42

48.7K 2.2K 689
                                    

BAHAR

Babası olmayan bir çocuk için hayal kurmak zordur. Hele de annesi babasının açığını kapatmak için çok çalışması gerekiyorsa bu imkansızdır. Tıpkı benim hayallerim gibi...
Bu yüzden bu zamana kadar hep basit şeyler hayal edip, kendi başıma gerçekleştirmeye çalışmıştım. Onlar ufak yıldızlardı ve tavanımın neredeyse yarısı onlarla kaplıydı. Bazılarına annemin ufak tefek desteği olduğu için orta büyüklükte yıldızı layık görmüştüm. Ama şu anda gerçekleşen hayalim, en büyük yıldızı hak ediyordu.
Kendimi bildim bileli hayal ettiğim iki şeyi gerçekleştiren çocuğa bakıp gülümsedim. Aslında ona kırgındım. Konuşmamız gereken konular vardı ama biz kaçabilecekmişiz gibi sürekli bu konuşmayı erteliyorduk. Yine de şu anda kırgınlığımı unutacak kadar mutlu hissediyordum.
''Bahar önüne bak.''
Asal'ın kulağımın dibinde bağırmasıyla irkildim ve önüme döndüm. Hem gidon kolunu hem seleyi tutuğu için bana sadece boştaki kolu tutmak ve pedal çevirmek kalıyordu. Yine de denge sağlamak konusunda iyi değildim. Asal ne kadar duruşumu düzeltmeye çalışsa da tüm ağırlığımı ona yüklercesine gövdesine yaslanıyordum. Gariptir ki bir kere bile şikayet etmemişti.Bu kadar sabırlı olacağını tahmin etmemiştim. Gelen geçen insanlar bize bakarken yanaklarım kızarıyor, bakışlarımı kaçırmamla Asal'ın uyarısı kulağımda çınlıyordu.
''Pedal çevirmeye alıştın mı?''
Yaklaşık yarım saattir pedal çeviriyordum ve artık ayaklarım kendiliğinden hareket ediyordu. Başımı evet anlamında salladığımda ''Güzel,'' deyip beni tekrar doğrultan zengin bebesi ''Şimdi de biraz gidona hakim ol,'' dedi. Daha ne olduğunu anlamadan kolu bırakmasıyla çığlık çığlığa ''Hayır, hayır, hayır... Bırakma!'' diye bağırdım. Asal saniye geçmeden kolu tuttu. Pedal çevirmeyi bıraktığım için bisikletle Asal'ın üzerine yığıldım. Son anda bizi yakaladı.
''Bahar!''
Dişlerini sıkarak adımı söylemesi daha da paniklememe neden oldu. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Bana baktığını bildiğim için başımı zengin bebesine doğru çevirmedim. Kesin bağıracaktı. ''Bahar bana hiç yardımcı olmuyorsun,'' diyerek beni doğrultmaya çalıştı. ''Elimden geleni yapıyorum.''
''Elinden gelenin fazlasını yapmalısın. Sonsuza kadar bu şekilde bisiklet kullanamayız.'' Yaptığım tüm çocukluğa rağmen sesi, fazla sakin çıkıyordu. Anlayışlı ve sabırlı...
''Biliyorum ama hazır değilim.''
''Ben seni tutarsam hiçbir zaman hazır olmayacaksın.''
''Düşerim Asal. Görmüyor musun? Sen tutarken bile sağa çekiyordum.''
''O benim çekimimden,'' dediğinde gözlerimi kısarak Asal'a çevirdim. Gülmemek için kendini zor tutan çocuğa ''Kendini beğenmiş küçük ego,'' dediğimde matrak bir kahkaha yüzüme patladı. Daha önce dişlerinin düzgünlüğü dikkatimi çekmemişti. Hoş daha önce bu kadar yakınımda gülmemişti de. Bir insana gülmek bu kadar yakışırken neden sürekli cool takılmaya çalışırdı ki?
''Kendini beğenmiş küçük ego seni bırakırsa ne olur?'' diyerek benden uzaklaşmaya çalıştığında tekrar durması için bağırmaya başladım. Beni bırakmayacağını biliyordum ama insanlara güvenmezdim. Deli bir anında yapmam dediklerini yapabilirlerdi. Asal kahkahalarla gülmeye başladı. Yoldan geçen birkaç kişi bize bakarak gülümsedi. Kim bilir akıllarından neler geçiriyorlardı. Oysa ki ben şu anda sadece bir zengin bebesinin gözünde rezil oluyordum. Allah'ım yerin dibine girmek istiyordum.
''Hadi bakalım maganda. Çalışmaya devam. Tut gidon kollarını,''
Gülümsemesini zar zor bastıran zengin bebesinin ciddi olduğunu anlayınca iki gidon kolunu kavradım. ''Ben seni tutmaya devam edeceğim,'' dediğimde başımı tamam anlamında salladım. Dengemi sağlayana kadar beni omzumdan destekledi. Zorda olsa dengemi sağladıktan sonra omzumdaki elini çekti. Panikle ona döndüğümde zikzaklar çizmeye başladım. Asal beni tekrar tutmaya çalışırken ''Önüne bak!'' diye bağırdı. Panikle ayaklarımı yere bastım. Selenin ucu belime çarpında hafifçe inledim. Popom karıncalanmıştı.
''Durmadan önce frene basman gerektiğini kaç kez söyleyeceğim.''
Azarlar gibi konuşmasıyla suratım buruştu. ''Artık unutmam.'' Elimi belime yerleştirip ovalamaya başladım. Asal derin bir nefes aldı. ''Çok mu acıyor?'' Sanırım lanet olasıca oturak ters bir noktaya gelmişti. Gözlerimi dolduracak kadar canım yansa da başımı hayır anlamında salladım.
''Ben seni zaten seleden tutuyorum. Neden arkana bakmaya çalışıyorsun ki?''
''Bir an panikledim.''
Nefesini sesli bir şekilde dışarı verdi. Sanırım şom ağzımı açmıştım çünkü Asal'ın sıkılmaya başladığını hissediyordum. Ee o da haklı. Sabır, sabır, sabır bir yere kadar. Alt tarafı bir bisiklet Bahar. Sen tek başına nelerin üstesinden geldin. Bunun mu gelemeyeceksin?
Yapabilirsin. Yaparsın. Yapacaksın!
''Tamam hadi devam ediyoruz,''
Başımı tamam anlamında sallarken seledeki yerimi aldım. Gerçekten uzun bir süre sert bir yere oturabileceğimi sanmıyordum. Gidonları kavradım. Parmak uçlarımı herhangi bir ihtimale karşı frenlere koydum. Derin bir nefes alıp pedalları çevirmeye başladım. Asal'ın beni tuttuğunu koşar adım yanımda yürümesinden anlıyordum. Kendi kendimi gazlamaya devam ettim. Yapabilirdim. Bacak kadar veletler yapıyordu. Yapmak zorundaydım. Çocuk oyuncağıydı ve ben kocaman bir kız olmuştum. Bir süre sonra uzaklardan bir alkışlama sesi geldi.
''İşte böyle maganda!''
Asal'ın sesinin bu kadar uzaktan gelmemesi gerekiyordu. Başımı geriye çevirmemle 30 m ötemdeki Asal'ın coşkulu haninin paniğe bürünmesi, dünyanın kaymaya başlaması ve kendimi sert bir şekilde yerde bulmam bir oldu. Acıyla inlerken dizimdeki ve dirseğimdeki bir bölge yanmaya başladı. Ayaklarım hala pedalların üzerindeydi ve çekemiyordum.
''Bahar!''
Korku dolu bir feryatla yanıma koşan Asal yanımda diz çöktü. ''Neden arkana bakıyorsun?! Başını çarptın mı? Neren acıyor?'' Arka arkaya sorularını sıralarken endişeleniyor muydu yoksa azarlıyor muydu tam olarak çözemiyordum. İç çekerek koluma bakınca Asal dirseğimi kendinin göreceği şekilde çevirdi. Belli belirsiz kaşları çatıldı. Sanırım yaşayacaktım.
Birkaç kişi rezilliğimi görmek için etrafımıza toplandı. Her kafadan bir ses çıkıyor, iyi olup olmadığım sorgulanıyordu. ''Sıyrılmış,'' dediğinde dirseğimdeki yarayı görmeye çalıştım. Kıpırdamamla dizime ağrı saplandı. Yırtılan pantolonumun arasından gözüken kanlı dizimle gözlerim yanmaya başlamıştı. Ufak bir yaradan ağlayacak değildim ama bedenimin bir şekilde tepki vermesi gerekiyordu. Asal nereye baktığımı fark edince ayağa kalkıp bacaklarıma dolanmış olan bisikleti kenara çekti. Daha sonra pantolonumun yırtığından dizimi görmeye çalıştı. Başaramayınca dikkatli bir şekilde kumaşı yukarı doğru sıyırdı. Bembeyaz tenimde koyu kırmızı kan birkaç yol yapmıştı.
''Üç vakte kadar bana bir yol gözüküyor.''
Asal yaptığım salakça espri ile gözlerini devirdi. Oysa ben sadece acımı espriye vurmaya çalışmıştım. Dizimi bu hale neyin getirdiğini düşünürken bisikletteki tel gözüme çarptı. Allah kahretsin. O tel orada ne arıyordu?
Zengin bebesi bile dizime acıyarak bakıyorsa durum vahimdi. Yavaşça doğruldum. Daha önce de pek çok kez düşmüştüm. Düştüğüm gibi de tek başıma ayağa kalkmayı başarmıştım. Şimdide bunu yapacaktım ama insanların meraklı bakışlarından daha hızlı kaçmak için biraz yardım alsam fena olmazdı. Asal'ın bacağımdaki ellerini tuttum. Ne yapmaya çalıştığımı sorgular gibi bana baktı. Ayağa kalkmak için hamle yaptım. Etraf bulanmaya başlamıştı. Dişlerimi sıktım. Onun verdiği acıya odaklanarak ayağa kalktım. Asal beni sıkı sıkı tutarken çimlere doğru yürümeye başladım. Dizimden aşağısını hissetmiyordum. Sanırım ilk şok yüzünden ayağım uyuşmuştu. Ya da tel sinire gelmişti. Allah'ım neden ben? Neden mutlu olduğum an?
Bizim toparlanmamızla kalabalık dağıldı. Çimlere inleyerek oturdum. Asal koşar adım yanımdan ayrılırken nereye gittiğine bakacak durumda değildim. Canım hiçbir zaman tatlı olmamıştı ama bu acı bedenime iğnelerin saplanmasına neden oluyordu. Alt tarafı bir kesik Bahar desem de canım acıyordu işte.
Güçlü ol ve sakın küçük bir kız çocuğu gibi ağlama!
Başımı kaldırıp etrafa bakındım. Asal ortada yoktu. İşin garibi bisikleti de yoktu. Bir an dehşete kapılırken son sürat üzerime doğru geldiğini gördüm. Beni yalnız bırakmadığı için rahatlamıştım. Gidonun kolunda bir poşet asılıydı. Sanırım markete ya da eczaneye uğramıştı. Yakınlarda ikisinin de olduğunu görmemiştim. Bu çocuk Google map gibi her şeyi nasıl bilebiliyordu?Yanıma gelmesiyle bisikletten atladı. Ben bu hareketi yapsam sadece dizi mi değil kafamı da yarardım.
''Söz vermiştin.''
Poşetin içinden ufak su şişesini çıkardı. Benimle değil de sadece dizimle ilgileniyordu. ''Düşmeyeceğime dair söz vermiştin Asal Kara?'' Cevap vermedi. Dizimi arkadan eliyle destekleyip suyu yaranın üzerine döktü. İç çekerken istem dışı bacağımı kendime doğru hareket ettirdim. Asal ayağımıdiziyle yere sabitledi. Elini daha sıkı tutarak suyu dökmeye devam etti. Çırpınsam da kurtulamadım. Bir süre sonra yanma azaldı. Aynı şekilde dirseğimi de temizledikten sonra peçeteyle hafifçe kuruladı. Şu anda bana yardım ediyor olsa da ona kızgındım. Bana düşmeyeceğimi söylemişti. ''Bisiklet düşmeden öğrenilmez.'' Düşünceme verdiği cevap karşısında dudaklarım aralandı ama gözlerimi dehşetle fal taşı gibi açan şey, poşetten çıkardığı kolonyaydı.
''Sakın bana onu dizime dökeceğini söyleme.''
Asal kolonyayı açarken ''Eczane yoktu. Mikrobunu almak lazım,'' dedi. ''Yok yok alma,'' deyip ellerimle dizimi kapatmaya çalıştım. ''Ben o mikropla yaşamasını öğrenebilirim.'' Asal hafifçe gülümserken ''Çocuklaşma,'' dedi. ''Mikrop kapacak hadi.'' Bende çocuk olmanın meraklısı değildim ama o kolonyanın verdiği acı aklıma geldikçe beş yaşındaymış gibi hissediyordum.
''Vücudun mikroba da ihtiyacı varmış.''
''Ufacık mikroptan bacağımı kesmezler ya?''
''Bence ben onlarla konuşayım. Belki zor kullanmak gerekmeden çeker giderler.''
Ben saçmalarken Asal ellerimi dizimden çekmeye çalışıyordu. ''Bahar sinirlenmeye başlıyorum,'' dediğinde omuz silktim. Sinirlenmesi mi önemliydi yoksa benim şu anda kolonyayla canımın yanması mı...''Çek şu ellerini ya!''
''O elindeki kolonyayı bırak evlat.''
''Rıza baba, şu ana kadar çoktan pansumanı yapmıştık.''
''Günah benim, suç benim. Yardım bırak bu diz benim.''
Melodik bir şekilde söylediğim sözlerle dona kalan Asal birkaç saniye sonra çarpık bir şekilde gülümsedi. En azından bir saçmalığım hoşuna gitmişti. ''Bugün üzerinde ekstradan bir inat olduğunun farkında mısın maganda?''
''Asal gerçekten yanacak.''
''Yananı Allah görür.''
''Sen kolonyayı dökmekten vazgeç. Bende seni görürüm hacı ne olur.'' Hacı mı demiştim ben? Ne hacısı ya? Asal afallamış bir şekilde bana bakarken kahkaha atmaya başladı. ''Hatun hacı dedi ya,'' dediğinde ''Hatun deme lazım olur,'' diye cevap verdim. Bir anda söylediğim şeyin farkına varırken gözlerimi sıkıca yumdum. Asal daha yüksek sesle kahkaha atmaya başladı. Allah'ım rezillik üzerine rezillik yaşıyordum.
''Ya bugün benim doğum günüm! Hani her istediğim olacaktı? Hizmette sınır var. Sınırda kolonya!''
Derin bir nefes alan Asal gözleri kapalı bir şekilde bir süre bekledi. Nedense bu hali hafiften korkmama neden oluyordu. Gözlerini açtığı an beni buldu. Bakışlarının sertliğinden nefesimi tuttum. ''Hadi,'' dediğinde sesindeki soğuk hava tüylerimi diken diken yaptı. Sanırım daha fazla diretmenin anlamı yoktu. İstemeye istemeye ellerimi çektim ama sanki her an müdahale edecekmişim gibi dizimden çok fazla uzaklaştırmadım. Asal açtığı kolonyayı vicdansızca dizime döktü. Ufak bir çığlık attıktan sonra dudaklarımı birbirine bastırdım. Elimle yellemeye çalışırken Asal nefesini yaranın üzerine üflüyordu. Acı geçiyor muydu? Hayır. Ama en azından birazda olsa hafifliyordu.Bunu birkaç kere daha yaptı. Sonlara doğru bacağımın benden ayrı yaşamayı istediğine karar vermiştim. Çünkü artık dizimden aşağısını hissetmiyordum. Dirseğimi de temizledikten sonra iki yaramı peçeteyle sarmaya çalıştık. Başaramayınca 'Açık yara daha çabuk iyileşir' prensibiyle kendi haline bıraktık. Asal etrafa saçtığı şeyleri toplarken bende bacağımdaki kurumuş kanı sildim.
''Daha iyi misin?''
Bisikletleri ve çantamı yakınımızda bir yere koyan Asal yanıma oturdu. Başımı evet anlamında sallarken elimdeki peçeteyi poşetteki çöplerin yanına koydum. ''Biraz dinlen. Sonra kaldığımız yerden devam ederiz.''
''Ney?!'' diyerek Asal'a baktım. ''Eskiler boşuna bisiklete şeytanın arabası dememiş. Bir daha hayatta binmem.''
''Abart, abart.''
''Bu bacağın hesabını kim verecek hea? Zaten sözünü tutmadın. Onu da unutmadım!''
Asal başını iki yana sallarken gülümsedi. Hayatımda hiç bu kadar saçmalamamıştım ve daha önce kimse saçmalıklarım karşısında bu kadar sabırlı olmamıştı. ''Teşekkür ederim,'' derken ses tonum az önceye kıyasla kedi gibi uysal çıkmıştı. Milimetrik bir şekilde dudağı kıvrılan zengin bebesi ''Önemli değil,'' deyip kendimi çimlere attı.
''Aslında öne-''
''Şş...''
Cümlem yarıda kaldı. Ne olduğuna bakmak için başımı çeviriyordum ki omzumu kavraması ve yırt üstü uzanmam bir oldu. Soğuk çimler içimdeki yangını söndürecek güçteydi. Yorgunluğumu bu ana kadar fark etmemiştim. Berrak gökyüzü beni selamlayınca gülümsedim. Rüzgar yüzümüzü yalayıp geçiyor, ardında tatlı bir ürperti bırakıyordu. Az önceki kaosun arka planında kuşların cıvıldadığını yeni işitiyordum.
Başımı Asal'a doğru çevirdim. Gözleri kapalıydı. Hafif bir tebessüm dudağının kenarına konmuştu. Ne düşündüğünü sormak istedim ama şu andaki huzur verici sessizliği bozmak istemiyordum. Tekrar başımı gökyüzüne çevirecektim. Bir anda bir şey görür gibi oldum. Başımı kaldırdığımda Asal'la aramızda duran tüylerle dolu karahindibayı fark ettim. O kadar güzeldi ki... Aklıma annemin anlattığı masallardan biri geldi.
'Çaresiz prenses, her gün bir karahindiba ile dilek dilermiş.'
Dilek dileyebilirdim. Prensesin istediği mutlu olmasını sağlayacak bir prensti ama benimkisi sadece şanslı olmaktı. Eğer hayatta ufacık bile olsa şansınız varsa, her şey sizin istediğiniz gibi sonuçlanırdı. Sağlıklı olurdunuz, mutlu da, huzurlu da... Uzanıp yerden kopardığım karahindibayı dudaklarıma götürdüm. Ömrüm boyunca ihtiyacım olan tek şeyi fısıldadım.
''Şans''
Masaldaki gibi karahindibayı üfledim. Tohumları gözümün önünde uçuşmaya başladı. İzledim. İçlerinden birinin fısıltımı dilekleri gerçekleştiren bir şeye veya birine ulaştırmasını diliyordum. Elimde kalan sapı göğsüme koyup gözlerimi kapattım.Birkaç saat içinde bedenime yüklenen adrenaline rağmen, rahatlamış hissediyordum. Sanki uzun zamandır ihtiyacım olan tek şey, tüm sorunları geride bırakıp birkaç saat her şeyden uzaklaşmaktı. Daha önceki hiçbir doğum günümde bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyordum. Bunun için Asal'a bir kere daha teşekkür etmeyi düşünürken yanımda bir şeyler kıpırdadı. Gözümü açıp zengin bebesine baktım. Dizlerinin üzerinde çimleri incelediğini gördüm.
''Bir şey mi oldu?''
Dirseğimin üzerinde doğrulunca baktığım yerin çim değil de yoncalardan oluşan bir alan olduğunu fark ettim. ''Batıl inançlarım yoktur ama hiç kimseyi de basit bir karahinbadan şans isterken görmedim. Şansa ihtiyacın varsa, dört yapraklı yoncaya sahip olmalısın.''
Beni duymuş muydu? Ne yaptığımı görmüş müydü? Onu bunu bırak inanmamasına rağmen benim için dört yapraklı yonca mı arıyordu?
Yattığım yerden dikkatlice doğruldum. Asal yoncaları incelemeye devam ederken ''Dört yapraklı yoncaya inanmam,'' dedim. Donakaldı. Sanki tüm çabası boşunaymış gibi hissettiğini biliyordum. Başını bana doğru çevirdiğinde bunu gözlerinde görmüştüm. Omuz silktim.
''Çünkü daha önce hiç görmedim.''
Olduğu yere oturdu. ''Bence şansı getiren, dördüncü yaprak,'' dediğimde saçma bir şey söylemişim gibi bakan zengin bebesi ''Aynı şeyden bahsediyoruz,'' diye cevap verdi. Damağımı şaklatırken başımı hayır anlamında salladım. Yerden iki tane üç yapraklı yonca kopardım.
''İnsanların yarısı üç yapraklı yoncadır.'' Elimdeki bir tanesini Asal'ın kucağına koydum. ''Bu sensin,'' dediğimde kaşlarını çatan çocuk yoncayı eline alıp incelemeye başladı. ''Senin şansa ihtiyacın olduğunu sanmıyorum. Doğuştan şanslısın,'' derken gözlerini bana çevirip dik dik bakmasıyla konuyu dağıtmamaya karar verdim.
''Neyse. Bu yonca sensin ve seni şanslı yapacak şey tek bir yaprak,'' Elimdeki yoncanın bir yaprağını kopardım ve avucumun içine koydum. ''Eğer o tek yaprağını, daha doğrusu o yaprağa sahip olan kişiyi bulursan, tamamlanacaksın. Şansın dönmüş olacak.''
''Ruh eşi gibi diyorsun yani?''
Çıkarım yapan zengin bebesine bakıp bıyık altından baktım. ''Aslında konu senken ruh öküzü oluyor.'' Kaşlarını çatmasıyla matrak bir kahkaha attım. ''Sonuçta öküzler yonca falan yiyor,'' diye devam edince gözlerini kısan Asal ''Öyle mi?'' dedi. ''Sen şimdi görürsün.'' Geriye kaçmayı düşünemeden üzerime geldi. Bir anda beni gıdıklamaya başlayan zengin bebesiyle olduğum yerde debelenmeye başladım. Kahkahalarım ada havasında dolanıyordu.
''Öküz ha!''
Asal gıdıklamaya devam ederken durmasını söylüyordum ama o intikam alırcasına beni gıdıklamaya devam ediyordu. Alt tarafı öküz demiştim. Sanki yarasına basmışım gibi... Sanırım birazdan ölecektim ve ardımdan güle güle gitti diyeceklerdi. En sonunda pes eden Asal nefes nefese yanıma uzandı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Derin nefeslerle rahatlamaya çalıştım. Yüzümde aptal bir gülümseme vardı. Mutlu olmuştum. Annem haricinde ilk kez biri beni gıdıklamıştı.
''O zaman,'' deyip derin bir nefes alan Asal'a başımı çevirdim. Yüzündeki samimi bir tebessümle bakışlarını benimkilere kilitledi.
''Şans için son kalan yaprağını getirecek kişiyi beklemekten başka çaren yok.''
* *
Asal'la çimlerde uzanırken uzun uzun konuşmuş, aramızdaki tüm sorunları halletmiştik. Biraz daha bekleseydim Asal yanıma gelmiş olacaktı ama ben sabırsız Bahar, her zamanki gibi kafama eseni yapmıştım.
Ayağımın üzerine daha rahat basmaya başladığımda bisikletleri aldığımız yere teslim etmiş, tüm adayı faytonla dolaşmıştık. Görmedik istediğim birkaç yeri elimizden gelen en hızlı şekilde gezmiştik. Sağ olsun Asal elinden geldiğince yürümeme destek olmuştu.
Havanın kararmaya başlamasıyla son vapuru kaçırmamak için apar topar iskeleye dönmüş, Asal'ın beni kucaklamasıyla ucu ucuna vapura binmiştik. Karnım guruldadığı için gelirken yaptığım gibi birkaç tepsiyi tıka basa doldurmuştum ama bu sefer Asal'da bana eşlik ederek karnını doyurmuştu. Ada havası sanırım ikimize de yaramıştı.
Vapurdan indiğimizde hava kararmıştı. Asal beni eve bırakacağını, önce okuldan arabasını almamız gerektiğini söylemişti. Sabahki olanlardan sonra tekrar otobüsle gitmeyi teklif etmeye cesaret edememiştim. Asal bir taksi durdurmuş, taksimetrenin yazacağı fiyatı umursamadan okulun adresini vermişti. Sanırım zengin olmak böyle bir şeydi.
O kadar yorgundum ki, gözlerimi açık zor tutuyordum. Uzun bir yoldan sonra neyse ki uyumadan okula gelebilmiştik. Taksimetreye bakmak istesem de yüreğimin kaldırmayacağını hissedince kapıyı açtım. Dikkatli bir şekilde arabadan inerken Asal çoktan benim olduğum tarafa dolanmıştı. Tüm gün boyunca yaptığı gibi girmem için kolunu uzattı. Minnetle koluna girdim. Ağır adımlarla yürümeye başladık. Bizi fark eden güvenlik dışarı çıktı.
''Bir an hiç gelmeyeceğini ve tüm gece otoparktaki arabaya bir şey olmaması için uykusuz kalacağımı düşünmüştüm.''
Asal, güvenliğe selam verdi. Otoparkta yalnız başına duran bebeğe doğru yürüdük. Kapıları açan zengin bebesi, kibarlık yapıp önce benim oturmama yardımcı oldu. Kapıyı kapatıp kendi tarafına dolanırken kemerimi taktım. Asal motoru çalıştırıp arabanın tüm ışıklarını yakınca ön camın üzerine dökülmüş olan şeyler dikkatimi çekti. Ne olduğuna bakmak için öne doğru eğildim ve bir anda gözlerim fal taşı gibi açıldı.
Cama karahindiba tohumları dökülmüştü ve benim onları görmemi beklemiş gibi, hafif bir rüzgar eşliğinde tüm tüyler dans ederek gökyüzüne karıştı. Bana şansı getirecek olan bu arada olamayacağına göre...
Asal mıydı?

VELİAHTLAR 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin