilinçsizliğe sürüklenmeden önce bu sorulara cevap bulsam benim için çok iyi olurdu.

“Sevgilim?” Sevdiğim sese döndüğümde beni kollarının arasına aldı. Arabaların tozla karışık egzoz kokusu yerini Doruk’un seksi erkeksi kokusu yerine bırakmış ve birden hücrelerim Polyannacılık oynamak istemişti. “Gel seni gideceğimiz yere götüreyim. Orada konuşuruz.”

Kafamı hafifçe aşağı yukarı salladım. Parmaklarımı parmaklarıma ahenkle kenetlemesine ve beni yönlendirmesine izin verdim.

***

Adeta gözlerimin önünde zerafet denizi dalgalanıyor gibiydi. Beni, şehrin en güzel ırmağının üstündeki ışıklarla süslenmiş köprünün üstüne getirmişti. Etraf çimenlikti, ara ara renkli çiçekler de bulunuyordu. Daha önce hiç gelmemiştim ve şu an buna pişman olduğum kesin bir dille ifade edilebilirdi.

Köprünün kenarına gidip manzarayı seyretmeye başladığımdan bir süre sonra “Burası harika,” demeyi başardım.

“Beğendin mi?” Hızlıca kafamı onaylamak amacıyla salladım.

“Bayıldım.” Yanıma yaklaşıp kollarını belime doladığında artık görüş alanımda sadece Doruk Onur manzarası vardı.

“Özür dilerim,” dedi sesindeki üzüntü ve belki de biraz pişmanlık tınısıyla. Fakat bunun nedenini anlayabilmiş değildim.

“Neden özür diliyorsun?” Kollarımı boynuna doladığımda gözlerini bir an yere çevirdi ve ardından benimkilere kenetledi.

“Tüm bunlara sebep olduğum için.” Hala daha anlayamıyordum ve açıkçası korkmaya başlamıştım.

“Anlayamıyorum,” diye mırıldandım sesimde barındırdığım bolca endişe ile.

“Eğer bu anlaşmayı sana teklif etmeseydim bunların hiçbiri olmayacaktı. Benim yüzümden o kız sana bunları söylüyor. Benim yüzümden o sikik partide lanet olası fotoğrafları yayınladı. Bana takıntılı olduğu için. Dün okulda olanları çok düşündüm, Ece. Çok üzgünüm. Özür dilerim,” duraksadıktan sonra alnını alnıma yasladı ve beni derin bakışlarına maruz bıraktı. “Özür dilerim. Üzülmeni istemiyorum. Hele de benim yüzümden üzülmeni.” Tüm bu olanlar için kendini suçlaması hiç de hoşuma gitmemişti, beni rahatsız etmişti fazlaca. Hatta beni üzmüştü bile diyebilirdim. Bu olayda ikimiz de masum taraftık, bunun aksi değil. Elini tutup bir süre konuşmadan bekledim. Bu sırada o başparmağımın içini nazikçe okşuyordu. Bir cevap ararcasına gözlerime bakarken daha fazla uzatmadım, düşüncelerimi topladım ve konuşmaya başladım.

“Anlaşmanın bizim için ne kadar önemli olduğunu göremiyor musun? Bu sayede tanıştık. Bu sayede kendimize sırdaş bulduk. Bu sayede birbirimizi tanıdık. Bu sayede sevgiliyiz. Hiçbir şey senin yüzünden değil.” Kalbimden geçenleri dile dökmek onunla sevgiliyken ne kadar kolaydı, tıpkı ona yakın olmak gibi. Çok güzeldi. Sözlerim üzerine beni öldürecek gülümsemelerinden birini gösterdi.

birkaç uzun dakika boyunca gözlerimin içine bakıp düşüncelere daldı ve ardından sessizliği bozdu. “Haklısın,” deyip yanağımı öptü. “Eğer bu anlaşma olmasaydı seni tanıyamazdım. Ve hayatıma belki on yıl daha sevgilisiz devam ederdim. Neden bu zamana kadar sevgili istemediğimi anladın mı?” Tebessüm ederek kafamı aşağı yukarı salladım. “Sadece beni anlayan birini istiyordum. Sonra seni buldum.”

“Çok şanslısın o zaman,” diyerek onu güldürmek isteme amacım yerine ulaştı. Harikamsı kahkahalarından birini attı.

“Evet,” dedikten sonra boynumu öptü. “Ben çok şanslı biriyim.”

“Gel hadi,” dedikten sonra elini tuttum ve onu yürütmeye başladım, belki de sürüklemeye.

Köprüden inip çimenlikte kısa bir yokuş çıktıktan sonra oturdum ve onu da yanıma çektim. Yanımda olduğu sürece huzurluydum.

“Şimdi sen üşürsün yerde,” dedikten sonra beni kucağına çekti ve burnumun ucuna şirin bir öpücük bıraktı. İçimden gelen en sıcak gülümsemelerimden birinin yüzüme yayılmasına izin verdim.

“Ya evet. Üşürüm tabi. Evet evet.” Kafamı sallarken birlikte gülmeye devam ettik. Onunla birlikte gülmek paha biçilemez nadir şeylerden bir tanesiydi.

Yüzümüzde gülümseme kalana kadar güldükten sonra “Kedi?” dedi. Bu hitabı nasıl da özlediğimin o zaman farkına vardım.

“Onur?” Onun da bunu özlediğini gözlerinden okuyabilmek güzeldi.

“Seni seviyorum.” Bir gün, onun dudaklarından bu kelimeleri duyacağımı söyleseler hayatta inanmazdım. Ama gelin görün ki, bunu yaşıyordum. Hatta hissediyordum, iliklerime kadar.

Ardından her zaman hayal ettiğim şeyi onun yüzüne karşı söyledim. “Seni seviyorum.”

Gülümsediğinde yanağında oluşan minik gamzesinde parmağımı gezdirmeye başladığımda aramızdaki minik mesafeyi kapatıp dudaklarımızı aceleci bir şekilde birbirine kenetledi. Ama sonrası yavaş ve nazikti. Kalbime dokunurmuşçasına öpüyordu. Mideme giren krampları, kalp atışlarımı ve beynimde atmaya başlayan havai fişekleri saymıyordum bile. Sadece beni öldürüyordu. Hayatım boyunca bu duyguyu hiçbir şeye değişmezdim.


KORKAKDär berättelser lever. Upptäck nu