56

26.9K 1.1K 643
                                    

BAHAR

Masal'ı kaybetmemle içime çöreklenen suçluluk psikolojisi onu bulsam da geçmeyecek gibi duruyordu. Asal, onu bana emanet etmişti ve ben hıyanette geç kalmamıştım. Bu kadar insanın içinde nasıl bulacaktım onu?
Çaresizce parmaklarımın üzerine yükseldim. Uzun boylu olmama rağmen, insan selinden hiçbir şey göremiyordum. Kalabalık hırçın bir deniz misali, önüne katıp her şeyi sürüklüyordu. İleriye gitmeye çalıştıkça kendimi bambaşka yerlerde buluyordum. O sırada insanların arasında kara delik misali oluşan açıklık dikkatimi çekti. Masal'ı bıraktığım yer olmalıydı. Yanımdaki kızın omzuna bastırarak biraz daha parmak ucuna yükseldim. Kızın çığlıklarını duymazdan gelerek ne olduğuna baktım.
Gördüğüm manzarayla kan beynime sıçradı.
Bir kavga gördüğünde gözü kapalı dalan biri olarak, Masal'a yapılan şey oraya uçmamı sağlayacak güçteydi ama etrafımdaki etten duvarlar bunu bir hayli zorlaştırıyordu. Sağıma soluma geçen insanları olabildiğince sert bir şekilde ittirdim. Hatta bazılarına yumruk bile atmış olabilirdim ama yalnızca belli bir miktar ilerleyebilmiştim. Çünkü kavgadan kaçanlar benim olduğum tarafa doğru geliyorlardı. Bu da sıkışık olan ortamı iyice bütünleştiriyordu.
''Allah aşkına ne yapıyorsunuz siz ya. Yer mi var burada?''
Bağırışım gürültü kalabalığının bir ferdi gibi havaya karıştı. Müzik yeri göğü inletirken gözüm sahneye takıldı. Denizlerin sırasıydı. Allah kahretsin. Asal'a ihanet ettiğim yetmiyormuş gibi buraya asıl geliş nedenimi de kaçırıyordum. Şu pozisyonda şarkının tadını çıkaramayacağıma göre vicdan azabımı azaltmak için Masal'ın yanına varmalıydım.
''Affet beni Deniz.''
Tekrar insanların üzerine çullanmaya başladım. Ezdiğim ayakların, yediğim küfürlerin haddi ve hesabı, var yok yarışına girdi. Beklemediğim bir anda Masal'ın havaya kaldırıldığını gördüm. ''Lan! Ne yapıyorsunuz kıza!'' İnsanların elleri üzerinde ilerlemesi kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Masal, ne alaka ki? Sahneye doğru gittiğini fark ettiğimde gözlerimi o tarafa çevirdim. Enes'in uzattığı elle kafam allak bullaktı. Masal, Enesleri tanıyor muydu?
Sahneye çıkmasıyla sorularımı sonraya erteledim. En azından şimdilik güvenilir insanların yanındaydı. Bende bir an önce güvenli bir noktaya gitmeliydim. Yoksa burada nefes namına hiçbir şey alamıyordum.
Gerisin geri dönmemle karşıma dikilen kişi bugün yaşadığım sorunlara gül dikmek için var olmuş gibiydi. Yurt dışından yeni gelmiş birinin burada ne işi olabilirdi? Kimi tanıyordu ki, bu yarışmayı duymuştu. Hatta duymakla kalmayıp buraya gelmişti? Etrafındaki kızların yakın duruşlarından anladığım kadarıyla sandığımdan da fazla tanıdığı vardı. Nedense hepsi de bir peynir türünü hatırlatıyordu. Bir aşçıdan başka ne beklersin ki?
''Senin burada ne işin var?''
Korhan her zamanki ukala tavırlarıyla beni incelerken ''Ayağımı hissetmediğimin farkında mısın?'' diye sordu. Aksanı ona her zaman bir hava katsa da, mutfakta bana yaptıkları aklıma geldikçe o havayı fitil fitil burnundan nasıl çıkaracağımın hesabını yapıyordum.
''Benim sorunum değil.''
''Sen ezdin.'' Yanındaki birkaç kız gülüşünce kaşlarımı çattım. Şişko mu demek istiyordu o bana? ''Yolumun üzerinde durmasaydı.'' Gözlerini kısan Korhan sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi. ''Benimle doğru konuş.'' Sanki oksijenimiz çokmuş gibi bir de nikotinle havayı dolduruyordu. ''Seninle doğru konuşacağım tek yer İRON'un mutfağı. Şimdi çekil önümden de ayağından tamamen olma.'' Korhan'ı itekleyerek yanından geçtim. Yanındaki kızların ayaklarını çiğnemeye de ayrıca özen gösterdim. Duyduğum çığlıklar zafer çağrısı gibiydi ve bu olmayan keyfime biraz olsun iyi gelmişti.
Sahneden uzaklaştıkça yürüyüşüm kolaylaştı. Sanki havadaki oksijen miktarı gittikçe artıyordu. İnsanların arasından tamamen çıktığım an derin bir nefes aldım. En sonunda be! Burnuma dolan tanıdık kokuyla kaşlarım çatılırken omzumun üzerinden arkama baktım.
''Sen beni mi takip ediyorsun?''
Korhan ifadesiz bir suratla ''Ayağımı ezdin,'' dedi. Bu çocuğun bir işi tekrarlamakla ilgili gerçekten bir sorunu vardı. ''İyi yapmışım. Oh canıma değsin.'' Söylediği cümleyi tekrarladı. Gerçekten Rabbim'in sabır konusundaki bana gönderdiği sınav bu adamdı. ''Buraya kadar peşimden geldiğine göre, yaşayacaksın korkma.''
''Ayağımı ezdin.''
Allahım bazen bir robotla iletişim kurmaya çalışıyormuş gibi hissediyordum. Gözlerimi abartılı bir şekilde devirirken ''Öpeyim de geçsin mi?'' diye sordum. Hiçbir tepki vermeyen Korhan tekrar cümlesini söyleyince kafama bir şeyler dank etti.
''Özür dilerim.''
Başını 'Şimdi oldu' der gibi sallayan adam ''Daha dikkatli ol,'' dedi. Bu adamın ders verme biçimi beni benden alıyordu. ''Oldu canım.''
''Bahar?''
Duymak istemediğim tanıdık sesten, dökülen adımla iç çektim. Yaşayacağım bütün duygular bu güne mi toplanmıştı? Arkamı dönerken bıkkın bir şekilde ''Buyurun Cem Bey,'' dedim. Gözleri benden Korhan'a kaydı. ''Siz...'' dedikten sonra tekrar bana baktı. ''Bu ne demek oluyor?'' Bir sana hesap vermediğim kalmıştı babalık.
''Sizi ilgilendiren bir şey olduğunu sanmıyorum.''
Kaşları seğiren adam bana doğru birkaç adım attı ama gözleri daha çok arkamdaki biscolata sırığındaydı. ''Burada ve Bahar'la ne işin var Korhan?'' Benden cevap alamayacağını bildiği için B planına geçmişti işte. Omzumun üzerinden Korhan'a kısa bir bakış attım. Kendini savunmaya geçeceğini tahmin ederken yanına geçtim ve koluna girdim.
''İRON'da olmadığımıza göre, size hesap vermek zorunda olduğumuzu sanmıyorum Cem Bey. Biz sizin neden burada olduğunuzu sorguluyor muyuz?''
''Yeğenlerim için-''
''Sorguluyoruz demedim Cem Bey. Sorguluyor muyuz dedim. Cevap vermenize gerek yok.''
Ukala cevaplarıma sinirlenmiş olduğunu hissediyordum. Korhan aramızdaki gerilim hattının nedenini anlayamasa da benden yana olmayı tercih etmişti. Kırk yılda bir yaralı parmağa işiyordu sağ olsun.
''Korhan bize biraz izin verir misin?''
Biscolata sırığı hiç itiraz etmedi ve saniyeler için kolumdan çıktı. Cem Bey, gerektiği yerde fazlasıyla otoriter olabiliyordu. Bu tavırları başka bir zaman olsa benim bile hazır ola geçmeme neden olurdu ama şu anda hiçbir şey ifade etmiyordu.
Yürümeye başladım. Ardımda kalan seslenişleri zerre kadar umursamıyordum. Benim için bu güzel ortam şu andan itibaren bitmişti. 'Üzgünüm Deniz,' diyerek alandan çıktım. Otobüs durağına doğru ilerlerken ara ara arkama bakma ihtiyacı hissettim. Cem Bey ortada gözükmüyordu. Ne yani? Bu kadar kolay mı pes etmişti benimle konuşmaya çalışmaktan?
Neden şaşırmıştım ki? Başka bir şey mi bekliyordum?
İnsanlarla fokur fokur kaynayan otobüs durağına geldim. Saati kontrol ettim. Az farkla otobüsü kaçırmıştım. Şimdi işin yoksa 40 dakika diğer otobüsün gelmesini bekle. İnsanlardan uzak durmaya özen göstererek boş bir alanda dikilmeye başladım. Telefonumu kurcalarken önümde bir arabanın durduğunu hissettim. Gözlerimi pahalı görünen araçta gezdirdim. Filmli camlardan içeride kimin olduğunu göremiyordum. Hoş görmeme de gerek olduğunu sanmıyordum. Bu kalabalıkta, bu pahalılıkta olan bir araç, benim önümde duruyorsa ancak babalığa ait olabilir.
Cam aralandı. Beklediğim yüz bana doğru eğildi. ''Köşe kapmaca oynayacak yaşta değilim.'' Gözlerimi tekrar telefona kaydırdım. ''Ve bu zamana kadar seni fazlasıyla idare ettim.'' Onu umursamadığımı belli etmek için elimdeki telefona benim için çok önemli bir şeymiş gibi davranmaya başladım. Ekranda geçtiğim hiçbir şeyi tam olarak görmüyordum. ''Artık konuşmamız gerekiyor.'' Ne konuşacaktık ki? Ya da soruyu değiştireyim hangi yüzle? ''Bahar Ak!'' Soyadımı kullanmıştı. Soyadımı kullandıysa durum ciddiydi. Kapının açıldığını duydum. Belli ki benimle konuşmadan da vazgeçecek gibi durmuyordu. Arabadan inmesine neden olacak kadar kararlıydı. Daha fazla işleri yokuşa sürmem elime ne geçirdi? Kaçamak bakışlarla etrafı inceledim. Sanırım sadece rezillik.
Cem Bey önümden geçip yolcu koltuğunun kapısını açtı. ''Bin şuraya.'' Emir verilmesinden hoşlanmıyordum. Belli ki o da sabrının zorlanmasından. Hangimizin ki galip gelirdi? ''Bahar hemen arabaya bin.'' Etrafımdan yükselen sesler, rezilliğin kapıya dayandığını gösteriyordu. Daha fazla ayak diremenin anlamı yoktu. Eve gitmek istiyordum. Bunun için Cem Bey'in arabasını kullanabilirdim. Ne konuşacaksa da bu sürede konuşur, kurtulurdum.
Hiçbir şey söylemeden koltuğa oturdum. Gözlerimi karşımdaki bir noktaya sabitlerken yüzüme çarpılan kapının rüzgarı saçlarımı savurdu. Gerçekten sinirlendirmiştim. Cem Bey, şoför koltuğundaki yerini alırken göz ucuyla bana baktı.
''Kemerini tak.''
''Böyle iyi,'' diyerek kollarımı göğsümün üzerine bağladım. ''Bahar, kemerini takar mısın demedim. Tak dedim.'' Sanki onu duymamışım gibi başımı dışarıya doğru çevirdim ama duyuyordum. Burnundan aldığı sert nefes alış verişini, konuşmasa da rahatsız olduğunu belli eden homurtularını, her şeyi duyuyordum. Bir anda yanımdaki hareketlilik hissettim. Ne olduğunu bakmak için başımı çevirdiğimde Cem Bey'le burun buruna geldim. Kızgın gözleri benimkilerle buluştu. İşte şimdi birazda olsa korku tohumları yüreğime serpilmişti. Yeşil gözlerindeki kıvılcımlar bu yakınlıktan benim ruhuma sıçrıyordu ve anlam veremediğim bir yangın yüreğimde yanmaya başladı. Kızgındı. Çok kızgın. İlk kez bana böyle bakıyordu. Uzanıp kemeri tuttu ve sert bir hareketle öne doğru çekti. Kemerimi takarken göz göze gelmemeye özen gösterdim. Az önceki bakışından sonra, ona bakmak sadece cesaretimi kırıyordu. Bana kızgın olduğunu bilmek garip hissettiriyordu.
Kendi kemerini de taktıktan sonra yola koyuldu. Bir süre sadece yola odaklandı ve bu süre zarfında arabanın içine ölüm sessizliği hakim oldu. Aramızdaki sessizliği doldurma ihtiyacı duymadan gecenin karanlığını bölen evlerin ışıklarını izlemeye başladım. Ne çok hayat vardı yeryüzünde. Kim bilir ne çok insan benimle aynı kaderi paylaşıyordu. Peki seçtikleri yol hangisiydi? Bir şeyleri sineye çekip hayatına devam etmek onlar için kolay mı olmuştu? Ya da zor olanı başarıp sıfırdan mı başlamışlardı hayatlarına? Yeni aileleriyle...
Hafif bir boğaz temizlemesi düşüncelerimin içinde kaybolmamı engelledi. ''Bahar,'' Başımı ona doğru çevirmesem de, dinlediğimi belli edercesine kıpırdattım. ''Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum.'' Hafifçe gülümsedim. Bu karşı taraf için küstahça algılanabilirdi ama umursamadım. Sözün bittiği yerde, söze nasıl başlaması gerektiğini düşünüyordu. ''Çok düşünüyorum, günlerdir bu yüzden uykularım kaçıyor ama hiçbir sonuca ulaşamıyorum.'' En azından hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam etmiyordu. Bu duyguda yalnız olmadığıma sevinmiştim.
''Sanırım en baştan anlatmaya başlasam iyi olacak.''
Bir anda emniyet şeridine çekti. Göz ucuyla Cem Bey'i takip ettim. Arabayı durdurup, dörtlüleri yaktıktan sonra kemerini çıkardı. Bana doğru dönmesiyle tekrar gözlerimi karanlık yola çevirdim. ''Lütfen konuşmamı bölme,'' dedikten sonra buruk olduğunu düşündüğüm bir gülümseme sesi duyuldu. ''Zaten pek konuşacak gibi durmuyorsun ama en azından dinle olur mu?'' Derin bir nefesle seneler öncesine gittik. Cem Bey, annemle tanıştığı ilk andan itibaren yaşadıklarını anlatmaya başladı. Gözümün önünde beliren bir film şeridi yoktu ama babalığın anlatış tarzı, olayları az çok kafamda canlandırabilmemi sağlıyordu.
Teyzemin düğününde ilk kez karşılaşmışlardı. Dakikalardır direndiğim adama, annemi gördüğü ilk anı anlatması yüzünden yenik düşmüştüm. Resmen o anları yaşıyordu. Kaçamak bakışlarım ayan beyan hale dönmüştü. Anneme aşık olmuştu. Kıskandırılacak bir aşk. Daha sonra annemi kandırabilmek için yaptıklarını anlattı. Ara ara gülmekten kendimi alıkoyamıyordum. Fark ettiğim ansa bütün gücümü kullanıp tepkisiz kalmaya çalışıyordum. Annem yüzünden hayatının bir bölümü kararmıştı. Yine de suçu anneme yüklememiş, hatta sırf onun için hayata tutunmuştu. Bu adam annemi gerçekten sevmişti.
''Geleceğimizi olması gerektiği gibi hazırlarken, annenle aynı geleceğe bakmadığımızı öğrendim.''
Suçluluk duygusu beni öylesine yiyip bitiriyordu ki, sanki tüm olayların suçlusu annem değildi. Bendim. İçim buz kesmiş, bütün kaslarım donmuş bir haldeydi. Karşımdaki tükenmiş adama bakıyordum. Cem Bey'i sarıp sarmayana acı sanki benim içime sızıyordu. Annem... Çocuk istemiyordu. Belki beni öğrendiğinde de hayatıma son vermek istemişti. Neden vazgeçmişti peki? Onun kafasında biri için, anne karnındaki bebeği aldırtmak zor olmamalıydı. Belki de her şey için geç kalmıştı ve beni doğurmak zorundaydı. Peki Cem Bey'e bunu söylemiş miydi? Belki de o da beni istememişti.
İstenmeyen bebek, Bahar Ak.
Kafamın içinde sorular uçuşuyor, ağzımdan kaçmaması için büyük çaba harcadığım acımasız düşünceleri tetikliyordu. İstenmemiş olma hissi öylesine kudretliydi ki, cevapların bir çığ gibi üzerime düşmesinden, içime kocaman bir yarık açmasından korkuyordum.
''Senden haberim yoktu Bahar. Eğer olsaydı,annenle aramızda ne olurdu bilmiyorum. Bildiğim tek şey, senden vazgeçmezdim.''
Elimde hissettiğim sıcaklıkla, önce kenetlenmiş ellerimize daha sonra Cem Bey'e baktım. Gözlerimin tam içine, yüreğimdeki derinliklere inmek ister gibi bakıyordu.
''Sen benim mucizemsin yavrukuş.''
Ömrü hayatım boyunca duymayı aklımın ucundan bile geçirmediğim bir cümle, beklemediğim bir kişinin ağzından döküldü ve hissettiğim şey saf bir mutluluktu. ''Ve bu saatten sonra senden vazgeçmeye niyetim yok. İstersen benimle hiç konuşma, istersen yüzüme bakma, ben senin yanında olmaktan bir saniye bile vazgeçmeyeceğim.'' Son hece dudaklarından dökülür dökülmez, kulaklarımızı tırmayan bir ses arabanın tavanını yalayıp geçti. Onu takip eden seslerle kulaklarımı kapattım.
''Allah kahretsin!''
Cem Bey saniyeler içinde başımı bacaklarıma doğru bastırdı. ''Sakın başını kaldırma.'' Dışarıda ne olduğunu göremiyordum ama belli ki bir çatışmanın ortasındaydım. Arabaya çarpan kurşunların bizi delip geçmediği için şükretmeliydim. Motorun çalıştığını duymamla sağa sola savrulmam bir oldu. Kalbim birkaç saniye durduktan sonra, deli gibi çarpmaya başladı. Başımı kaldırmaya çalıştım. Cem Bey sert bir hareketle tekrar başımı bacaklarımın arasına sıkıştırdı.
''Camların ne kadar dayanacağını bilmiyorum. Kafanı kaldırma.''
Sanırım kurşun geçirmez arabasıyla böyle bir saldırıya daha önce uğramamıştı. Kolumun arasından Cem Bey'i görmeye çalıştım. Aynı anda hem yolu, hem etrafı, hem de arkasını kontrol ediyordu. Yüzünden yaşadığı duyguları okumak çok kolaydı. Stres, endişe, panik, adrenalin... Damarlarımda dolaşmasına izin vermediği tek duyguysa, korku olmalıydı. Yüzünde ve hareketlerinde korkuya dair hiçbir belirti yoktu. Korkusuz bir süper kahraman gibiydi.
Arabayı yalayan kurşunlarla başımı daha derine gömdüm. Nereye gittiğimizi göremiyordum. Arabanın savruluşlarından sadece bir yerlere döndüğümüzü fark ediyordum. Hızımızı, kulağımın dibindeki motorun kükreyişinden tahmin ediyordum.
Korkuyordum. Cem Bey'in kanını taşıyor olabilirdim ama onun gibi cesur davranamıyordum. Belki daha önce başıma böyle bir olay gelmediği içindi. Belki o bu tür çatışmaların ortasında çok kalmıştı. Tecrübe insanı korkusuz yapar mıydı?
Aniden bir patlama sesi duyuldu. Onu takip eden fren sesi, asfaltı eritecek nitelikteydi. Öylesine savruluyorduk ki gözlerimi sıkıca yumdum ve uzun bir süredir tutmaya çalıştığım çığlığı serbest bıraktım.
Ve ardından derin bir sessizlik.
Ağzımda metalik bir tat belirdi. Ortamsa olabildiğine benzin kokuyordu. Burun deliklerimden beynime kadar işledi. Başımda zonklayıcı, boynumdaysa tahammül edilmez bir ağrı vardı. Dudaklarımdan çıkan iniltiyle adımın duyulması bir oldu.
''İyi misin?''
İyiden kastının ne olduğunu sormak gerekirdi. Omzumda hissettiğim bir ağırlıkla geriye çekildiğimi hissettim. Sırtımın koltuğa dayanmasıyla başımın döndüğünü hissettim. Sanki yer ayaklarımın altından kaymıştı. ''Bahar cevap ver lütfen.'' Cem Bey'in sesindeki endişeyi bastıran şey, dakikalardır yüreğine girmeyi başaramayan şeydi. Korku. Yavaşça gözlerimi aralarken başımı ona doğru çevirdim. Enseme saplanan acıyla yüzümü buruşturdum. Göz göze geldiğim adamda dikkatimi çeken ilk şey, kaşından çenesine doğru oluk oluk süzülen kandı. Başını çok sert çarpmış olmalıydı.
''Ben iyiyim... Ama siz... İyi gözükmüyorsunuz.''
Gözleriyle neredeyse her yerimi taradı. İyi olup olmadığıma emin olmak istiyordu. Bir anda araba titremeye başladı ve hafifçe hareket etti. Bu normal bir hareket değildi. Gözlerimi sıkıca yumdum. Arabanın kıç kısmının havaya kalktığını hissediyordum. Panikle Cem Bey'in kolunu kavradım. Kaskatı kesilmeme rağmen, onun elimi kavradığını hissediyordum.
''Sakin ol ve kıpırdama.''
Birkaç saniye içinde araba hareket etmeyi kesti. Askıda mı kalmıştık? Nerede olduğumuza bilmek istiyordum ama etrafa bakacak cesareti kendimde hissetmiyordum. ''Bahar bana bak.'' Cem Bey'e bakabilirdim. Evet bunu yapabilirdim. Sadece gözlerini aç ve Cem Bey'e odaklan. Hadi Bahar. Yapabilirsin. Kalbim depara kalkmış atınki kadar hızlı çarpıyordu. Kirpiklerimi arabanın hareketini etkileyebilecekmiş gibi yavaşça araladım. Uzun süredir tuttuğum yaşlar, yanaklarımdan süzülmeye başladı. ''Öncelikle sakin olmanı istiyorum.'' Sesi o kadar tekdüze çıkmıştı ki, sanki şu anda boşlukta sallanan bir arabanın içinde değil de, evinde oturuyordu. ''Sizin gibi mi?'' diye sorduğumda hafifçe gülümsedi. ''Zor olmasa gerek.'' Gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim. Söylemesi kolaydı tabi.
''Bu arabadan çıkman lazım,'' dediğinde gözlerim devrildiği yerden büyüyerek çıktı. ''Yardım gelene kadar burada duramazsın Bahar.'' Bana ana avrat sövmüş gibi bakıyordum. ''Sakin ol ve yavaşça arka koltuğa geç ve-'' Araba en ufak bir harekette bile beşik gibi sallanıyordu. Allah aşkına, dışarı çıkmayı geçtim. Arkaya geçmeye çalışmamla bile aşağı yuvarlanma olasılığımız çok yüksekti. ''Ya-yapamam.'' Cem Bey'in cümlesini yarıda kestim. ''Yapmak zorundasın. Yardımın ne zaman geleceğini bilmiyorum Bahar. Halini görmüyor musun?'' Başımı hayır anlamında hızlıca salladım. O sırada araç milimetrik bir şekilde aşağı kaydı. Çığlık atıp hıçkırarak ağlamaya başladım.
''Yapamam, yapamam, yapamam.''
Yapabileceğimi söyleyen adama kulaklarımı kapattım. Korku dalgası rayından çıkmış bir tren gibi bana çarpmıştı. Tir tir titrediğimi hissediyordum. Bacaklarımın bağı çözülmüştü. Allah aşkına arka koltuğa bile geçebileceğimi sanmıyordum. Yapamazdım.
''Sen cesur bir kızsın.''
Başımı daha yavaş bir şekilde hayır anlamında salladım. Bu zamana kadar bende öyle olduğumu sanıyordum ama değildim. Yapamazdım. ''Benim kızımsın.'' İç çekişlerimin ardına gizlendim. Buğulu gözlerimin ardından Cem Bey'e baktım. Kızarmış yeşil gözleri tek bir şeyi ifade ediyordu. Ona güvenmemi...
''Yaparsın. Hadi.''
Tekrar başımı hayır anlamında salladım. Araç biraz daha kıpırdadı. Sanki içimdeki bir şeyler aşağı çekiliyordu. ''Bahar Adanan!'' Adeta gürledi. Sesi daha önce sadece annemin ağzından duyduğum bir tınıyla doluydu. Bu için için kaynayan bir öfkeyi, hiddeti bastırmaya çalışan bir şefkatin sesiydi. Duyduğum kelime iliklerimdeki kanın fokurdamasına neden oldu. Bana ona aitmişim gibi seslenmişti. Çocuklarına seslenir gibi... Baba gibi... Gözyaşlarıma ara verip beni çatık kaşlarla izleyen adama baktım. ''Hemen dışarı çık.'' Yoğun bir sessizlik aracın içini kapladı. Sanki sonsuza dek sürecekmiş gibi duran bir sessizlik... Ürkekçe ''Sen?'' diye sordum. Saman alevi gibi sönen kızgınlığı, yerini babacan bir gülümsemeye bıraktı. Şefkatli, sevgi dolu, huzur kokan bir gülümsemeye... ''Sen çık, bende geleceğim.''
''Söz mü?''
İçsel filtrem beni bir kez daha başarısızlığa uğratmıştı ve kelimeler ağzımdan düşünmeden çıkıverdi. Ufak bir kahkaha atan adam ''Söz,'' dedi ve dikkatlice uzanıp alnımı öptü. Kokusu havadaki benzin kokusunu bastırdı. Derin bir nefes alırken, onunda aynı şekilde saçlarımı kokladığını hissettim. Bir sıcaklık dalgası saç tellerimden ruhuma yayıldı. Yavaşça benden uzaklaşan adam ''Hadi,'' dedi. ''Unutma, sakin ol ve dikkat et.''
Başımı tamam anlamında sallarken elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim. Kendi kendime yapabileceğimin gazını vermeye çalışıyordum. Kemerimi çözerken araba farlarının loşlaştırdığı karanlık boşluğa bakmamak için büyük bir gayret gösterdim. Korkum arsız bir çocuk gibiydi. Geri plana atmaya çalıştıkça, daha ileriye çıkıyordu.
''Acele et yavru kuş.''
Korkunun ecele faydası yoktu. Bu arabadan sağ salim çıkmamız için elimi çabuk tutmam gerekiyordu. Derin bir nefes aldım. Sol bacağımı kendime doğru çekerek arkamı döndüm. Koltuklardan destek alarak dizime yüklendim. Arabanın hareketiyle kaskatı kesilirken tekrar ağlamaya başladım. ''Hadi kızım, az kaldı.'' Başlamak bitirmenin yarısıydı. Başladığım işi bitirmeden bırakmazdım. Bu seferde öyle olacaktı. Bir nefes daha aldım. Yavaş hareketlerle diğer bacağımı da kendime doğru çektim. İyi gidiyordum. Bir nefes daha... Bacağımı dikkatli bir şekilde arkaya atarken Cem Bey'le göz göze geldim. Bana güveniyordu. Onu hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. Soluk soluğa arka koltuğa geçtim.
''İşte böyle yavru kuş.''
Benimle gurur duyan adama bir gülümseme borçluydum. Kapıyı açmak için uzandım. O an araba ağır ağır kaymaya başladı. Panikle arkama baktım. Cem Bey, bir bana bir arabanın kaydığı yöne doğru bakıyordu. ''Acele et.'' Söylenenin aksine olduğum yere çakılmış gibi hissediyordum. Arabanın kayması durmadığı gibi gittikçe ivme kazanıyor gibiydi. Kalp atışımda ivmeyle doğru orantılı bir şekilde artıyordu. Ecel terleri bu olsa gerek, ıslandığımı hissediyordum. Yüzümdeki ıslaklığınsa, ter mi gözyaşımı olduğunu ayırt edemeyecek kadar uyuşmuştum.
''Bahar!''
Cem Bey'in bana bağırışıyla, ön koltuktan arkaya atlaması bir oldu. Bu hareketle araba daha hızlı bir şekilde kaymaya başladı. Cem Bey üzerimden eğilip kapıyı açtı ve ben ne olduğunu anlayamadan kendimi dışarıda buldum.
''Seni seviyorum kızım.''
Duyduğum son hece, gördüğüm son bakış, hayattaki tek şansım tek bir adama aitti ve o saniyeler içinde gözden kayboldu. Yerine bıraktığı acı, hissettiğim son soluk gibiydi.
''Baba.''

VELİAHTLAR 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin