22. Bölüm - İş Arıyorum-Neden Olmuyor Acaba?

12.8K 824 158
                                    

              Serap Ayça, eve döner dönmez buraya gelmeden önce İngilizce hazırladığı özgeçmişini odasındaki etajerin çekmecesinden çıkarıp çantasına attı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

              Serap Ayça, eve döner dönmez buraya gelmeden önce İngilizce hazırladığı özgeçmişini odasındaki etajerin çekmecesinden çıkarıp çantasına attı. Auckland'ın önde gelen hemen hemen tüm restoranlarına başvuracaktı.

"İnşallah birinden biri olur." diye dua ederek doğruca banyoya gitti. Arabanın içinde toz toprak yutmuş, üstü başı toz içinde kalmıştı. Haru'ya kızmak istese de kızamıyordu. Keşke dağ yerine şehir içinde kırlık bir yere gitselerdi, çoktan atlatmış olacaktı Haru ile konuşma faslını. Onu eve bırakırken yüzünün aldığı buruk ifadeyi görünce, yine dayanamamış, üzülmesin diye sessiz kalmıştı. "Yarınki kahvaltıda konuşurum artık." diye düşünerek, vedalaşıp içeri geçmişti Serap Ayça.

Serap Ayça, Carlos'a baktığı gibi durup Haru'nun arkasından bakmamıştı ama Haru için durum öyle değildi. Serap Ayça'yı göremeyinceye kadar cam kapıdan gözlerini alamamıştı, seven bir kalbin çırpınışlarıyla ve yarının umutlarıyla bakmıştı arkasından, içine gerçekten umut doğmuştu, yarın Haru'nun günü olacaktı, Haru böyle hissediyordu. Yüreğinde büyük umutlarla geri dönüp arabasına binmişti ve günün yorgunluğunu bir tarafa bırakıp, sevinçle okulunun yolunu tutmuştu.

Serap Ayça temizlenmiş ve rahatlamıştı, artık gönül rahatlığıyla iş başvurularına çıkabilirdi. Saçlarını bu sefer arkada toplamış ve biraz dağınık bir topuz yapmıştı. Çok sevdiği ve kendisine yakıştırdığı pembe rujunu da sürüp göz makyajıyla tamamlamıştı. Bir bütün olarak baktığında kendisini çok beğendi. Beyaz kolsuz gömleğini giyerek, diz üstünde siyah kalem eteğiyle tecrübeli genç bir aşçı görünümü vermek istemişti. Ama aslında gördüğü çıtı pıtı, çok tatlı gülen, küçük bir kızdı. İçinden "Ne yapalım malzeme bu, bundan ötesi olmuyormuş demek ki, yılların biraz daha geçmesi gerekiyor galiba tecrübeli ve olgun bir şef olabilmem için." diyerek kendini avuttu. Artık oyalanmadan çantasını da alıp evden çıktı.

Sırasıyla tüm restoranlara girdi, çoğunun bulundukları işlek caddelerinden ötürü yerini çok beğenmiş, kimilerinin mekânını ve otantik özelliklerini beğenmişti. Her birine özgeçmişini bırakmış ve İspanya ve Fransa'da lüks restoranlardaki iş tecrübelerinden, referanslarından, bildiği üç ve kendi dili de dâhil dört dilden bahsetmiş hepsinin ilgisini çekmişti ama nedense her görüştüğü restoran sahibi ya da yetkilisi "Biz sizi ararız." deyip göndermişlerdi onu.

Bir tuhaflık vardı, mümkün değildi, onu hemen işe almamalarının imkanı yoktu. En azından mutfakta kendisini göstermesini isteselerdi bari o da yoktu, restoranların yazıhane kısmından öteye geçememişti maalesef. Neyse ben bir de otelleri deneyeyim diyerek tek tek lüks otelleri gezmeye başladı bu sefer, yılmayacaktı, elbette bir tanesi alacaktı. Hem "Biz seni ararız." dememişler miydi? Ne diye acele ediyordu ki, bekleyebilirdi. Ama içindeki tuhaf ses bu işte bir gariplik olduğunu söylüyordu ona. Dejavu yaşıyor gibiydi artık, tüm cümleler mi aynı olurdu? İnanmıyorum ya bunların hepsi ağız birliği mi yapmışlardı ne?" Bir türlü anlam veremiyordu. Biri olsun, "Gel seni deneyelim bakalım" dememişti, olur muydu böyle şey? Bütün hevesi kırıldı, artık umutsuz, yorgun savaşçı gibiydi.

UZUN BEYAZ BULUTLARIN ÜLKESİNDE BİR SERAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin