Korkak | 29. Bölüm

22.1K 823 19
                                    

İyi okumalaar.


Hislerim o kadar birbirine girmişti ki, ağlamak isterken aynı zamanda kahkaha da atmak istiyordum. Birkaç saattir bulunduğum ortam, orada hissettiğim elimde olmayan  kıskançlık ve şu an Doruk’un bana yaptığı ilgili numarası. Bunların hepsi birleştiğinde hislerimin birbirine girmesi olası bir durum oluyordu. Göğüs kafesimin sıkıştığını hissediyordum ama elimden bir şey gelmiyordu.

“Boşuna ilgili rolü yapma. Yemedim,” dedim “Kendi başımın çaresine bakabilirim,” demem gerekirken. Odağını bile yakalayamayan gözlerim ile onun ifadesiz gözlerine bakıyordum.

“Gerçekten sarhoşken garip biri oluyorsun.” Kaşlarım çatıldığında itiraz etmeme izin vermeden kolumu sıkıca kavrayıp beni yürütmeye başladı. Ama unuttuğu şey sarhoş olduğumdan sürekli tökezlediğimdi. İçinden bu duruma küfür ettiğini tahmin edebiliyordum.

Arabasına zorlukla geldiğimizde kapıyı açtı ve kabaca beni içeri soktu. Gözlerimi devirdiğimde koltuğuma yerleşmiştim. Ayakkabılarımı çıkardım ve ayaklarımı koltuğa çekip rahat bir pozisyon aldım. Eteğimin bol oluşu şansımaydı; bir yerim açıkta değildi. Doruk arabaya biner binmez çalıştırdı ve sürmeye başladı.

“Yapmacık ilginden nefret ediyorum,” diye fısıldayıp camdan dışarıyı izlemeye koyuldum. Bugün ağzıma geleni söylüyor olmam tamamen aleyhimeydi fakat önüne geçemiyor oluşum da bir gerçekti. Yüz ifadesini göremiyordum ama şaşırmış olabileceğini tahmin ediyordum.

“Ben de şu an sarhoş olmandan nefret ediyorum.” Söylediğimi inkar etmeyişine sinirlensem de kendimi şaşırtarak güldüm ve birden havai fişekler dikkatimi çekti. Çok uzağımızda olmayan bir yerdeki kutlamadan yükseldiği belliydi.

“Havai fişekleri izleyelim,” hevesle yüzümü ona çevirdiğimde gözlerini devirdi. “Lütfen!” Israrıma hayır diyemezdi, değil mi?

“Çocuk.” Bu sözlerine sinirlenmeden edemiyordum. Ondan duyacağım kelimelerin her zaman için daha güzel olmasını istiyordum. Ama inadına bu böyle olmuyordu.

“Pislik.” Önüme dönüp kollarımı göğsümde birleştirdim. Camdan baktığımda havai fişeklere daha çok yaklaştığımızı fark ettim ama tepki vermedim. Yoldan geçerken de izleyebilirdim en azından.

Doruk arabayı durduğunda şaşkınca ona döndüm. “Şanslısın. Çocukları eğlendirmeyi severim.”

“Sabır dilenmek için çok havi fişekli bir gece.” Saçma cümlemi bitirmeyi başarıp hızlıca arabadan indim ve onu beklemeden bilmediğim kutlamanın içine daldım.

Sarı, pembe, mavi, yeşil renklerden oluşan havai fişekler gökyüzünde dans ederken belime sarılan kollar, midemdeki kelebeklerin de tıpkı patlayan havai fişekler misali dans etmeye başlamasına sebep olmuştu. Hızlıca yüzümü arkaya çevirdiğimde ay ışığında parlayan mavi gözlerinin bana sabitlendiğini gördüm. Ve bu, içimde tarifi olmayan heyecanları da beraberinde getirdi.

Yanaklarımın kızarmasına izin vermeden kafamı yeniden havai fişeklere çevirdim. Onun karşısında utandığımı görmesine gerek yoktu. Binlerce kez kendimi ona rezil etmiştim.

“Eee? Sabır dilendin mi?” Gözlerimi havai fişek gösterisinden ayırmadım.

“Fırsat bırakmadın maalesef.” Doruk sitem edişim üzerine gülmeye başladığında, kırmızı renkli havai fişekler devreye girdi ve kalp şeklini almaya başladılar.

“Şimdi bu saçmalığı izleyince ne oluyor açıklasa.” Yüzümdeki gülümseme, onun kelimelerini duymam ile düşerken bedenimi ona çevirdim.

“Gülümsüyorsun. İyi hissediyorsun. Eğleniyorsun. Ne bileyim işte zevkli.” Savunmamı dikkatle dinlemişti. O dinlerken ben ise onun neden bu kadar hiçbir şeyden zevk almayan biri olduğunu anlamaya çalışmakla meşguldüm. Ama bu kafa ile bunu anlayabilmem için Einstein’in bile IQ seviyesi yetmezdi.

“Sana çocuk demekte haklı olduğumu tescillendiriyorsun.” O böyle konuştukça çıldıracakmış gibi hissediyordum. Tüm vücudumdaki sinir hücrelerim harekete geçmiş gibiydi.

Kollarının arasından çıkmaya çalışma girişimim başarısızlık ile sonuçlandığında kaşlarımı çatıp ona bakmaya koyuldum.

“Bana çocuk demenden nefret ediyorum,” bir an duraksayıp devam ettim. “Beni sadece seni eğlendirip güldüren bir kız olarak görmenden de nefret ediyorum, anladın mı?” Tükürür gibi gülüp devam ettim. “Neyini anlayacaksın ki? Sen beni hiçbir zaman anlamadın.”

Gözlerimi kendi ayakkabılarıma sabitlediğimde ağzımdan dökülen kelimeleri yeni yeni idrak ediyordum. Ama her nedense, bu gece söylediğim veya yaptığım bir şeyden pişmanlık duymuyordum. Sanki alkol içimdeki pişmanlık duygusunu yok etmişti. Bir süreliğine.

Yavaşça kafamı kaldırıp ona baktım. Suratıma boş boş bakışını birkaç saniye boyunca seyrettim. Neden hiçbir şey söylemiyordu? Neden lanet olası dudaklarından tek kelime çıkmıyordu?

“Yine sessiz kalıyorsun. Çünkü Doruk Onur hislerini dışarı vurmaz.” Kahkaha attığımda sözleri ile gülüşümü kesti.

“Bunu bana mı söylüyorsun cidden? Sen önce kendine bir bak!” Şaşkınlıktan irileşen gözlerim eşliğinde onun gözlerine baktım.

“Ne diyorsun?” diye gevelediğimde bana ifadesiz suratı ile bakmaya devam etti. Belki de ifadesiz değil, öfkeliydi. Ama neye öfkelendiğini anlamamıştım.

“Kendin de hep sessizsin. Ne zaman duygularını açıkça ifade ettin, söylesene?” Kaşlarım şaşkınlığımı gözler önüne serercesine havaya kalktığında benimle ilgili bir şeyleri fark etmiş olmasına sevindiğimi hissettim. Gerçekten, bunu düşünüp sevinmiştim ve bu gece zavallı biri olduğumu da tescillemiştim.

Konuşmayacağımı sanmış olacak ki devam etti. “Bana tam şu an, ne düşündüğünü söyle.”

“Nasıl bu kadar mükemmel olduğunu düşünüyordum,” deyiverdim. Bu sefer yanaklarımın ısınmasını ondan gizleyememiştim. Ve beynim, anında ilginin yanaklarıma kaymasını engellemek için bir çözüm üretti. “Sen söyle. Tam şu an, aklından geçen ne?”

“Bir kızın yanaklarının kızarmasının bana neden güzel geldiğini düşünüyordum.” Sözlerini bitirdiğinde dudaklarının yukarı doğru kıvrılmasını keyifle seyrettim. Her zaman zevkliydi onun mimiklerini izlemek.

Peki ya şu an, benimle oynuyor olma ihtimali var mıydı? Ama odağını zar zor yakalayan gözlerim, onun yüzündeki samimiyeti kavramıştı.

“Sana seni ilk gördüğüm zamanı anlatmamı ister misin? Sen bana anlatmıştın.” Bunun nereden aklıma geldiğini bile bilemezken Doruk kafasını gülümseyerek salladı. Ve bende ondan cesaret alarak kafamda onu ilk gördüğüm zamanı toparlayıp anlatmaya koyuldum.

“Müzik sınıfındaydın. Grubunuzla bir şarkı çalıyordunuz ve  bende sizin çaldığınız şarkıyı duyuyordum. Sonra merak edip sınıfın kapısına geldim. Kapı açıktı ama içeri girmeye cesaretim yoktu. Yani birkaç erkektiniz ve benim sizinle sohbetim yoktu. Utandım haliyle. Gizlice izledim sizi.” O gün ve o an aklıma geldiği için gülümsemeden edemedim. Onu ilk gördüğüm an hissettiğim heyecan.. Hangi kelimelere dökebileceğimi bile bilmiyordum.

“Bu kadar mı?” Başka ne anlatmam gerekiyordu ki?

“Evet, ilk kez seni o zaman gördüm.” Gülümsediğinde ben de gülümsedim. O pozitif davrandığında ben de anında pozitif oluyordum. Hareketlerimi bile o yönlendiriyor gibiydi, tıpkı kalbimi olduğu gibi.

“Yani beni dikizledin?” Kaşlarım sözlerini anlar anlamaz çatıldığında minik bir kahkaha attı. Ama ben eğlenmiyordum.

“Hayır! Öyle bir şey yapmadım!” Tepkim karşısında kafasını aşağı yukarı sallıyordu fakat yüzündeki alayı sarhoş olduğumu bilmeme rağmen anlayabiliyordum.

“Çok çabuk sinirlenebiliyorsun.” Kafamı başka yöne çevirdiğimde parmakları çenemi kavrayıp bakışlarımızı birbirine kenetledi. Her böyle olduğunda parçalara ayrılıp, toz olup, havaya karışmak istiyordum. Beni hiç olmadığım kadar heyecanlandırıyordu.

“Sıkıldım ben. Gidelim.” Yüzüne yerleştirdiği eşsiz gülümseme kalbimin titremesine neden olurken Doruk konuştu.

“Ama ben sıkılmadım, onu ne yapacağız?” Yutkunmaya çalıştım fakat belimde hissettiğim dokunuşları tüm vücut faaliyetlerimi katlediyordu. Dokunuşunun sıcaklığı altında eridiğim bir gerçekti.

“Bence parfümünü değiştirme.” Ciddiydim. Onun kokusu hayatımda en sevdiğim şeylerden biriydi. Harikaydı, başka söze gerek yoktu.

“Çok mu seviyorsun parfümümü?” Yanaklarım bir kat daha koyulaştığında kafamı sağa çevirdim. “Bana bak,” diye emrettiğinde itaat edip ona baktım. İşte üzerimdeki bu etkisi can sıkıcıydı.

“Neden senin her dediğini yapmak zorundaymışım gibi hissediyorum?” Bitmek tükenmek bilmeyen egosunu tatmin ettiğimi sonradan anlasam da umursamadım. Ben onun bu halini de seviyordum.

Yüzüne yerleşen gülümsemenin, yüzünde yarattığı her çizgiyi dikkatle izledim. Karşımdaki insan bu kadar mükemmelken benim sıradan biri olmam kadar aptalcası olamazdı. Adil değildi bu bir kere. Bu yüzden, bana bakması imkansız geliyordu.

Parmağını yanağıma yerleştirdiğinde ürperdim. “Neden seni anlayamıyorum?” Sıcak nefesinin yüzüme düşmesi kalp atış hızıma işkence gibi gelirken, gözlerindeki garip duyguyu çözümleyemiyordum.

“Bana aşık olduğun çocuktan bahsetsene,” dediğinde bunu şimdi nereden çıkardığını anlayamadım.

“En başından beri anlamadın.” Şaşkınlığını tüm yüzünde okuyabiliyordum. “Aşık olduğum biri falan yok. Olsa seninle neden bu anlaşmayı yapacaktım ki?”

Şaşkınlığının yerini bir gülümseme aldığında ben de onu taklit edip gülümsedim. Yorgundum. Midem çalkalanıyordu. Ama buna rağmen beni ayakta tutabilmeyi başaran bir Doruk vardı karşımda.

“Anlaşma çok uzamadı mı sence de?” Sözlerini anlamam ile içime düşen korku bir oldu. Sıkılmış mıydı? Artık kendi kurduğu bu anlaşma onu sıkmış mıydı yani? Kordu ve endişe tüm bedenimi sardığında gözlerime batan yaşları geri göndermek için kendimle savaşa girmek zorunda kaldım. Bunu bitirmesini istemiyordum. Asla istemiyordum.

“Hayır. Bitmesini istemeyeceğim kadar güzel. Sence öyle değil mi? Sıkıldın mı kendi kurduğun anlaşmadan?” Hayal kırıklığına uğramış gözleri ile bana bakarken, neden hayal kırıklığına uğradığını anlayamamak beni bitiren bir diğer sebepti.

“Sıkılmadım,” dedikten sonra yanağımdaki parmağını elime indirdi ve ellerimizi birbirine kenetledi. “Gidelim hadi, seni eve bırakayım.” Kafamı onaylamak amacıyla salladığımda yürümeye başladık. Ben yürümeye çalışıyordum daha doğrusu.

İlerlerken kavga eden bir çift gözüme takıldı ve duraksadım. Neden tartışıp ilişkilerine zarar verdiklerini merak etmiştim sadece. Doruk’un elini bırakıp on metre ötemizdeki çiftin yanına giderken Doruk da peşimden geliyordu.

“Nereye Ece?” Ona döndüğümde durduk.

“Şurada kavga eden bir çift var, bak.” Gözleri kavga eden sevgililere kaydığında devam ettim. “Onları barıştıracağım.”

“Deli misin sen? İnsanların işine karışma.” Omuz silkip Doruk’un tam arkasındaki çiçekçi kadının yanına gittim.

“Bir gül verebilir misiniz?” Elinde kalan bir iki gülden birini gülümseyerek ve birkaç iltifat ederek bana uzatan kadına teşekkür edip “Parasını arkamdaki çocuk ödeyecek,” dedim ve gülümseyip arkamı döndüm.

“Çocuk,” Doruk’un sinirlendiğini anlasam da ona da gülümsedim ve o çiçeğin parasını cebinden çıkarırken ben kavga eden sevgililerin yanına ulaştım. Birbirlerini bulmuşken kavga etmeleri saçmaydı.

“Merhaba!” diye bağırdığımda dikkatlerini çekmiştim. İkisi de sinirli gözlerini bana çevirdiler.

“Şey, tanışıyor muyuz?” dedi kumral kız. Sırıtarak kafamı olumsuz anlamda sağa sola salladım.

“Sevgiliniz size gül almıştı ama sanırım gelirken düşürmüş.” Çiçeği bana anlamayan gözlerle bakan sarışın çocuğa uzattım. “Düşürdüğünü gördüm az önce, almayacak mısın?” Benden bir ya da iki yaş büyük olduğunu sandığım çocuk şaşkınca gülümseyerek çiçeği eline aldığında gözlerimi kıza çevirdim. O da afallamıştı. Çocuk, kıza yaklaşıp çiçeği ona uzattığında “Seni her şeyden daha çok seviyorum,” dedi ve kızın yüzünü bir sırıtış kapladı.  Kollarını sevgilisinin boynuna sardığında gülümseyip iç geçirdim ve Doruk’un varlığını yanımda hissettim.

Kulağıma “Başarmışsın,” diye fısıldadığında zafer sırıtışım ile ona döndüm ve kafamı salladım. “Gidelim hadi,” deyip kendimi de hayrete düşürerek Doruk’un elini tuttum ve yürümeye başladık. Birkaç adım atmıştık ki, sarışın çocuk önüme dikildi.

“Sana minnettarım.” Güldüğümde o da gülmüştü.

“Barışmanıza sevindim,” dediğimde çocuk “Gerçekten teşekkür ederim. İyi akşamlar,” dedi ve yanımızdan mutlu bir şekilde ayrıldı.

Aslında onların sevgi gösterilerinin içimde açtığı boşluğu görmezden gelmeye çalışmak hataydı. Onlar sarılırken içimden keşke Doruk ve ben de bir gün öyle olsak, diye geçirmeden edememiştim.

“İyilik melekliğini de yaptığına göre artık gidebilir miyiz?” Kafamı onaylamak amacıyla sallarken yüzümdeki gülümsemeyi de esirgemedim.

Saçma adımlarımla arabaya bindiğimde emniyet kemerimi taktım ve Doruk arabayı çalıştırdığında camdan dışarıyı izlemeye koyuldum.

“Birbirlerini bulmalarına şükredecekleri yerde kavga etmeleri ne kadar saçma.” Ayaklarımı kendime çekip koltukta rahat bir pozisyon aldığımda gözlerime uyku çökmesi bir yana midem yanıyordu.

“Haklısın kedi,” dediğinde gözlerimi ona çevirdim. Beni haklı bulduğu nadir anlardan birindeydik.

“Bugünün tarihi ne?” Kaşlarını çatıp kısaca bana baktı.

“Neden sordun?” Alayla sırıttım ve ona bakmaya devam ettim.

“Çünkü bana haklısın dedin ve bugünün tarihe geçmesi gerek.” Gülmeye başladığımda onun da gülmesini sağlamıştım. Gülümsemesini görmek her zaman için mükemmel hissettiriyordu. Çalkalanan midemden yukarı sıcak hava dalgaları çıkıyordu ve içimde huzur hissediyordum.

“Sakın uyuma. Seni eve götürene kadar gözlerini kırpmayacaksın.”

“Emredersin,” deyip önüme döndüm ve inadına gözlerimi kapattım. Hep o beni sinir edecek değildi ya.

“Aç şu gözlerini Ece.” İsmimi onun sesinden duymak mutluluktan kahkaha atmamı sağladığında “Beni sinir etme,” dedi. Daha fazla uzatmayıp gözlerimi açtım. Boğazımda midemden gelen acı tatları hissedince içimden küfrettim.

“Arabayı durdur,” diye bağırmış olabilirdim. Şaşkınca bana baktığında “Durdur hadi,” diye yineledim. Sözümü dinleyip arabayı durdurduğunda hızlıca indik.

“Kusacağım, sen burada dur. Sakın yanıma gelme.” Tüm bu duruma içimden binlerce kez söverken Doruk’a bakmadan kaldırımın arkasında kalan çalılığa doğru koştum. Midemin daha fazla dayanamayacağını anladığımda dizlerimin üstüne çöküp midemde ne var ne yok hepsini çıkardım.

Öksürdüğümde ağzıma iğrenç tatlar geliyordu ve kustuğumdan ağlıyordum. Saçlarım arkama alındığında önüme de bir su şişesi bırakıldı. Ve bir de peçete. Hızlıca doğruldum ve ona bakmadan peçete ile ağzımı sildim ve ardından göz yaşlarım eşliğinde su ile ağzımı çalkaladım. 

“İyi misin? İstediğin bir şey varsa hemen söyle. Ne yapmalıyım?”

Tanrım, bu iğrenç ötesiydi. Çok, çok utanç vericiydi ve şahit olmasını isteyeceğim son kişi ile bu durumun içine düşmüştüm. Kesinlikle şans ben doğduğumda beni terk etmişti, kesinlikle.

“Sana gelme demiştim!” Hala ona bakamıyorken önünden geçip yürümeye başladım.

“Saçmalama! Yanında olmam gerekiyordu.” Yolun ortasında durup ona döndüğümde bana yetişti ve karşımda dikilmeye başladı.

“Buna şahit olmanı istemiyordum!” diye bağırdım suratına. Kollarımı kavradığında hala birkaç göz yaşı akmakta ısrar ediyordu gözlerimden.

“Umrumda değil. İyi misin onu söyle.” Hislerim de bulanmaya başlamışken iyi olmam mümkün değildi ki. Birkaç dakika önce gülerken şu an ağlıyordum. Alkolün etkisinden nefret ediyordum. Rezil olmaktan da.

Parmakları yanağımı kavrayıp yumuşak hareketler ile göz yaşlarımı sildiğinde daha da çok ağlamak istedim. Benimle ilgilenmesini hissetmek güzel gelmişti. Belki de ben saçmalıyordum ama onun dokunuşu her zaman güzeldi. İstisnasız.

“İyiyim,” diye bir yalan söyledim. Berbatım diyecek halim yoktu ne de olsa. Hele de az önce gördüklerinden sonra.

“Tamam, o zaman seni evine bırakabilirim.” Kafamı salladıktan sonra kollarından sıyrılıp arabaya tekrar bindim. An itibariyle tek istediğim bu lanet gecenin bitmesiydi. Her şeyin zihnimden silinmesini istiyordum. Keşke Doruk’un da zihninden her şeyin silinmesi mümkün olsaydı ve az önceki olayı unutsaydı.

Arabayı çalıştırdıktan on dakika sonra evimin önüne gelmiştik. Sessiz bir on dakika geçirmiştik ve ben iyice mayışmıştım. Emniyet kemerimi çözdükten sonra “Geceni mahvettiysem özür dilerim,” duraksadıktan sonra devam ettim. “Hayır aslında dilemem. Sen zorladın bu saatte yalnız kalamazsın diye.”

Doruk beni bile kıskandıracak şekilde güldükten sonra “Özür istemiyorum zaten, kedi. Sana gecemi mahvettin demedim,” dedi.

Derin bir nefes aldım. Yine de kendimi kötü hissediyordum ve bu elimde olan bir şey değildi. Sonuçta ben onu seven bir kızdım. Ona rezil olmak beni bitiriyordu.

“İyi geceler, Onur.” Gülümsemeye çalıştığımda beni şaşırtarak o da gülümsedi.

“İyi geceler, kedi.” 

KORKAKWhere stories live. Discover now