Korkak | 13. Bölüm

26.7K 1K 42
                                    

İlginiz beni mutlu eden ve yazma isteğiyle dolup taşmamı sağlayan tek şey. Teşekkür ederim hepinize.


Elimi saçlarımdan geçirdikten sonra battaniyemin altına girip mesajı cevaplamaya koyuldum. En azından anlaşmanın kurallarını yerine getiriyordum işte.



“Çok güzeldi. Kemal’le buluştum, akşam Poyraz’la vakit geçirdik.”

Çok güzeldi kısmının yalan olduğunu sadece benim bilecek olmam vardı bir de. En can alıcı kısım.
Battaniyenin içine biraz daha sokulmuşken yeni gelen mesajı açtım.

“Kemal’le aranda ne var?”

Güzel soru. Doğrusu Kemal’le aramda ne olduğunu ben de bilmiyordum ki. Şu an neler olup bittiğini inanın bilmiyordum. Ama Kemal’e karşı bir şey hissetmediğim kesindi. Tamam, havalı biriydi yakışıklıydı ama ben zaten platonik olarak aşıktım birine. Asla benim olmayacak birine. Bu gerçek bir kez daha beynimin içinde yankılanırken yazmam gereken bir mesaj olduğu aklıma geldi ve tüm o gerçekler beynimden uçuştu, geçici bir süreliğine de olsa.

“İyi vakit geçiriyoruz.”

Ya da geçireceğiz mi yazmalıydım? Çünkü çok vakit geçirmemiştik, yine de iyi vakit geçireceğimize emin gibiydim.

Ama Doruk’un bunu neden merak ettiği hakkında bir fikre sahip değildim. Ben ona şu kızla aranda ne var diye sormuyordum. Soramıyordum desem daha doğru olurdu sanırım. Beni kıskanmadığını biliyordum çünkü bugün Kemal’le konuştuklarını görmüştüm ve bu yüzden merak ediyordu. Doruk beni neden kıskansındı ki zaten? Kimdim ben onun gözünde?

Yeni gelen mesajla telefonumun ışığı yandığında düşüncelerimi mesaja odaklamaya çalıştım.

“Benimle geçirdiğin vakitten daha mı iyi?”

İtiraf etmem gerekir, böyle bir soruyu hiç beklemiyordum. Şaşırmıştım ve ne yazacağım hakkında şu an bir fikrim yoktu.

Ama gerçek şuydu ki, onunla geçirdiğim sayılı zamanlarda daha önce hiç olmadığım kadar mutlu hissediyordum kendimi. Sanki mutluluk kavramını yeni öğreniyormuş gibiydim. Çünkü o karşımda oluyordu ve dilediğim kadar bakabiliyordum mavinin en güzel tonlarını içinde barındıran gözlerine.
O yanımdayken, ona uzaktan bakmak zorunda kalmıyordum. Ona baktığımı anlayacak diye kısa süreyle de izlemiyordum. Sadece o karşımda oluyordu ve ben de mutlu oluyordum.

Neticede, tabi ki Kemal’le geçirdiğim gereksiz zaman diliminden daha iyi vakit geçiriyordum Doruk’la, tartışmasız.

Peki ya ona ne cevap verecektim? Konuyu değiştirmek?  Evet, sanırım en iyisi buydu. Çünkü ona bir şey söyleyemezdim. O cesaret yoktu içimde, hiçbir hücremde.

“Bugün neden buluşmak istedin?”

Bu soruya ne cevap vereceğini inanın çok merak ediyordum. Önce Kemal’le buluşmamı bölüp çok acil buluşmak istemiş, kabul edip onunla buluşmaya giderken vazgeçtim diye mesaj atmıştı. Bunun nasıl bir açıklaması olabilirdi tanrı aşkına?

Telefonumun ekranı, yeni gelen mesajla yanınca, merakla yeni mesajı açtım.

“Hiç, öylesine. Sonra vazgeçtim.”

Öylesine? ‘Canım sıkıldı ve seninle oynamak istedim’ cümlesinin bir diğer söylemini kullanmıştı anlayacağınız. Benimle böyle umursamazca konuştuğunda, sivri uçlu iğnelerin kalbime saplandığını hissediyordum. Çok üzüyordu. Beni umursamıyordu. Bu koca gerçeği kabullenmek istemesem de, zorundaydım. Gerçek buydu, Doruk’un gözünde hiçbir şeydim. Ama o benim gözümde ulaşılmazların tahtına oturmuştu.

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde kendime bir kez daha aptal dedim. Onun için döktüğüm kaç yüzüncü göz yaşımdı bu? Gözyaşlarımı geri göndermeyi başarıp mesaj yazdım. İstemeyerek de olsa.

“İyi, bundan sonra canın sıkılınca bir daha bana böyle bir mesaj atma.”

Nasıl bir mesaj olduğu hakkında kafa yormayacağım. İyi ya da kötü. İlk başlarda ne kadar kötü mesajlaşıyordum hatırlıyodrum da, şimdiki mesajlarıma şükretmeliydi bence.

Yeni gelen mesajı umutsuzca açtım. Belki bana ağır şeyler söyleyip kalbimi kıracaktı, belki de anlaşmayı bitirecekti. Kim bilir? Söz konusu Doruk’tu.

“Sadece seni görmek istemiştim Ece. Sonrasında işim çıktı ve vazgeçtim. Ama tamam, istemiyorsan bir daha atmam.”

Yutkundum ve mesajın ilk cümlesini en az on kez okudum. Sadece seni görmek istemiştim. Yani öylesine değildi ve bunu bana itiraf etmişti. Beni görmek istemişti.  

Gülümsedim. Yine yapmıştı işte. Beni bir dakika öncesine kadar üzerken, şimdi gülümsememi sağlamıştı. Her mesajlaşmamızda da aynı şeyi yapıyordu. Üstelik, ilk mesajlaşmamızdan beri kötü mesajlarıma ne olursa olsun cevap veriyordu. Midemdeki uyuyan kelebekler bu mesajla birlikte uyanıp coşkuyla uçuşmaya başlamışlardı.

“Yo, hayır, atabilirsin.”

Bir mesaj öncesinde ona kesin bir dille mesaj atma demişken şimdi atabilirsin diyordum. Çok saçmaladığımın farkındayım ama önüne geçemiyordum. Sürekli o an düşünüp yazıyor ve mesajı gönderdikten sonra saçmaladığım kafama dank ediyordu. Ve bu saçmalamalarıma katlanan bir Doruk vardı. İyi ki  de vardı.

“Çok kararsızsın.”

Haklıydı. Ama ne yapabilirim? Ondan hoşlanıyordum. Hatta artık hoşlanma level’ını atlamış, onu seviyordum. Onu çok seviyordum.

“Farkındayım.”

Soğuk mu olmuştu? İşte bazen hissettiklerimi ifade edemiyordum. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Eğer benimle ilgileneceğini biraz olsun hissetsem, belki de onu sevdiğimi ona söylerdim. Tabi, bir yerlerde cesaret denen ve bana ulaşamayacağım Doruk kadar ulaşamayacağım bir yerde olan şeye ulaşabilirsem.  Ama böyle bir şey olmayacağı için, bu soğuk mesajlarla yetinmek zorundayım.

“Of, çok sıkıcısın Ece. Kısa cevaplar verme.”

Başa sarmıştık. İlk mesaj attığı gün olduğu gibi kısa cevaplar vermemi istememişti. O gün attığı mesajı anlamak için yedi kez okuduğumu hatırlayınca gülümsedim. Aslında gayet basit bir mesajdı ama o zaman ultra heyecanlı olduğumdan anlayamamıştım.

“Ee senin günün nasıldı?”

Sohbet uzatma çabalarıma merhaba deyin. Biliyorum, berbat olduğum hakkında oluşan fikirleriniz kesinleşti. Cidden sohbet özürlüydüm. 

“Güzeldi.”

Kendisi çok uzun cevaplar veriyordu sanki. O da sıkıcıydı. Bugün cidden başa sarmış gibiydik. İlk mesajlaşmamızda da sıkıcılığımız gündemdeydi. Hatta bu anlaşmanın sebebi de Doruk’un sıkıcı olmadığını ispatlama çabası üzerine çıkmıştı.

“Neyse sen de sıkıcısın, ben yatıyorum o zaman. İyi geceler Doruk.”

Evet, bu mesajı ben yazıp göndermiştim. Cidden bunu ben mi yazmıştım? Nasıl gönderebilmiştim peki? Ben bile kendime inanamazken Doruk’un da şaşıracağını biliyordum.

“Uyuma.”

İçimden bir şeylerin eriyip gittiğini hissettim. İyi uykular deyip konuyu kapatacağını sanarken uyuma diyordu. Tüm sıkıcılığıma rağmen, konuşmak istiyordu. Belki de eğlenmek istiyordu benim saçma mesajlarımla ama şu an bu umurumda değildi. İçimdeki sevinci nasıl anlatacağım hakkında bir şey bilmiyordum. Ama kısaca şu an cidden dünyalar benim olmuştu diyebilirim.

“Neden uyumayayım?”

Tamam, bu fazla olmuştu. Onu sıkmak istemiyordum. Uyuma demişse bunun nedeni konuşmak istemsiydi, bir de ondan duymama gerek yoktu. Aptallık etmiştim yine. Şimdi konuyu kapatma ihtimali %90’a çıkmıştı işte.

“Tamam, istiyorsan yat. İyi geceler.”

 Tahminlerimi doğrulamıştı. Biliyordum. Acilen konu bulamazsam konuşmayacaktık. Ve bulmaya çalışmak da zordu. Aklıma gelen ilk şeylerden birini yazsam nasıl olurdu?

“Seninle dans etmek güzeldi.”

Hayır. İğrenç olmuştu. Dans nereden aklına geldi diyecek olursanız, Doruk benim hiç aklımdan çıkmadığı için. Onunla geçirdiğim kısacık anlar zihnimde dönüyordu sürekli. Onu sadece yalnız kaldığımda düşünmüyordum, onu hep düşünüyordum.

“Dans da, senin sonunda sinirlenmen de güzeldi bence.”

Hah, sinirlenmemden zevk alıyordu tabi. Ama onun da o gün dansta söylediği gibi, ukalalığını bile seviyordum onun. Çünkü Doruk’un karakteri buydu ve ben onun bu karakterine körü körüne aşıktım. Sadece bunu ona itiraf edemezdim o kadar.

“Sinirlenmemin neresi güzelmiş?”

Ne diyeceğini merakla bekliyordum. Ve ondan mesaj beklerken sanki zaman geçmiyordu. Buna sinir oluyordum işte. İstemsiz olarak elimle saçlarımı karıştırıyordum.
Ve sonunda mesaj gelmişti.

“Sinirli olduğunda eğlenceli oluyorsun.”

Tabi, hemen yanaklarım kızarıyodur sinirlenince ve bunu onu fazla eğlendiriyordu. Sinirlenince çabuk düşünüyordum falan filan. Doruk’u hiç sinirli görmemiştim. Acaba o sinirliyken nasıldı? Eminim hiç de eğlenceli değildi.

“Eminim sen sinirlendiğinde fazla huysuz oluyorsundur. O yüzden sadece ben sinirlensem daha iyi sanırım.”

Evet, cidden Doruk’un sinirlendiğinde ne yapacağını kestirebileceğimi sanmıyorum. Her şeyi yapabilir. Sert görüntüsüne bakacak olursak, cidden Doruk’u sinirlendiğinde düşünemiyorum. Gelen mesajı görünce hemen açtım.

“Evet, beni sinirlendirmek isteyeceğini sanmıyorum.”

Sinirlendiğinde nasıl olduğunu bilmediğimi bir kenara bırakın, ben onun hakkında başka çoğu şeyi de bilmiyordum ki. Mesela ailesini. Kardeşi var mıydı, annesi ve babası ayrı mıydı, ya da vefat eden biri var mıydı? Ve daha birçok soru kafamda. E madem biz sırdaştık, bunları anlatabilirdi.

“Kardeşin var mı?”

Hem böylece sohbet etmiş olurduk. Saate baktım. On ikiye geliyordu. Ama hala uykum yoktu çünkü Doruk’la konuşuyordum. Uykumu göndermeye çalışıyordum desem doğruyu söylemiş olurdum. Yeni mesajı merakla açtım.

“Vardı.”

Vardı mı? Kardeşi ölmüş müydü? Yani ‘vardı’nın başka bir açıklaması olamazdı. Ah.. bu çok üzücüydü. Kim bilir ailesi nasıl davranıyordu? Kendisi içten içe nasıl üzülüyordu. Bu çok kötüydü. Çok kötü. Onun adına ben de üzülmüştüm çünkü onu üzgün hayal etmek korkunç bir duyguydu. Yutkundum ve mesajı cevapladım.

“Anlatmak istersen dinlerim, cidden.”

Ne olduğunu cidden merak ediyordum. Kardeşinin başına ne gelmişti mesela. Belki de kardeşi ölmemişti ama onları terk etmişti. Ya da babası evlatlıktan reddetmişti. Her şey olabilirdi yani bir çok ihtimal vardı. Yeni mesajı görünce ışık hızında açtım mesajı.

“Bunu kimseye anlatmadım, sana neden anlatayım ki.”

Yutkundum. Aslında haklıydı. Benim de öyle bir sırrım olsa anlatmak istemeyebilirdim. Ama anlatırsam da rahatlardım.

“Sırdaş olduğumuzu sanıyordum.”

Anlatması için ısrar etmeyecektim ama anlatırsa da kimseye söylemeyeceğimi biliyordu. Eğer anlatırsa, onu daha iyi tanıyacaktım. Nasıl biri olduğu hakkında daha çok fikre sahip olacaktım. Ve bana güvendiğini anlayacaktım. Üstelik çok merak ediyordum.

Kimseye söylemediği ve onu üzdüğünü az çok tahmin edebildiğim bu şeyi bana anlatması, beni gerçekten mutlu ederdi. Benimle bir şeyler paylaşmasını seviyordum.

Yeni gelen mesajla telefonumu açtım.

“Tamam. Buluşalım. Kapıya in.”

Kalp atışlarım hızlanırken ayağa kalktım ve üzerimdeki pijamalara aldırmadan aşağı indim sessizce. Neden sonra, üstümdekilere bakmak geldi aklıma. Pembe-krem rengi kareli şort, krem rengi tişört ve tişörtümün üstünde de pembe yazılar vardı. Evet, pijama takımım ve ben. Üstelik gece esen rüzgar vardı bir de. Ama o yanımdayken üşüsem de içim yanıyordu. Yani, sorun olmazdı.

İstediğim tek şey, buraya gelmesi ve onu dinlemekti.

KORKAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin