13

196K 8.4K 2.3K
                                    

MASAL

İçten içe büyüyen, ısrarcı, bir türlü yakamı bırakmayan huzursuzluk tüm hayatımı etkilemişti. Onu görmezden gelmeye çalıştıkça daha da dayanılmaz hale geldi. Kaşımadan duramadığım bir yara, her an bağrımdan kopmak üzere olan bir feryat...
Günlerdir kafamı toparlamak, incinen gururumu onarmak için evden çıkmamıştım amabunun yanlış olduğunu, evin beni daha çok depresyona soktuğunu bugün okula gitmemle anlamıştım. Etrafımda olan olaylar, düşünmemi engelliyordu. En azından belli bir süre... Bu nedenle kafamı dağıtmak için insan içine karışmanın iyi olacağını düşünmüştüm ama alışveriş merkezinin önüne geldiğimde bunu gerçekten isteyip istemediğimi sorgulamaya başlamıştım.
Taksiden inip, içeri girdim. Sırayla bütün mağazalara girmeye, miskin miskin içlerinde dolaşmaya başladım. Hiçbir kıyafet dikkatimi çekmiyordu. Sezon sonu indirimler bile umurumda değildi. Vitrinlere boş boş bakarken sadece tişört satan bir mağaza dikkatimi çekti. Aklımda beliren anı gözlerimin dolmasına neden olmuştu. O kadar gözün önünde beni nasıl küçük düşürürdü ya. Bir tişört beni nasıl bu hale nasıl getirirdi. Nefret ediyordum. Ondan da, tişörtünden de... Hatta dünyadaki tüm tişörtlerden nefret ediyordum. Nabzım hızlandı. İçimde aniden kabaran öfke yüzünden parmak uçlarım karıncalandı. Elimi yumruk yapıp bu hissi yok etmeye çalıştım ama pek işe yaramadı. O tişörtlerin hepsini satın almak, yırtmak, parçalamak, hatta yakmak istiyordum. Bir an aklımda beliren bu düşüncesiyle mağazaya girdim.
''Hoş geldiniz efendim.''
İçimdeki nefreti belli etmemek için gülümsemeye çalıştım. Bana doğru gelen çalışan kızın ilgisi bende değil de, arkamdaki bir yerdeydi ve bu daha da sinirlenmeme neden olmuştu. İlk ben gelmeme rağmen nasıl arkamdaki kişilerle ilgilenirdi!
Omzumun üzerinden öfkeyle kiminle ilgilendiğine baktım ve bir anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Enes eksiksiz bir özgüvenle içeri girmişti. Dünya bu kadar küçük müydü yoksa evren hain planlarımdan sonra bana bir mesaj mı vermeye çalışıyordu. 'Tişörtleri rahat bırak, Enes'i yak!''
Çalışan kızla tüm karizmasıyla konuşan Enes, kısa bir an bakışlarını bana kaydırdı. Telaşla önüme dönüp, rast gele bir tişörtü elime aldım. Sanki salak saçma desenlerini inceliyormuş gibi elimde evirip çevirdim. O sırada burnuma dolan tanıdık koku Enes'in yakınlarımda olduğunu gösteriyordu.
''Sana karşıma çıkmamanı söyledim.''
Kulağımdaki fısıltıyla, kalbimin ritmini ayarlamaya çalışarak arkamı döndüm. ''Pardon?'' Bana hatırladığımdan daha farklı bakıyordu. Hatasını anlamış olabilir miydi? Onun gibi egoist biri... Hiç sanmıyorum!
''Sana bir daha karşıma çıkma dediğimi hatırlıyorum.''
Ellerini rahat bir tavırla kot pantolonunun ceplerine soktu. O sırada gözüm üzerindeki tişörte takıldı. Bu benim giydiğim onunsa çöpe attığı tişörttü. Enes gözlerini üzerinde gezdirdikten sonra, ne düşündüğümü anlamış gibi ''Her şeyi çift alırım,'' dedi. Ukala! Çift kişiliğin olduğu için herhalde!
''Umurumda değil.''
''Belli,'' derken gözleri arkamda bir yere kaydı. Daha sonra tekrar bana dönerken ''Sorumun cevabını alamadım,'' dedi. Sen ne kadar kendini beğenmiş, ukala, ama aynı zamanda yakışıklısın!
''Çünkü cevap vermeye değer bulamadım.'' Elimdeki tişörtü yerine bıraktım ve daha fazla sinirimi zıplatmamak için mağazadan çıktım.
Ben buraya kafamı dağıtmaya geliyorum, istemediğin ot dibinde bitermiş gibi yine karşıma çıkıyor! Aptal!
* *
Taksiden inip elimdeki poşetleri adamlara verdikten sonra koşar adım eve doğru yürüdüm. Çantamın içinde anahtarlarımı ararken birden kapı açıldı. Gördüğüm kişiyle gözlerim fal taşı gibi açıldı. Üzerimdeki şoku attıktan sonra çığlık attım ve Önder Amca'mın kucağına atladım. O amcalarımın arasında kendime yakın hissettiğim ikinci insandı ama maalesef Feyza Teyze'yle evlendikten sonra yurt dışına yerleşmişlerdi ve işlerinin yoğunluğundan Türkiye'ye çok sık gelemiyorlardı. Uzun zamandır onu görmemiştim ama şu anda karşımdaydı. Onu o kadar özlemiştim ki...
Kahkaha atarak bana sarılan amcam ''Bende seni çok özledim fındık faresi,'' dedi. Gözlerim dolmuştu. Ayaklarım yere basarken, sulanmış gözlerimi görmemesi için beline sarıldım. Başımın üstünü öpen amcam sırtımı sıvazlarken ''İyi ki geldin,'' diye fısıldadım.
''Ama sen geç kaldın.''
Omzumun üzerinden arkama baktım. Annem tüm göz alıcılığıyla bana doğru gelirken yavaşça amcamdan ayrıldım. Kapının önünde bekleyen korumadan poşetlerimi alan annem teşekkür ederek kapıyı kapattı. ''Nereye geç kaldım,'' deyip telaşla amcama dönerken ''Gidiyor musun yoksa? Feyza Teyze nerede?'' diye sordum. İşte şimdi ağlarsam şaşırmazdım. Daha doyamamışken gitmesini istemiyordum.
''Annelerinde bizi bekliyor.'' Olanlara anlam vermeye çalışarak Önder Amca'ma baktım. Annem poşetleri elime tutuşturdu ve odaya çıkıp hazırlanmamı istedi. Nereye gittiğimizi sorduğumda amcamların gelişi şerefine kulüpte eğleneceğimizi söyledi. İRON'u kaldıracak havam olmasa da, amcam için buna katlanabilirdim.
Hızla odaya çıktım. Poşetleri yatağımın üstüne koyduktan sonra, giysi odasına doğru yürüdüm. Beni yansıtacak bir elbiseyi üzerime geçirdikten sonra sadece bu geceler için izin verilen topuklu ayakkabılarımdan birini giydim. En hızlı şekilde saçlarımı şekillendirdikten sonra, hafif bir makyaj yaptım. Aldığım yeni çantayı takmak için poşetlerin içini aradım. O sırada elime geçen siyah kumaşla kaşlarımı çattım. Poşetten çıkardığım şeyin bir tişört olduğunu anlarken 'Ben hiç kıyafet almadım ki ya,' diye düşünüyordum. Tişörte baktığımda üzerindeki desenlerin tanıdıklığı ve ardından aklıma gelen şeyle dudaklarımın aralanmasına engel olamadım. Bu o mağazada incelediğim tek tişörttü ama ben onu yerine bırakmıştım.Bir daha da o mağazanın yakınından bile geçmemiştim. O zaman bu tişörtün çantamda ne işi vardı? Aklım tüm hızıyla çalışırken bu tişörtü incelediğimi gören tek kişi aklıma geldi. O zaman bunun şu anda çantamda olmasına neden olan kişi de oydu. Ama nasıl?
* *
Düşünmekten beynimin uyuştuğunu hissediyordum. Enes, o tişörtü çantama nasıl koymuştu. Bir daha hiç karşılaşmamıştık ki, poşetlerim hep yanımdaydı. Bir an beynimin içinde milyonlarca şimşeğin ard arda çaktığını hissettim. Sadece bir kere, poşetlerimi elime almadan kabinden çıkmış, çalışan kızla kavga etmiştim. Sanırım o an olanlar olmuştu ama neden? Neden bu tişörtü bana verdi? Tatilde yaptığı yüzünden vicdan azabı çekiyor olabilir miydi? Tişört yüzünden mi kırıldığımı düşünüyordu. Bu çocuk söylediği sözlerin hiçbirinin farkında değil miydi ya?!
Arabanın durmasıyla İRON'a geldiğimizi anladım. Adamlardan biri kapımı açınca frikik vermemeye çalışarak arabadan indim. Kulüp kuyruğu geldiğim sayılı günlerdeki gibi hınca hınç doluydu. Senelerdir, İstanbul gece hayatının zirvesinden kimse İRON'u indirememişti. Bunu önce babama daha sonra Cem Baba'ya borçluyduk. Kahvaltıda yarım yamalak duyduğum şeye göre ise, bundan sonra zirveyi koruması gereken kişi Asal'dı. Cem Baba, her şeyi öğrettikten sonra görevi devir teslim yapacaktı. Sonra'da Asal Kara'nın saltanatı başlayacaktı. Allah yardımcımız olsun...
''Gözlerim yollarda kaldı.''
Önder Amca'm, Feyza Teyze'nin elini bıraktı ve Gökhan Amca'ma sıkı sıkı sarıldı. İkisinin arasında ne yılların ne de mesafelerin yıkamadığı bir kardeşlik vardı. Umarım bir gün Hale'yle benim dostluğumda böyle yıllara meydan okurdu.
''Fındık Faresi,'' Sıranın bana geldiğini anlarken Gökhan Amca'ma sıkıca sarıldım. Kokumu içine çeke çeke beni öperken ''Nasıl özlemişim seni,'' dedi. Gülümsedim. Bende onu çok özlemiştim. Annemin anlattığına göre, eskiden yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş ama zaman geçtikçe herkes kendi yolunu çizmişti. İşleri yüzünden de ayda bir anca görüşebiliyorduk.
''Hadi artık geceyi başlatalım.''
Annemler içeri doğru yürümeye başladı. Gökhan Amca benden ayrılıp üzerini düzeltti ve kolunu tam bir centilmen gibi girmem için uzattı. ''Aslanların arasına bir kuzuyu yalnız başına salamam değil mi?'' dediğinde kıkırdadım. Bende bir hanımefendi gibi koluna girerken ''Ne aptal bir kuzu...'' dedim. ''Ne hastalıklı, mazoşist bir aslan diyerek sana alacakaranlık geyiği yapardım ama,'' dediğinde kahkahama engel olamadım. Her geldiğinde ona Alacakaranlık serisini izlettiğim için artık replikler beynine kazınmıştı. ''Gökhan Amca ya!''
''Ne gülüyorsun fındık faresi. Tamam, Edward Cullen gibi bir karizmam olmayabilir ama bende kendi çapımda bir albeniye sahibim şimdi. İnkâr edemezsin.''
''Sen olsan olsan, bu fizikle Jacob olursun amcacığım.''
Gökhan Amca keyifli, bir o kadar da kendini beğenmiş bir ifadeyle dudaklarının kenarını kıvırdı. Başımı iki yana sallayarak gülümsedim. İçeri girdiğimizde her seferinde olduğu gibi yine şaşkınlığımı gizlemekte zorlanıyordum. Bu kulüp her geçen gün biraz daha mı güzelleşiyordu yoksa bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar geldiğim için bana mı öyle geliyordu. Gökhan Amca'nın yardımıyla merdivenlerden inmeye başladım. Gözlerimi seksi bir şekilde dans eden kızlardan ayıramıyordum. Annem de çok iyi dans ederdi. Özellikle benim yaşımdayken babamı çıldırmak için, bu yeteneğini konuştururmuş. Onun gibi anneden, benim gibi dans konusunda yeteneksiz bir kızın çıkması, ne kadar acınası...
Locaya geldiğimizde Asal ve Hale dışındaki herkesin burada olması kafamı karıştırmıştı. Asal'a alışıktım ama Hale... Anneleri olmadan bu mekânın yakınından bile geçmezdi. Peki,şimdi neredeydi? Gelmeme gibi bir ihtimalinin olduğunu sanmıyordum.
''Masal, Hale nerede?''
Böyle bir soruyu benim onlara sormam gerekiyordu. Bora Amca'nın kızından haberi yoksa, o zaman Hale bana yalan söylemişti. Kim için?
''Hah geldiler.'' Melek Teyze'nin kimden bahsettiğini anlamak için omzumun üstünden arkama, merdivenlerin olduğu yere baktım. Gördüğüm manzara, tüm tüylerimin diken diken olmasına neden olmuştu. Asal ve Hale birlikte güle oynaya merdivenlerden iniyorlardı. Bana yalan söyledikleri yetmiyormuş gibi, yine ikisi birlikte beni ekmişlerdi!
Hale'yle göz göze geldiğimizde yüzündeki gülümseme yavaşça silindi. Asal ise, nefret dolu bakışlarımı umursamıyormuş gibi görünüyordu. Onlar locaya doğru ilerlerken, daha hızlı davrandım ve yollarını kestim. ''Bana yalan söylediniz,'' dediğimde Hale konuşmak için ağzını açıyordu ki, yüz ifademden dolayı sustu. ''Yine birlikte olmak için, beni yalnız bıraktınız.''
''Masal,''
''Saçmalama fındık faresi.''
Gözlerimi kıstım ve nefretimi gözlerimden kusarak ''Bu yaptığınızı hiçbir zaman unutmayacağım!'' dedim. ''Ve sen Asal Kara,'' deyip işaret parmağımı sert göğsüne bastırdım. ''En yakın arkadaşımla arama girdiğin için senden nefret ediyorum.''
Asal abartılı bir şekilde gözlerini devirip yanımdan geçip gitti. Hale'yle ise sanki aramızda sessizliğe ihtiyacımız varmış gibi sustuk. O sırada merdivenlerden inen kişi gözüme takıldı. Başta kulübün içindeki göz alan ışıkların yanıltması sandım ama yaklaştıkça yüzü netleşmeye başladı. Kim olduğunu anlayınca kalbim depara kalkmış gibi atmaya başladı. İstemediğin ot olayını fazla abartmıştı galiba, Allah'ım neden sürekli bu çocuğu karşıma çıkartıyorsun!
Ondan beklenmeyecek bir şekilde sinirini belli ediyordu. Hatta baya baya kavgaya gelmiş gibi duruyordu. Gözleriyle kulübün içini taradığını görünce panikledim. Birini arıyordu. Beni mi? Yok canım beni neden arasın? Ben ne yaptım ona da benimle kavga etsin. Hem belki başka bir şeye canı sıkkındır. Eğlenmeye gelmiştir. Ne bileyim arkadaşlarını falan arıyordur. Saçmalama Masal ya! Panikten doğru düzgün düşünemiyorsun. Allah aşkına burası Enes ve arkadaşlarının tarzı bir mekan mı? O zaman burada ne işi var?!
''Bal böceği,'' Hale'nin koluma dokunmasıyla bakışlarımı ona çevirdim. ''İyi misin?'' diye sorduğunda başımı evet anlamında salladım. ''Yüzünün rengi attı sanki.'' Neden bu kadar paniklemiştim ki. Burası benim mekânımdı. Arkamda babamlar vardı. Bir durum olduğunda beni koruyacak milyon tane adam. Öte yandan ben ona bir şey yapmamıştım ki, felaket senaryolarını aklımdan geçirmeme gerek bile yoktu.
Bir anda Enes'le gözlerimiz buluştu. Bana hiddetle bakıyordu. O güzel kahverengi gözleri katıksız bir nefretle parlıyordu. Lanet olsun! Benim için buradaydı. İnsanların arasından üzerime doğru gelmeye başladığında nefesimi tuttum. Ne için geldiğini bilmediğim için babamların yanına gidemezdim. Şimdi olur olmaz bir şey söyler falan. Allah'ım buradan kaçmalıyım. Ama nereye? diye düşünürken aklıma gelen fikirle ''O zaman ben bir elimi yüzümü yıkayıp geleyim,'' dedim. Nasılsa oraya gelemezdi değil mi?
''Bekle bende geleyim.''
''Gerek yok, sen bana attığın gibi annenlere atacağın yalanı düşün. En son nerede olduğunu soruyorlardı.''
Arkamı döndüm ve koşar adım tuvaletlere doğru ilerledim. Omzumun üzerinden Enes'le aramızdaki mesafeyi görmek için arkama baktım ama değil mesafeyi Enes'i bile görememiştim. Panik tüm bedenimi ele geçirirken adımlarımı hızlandırdım. Tuvalete girmemle derin bir nefes aldım. Elimi yüzümü yıkamak için lavaboya doğru yürürken, kapı açıldı. Aynada gördüğüm kişiyle gözlerim büyüdü. Panikle arkamı döndüm. Makyajını yapan üç kız, duygularıma tercüman olmuş gibi çığlık atarken Enes üzerime doğru yürümeye başladı. Her yanından öfke akıyordu. Lavaboya dayanana kadar korkuyla geri geri yürüdüm. Enes öfkeli gözlerini benden ayırmadan ''Çıkın dışarı!'' diye bağırdı. Bir anda kafama bir şeyler dank etmişti. Burası kızlar tuvaletiydi ve çıkması gereken bir kişi varsa o da, Enes'di.
''Farkında mısın burası bayanlar tuvaleti ve yine farkında mısın sen bir erkeksin. Yani öylesin değil mi? Bu kadar yakışıklılıkla gay olma olası-''
''Masal!''
Sesi kendini zor tutuyormuş gibi çıkınca, cümlemi devam ettirmedim. Enes hızla kolumu kavradı. Acıyla inlerken beni tutan eline baktım; o kadar sıkı tutuyordu ki, eklem yerleri bembeyaz kesilmişti. Enes'in katıksız bir nefretle bana baktığını gördüğümde kolumu acıttığını bile söyleyemedim. Zaten istediğinin bu olduğuna emindim. ''Size dışarı çıkmanızı söyledim!'' Bağırışıyla irkilirken kızlar apar topar dışarı çıktı.
''Sen-''
Tuvalet kabininden gelen sesle sustu. Ayakta zar zor duran kız, bizi görmesiyle olduğu yere çakıldı. Enes başıyla sertçe kapıyı gösterdi. Kız elini bile yıkamadan yalpalayarak dışarı çıktı. Bakışlarını bana çeviren çocuk ''Bir yere kıpırdama!'' dedikten sonra kolumu bıraktı. Elim hızla kan oturacağına inandığım kolumun üstüne gitti. Enes kabinleri kontrol ederken gözüm kapıya ilişti. Sanırım buradan kaçmak için tek bir şansım vardı. O da şu an...
Kapıya doğru koştum. Topukluların mermer üzerinde çıkardığı sese küfrederken kapı kolunu tuttum. Tam açıyordum ki, bir el sertçe kapıyı itti. Daha ne olduğunu anlamadan sırtım kapıyla buluştu. Acıyla inlerken iki bileğimi tek eliyle kavrayan Enes, başımın üstüne kaldırarak beni kapıya sabitledi. Tekme atmayı düşündüm ama vücudunu bedenime o kadar yakındı ki bacağımı bile kaldırabileceğimi sanmıyordum. Avazım çıktığı kadar bağırabilirdim ama bu da herkesi başıma toplamak, olay çıkarmak ve daha sonra babamın cezalarıyla dolu bir hayat yaşamak demekti. O yüzden sadece güçlü durmaya çalışarak derdinin ne olduğunu anlamak için bekledim.
''Senin benimle derdin ne?''
Enes ağzındaki iğrenç bir tattan kurtulmaya çalışıyormuş gibi her kelimeyi tükürüyormuşçasına telaffuz etmişti. Benim mi onunla bir derdim vardı? Hah! ''Ben-benim seninle bir derdim yok.'' Gözlerini kısan çocuk ''O zaman beni neden araştırıyorsun?'' diye sordu. Olanları anlamakta zorluk çekiyordum. Ben ne zaman onu araştırmıştım. Neden bunu yapayım ki?
''Bunu öğrenmeyeceğimi mi sandın?''
Fısıldamasına rağmen tüylerimi diken diken yapmayı başarmıştı. ''Ben hiçbir şey anlamıyorum,'' dediğimde tıslar gibi güldü. ''Salağa yatma ufaklık!''
''Enes gerçekten ne dediğinle ilgili en ufak bir fikrim yok.''
Sadece babamın öfkeli olduğunda bu denli korkutucu olduğunu düşünürdüm ama Enes, onu açık ara sollamış gibiydi. Hoş, babam hiçbir zaman bize bu kadar öfkelenmemişti. Gergin sessizlik saatli bomba gibiydi. Patlayacağını bilirdin ama zamanın gelmesini beklemeliydin. Sustu ve sadece gözlerimin içine baktı. Bana bu kadar dikkatli bakması daha çok gerilmeme neden olduğu için gözlerimi kaçırdım. Çenesinin altında atan damarı görebiliyordum. Göğsü hızlı bir şekilde inip kalkarken üzerindeki ceketin kuması bana sürtüyordu. Nefesi, yüzüme çarpıyor, hafifçe saçlarımı kıpırdatıyordu. Nane kokusu, alev alev yanan bedenimi biraz da olsa ferahlatmıştı. Belli ki sigara kokusunu bastırmak için naneli sakız çiğniyordu.
''Hacer Yanık diye birini tanıyor musun?''
Afallamış bakışlarımı bana çevirdim. Bu ses tonu, saatlerce birini dövüp daha sonra ağlamasını engellemek için sarılmak gibi bir şeydi. Kafamı allak bullak etmişti. İlk kez beni yargılamak yerine soru sormuştu ve bu soru Hacer'le ilgiliydi ama ben aralarında bir bağlantı kuramıyordum. Başımı evet anlamında salladığımda bileklerimi tutan elini daha da sıktı. Acıyla yüzümü buruşturdum. Bu derece katıksız bir nefrete sebep olacak ne yaptın sen Hacer?
''O ufacık beyninden ne geçtiğini bilmiyorum ama sana benden uzak durmanı söylediğimde ciddiydim.''
''İkidir karşıma çıkan sensin,'' Kapı kolu kıpırdadığında ikimizin de dikkati oraya kaydı. Dışarıdaki kızların sesini duyabiliyordum. Bir görevliyi çağırıp, kapının açılmadığını söylemeleri an meselesiydi. O an Enes'le basılırdım ve sonra olacakları hayal etmek bile istemiyordum.
''Lütfen git,'' diye fısıldadım. Böyle bir şey söylememi beklemiyormuş gibi bana baktı. ''Birilerinin gelmesi an meselesi ve olay çıksın istemiyorum. Lütfen.'' Enes 'in gözlerindeki öfke iç çatışmasının gölgesinde kayboldu. Ellerimi bırakıp benden uzaklaşmasıyla bir an beni ayakta tutan tek şeyin Enes olduğunu anladım. Kapıdan destek alarak ayaklarımın üzerinde durmaya çalıştım.
''Beni araştırmaya bırak ufaklık. İnan bana zararlı çıkarsın.''
Cevap vermemi beklemedi. Beni itekleyip kapıyı açtı. Bir an duraksayınca korkuyla dışarıya baktım. Bir grup kızın afallamış bakışları Enes'ten bana kaydı. Yüz ifadelerinden dolayı kaşlarımı çattım. Herkesi kendileri gibi görüyordu yellozlar. Enes hafifçe başını bana doğru çevirdi. Göz ucuyla bana baktıktan sonra tuvaletten çıktı. Kızlar içeri dolarken daha fazla bu ortamda durmak istemedim. Zar zor kendimi dışarı attım. Ayaklarımın hala beni taşıyabileceğini hissetmediğim için duvara tutunarak ilerlemeye başladım. Yanımdan gelip geçenlerin garip bakışlarını görmemek için başımı eğmiştim ki Hale'nin sesi duyuldu.
''Bal böceği,'' Endişesini iliklerime kadar hissettim. Yanıma gelmesiyle en yakın arkadaşıma sıkıca sarıldım. Şu anda kızgınlığımı düşünemeyecek kadar ona ihtiyacım vardı. Ellerini çekingen bir şekilde sırtıma koydu. Sanki kendimi güvende hissettiğim an gözyaşlarım harekete geçmişti. Gözlerim yanıyordu. Ağlamamak için gözlerimi hızla kırptım.
''Enes değil mi?''
Sanırım tuvaletten çıkışını görmüştü. Başımı evet anlamında salladıktan sonra Hale'den ayrıldım. ''Neden gelmiş?'' diye sorduğunda omuz silkerken ''Onu araştırdığımı düşünüyor,'' dedim. Hale'nin bakışlarındaki kısa anlı geçişi, yüzüne bakmıyor olsam belki de fark etmezdim. Bu konuyla ilgili bir şey biliyor olabilir miydi? Enes, Hacer'den bahsetmişti. Hale ve Hacer'in arası iyi değildi ama bugün Asal'la olmak için beni ekmişti. Nedense içimden bir ses, bu konunun onlarla ilgisi olduğunu söylüyordu.
''Hacer'e neden Enes'i araştırmasını söylediniz Hale?''
Hale'nin yüzü mutlak bir şaşkınlık ifadesiyle kaplandı. Bakışları bunu nasıl bildiğimi sorar gibiydi. ''İnanmıyorum size Hale ya,'' Hayal kırıklığıyla duvara dayandım. İşte şimdi hüngür hüngür ağlayabilirdim. Resmen en yakınım dediğim insanlar beni sırtımdan vurmuştu. ''Beni nasıl bir duruma düşürdüğünüzün farkında mısınız?'' Hale pişmanlık dolu bir ifadeyle karşıma geçti. Elimi tutmaya çalışınca kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. Üzgün olması zerre kadar umurumda değildi. Çünkü ben ondan daha üzgündüm!
''Masal-''
''Hale sus lütfen. Ya hangi akla hizmet bunu yaparsınız ya? Ben o çocuk gururumu çiğnedi diye günlerdir ne haldeyim-'' derken ''İşte bu yüzden,'' diye sözümü kesen Hale koluma dokundu. ''Gözümüzün önünde günden güne içine kapanıyorsun ve biz de yardımcı olmak-''
Kolumdaki elini ittirip Hale'yi alkışlamaya başladım. ''Çok yardımcı oldunuz Hale!'' deyip tekrar sinirle kollarımı göğsümde bağladım. ''Gurursuzluğumu daha güzel vurgulayamazdınız.''
''Masal lütfen,''
Hale'nin benden uzak durması için elimi kaldırdım. ''Bir süre ne seninle, ne de Asal'la konuşmak istemiyorum. Git o kas yığınına da söyle, bu yaptığını onun fitil fitil burnundan getireceğim.''

VELİAHTLAR 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin