33

62.7K 3.7K 1K
                                    

MASAL

Uyanıkken kabus görmek ya da toplu halde aynı rüyayı görmek diye bir şey varsa, son birkaç gündür yaşadıklarımız tam anlamıyla buydu. Resmen ailenin merkezine Bahar adında bir bomba konulmuş, Asal tarafından bu bomba patlatılmıştı. Parçaları etrafa saçılırken tüm aileye saplanmış, bunları çıkarmak Cem Baba'ya düşmüştü. Onu hiç bu kadar çaresiz görmemiştim. Bir yandan ailesini toparlamaya çalışıyor öteki yandan bu olayın bizi birbirimizden koparmaması için uğraşıyordu. Babam gibi sevdiğim adama çok üzülüyordum ama daha çok üzüldüğüm bir kişi vardı.
Hale...
Nefret ettiği kızın öz kuzeni olduğunu öğrendiğindeki hali, sanırım hiçbir zaman gözlerimin önünden gitmeyecekti. Bir insan birinden nefret ederken, aynı zamanda sevmeyi deneyebilir miydi? Teyzemin ısrarı yüzünden Hale'nin bunu yapması gerekiyordu ama onun başarabileceğine inancım yoktu. Konu Asal'ken beni bile hiçe sayabileceğine inandığım arkadaşımın, hiç tanımadığı birini görmezden gelmesi zor olmayacaktı. Yine de sırf annesi için bunu deneyeceğini biliyordum.
Zaman gerçekten her şeyin ilacı olabilir miydi?
Aslında kıskançlığını bir kenara bıraksa, bence Bahar'ı severdi. Sonuçta bizim aksimize, öz kuzendiler, aynı kanı taşıyorlardı. En basitinden kan çekmesi diye bir olay vardı. Öte yandan Asal gibi bir odunu bile yontmasını becermiş, soğuk nevale haline biraz da olsa ısı vermişti. Bunu Bahar'ın sağladığını biraz düşününce anlamıştım. O kız hayatımıza girdiğinden beri Asal insan olmuştu, en azından bazı zamanlarda. Açıkcası Bahar'ı çok merak ediyordum ama henüz tanışma cesaretini gösterememiştim.
Ne de olsa o, ailemizi sarsan bir depremdi. Herkeste farklı bir şiddet bırakan, etkisi kişiden kişiye değişen bir afet.
''Masal!''
Kız meslek lisesine bakarak beynime doldurduğum düşüncelerden Emre'nin seslenmesiyle uzaklaştım. Başımı ona doğru çevirdim. Yürüyüşünden bir karın ağrısı olduğunu anlayınca da tamamen ona doğru döndüm. ''Ne yapıyorsun burada?'' diyerek karşıma oturunca omuz silktim. ''Kafa dinliyorum. Yalnız kalmak istedim.''
''Hale nerede?''
Tekrar omuz silktim. ''Biraz rahatsızmış, eve gitti,'' dediğimde dudakları ince bir çizgi halini aldı. Aslında rahatsız değildi. Sadece Asal'ı ve karşıdaki liseyi görmeye tahammül edemiyordu. Sanki her an Bahar karşısına çıkacak ve Asal'la yakınlaşacaklarmış gibi hissettiği için eve gideceğini söylemişti. Bu hissi yenmesine yardım edecektim ama yaşananlar şu anda çok taze olduğu için üzerine gitmek istemiyordum. Emre başını anladığına dair salladıktan sonra gözlerini etrafta dolaştırmaya başladı, bir yandan da parmaklarıyla masada ritim tutuyordu. Ağzında bakla ıslanmayan çocuk şu anda konuya nasıl gireceğini bilemiyor gibiydi. Sanırım biraz desteğe ihtiyacı vardı.
''Buraya ne yaptığımı ya da Hale'yi sormaya gelmedin'' dediğimde düşünceli bakışları bana döndü. Kaşlarım havaya kalkarken devam etmesini belli edercesine ona baktım. Bir süre hiçbir şey söylemeden bana baktı. Kafasında nasıl başlayacağını düşündüğüne emin olduğum için ''Evet'' dedim. Sabırsızlık en zayıf noktamdı ve şu anda sabrımı en son noktasına kadar kullanıyordum. Pes ettiğini belli edercesine omuzları düşen çocuk ''Yarışmaya çok az kaldı,'' dedi. ''Provaları falan geçtim, biz daha hangi şarkıyla yarışmaya katılacağımıza bile karar vermedik.''
''Bunu Asal ve Hale'yle konuşmalısın bence.''
''Konuşmadım mı sanıyorsun? En azından denedim. Son günlerde ikisi de bir garip, yan yana bile gelmek istemiyorlar sanki, geldiklerinde de gergin bir sessizlik.''
Emre ailede yaşanan olayları bilmediği için ikisinin arasındaki durumu garipsemişti. Asal ne olduğunu anlatmadığına göre bir bildiği vardı. O yüzden o konuya değinmeden ''Ee? Benim ne yapmamı istiyorsun? Şarkıyı seçip prova mı yapayım. Ne yani?'' dediğimde asıl söyleyeceği şeyin zamanı geldiğini anladım. Gözlerime umutla bakan Emre ''Ajanlığına ihtiyacım var,'' deyince ''Ne?!'' diye bağırdım. Sesimin cazgırlığından yüzünü buruşturan çocuk gözlerini kapatırken ''Tiz yerleri seninle mi çıksak ne yapsak?'' dedi. Ne ajanlığından bahsediyordu? Asal ve Hale'nin arasındaki sorunu öğrenmemi istemeyecekti herhalde. ''Ne ajanlığı?'' diye sorduğumda derin bir nefes alan Emre ''Okulların hangi tarz da yarışmaya katılacağını öğrenmeme yardım edeceksin'' dedi. ''Yok ya. Başka istediğin?''
''Şimdilik yok'' demesi sinirimi bozarken ''Okul okul gezip, ne söylediklerine mi öğreneceğim?'' diye devam ettim.
''En azından birkaçını...''
Gözlerim öfkeyle açıldı. İmkanım olsa ateşler saçar, Emre'yi şuracıkta küle çevirirdim.Belki de bu düşüncelerle ilk kez birini korkutmayı başarmıştım. Bakışlarımdan ürken çocuk ''Tamam bir tanesini,'' diye devam edince ''Sen ne dediğinin farkında mısın? Ayrıca neden ben?'' diye sordum. ''Çünkü o sırada ben grubu bir araya getirmeye çalışacağım.''
''Aklını mı kaçırdın Emre sen?''
''Kaçırdım. Valla billa kaçırdım!'' Benimkini aratmayan bir cazgırlıkla sesini yükseltirken ''Senin en yakın arkadaşın ve ikizin yüzünden ne yapacağımı bilmiyorum. Mucizevi bir şekilde yarışmayı katılmaya kabul eden Asal, kılını bile kıpırdatmıyor. Hale o kadar heyecanlanmıştı, yarışma deyince kaçarcasına uzaklaşıyor. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete modunda günleri geçiriyoruz. Yarışma kapıya dayandı. Tamam, Asal bateride harikalar yaratabilir, Hale'nin sesi büyüleyebilir ama bir şarkıda karar verip prova yapmazsak bizden bir cacık olmaz'' diye devam etti. O kadar hızlı konuşuyordu ki kelimelerin bazılarını anlamamış, ardından gelen kelimelere en uygun olanları kendim eklemiştim.
''Cacık konusu önemli tabi, sonuçta yoğurt faydalı bir-''
''Masal!'' diye bağırmasıyla olduğum yere sinerken ağzıma fermuar çeker gibi parmaklarımı dudaklarımın üzerinde gezdirdim. Sanırım bu durumu şakaya vurmasam can güvenliğim için önemliydi. ''Belki benim beğendiğim şarkıları, Hale söylemekte zorlanacak. Belki Asal bateride çalamayacak. Ya bu bir takım işi değil mi?''
Hiçbir şey söylemeden başımı evet anlamında salladım. ''Hadi Asal'ın ayak sürümesini anlıyorum. En baştan beri istemedi, peki ya Hale? Onun heyecanına ne oldu?'' dediğinde bilmediğimi belli edercesine dudağımı bükünce ''Bir şey söylesene Masal!'' diye bağırdı. Birkaç kişinin zaten gözü üzerimizdeydi, Emre'nin ayarsız sesi yüzünden de ara ara başka bakışlar bize çeviriyordu. Hayır sussam olmuyor, susmasam olmuyor, ortamı yumuşatmak için her zaman ki gibi saçmalasam hiç olmuyor.
''Diğer okulların gidip ne üzerine çalıştıklarını öğrensem, şu anda sana ne faydası olacak ki Emre? Sonuçta yine bir şarkınız olmayacak, yine prova-''
''En azından ne kadar ileride olduklarını görürüz, ona göre toparlanırız, ekstra çalışmalar yaparız ya da bu işi hepten bırakırız.''
Bırakırız derken ki ses tonu ve yüz ifadesi mutsuzluğunu ele veriyordu. Tek başına uğraşmaktan dolayı ilk günkü heyecanı yoktu. Aslında bu yaşananlar olmasa hepsinin dört elle bu işe sarılacağını biliyordum ama bunu Emre bilmiyordu. Belki grubu gerçekten bir araya getirebilirdi. Onlar toparlanırken rakip okulların ne seviyede olduğunu öğrenmek işlerini kolaylaştırabilirdi. Hiç kimse için uğraşmasam bile sırf Emre'nin mutluluğu için bunu yapmalıydım.
''Tamam''
''Anlamıyorsun Masal ya-'' İtiraza programlanmış arkadaşımın devreleri birkaç saniye sonra yanarken ''Tamam mı dedin?'' diye devam etti. Başımı evet anlamında sallarken ''Tamam'' dedim. ''Nereden başlayacağım?''
Tekrar gözleri umutla dolan Emre ''Önce yarışmaya hangi okulların katıldığını öğrenmeliyiz.'' dedi. Aklıma Enes ve Üniversitesi gelince sessizce yutkundum. Kim bilir yine kendimi nasıl rezil edecektim. ''Sonra aralarından seçim yaparız. Bir iki tanesini öğrensek yeter.''
Gözlerimi kısarak Emre'ye bakarken ''Hani bir okuldu?'' diye sordum. Birkaç saniye gözlerimin içine bakan çocuk ''Aman Masal,'' dedi. ''Oraya kadar gidip, bir okulun adını mı alacaksın?''
Çok biliyorsun sen gibi başımı iki yana salladım. ''Her şeyi çok bilen Emre, söyle bakalım. O birkaç grubu ben nasıl öğreneceğim?'' diye sorduğumda bunu hiç düşünmediğini belli eden bakışlarıyla ''Kayıt yaptırdığını yer söylemez mi?'' diye sordu. Bilmiyorum der gibi omuz silktim.Orada çalışanlarda forumları veren kız gibiyse, işim zordu. Çok fazla umutlanmaması için ''Denerim ama söylemeyebilirler,'' dedim.Umutsuzluğu gözlerindeki parıltıyı azaltınca eline vurdum. ''Hemen süngünü düşürme be. Bu zamana kadar benim elimden ne kurtulmuş, en kötü tanıdıkları devreye sokarız.''
Emre duyduklarına inanmamış gibi bakınca duruşumu dikleştirdim, cool bakışlarla ''Sen benim kim olduğumu biliyor musun?'' diye sordum. Dudakları yavaşça kıvrıldı ve yüzünde kocaman bir sırıtış belirdi.İşim zor olabilirdi ama imkansız değildi. Saate baktım, sanırım harekete geçme zamanı gelmişti. ''O zaman saatlerimizi ayarlayalım,'' diyerek ayağa kalktım. ''Charlie.'' Ufak bir kahkaha atan arkadaşım benimle ayaklanırken ''Angel,'' dedi sesini filmdeki gibi karizmatik bir tona bürüyerek.
''Planın en zor kısmı bende. Gerisi sende. Gazamız mübarek olsun.''
* *
Okuldan çıkıp soluğu üniversitede aldım. Sanki dejavu yaşıyordum. Yine formalarımla üniversitenin kapısına dayanmıştım. Tek farkla, bu sefer yalnızdım. Okuldan çıkarken ki cesaretim, yol boyunca azalmış, kapıyı görmemle yok olmuştu. Şu anda Hale'ye gerçekten ihtiyacım vardı ama onun daha zorlu bir sınavı vardı. Hem de kendiyle...
Güvenlikten geçip yürümeye başladım. Daha önce bir kez geçtiğim yolları hatırlamaya çalışırken, birkaç sefer kayboldum. Yine de 'Sora sora Bağdat bulunur, bulunmasa bile bütün yollar Bağdat'a çıkar' prensibiyle yürümeye devam ettim. Neyse ki kimseye sormama gerek kalmadan en sonunda doğru yolu bulmuş, istediğim yere varmıştım.
Gözüme ilk seferinden daha büyük görünen bahçede ilerlerken bana doğru gelen birini durdurdum ve yarışmayla ilgili nereden bilgi alacağımı sordum. Bilmediğini söyleyince başka birine sordum. Ondan da istediğim cevabı alamayınca başka birine...
Neyse ki en sonunda biri, okuduğu okuldaki gelişmeleri takip ediyordu ve bir yeri tarif etti. O binaya doğru ilerlerken gerildiğimi hissettim. Sanki tüm öğrenciler işini gücünü bırakmış beni izliyor, hakkımda konuşuyordu. Çaktırmadan etrafıma bakındım. Aslında kimsenin beni taktığı yoktu. Yine de izleniyor hissini bir türlü üzerimden atamıyordum.
Binaya girdiğimde karşıma çıkan bir kişiye daha aynı soruyu yönelttim. İkinci katta olduğunu söylediğinde merdivenlere doğru ilerledim. Tam birkaç basamak çıkmıştım ki, tanıdık bir ses kulaklarıma çalındı. Bu çocuk neden her seferinde üzerimde böyle bir etki bırakıyordu. Elim ayağım boşalırken etrafıma baktım. Enes ve geçen günkü arkadaşlarının aşağı indiğini görünce panikledim. Çocuk benden uzak dur diyordu, ben istemediğin ot modunda her seferinde onu selamlıyordum. Şu anda da kabak gibi merdivenlerin ortasındaydım ve beni görmesi an meselesiydi. Bir şey yapmalıyım derken etrafıma bakındım. Kahrolası okulda saklanacak tek bir çıkıntı bile yoktu. Önüme döndüğümde Enes'in görüş alanına girdiğimi fark ettim. Beni görmemiş olmasını dileyerek arkamı döndüm.Basamakları tek tek inmek yerine aşağı atlayıp koşarak bir yere saklanmayı planladım ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
Ayağımın yere değmesiyle, bileğimden çıt sesi gelmesi ve saniye geçmeden dayanılmaz bir ağrıyla çığlık atmam bir oldu. Dengemi sağlamaya çalışırken dizimin üzerine düştüm. Daha sessiz ama bir o kadar acılı bir inleme dudaklarımın arasından kaçtı. Bacağım kalçamdan itibaren karıncalanmaya başladı. Dizimdeki ve bileğimdeki ağrının bu uyuşma hissiyle yok olması gerekmez miydi? Sanki daha çok artıyordu. Gözlerim acımadan sulanmaya başladı. Arkamdaki seslerleayağa kalktım. Sekerek ilerideki koridora gitmeyi planladım. Düşecek gibi olduğumda ayağımı yere koydum. Tekrar inlememek için alt dudağımı dişledim. Sanırım bacağım kopmuştu. Bacağım kopmuş olmalıydı. Gözyaşları göz pınarlarımda akmak için bekliyordu. Gözlerimi sıkıca kapatmamla ayaklarımın havalanması bir oldu. Bacağımın havadaki serbest hareketiyle çığlık atıp, beni kucağına alan kişiye can havliyle tutundum.Burnuma dolan koku, kimin kolları arasında olduğumu anlamamı sağlamıştı.
''Sen benim başıma bela mısın?''
Enes'in sitemli sözleri bileğimin acısının yanında hiçbir şeydi. Gözlerimi araladım. Ona cevap vermek yerine garip bir şekilde duran ayağıma baktım.Yanağımdan birkaç damla yaş süzülünce gözlerimi kapattım, sanki bu sayede daha fazlasının gelmesini engelleyecektim. Enes koşarmış gibi yürümeye başladı. Bir elimle parfüm kokusunun buram buram yayıldığı tişörtü sıkıca kavradım.Diğer elimi yumruk yapıp inlemelerimi bastırmak için ağzıma dayadım. Etraftaki sesler uğultu gibi kulaklarımda dolaşıyordu.
Soğuk soğuk terlediğimi hissediyordum. Yüzüme çarpan havayla dışarı çıktığımızı anladım. Rüzgar, içimde oluşan ateşi söndüremiyor, sanki daha da güçlenmesini sağlıyordu. Enes'in adımları ayağımı sarsıyordu. Bileğimin acısına daha fazla dayanamayıncasessizce ağlamaya başladım.Kısa bir an duraksayan çocuk bir anda koşmaya başladı.Tamamen boynuna sarıldım ve başımı kollarımla boynu arasındaki ufak boşluğa gömdüm. Kokusu daha yoğun bir şekilde burnuma dolmaya başladı. Normalde beni sardığı an garip bir heyecanla dolup taştığım koku, şu anda benim için hiçbir şey ifade etmiyordu.
Kısa bir an sonra tenimi yalayıp geçen rüzgar yok oldu. Enes temposunu düşürdü. Sıkı sıkı yumduğum gözlerimi aralayıp başımı gömdüğüm yerden çıkardım. Hastaneyi andıran bir yerdeydik. Enes beni dikkatli bir şekilde bir odaya sokarken doktor olduğunu düşündüğüm adam ayağa kalktı.
''Ne oldu?''
Beni dikkatlice sedyeye oturturken ''Merdivenden atladı. Çok değil 2-3 basamak,'' dedi. Burnumu çekerken bulanık gözüken Enes'e baktım. Beni görmüştü, beni görmesin diye yaptığım atraksiyon boşunaydı. Allah senin belanı, salaklığınla vermiş Masal!Bileğimdeki elle çığlık atarken bakışlarımı Enes'ten Doktor'a kaydırdım.
''Tamam, yok bir şey'' diyerek bileğimi rahat bırakan adama ters ters baktım ama obeni umursamadı. Enes'e bakarak ''Bileği dönmüş'' dediğinde dehşetle iç çektim. Ne demek dönmüş, ne olacak şimdi? Allah'ım ameliyat mı olacağım. Olmaz. Ben iğneden korkuyorum. İstemem...
''Ne yapacağız?'' diye sorduğunda merakla adamın iki dudağı arasından çıkacak cümleyi bekledim. Bir Enes'e bir doktora bakıyor, bakışlarına anlam vermeye çalışıyordum. Nedense içimden bir ses hoşuma gitmeyecek bir şey yapacaklarını söylerken doktor bana doğru döndü.
''Bu biraz acıyacak küçük hanım ama inan bana daha iyi hissedeceksin.''
Can havliyle Enes'e baktım. O da bakışlarını doktordan bileğime sonra da yüzüme kaydırdı. Onun nasıl bir karakter olduğunu bilmesem benim için endişelendiğini düşünürdüm. Üzerimdeki gerilimden nefes alışveriş hızım bile artmıştı. Bedenim korkudan yay gibi gerilmiş, ellerim titremeye başlamıştı.
''Ne yapacak?''
Son hecelerimi gözyaşlarım yutarken başımı öne eğdim. Daha fazla beni ağlarken görmesini istemiyordum. Kim bilir bu iş bittikten sonra benimle nasıl dalga geçecekti. Resmen kendin ettin kendin buldun kızım. Dalga geçmesin de napsın! Derin nefesler almaya çalışarak göz yaşlarımı durdurmaya çalıştım. Dişlerimi o kadar sıkıyordum ki ağzımın içinin uyuştuğunu hissediyordum. Yanağımda hissettiğim sıcaklığı birkaç saniye de olsa geç fark etmiştim. Kısa bir an bile olsa titreyen bedenim durdu, ne olduğunu anlamaya çalışan beynim kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Başımı kaldırmaya çalışan Enes'e daha fazla karşı koyamadım. Gözlerindeki ifadeye anlam veremiyordum. Tıpkı başparmaklarıyla yanağımdan süzülen yaşları silmeye çalışmasına veremediğim gibi...
''Beni dinle...''
Sesi öyle bir tonda çıkmıştı ki, karşımda bir an babamın olduğunu sandım. ''Bana borçlusun, hatırlıyor musun?'' diye sorduğunda titrek bir nefes alarak başımı evet anlamında salladım. Başparmaklarıyla yaşları silmeye devam ederken ''Şu anda bana borcunu ödemeni istiyorum,'' dedi. Sesi o kadar otoriter çıkmıştı ki kaşlarım biraz daa çatıldı. Bu ne demekti şimdi? Resmen koyun can derdinde kasap ise et. Adam benim bacağımı kesecek belki, bu borç ödemekten bahsediyor. Şu dayanılmaz acı olmasaydı ben sana iki üç laf söylerdim ama, neyse... Enes bakışlarını doktora kaydırdı. Kısa bir an doktora bakıp tekrar ciddi yüz ifadesi olan çocuğa döndüm. Aklından ne geçiyordu bunu? Hafifçe başını sallayıp tekrar bana döndü. Daha ne olduğunu soramadan beni kendine çekmesi ve dudaklarını benimkilerin üzerinde hissetmem bir oldu.
Enes Sert'in nefesi benimkine karışıyordu.
Nikotin tadı ağzımda dolanıyordu.
Aşık olduğum adam beni öpüyordu...

* *

Küçükken ilk öpücüğümün nasıl olacağını hayal ederdim ama asıl merak ettiğim şey, o sırada ne hissedeceğimdi. Kitaplarda okuduğum gibi kelebekler ağzımdan mı çıkacaktı yoksa bedenim bir kuş misali sevdiğim adamın kollarına mı teslim olacaktı. Sürekli içimden onu sevdiğimi mi söyleyecektim ya da bu anın hiç bitmemesini mi dileyecektim...
Şu anda yaşadığım hislerin hiçbiri bu düşüncelerin yakınından geçmiyordu. Çünkü tanrım bu adam profesyoneldi. Kendimi her zaman yaşıtım biriyle öpüşüyor hayal ederdim. Çok fazla ilişkisi olmamış, belki de benim gibi hiç ilişkisi olmamış acemi olan biriyle. Sadece dudaklarımızın temas ettiği masum bir öpücük...
Ama Enes on yedi sene boyunca hayalini kurduğum şeyleri tek bir dokunuşuyla yıkmıştı. Dilini o kadar ustaca kullanıyordu ki, panikten terlemeye başlamıştım. Bunun bana iğrenç gelmesi gerekiyordu. Hatta onu itip suratına okkalı bir tokat geçirmem lazımdı ama ben onun için yeterince iyi olmadığımı düşünüp, karşılık veremediğim dokunuşları yüzünden üzülüyordum. Sadece bir saniyeliğine gözlerimi açıp ona bakmak istedim ama kahretsin ki, bana bakıyor olma düşüncesi yüzünden bunu yapamamıştım. Göz göze geldiğimiz anı hayal ettikçe mideme ağrılar giriyordu. Aklımda sürekli öpüşmemizle ilgili ne düşündüğü vardı? Okula gelene kadar karpuz çilekli sakız çiğnemiştim. Acaba yine de ağzım kokuyor muydu?
Allah'ım Enes Sert bir nefes uzağımda duruyordu ve ben hala nasıl bayılmadığımı anlayamıyordum. Bir anda emilmekten uyuşmuş olan dudaklarımda hafif bir esinti hissettim. Sıcak bir yaz gününden kalan meltem gibi...
Enes'in benden ayrıldığını birkaç saniye sonra fark etmiştim. Kalbim hiç sakinleşmeyecekmiş gibi çarpıyordu. Hala gözlerimi açmamıştım. Çünkü Enes'in nefesini hala yüzümde hissediyordum. Ürperdim, tüylerim diken diken oldu.
''Geçmiş olsun.''
Doktorun sesi beni düşüncelerimden sıyırıp almış, gerçek dünyaya bırakmıştı. Unuttuğum bir şey aklıma geldi. Bileğim... Enes'in bakışlarını üzerimde hissetsem de yavaşça kirpiklerimi araladım. İlk baktığım şey ayağımdı. Allah'ım en az iki numara büyümüştü.
''Delikanlı şu dolabın üst rafındaki merhemi alıp arkadaşının ayağına sürer misin? Ben de o sırada depodan bandaj getireyim.''
Doğru mu duymuştum? Kendini beğenmiş, egoist, ukala çocuk benim ayağıma merhem mi sürecekti? Bakışlarımı hızla ayağımdan Enes'e kaydırdım. Sanırım az önce bir tür halüsinasyon görmüş, öpüşmemizi kafamda uydurmuştum. Çünkü bu ifadesizliğinin başka bir açıklaması yoktu. İnsan ufakta olsa, birkaç saniye öncesini anlatabilecek bir ifadeyi yüzüne takınır...
Doktor revirden çıkarken Enes'te söylediği dolaba doğru ilerledi. Gerçekten ayağıma merhem sürmeyecekti değil mi? Dolabı açıp bir süre bakındıktan sonra elinde uzun dikdörtgen bir kutuyla geri döndü. İçinden çıkardığı prospektüsüne göz gezdirirken şaşkınlığımı gizlemekte zorlanıyordum.
''Doğru merhem olup olmadığına bakıyorum. O yüzden bana ağzı açık ayran budalası gibi bakmayı kes!''
Ona baktığımın farkındaydı. Hatta ona nasıl baktığımın da farkındaydı. Kâğıdı yerine koydu ve merhemi eline aldı. Şişmiş ayak bileğime bakarak kapağını açtıktan sonra iki parmağının ucuna şeffaf kremi döktü. Gözümü bile kırpmadan Enes'i izliyordum. Bu anın hiçbir saniyesini kaçıramazdım. Hatta daha şimdiden bu anı Hale'ye nasıl anlatacağımı bile düşünmeye başlamıştım. Merhemli parmaklarını şiş yere dokundurunca içimi çektim ve ayağımı kendime doğru çekmeye çalıştım. Bir an duraksadı. Bana bakacağını sandım ama o bana bakmak yerine bacağımı dizimden sedyeye sabitledi ve ondan beklenmeyecek naziklikte merhemi bileğime sürmeye başladı. Soğuk krem, parmaklarının ovalamasıyla yerini sıcaklığa bırakıyordu. Kalbim bugünkü yaşadıklarımın etkisiyle düzensiz bir şekilde atıyordu. Enes çok ciddi bir iş yapıyormuş gibi kaşlarını çatmış, sadece bileğime odaklanmıştı. Bileğimdeki ağrı hala vardı ama sanki parmak hareketleriyle yavaş yavaş azalıyordu.
''Sürdün mü?''
Doktorun içeri girdiğini bile fark etmemiştim. Adam bize doğru gelince Enes kenara çekildi. Bileğimin durumuna bakarken ''Reçetene bu merhemi yazacağım. Sabah akşam süreceksin,'' dedi. Ayağıma bandajı takarken ''İlk zamanlar zonklayıcı bir ağrısı olacaktır. Bunun içinde ağrı kesici verelim,'' dedi. İşi bittikten sonra masasına doğru ilerledi. Yavaşça sedyeden kalktım. Ayağımın üzerine basmamla acıyla iç çekmem ve dengemi sağlayamayıp Enes'e tutunmam bir oldu. Daha doğrusu bunu bekliyormuş gibi o beni tutmuştu. Gözlerine kaçamak bir bakış attım. Bana öyle bir bakıyordu ki, sevinsem mi üzülsem mi bilemiyordum.
''Bir süre ayağının üzerine basmazsan iyi olur,''
Bunu şimdi mi söylüyorsun Doktor Bey Amca? İş işten geçmeden, ayağıma basmadan nasıl yürüyeceğimi de söyle bari? Çünkü bensek sek oynarken bile, daha ilk rakamına basıp taşı alamadan yere düşen bir kişiyim.''Hatta çok fazla sarkıtmamaya çalış.'' Doktor önündeki kâğıda bir şeyler karaladı ve yerinden koparıp bana uzattı.
''Bundan sonra daha dikkatli ol. Tekrar geçmiş olsun,''
Enes beni bırakıp reçeteyi eline aldı. Sedyeye tutunarak seke seke yürümeye çalıştım. Katladığı kağıdı kotunun cebine koyan çocuk yanıma gelip koluma girdi. Boş bulunup şaşkın şaşkın Enes'e baktım. O bana bakma gereği duymadan ''Yürü ufaklık,'' dedi. Neredeyse tüm ağırlığımı yüklenmişti. Yine de zar zor yürüyordum. Dışarıya çıkmamızın saatlerimizi alacağını düşünürken bir anda ayaklarım yerden kesildi. Yürüyen ego, beni ikince kez kucağına almıştı. Olayın şokuyla ufak bir çığlık attım. Koridordaki birkaç kişi bize doğru döndü. Bir elimle Enes'e tutunmaya diğer taraftan eteğimi kapatmaya çalışıyordum. Kim bilir buraya gelirken kimler pembe renkli donumla selamlaşmıştı. Allah'ım düşüncesi bile yanaklarımın kızarmasına neden oluyordu.
''Kız kaçırıyor muamelesi yapmayı kesmezsen, taksiye kadar yürümek zorunda kalırsın.''
Ne zaman bu kadar düşünceli olmuştu? Beni taksiye kadar bırakacak mıydı yani? Bakışlarını bana çevirip ''Eve mi bırakmamı isterdin?'' diye sorduğunda nefesimi tuttum. Şu anda burunlarımızın uçları birbirine değecek bir mesafede birbirimize bakıyorduk ve onun verdiği her nefes benim dudaklarıma çarpıyordu. İlk kez sesli düşünmem umurumda değildi. Hatta hiçbir şey umurumda değildi. Aklıma birkaç dakika önceki öpüşmemiz geliyor, içim tatlı bir gıdıklanma hissiyle kıpır kıpır oluyordu.
''Enes!''
İkimizde başımızı aynı anda sesin geldiği yöne çevirdik. Sanki uygunsuz bir vaziyette basılmışız gibi yanaklarım anında ısınmıştı. Deniz bize doğru gelirken kısa bir an duraksadı. Sanırım o da bizi bu durumda bulmayı beklemiyordu. Daha sonra daha hızlı bir tempoda bize doğru koştu.
''Ceza Hukukundan yoklama alacaklarmış.''
Ceza Hukuku mu? Allah'ım Enes, Hukuk öğrencisi miydi? Avukat mı olacaktı? Belki de savcı, hakim... Sonuçta adaletin temsili olacaktı. Bakışlarımı kalın kaşlarını olabildiğince çatmış, sert bir şekilde arkadaşına bakan Enes'e çevirdim. Yok yazılacak olması onu neden bu kadar sinirlendirmişti?
''Emin misin?''
Deniz nefes nefese başını evet anlamında salladı. Enes'in bakışlarını bana kayınca irkildim. Konuşmadan gözlerimin içine baktı. Bir şeyler düşündüğünü hissediyordum. Deniz'e dönüp saati sordu. Derslerinin başlamasına beş dakika kaldığını öğrendiğinde hızla yürümeye başladı. Sarsılan ayağımı umursamadan düşmemek için Enes'e sıkıca tutundum. Dışarı çıkmamızla rüzgar yeni kesilmiş çimlerin kokusunu burnuma kadar getirdi. Derin bir nefes aldım. Bu kokuyu seviyordum. Nedense bana çocukluğumu hatırlatıyordu. Bir anda ayaklarımın yere değdi. Hafifçe iç çekerken bandajlı ayağımı havaya kaldırdım.
''Hizmetimiz buraya kadar ufaklık.''
Daha ne olduğunu anlayamadan cebinden çıkardığı reçeteyi elime tutuşturdu. ''Bundan sonrasını tek devam etmek zorundasın.'' Bir derste yok yazılmak, benim şu andaki halimden daha mı önemliydi? Hem de onun yüzünden bu haldeyken.Adaleti bu muydu? Bu mu adaletin temsili olacaktı? Adaletsiz adalet! Cevap bile vermemi beklemeden arkasını dönüp koşar adım yürümeye başladı. Deniz kısa bir an, acıyormuş gibi bana baktıktan sonra o da aynı hızda peşinden ilerledi. Git tabi... Sen de git. Düşene bir de sen tekme vur gıcık! Resmen koca kampüsün ortasında, sakat ayağımla tek başıma kalmıştım.
Buraya boşu boşuna gelmiş, bir de yaptığım salaklıkla kendimi sakatlamıştım. Bir dakika, yalnızca bir dakika ne yapacağımı düşündüm. Babama okuldan kaçtığımı söyleyemezdim. Asal'a burada ne işim olduğunu açıklayamazdım. Hale zaten evden çıkıp beni almaya gelmezdi. Hoş gelmeye kalksa bile ben ondan önce eve varabilirdim. Emre'nin ise beni alabilecek bir arabası yoktu. Zaten şu anda derste olmalıydı. Her halükarda taksi kullanmak zorundaydım ama taksiye kadar gitmek, tahmini olarak bir kilometreyi seke seke kat etmekti.
Başa gelen çekilir diye düşünerek sekmeye başladım. Zar zor dengemi sağlıyordum. Düşecek gibi olduğumda duraksıyor, soluklanıyor ve daha sonra tekrar ilerlemeye devam ediyordum. Ter içinde kalmıştım. Sanki çölleri aşmışım gibi hissetsem de, arkama baktığımda sadece dört metre ilerleyebildiğimi fark ettim. Hayal kırıklığıyla önüme döndüm. Sekerek bu okuldan ayrılmamın günlerimi alacağını anladığımda bandajlı ayağımın üzerine basmaya çalıştım.
Bir anda belime bir şey sarılması ve ayaklarımın havalanması bir oldu. Bu sefer korkuyla çığlık attım, beni tutan kişiye baktım.
''Enes?''
Şaşkınlığımı sesim açığa vurmuştu. Başımı eğdim ve bacaklarıma örtülmüş olan siyah hırkaya baktım. Az önce üzerindeki hırka değil miydi bu? Eteğimin açılma ihtimalini düşündüğü için üzerinde mi çıkarmıştı yani? O zaman o da ilk seferinde benim gibi telaştan bunu düşünememiş olabilir miydi? Enes? Ukala Enes?
''Tek bir kelime bile etmeyeceksin.''
Enes'in nefes nefese olan sesini duyduğumda bakışlarımı ona kaydırdım. Az önce gittiği yöne doğru koştuğunu fark ettiğimde kaşlarımı çattım. Okulun çıkışı tam zıt tarafta kalmamış mıydı? Başımı asıl gitmemiz gereken yere doğru çevirdikten sonra ''Nereye gidiyoruz?'' diye sordum.
''Tek bir kelime etmeyeceğinden kastım, ağzını açmamandı ufaklık.''
Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı tamam anlamında salladım ve Enes'e daha sıkı tutundum.Yaşadığım olayların şokundan ayağımın ağrısını bile unutmuştum. Beton görünümlü bir binaya girdik. Her şey gereksiz resmiydi. Dekorasyonundan, içindeki insanlara kadar... Burası hukuk fakültesi olmalıydı ve Enes bu ortamda cami avlusuna bırakılmış bebe gibi duruyordu. O derece alakasız...
Üzerimize gelen öğrencilerin bakışlarından kaçmak için başımı Enes'in boynuna gömdüm. Her ne kadar bu durumda olmak hoşuma gitse de, bir yanım utanmama neden oluyordu. Benim gibi özgüven sahibi birini bile bu hale sokabildiğine inanmıyordum. Nefes almamla erkeksi bir koku burnuma doldu. Sertti ama birkaç saniye geçtikten sonra üzerinde farklı bir etki bırakıyordu. İç kıpırdatıcı... Daha derin bir nefes alıp, Enes'in aşık olunası kokusunu ciğerlerime hapsetmeye çalıştım. Sanırım ömrümün sonuna kadar bu kokunun beni sarmasına izin verebilirdim.
Merdivenlerden çıkarken bir an duraksadık. Enes beni havaya kaldırarak kollarının pozisyonunu düzeltti. Hadi ama... Senin gibi kas yığınının benim gibi ufak bir şeyi taşıyamadığına inanmamı beklemiyorsun değil mi? Daha sonra merdivenleri çıkmaya devam etti. Belimde hissettiğim serinlik yok olmuştu. Bir anda yaptığı şey kafama dank etti; belim açılmıştı ve Enes'te bunu fark edip çaktırmadan düzeltmiş miydi yani?Bu çocuğa ne olmuştu böyle? Gerçekten durumunu iyi görmüyordum...
Bir anda yavaşladık. Nereye geldiğimize bakmak için gözlerimi etrafta dolaştırdım. Geniş bir koridordaydık. Bir sürü kapı vardı. Önünde de ufak tefek öğrenci grupları. Dehşetle iç çekip Enes'e baktım. Beni ceza hukuku mu neyse o derse mi sokacaktı? Neden? Enes ayağıma dikkat ederek beni gürültülü bir sınıfa soktu. Gözlerim fal taşı gibi açılırken bedenimin kas katı kesildiğini hissettim. Burası bizim okulun spor salonu kadar büyük bir sınıftı.
''Amfi''
Enes'in fısıltısıyla bakışlarımı ona çevirdim. ''Burası bir amfi ufaklık.'' Yine, yeni yeniden sesli düşündüğümü anlamıştım ama şu anda bunu umursayamayacak kadar şaşkındım. Enes bana açıklama yapmıştı. Eğer bunu ufakta olsa kendini suçlu hissettiren vicdanı yaptırıyorsa, ben sürekli salaklık yapıp kendimi sakatlamaya razıydım.Amfinin arka kapısından girdiğimiz için herkesin sırtı bize dönüktü. Henüz kimse bizi fark etmedi diye sevinirken tek tük gözler bize çevrilmeye başladı. Yanaklarımdaki ateş eski yerini almaya başlamıştı. Enes amfinin merdivenlerinden indikçe daha çok bakış üzerimize toplanıyordu. Deve kuşu olsam, şu anda başımı toprağa gömerdim. Hayatınızda hiç üniversiteli birinin liseli birini kucağında taşıdığını görmediniz? Ne bu türümüzün tek örneği gibi olan bakışlar...
Ortalarda oturan Deniz'in yanına geldiğimizde Enes dikkatli bir şekilde beni yere bıraktı. Kolumu bırakmadan yerine geçti. Dolayısıyla beni de kendine doğru çekti. İkisinin ortasına oturdum. Amfi hınca hınç doluydu. Sırtımda birçok gözün olduğunu hissediyordum. Özellikle de kızların...
Uğultu yavaşça kesildiğinde etrafıma bakındım. Ön kapıyı kullanarak içeri giren kişi, hoca olmak için fazla geç, öğrenci olmak için fazla yaşlıydı. Kesilmeye ihtiyacı olan siyah saçları bukleler halinde kulaklarının üzerine ve alnına dökülüyordu. Sanki saygın bir görüntü kazanmak için şekil verilmeye çalışılmıştı ama isyankar saçlarının daha günü tamamlayamadan darmadağınık olduğu açıkça belli oluyordu. Kibar bir ifadeyle ''Nasılsınız çocuklar?'' diye sordu. İngiliz aksanı vardı. Ses tonu sıcak ve dostaneydi. ''Ben Edward Moore. Artık ceza hukuku derslerini birlikte işleyeceğiz.''
''İngiliz misiniz?''
Bu dahice çıkarım, iki sıra önümde oturan, parıltılı bir üst giymiş, sarışın, Marilyn Monroe sesli kız tarafından yapılmıştı. Enes'e bakışlarımı çevirdim. Dikkatli bir şekilde hocayı izliyordu. Yoklama için bu kadar telaşlanmasının nedeni, yeni hocayla ilk günden papaz olamamak için miydi? Enes gibi biri, gerçekten derslerini önemsiyor olabilir miydi?
''Dönemin geri kalanında birbirimizi tanıyacağımızı düşündüğüm için, bugün İhsan Hoca'nın bıraktığı yerden dersimize devam edelim.''
Harry Potter gibi konuşan adam ön sıralarda oturan öğrencilere doğru ilerledi. Ben de fırsattan istifade neden burada olduğumu sormak için Enes'e döndüm. Bana baktığını görünce boş bulunup irkildim. Ne zamandan beri beni izliyordu?
Gözleri yavaşça aşağı kaydı. Kaşları hafifçe çatıldı. Onun bu halleri nedense beni tedirgin ediyordu. Onu neyin rahatsız ettiğini görmek için başımı eğdim. Bir an bana doğru eğilip ayağımı yakaladı ve hafifçe ona doğru dönmeme neden olacak şekilde havaya kaldırıp kucağına koydu. Şaşkın bir ifadeyle alnım kırışmıştı.
''Doktoru duydun,'' diye fısıldayarak tahtaya döndü. Neye tepki vereceğimi şaşırmıştım. Enes'in dikkatli bir şekilde doktoru dinlemesine mi yoksa bu uyarıyı unutmayacak kadar önem verip beni düşünmesine mi?
''Benim burada ne işim var?''
Fısıltımla bakışlarını bana çevirdi. ''İnan bana bunu bende merak ediyorum.'' Böyle bir cevap vermesini beklemediğim için afallamıştım.
''Şimdi sadece sus ve ders bitene kadar sıradan bir hukuk öğrencisiymişsin gibi davran.''
Daha önce hiç hukuk öğrencisi görmediğim için ''O nasıl olacak?'' diye sordum. Enes abartılı bir şekilde gözlerini devirdi. Daha sonra beni izle der gibi bana baktı. Tahtaya dönüp, moron gibi bakmaya başladı. Onun bu halini görünce kıkırdadım ve bir anda beklenmediğim bir şey oldu.
Enes Sert benim gülümsememe keyifli bir şekilde dudaklarının kenarını kıvırarak karşılık verdi. Gülüyordu. Hem de... Bir dakika ya, gamzesi mi vardı onun?
* *
Gerçekten hukuk öğrencisi olmak için bir moron olmak gerekiyordu. Olmasan bile, dersin sonuna doğru morona bağlıyordun. Ben kesinlikle hukuk okuyamazdım. Bir kere gereksiz bir ciddiyet vardı. Kimse konuşmuyor, sadece hocanın ağzından çıkan şeyleri not alıyordu. İngiliz aksanlı hocanın ses tonuyla anlattıkları birleşince masaldan farksızlaşıyordu. Bu kadar dikkatli ders dinlemeyi nasıl becerebiliyorlardı? Göz kapaklarım gittikçe ağırlaşıyor, uyumakla uyumamak arasındaki ince çizgi de bir ileri bir geri gidiyordum. Ara ara elime dayadığım başım da düşmese kesinlikle derin bir uykuya dalardım.
Yarı açık gözlerimle aşık olduğum adamı izlemeye başladım.Her zamankinden daha sert görünüyordu. Hocasının söylediklerini not almıyor ama sanki her şeyi tek tek kafasına kazıyordu. Başımı öteki tarafa çevirdiğimde Deniz'in, arkadaşının aksine not aldığını fark ettim. Duraksadı. Elindeki kurşun kalemi parmaklarının arasında döndürdü. Yüzüne baktığımda gözleri tahtada kafası başka bir yerde gibiydi. Daha sonra tekrar yazmaya başladı. Ne yazdığına bakmak için başımı koluma dayadım. Kalem hareketleri adamın ağzından çıkanlarla uyuşmuyordu. Hafifçe doğruldum ve Deniz'in kağıtlarına daha dikkatli bir şekilde bakıp yazdıklarını okumaya çalıştım.

''Benden öncesi de vardı, sonrası da olur... Unut beni
Senden öncesi hardı, sonrası yangın... Yakma beni.''

Sesli okumuş olacağım ki Deniz elini yazdığı şeylerin üzerine kapatarak başını bana doğru çevirdi. Bakışlarıyla sanki yanlış bir şey yaptığımı anlatmaya çalışıyordu. Alt tarafı birkaç sözü neden bu kadar dert etmişti ki?
''Önüne dön.''
Aman iyi be der gibi başımı Enes'in olduğu tarafa çevirdim. Bir an bakışlarını üzerimde hissedince irkildim. Koca ders boyunca dikkatini çekemediğim çocuğun bana bakması için illa arkadaşının konuşması mı gerekiyordu? Ne oldu der gibi başımı salladım. Sadece gözlerimin içine anlam veremediğim bir şekilde bir süre baktı ve tahtaya döndü. Deniz'le konuşmamdan rahatsız mı olmuştu? Sanki bakışlarında tonlarca yük vardı ve onları üzerimden çekmesiyle kuş gibi hafiflemiştim. Deniz'in belli belirsiz mırıldandığını duyduğumda bir süre ne söylediğini anlamaya çalıştım. Daha sonra söylediği sözleri duydum. Şarkı sözü mü yazıyordu o?
Aniden Deniz'e döndüm. Mırıldanıp başıyla ritim tutmasını son anda yakaladım. Boştaki eliyle alt dudağını çekiştiriyordu. Benim ona baktığımı fark edince elini, normalde sessiz ama pür dikkat dersi dinleyen sınıfa göre sesli bir şekilde yazıklarının üzerine kapattı. Çevremizdeki birkaç göz bize doğru döndü. Hoca'nın da bakışları kısa bir an bizimle buluştu. Utanarak başımı öne eğdim. Enes'in yine beni izlediğini kaçamak attığım bakışla fark etmiştim. Bu sefer kalın ve biçimli kaşları çatıktı. Onu tanımasam kıskandığını düşünürdüm. Tabi ki beni değil, en yakın arkadaşını... Dikkatin tekrar derse döndüğünü anladığımda Deniz'e doğru başımı çevirdim. Bu sefer gözleri tahtada eli hala yazdıklarının üzerindeydi. Alt tarafı birkaç söz. Neden bu kadar gizliyordu ki?
''Şarkı sözü mü yazıyorsun?''
O kadar sessiz konuşmuştum ki, ben bile birkaç saniye sadece bunu aklımdan mı geçirdim diye düşündüm. Deniz gözlerini tahtadan bana kaydırdı. Sıkılmıştı, bıkmıştı, hatta biraz da sinirlenmişti. Neden?
''Seni ilgilendirmez,'' diyerek konuyu kestirip attı. Sanırım geçen günkü yaklaşımım yüzünden hala yıldızımız barışmamıştı. Hoş, en son barda Hale'ye yardım etmişti. Dersten önce de acımış gibiydi ama tabi bu durum bana garezi olmayacağı anlamına gelmiyordu. Önündeki kağıtları toparladı. O sırada İngiliz aksanlı yakışıklı da dersin bittiğini söyledi. Sanki şalter kaldırılmış gibi amfiden sesler yükseldi. Yatar gibi olan pozisyonumdan doğruldum. Oturuşumu ne kadar dikleştirirsem dikleştireyim etrafımdaki herkes ayaklanınca kendimi küçücük hissetmiştim. Enes'in bana neden ufaklık dediğini şu anda anlıyordum. Onlara göre ben ufaklıktım.
Cilveli bir kız sesi, ''Selam çocuklar!'' dedi. Bakışlarımı sesin sahibine, uça doğru grileşen siyah saçları olan, kocaman bal rengi gözlü kıza çevirdim. Makyaj namına yaptığı tek şey, dudağına sürdüğü bordo rujdu. Kirpikleri o kadar uzun ve koyuydu ki, rimele gerek bile duymadığına emindim. Güzeldi, hatta çok güzeldi. Sanki beni tanıyormuş da nereden tanıdığını çıkaramıyormuş gibi bakan kız, Enes'e döndü ve ''Çağla mı?'' diye sordu. Bir anda boğazıma yumru oturmuştu. O kimdi? Bu kimdi? Enes'le ne bağlantısı vardı? Allah'ım bu çocuğun etrafında neden bir sürü kız vardı? Daha bu kızın kim olduğunu anlamadan bir de başımıza Çağla diye biri mi çıkmıştı yani? Of of!
Çağla olmadığımı söylediğinde kız 'O zaman bu kim?' der gibi baktı ama Enes ona cevap vermek yerine ayağımı dikkatlice kucağından indirdi. Kızın gözleri son anda bu hareketi yakalamıştı. Kaşları çatıldı. Neden ayağımın Enes'in kucağında olduğunu sorguluyor gibi duruyordu. Enes ayağa kalktı. Bende masadan destek alarak ayağa kalktım. Şişmiş bileğime şimdi de uyuşmuş bacak eklemişti. Harika...
''Enes, akşam yine Darkness'da çıkacak mısınız?''
Çıkmak mı? Bar da çalışmasını anlayabilirdim ama neden sanki sahne alıyorlarmış gibi konuşmuştu? Sanki bacağımla ilgileniyor gibi yaptım ve kızın konuşmasına kulak kabarttım. ''Ona göre kızları toplayıp geleceğim,'' dediğinde gözlerim kısıldı. Bak yelloza, kendi yetmiyor ekürileriyle geliyordu ama nereye?
''Aynı saatte,''
Demek aynı saatte! Yazın bara gelmemden rahatsızdın. Bu kızların gelmesinden değilsin demek ki... ''Harika.'' Bir an kendimi dış kapının dış mandalı gibi hissettim. Anca konuşmalardan kendi çapımda yorum yapıyordum. Hiçbir şeyden haberim yoktu ve sanki olmasın diye ekstra çaba sarf ediyorlardı. Bu gizem niyeydi? Bir şarkı sözü yazar saklar, diğeri bir barda sahne alır saklar. Dur bir dakika... Yoksa Enesler de mi yarışmaya katılıyordu? Bu gizem ondan dolayı olabilir miydi? Olur mu olur... Belki Deniz gün boyu yarışma için şarkı sözleri yazıyor, akşamları da Darkness denen yerde onları bestelemeye çalışıyorlardı.
Kız akşam görüşeceklerini söyleyerek alt dudağını ısırıp göz kırptı. Bu çiftleşme çağrısı gibiydi. Anında gözlerimi Enes'e çevirip bir karşılık verip vermediğine baktım. Çapkın tebessümü mideme ağrıların saplanmasına neden oldu. Sabah beni öpüp, akşam bu kızı altınıza alamazsınız Enes Bey. Ben de Masal'sam, hem sizin çiftleşmenize kara kedi gibi girerim, hem de yarışmaya nasıl hazırlandığını öğrenirim.
Kız yanımızdan ayrıldı. Bir süre kıvırta kıvırta yürümesini izledim. Daha sonra Enes'e döndüm. O da halinden memnunmuş gibi kızın ardından bakıyordu. Bu daha da sinirlendirmişti. Bakışlarını beni çevirdi. Yine ifadesizleşmişti. Benim haricimdeki tüm kızlara haremiymiş gibi bakıyordu. Bana ise, dünya ahiret bacısıymışım gibi... Önce öp, sonra kardeş ayağına yat. Yok öyle bir dünya. Bu saatten sonra ya benim olacaksın Enes Sert, ya da benim olacaksın. Tek kaşı havaya kalkınca başımı iki yana sallayarak düşüncelerimden gerçek dünyaya döndüm. Onun ifadesizliğine karşı yapmacık bir gülümsemeyle düşüncelerimi saklamaya çalıştım.
''Beni artık taksiye bırakır mısın?''
* *


* *

Sosyal medya hesapları:

Blogum:
http://yazar-cizer-tubutubu.blogspot.com.tr/

Kitabın blogu: http://veliahtlar.blogspot.com.tr/

Serinin blogu: http://karanlikaskserisi.blogspot.com.tr/

İnstagram kullanıcı adım: tubux2

Twitter kullanıcı adım: tuptubu

Snap kullanıcı adım: tubux2

Facebook kullanıcı adım: Tuğçe Aksal

Facebook grup: Wattpad / Tubutubu Hikayeleri

Facebook sayfa: Karanlık aşk - wattpad -

Facebook Yazar Sayfası: Tuğçe aksal - tubutubu


Haberler için takip etmeyi unutmayın!

VELİAHTLAR 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin