35

82.7K 3.9K 1K
                                    

HALE

Masal'ın fevri davranışları vardı. Daha ne yaptığını anlamaya çalışırken başka bir şey yapar ve siz bunun nedenini düşünmeye başlardınız. Çoğu konuda onun hızına yetişebilirdim ama konu Enes'ken o bambaşka bir Masal oluyordu. Tıpkı şu andaki gibi...
Buraya neden geldik, neden içti, neden çıktık daha anlayamamışken bir anda Masal'ı sokağın ortasında buldum.
''Masal kalk!''
Yeri döverek bağıra bağıra ağlıyor, etraftaki insanların ona bakmasını umursamıyordu. Bu Masal değildi. Ya alkol ona gereksiz bir özgüven vermişti ya da gerçekten canı yanıyordu. Aşkın nasıl acıttığını bile biri olarak ikinci seçenek daha ağır basmıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum. O zaman ne istediğimi düşünmeye çalıştım. Aklıma gelen tek şey, canımı yakan kişinin yaralarımı sarar gibi beni sarıp sarmalamasıydı.
Arkadaşımı kaldırmaya çalıştım. Daha da yüksek sesle ağlamaya başladı. Çaresizce etrafıma bakındım. Herkes olanları anlamaya çalışıyor gibiydi. Masal'ın yerine yerin dibine girmek istedim. O sırada barın girişinde Enes gözüktü. Gözlerindeki öfke ürpermeme neden olmuştu. Bir an biz çıktıktan sonra içeride bir şey olduğunu düşündüm ama daha sonra bakışlarının Masal'a çevrilmesiyle derdinin o olduğunu anladım. Üzerinden öfke akan çocuk bize doğru yürüdü. Bal böceğinin önüne çöktüğünde bir kez daha arkadaşımın ne kadar şansı olduğunu düşündüm. Şu anda onun yerinde ben olsam, Asal asla gelmezdi. Gerçi ben onun için akan gözyaşlarımı her zaman yastığımda toplardım. O yüzden de günahına girmemek gerekiyordu. Belki gelirdi. Aklıma doğum gününde yaptıkları gelince tebessüm ettim. Kesin gelirdi.
''Senden nefret ediyorum.''
Düşüncelerimi dağıtan şey; Masal'ın haykırışıydı. Yaşlı gözlerinde ilk kez bu derece yoğun bir nefret vardı. İçeride ne olmuştu ki... Beklemediğim bir anda Enes'in ellerini yüzünden itti, çocuk bunun etkisiyle sendeledi. Nefesimi tuttum. Resmen kıza deli kuvveti gelmişti. Masal bağırmaya, içindeki nefreti gözyaşları el verdiğince kusmaya başladı. Enes'in arkadaşı olan çocuk yanıma geldi. Kısa bir an birbirimize baktıktan sonra tekrar Masallara döndük. Nedense onunda benim gibi hissettiğini düşünüyordum.
''Sana aşık olduğum güne lanet-''
Masal'ın bağırmaktan çatallaşmış, ağlamaktan da boğuklaşmış olan sesi Enes'in onu öpmesiyle kesildi. Gözlerim ve ağzım aynı anda açıldı. Bu çocuk yine neden öpmüştü ki? İlk seferinde borcunu ödemekten bahsetmişti. Peki ya bu neydi şimdi?
İzlendiğimi hissedince başımı Deniz'e doğru çevirdim. Sanki her hücremi inceliyormuş gibi bana dik dik bakıyordu. Gerilmiştim. Yarım yamalak çekingen bir gülümsemeyle tekrar öpüşen çifte döndüm. O an Masal, Enes'in kollarına yığıldı. Dehşetle iç çekip ellerimle ağzımı kapattım. Olan biteni anlamaya çalışırken olduğum yere çakılmış hissediyordum. Çevredeki olayları ağır çekim bir filmmiş gibi izliyordum. Anlamsız bir gürültü vardı. Etraf buğulanmaya başlamıştı. Ağlamak istemiyordum. Güçlü olmalıydım. Ağlamamalıydım.
Deniz arkadaşının yanına çökmüş, şu anda benim olmam gereken yerde duruyordu. Enes, bal böceğini kendine çekmiş, kulaklarımdaki uğursuz uğultudan anlayamadığım bir şeyler söylüyor, bir yandan da yanağına vuruyordu. Aslında tam anlamıyla vurmak sayılmazdı. Daha çok dokunuyor gibiydi. Kısa bir an arkadaşına baktı. Ne mesaj verdiğini anlamasam da Deniz anlamış görünüyordu. Hızla ayağa kalkıp bara girdi. Çevredeki insanlar Enes'e su uzatıyor, o da avucunun içine aldığı suyla Masal'ın yüzünü siliyordu.
Biri arkamdan itti. Birkaç adım öne ilerledim. Sanki bunu bekliyormuş gibi her şey normal hızına döndü. Üzerimdeki şoku atlatınca bal böceğinin yanında diz çöktüm. Onun o bitkin halini gördüğümde uzun süredir tutmaya çalıştığım gözyaşlarından bir tanesi yanağımdan kaydı gitti.
''Masal''
Titrediğimi bile, Bal böceğine dokunmak için elimi uzattığımda anlamıştım. Elini tuttum ve yanında olduğumu hissetmesi için var gücümle sıktım. Göz kapaklarının altında gözleri kıpırdayınca heyecanla ''Kendine geliyor,'' diye bağırdım. Elini daha çok sıkarken dizlerimin üstünde doğruldum.
Bayıldığın anı tam olarak hatırlamazdın, ya da sen baygınken olanları... Ama ayılma anını unutamazdın. Kendine gelirken her yanına iğneler saplandığını, seni uyuşturduğunu hissederdin. Gözlerini açmanla bu his geçer ve bedenin kendinin bile taşıyamayacağı ağır bir külçeden ibaret olurdu. Elini hareket ettirmek bile işkencedir ki sen ayağa kalkmak zorunda kalırdın. Bayılırken bedeninden çekilen kan, eski yerini alırdı. Gözlerin yanmaya başlar, başında zonklayıcı bir ağrı olurdu ama bu fiziki etkilerin hepsinden daha önemli olan şey, ruhsal çöküntüydü. Yüzlerce gözün seni hissettiğini fark ettiğinde korkardın. Bayıldığını anladığında paniklerdin. Bayılmadan önce yaşadıkların aklına geldiğinde ağlamana engel olamazdın.
Bu hissi bildiğim için Masal gözlerini aralarken elimden geldiğince gülümsemeye çalıştım. Hafif aralık gözleri beni bulduğunda, şefkatle yanağını okşadım. ''Sorun yok. İyisin.'' Kapandı kapanacak gibi duran gözleri benden Enes'e kaydı. Titrek bir nefes alırken ''Şşş'' diyerek bal böceğini bana bakmaya zorladım.
''Sadece bayıldın. Korkulacak hiçbir şey yok bal böceği.''
Gözleri dolmaya başladı. Tekrar ağlayıp kendini kaybetmesini istemediğim için sorun olmadığını söyleyip durdum. Elini daha güçlü sıktım. ''Ben yanındayım.'' Tekrar bakışlarını Enes'e çevirdi. Gayri ihtiyari bende baktım. Masal'ı sıkı sıkı tutuyor, hiçbir şey söylemeden sadece hızlıca nefes alıp veriyordu. İkisinin gözleri kenetliydi ama ben ne anlatmaya çalıştıklarıyla ilgili en ufak bir şey anlamamıştım. Masal zar zor gözlerini aşık olduğu çocuktan bana kaydırdı.
''Eve gitmek istiyor-''
Cümleyi tam anlamıyla bitiremeden tekrar bayılmıştı. ''Masal ya,'' diyerek yanağına vurmaya, onu tekrar ayıltmaya çalıştım. Bu halde onu nasıl eve götürecektim. Leş gibi bira kokuyordu ve baygındı. Annem eve gelmiş olmalıydı. Hoş, gelse nerede olduğumuzu öğrenmek için arardı. Aynı anda eve girme riskini göze almak, bu olayın amcalara kadar gitmesine göz yummak demekti. Masal yeterince zor zamanlar geçiriyordu. Bir de aile baskısıyla uğraşmasını istemiyordum. Ne yapacaktım ben?
''Ne olay meraklısı insanlarsınız ya. Dağılın abiciğim. Kız hava alsın. Ayıldı işte.''
Tepemde konuşan biriyle başımı kaldırdım. Deniz hafif çatılmış kaşlarıyla arkadaşına bakıyordu. Montunu giymişti. Elinde de Enes'in olduğunu düşündüğüm bir mont vardı.Benim ona baktığımı hissedince kısa bir an bakışlarını bana kaydırıp tekrar arkadaşına döndü. Bir anda öne atılınca ne oluyor diye önüme döndüm. Enes arkadaşının yardımıyla Masal'ı kucaklayıp ayağa kalktı. Montunu bal böceğinin bacaklarını kapatacak gibi üzerine örttürdü. Bendekalkmaya yeltenirken önüme doğru bir el uzandı. Başımı kaldırıp Deniz'e baktım. Bakışlarıyla elini işaret edince gözlerim benimkilerden güzel olan parmaklarına kaydı. Çekingen bir gülümsemeyle elini tuttum ve kalkmama yardım etmesine izin verdim.
''Teşekkür ederim.'' Dudakları ince bir çizgi halini alan çocuk başını sorun değil gibi salladı. Neden benimle konuşmuyordu ki? Pantolonumu ellerimle silkerken ''Nereye abi?'' diye sordu. Başımı kaldırdım. Bizden birkaç metre uzaklaşan Enes ''Evine götürelim,'' diye cevap verince gözlerim fal taşı gibi açıldı. ''Olmaz!'' diye bağırarak Enes'e doğru koştum. ''Evine götüremeyiz olmaz.''
Enes ilk kez bakışlarını bana çevirmişti. ''Eve gitmek istediğini söyledi,'' dediğinde başımı biliyorum anlamında sallarken ''Ama o ne dediğini bilmiyor,'' dedim. ''Farkında mısın sarhoş? Ayrıca baygın. Bu halde eve gitmesi tüm aileyi birbirine düşürür. Babaları bizde kaldığını sanıyor.''
Enes kalın ve biçimli kaşlarından tekini havaya kaldırdı. ''O zaman size götürelim.'' Arkamdan gelen teklifle Deniz'e döndüm. ''Annem eve gelmiş olabilir ve Masal'ı böyle görmesi-'' diye açıklama yaparken telefonum çalmaya başladı. Kalbim titreşimimin hızıyla paralel olarak çarparken çantamdan telefonumu çıkardım. İyi insan lafının üstüne arar diye düşünürken panikle başımı kaldırdım ve sorgular bir şekilde bana bakan iki çocuk arasında gözlerimi gezdirdim.
''Annem arıyor. Ne diyeceğim?''
Kaşlarını çatan Deniz, arkadaşına baktıktan sonra bana döndü. ''Dışarıda olduğunuzdan haberi yok mu?'' Başımı hayır anlamında salladım. Kaşları daha da çatıldı. Eminim ki bu saatte ailemizden izinsiz dışarıda neden olduğumuzu sorguluyordu. Gözlerimi tekrar yanıp sönene ışığa çevirdim.
''Açma o zaman.''
''Merak eder.''
''Aç o zaman.''
Çaresizce Deniz'e bakıp ''Ne diyeceğim?'' diye sordum. O sırada telefon titremeyi kesti. Tam aramaktan vazgeçti diye derin bir nefes alacakken tekrar telefonum çalmaya başladı. Ağlamaklı bir şekilde inledim. Şu anda mızmız küçük bir kız çocuğundan farksız olduğumu biliyordum ama elimde değildi. Benim yerimde Masal olsaydı, kesin bir şey bulmuş anı kurtarmıştı ama ben, yapamıyordum işte.
''Aç telefonu.''
Enes'e baktığımda ifadesizliğinden eser kalmadığını fark ettim. Sinirliydi. Bunu ses tonundan tut, bakışlarına kadar her şeyi belli ediyordu. ''Evde sıkıldığınızı, Masallarda olduğunuzu söyle.'' Bir an bu yalan neden benim aklıma gelmedi diye düşündüm. Teyzemler Masal'ın bizde olduğunu sanıyordu. Annemi kandırabilirsem o da bizim teyzemlerde olduğumuzu düşünürdü. Masal ayıldığı gibi de, teyzemlere gider durumu kurtarırdık.
Başımı tamam anlamında sallarken etrafa bakındım. Sessiz olabilecek kör bir noktaya doğru koştum ve telefonu kapanmadan son anda açtım.
''Hale!''
Annemin daha ikinci arayışında bile telaşlandığını duymak şaşırtmamıştı. Masal'ı bu halde eve götürsem neler olurdu kim bilir?
''Anne''
''Neredesiniz kızım siz? Eve geldim yoksunuz, arıyorum açmıyor- O arkadaki sesler ne? Neden nefes nefesesin sen?''
''Teyzemlerdeyiz anneciğim,'' derken bir yandan da nasıl inandırıcı olurum diye düşünüyordum. ''Film gecesi yapalım dedik. Masal'ın ısrarıyla Dabbe'yi izledik sonra korkudan evde duramayıp buraya geldik. Bahçedeki salıncaktaydım. Telefonu sonradan duydum. Aramana yetişebilmek için koştuğum için nefes nefeseyim.''
Neredeyse nefes bile almadan konuşmayı bitirmiştim. Annem benim yerime nefes alırken ''Aklım çıktı sizi evde bulamayınca,'' dedi. Yalanıma inanmıştı. Gerçekten teyzemlerde olduğumuzu yemişti. ''Orada mı kalacaksınız?'' diye sorduğunda ''Hı hı,'' diye cevap verdim. Daha sonra aklıma gelen düşünceyle ''Ama tek kalmak istemezsen eve geleyim anneciğim,'' dedim. Blöf yapmıştım. Gel derse ne yapardım bilmiyorum. Masal'ı emanet edecek kadar Enes'e güveniyor muydum? Hayır.
''Yok kızım. Çok yorgunum zaten. Duş alıp yatacağım. Sen arkadaşlarınla eğlenmene devam et.''
Gözlerimi kapatıp rahatlamış bir şekilde nefes aldım. ''Tamam anneciğim. İyi geceler.''
''İyi geceler kızım. Seni seviyorum.'' Söylediğim yalan vicdanımı baskılarken sadece ''Bende,'' deyip telefonu kapattım. Geçici olarak sorunumuzu ertelemiştik ama Masal kendine gelene kadar nereye gidecektik? Arkamı döndüğümde Eneslerin kendi aralarında bir şey konuştuğunu gördüm. Yanlarına yaklaşmamla konuşmalarına ara verip bana doğru döndüler. Ne konuşuyorlarsa belli ki Deniz'in hoşuna gitmemişti.
''Annemi hallettim.''
Enes başını tamam anlamında bir kez salladı ve yürümeye başladı. Yanımdan geçerken nereye gittiğini sordum. Cevap vermeden yürümeye devam etti. Peşinden ilerleyen Deniz benimle göz teması kurduktan sonra bakışla takip etmemi işaret etti. Ona da nereye gittiğimizi sordum. Verdiği cevap bir anda üzerimden ter boşanmasına neden oldu.
''Bize.''
Ne demek bize? İki üç kere gördüğümüz çocuğun evine mi gidecektik yani? Bize zarar vermeyeceklerini kim garanti edebilirdi? Ayrıca ailesi bu işe ne derdi? Gecenin bir vakti, biri baygın, biri afallamış iki kız evlerine geliyor. Annesini aklını kaçırır, babası da bizi evden kovar büyük ihtimalle.
''Benim bir ailem yok.''
Allah kahretsin. Yine sesli düşünmüştüm. Bir dakika. Ailem mi yok demişti? Herkesin bir ailesi vardır. Sonuçta tohumdan olmuyoruz. ''Ama benim yok.'' Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Bu özelliğimden kurtulamıyorsam, gerginliğimi üzerimden atmalıydım. Yoksa aklımdan geçen her şeyi naklen yayın gibi anlatıyordum.
''Yürü hadi.''
Deniz büyük adımlar atmaya başladı. Ona yetişebilmek için koşmam gerekiyordu. ''O zaman bizden kastın ne?'' diye sorarak bacaklarımın birbirine dolanmamasına dua ederek koşar adım yürüdüm.
''Enes ve Ben.''
Kısa ve öz cevapları, merakımı geçirmek yerine daha da arttırıyordu. ''Enesin de mi ailesi yok,'' diye sorduğumda kısa bir an duraksayan çocuk ''Yok gibi bir şey,'' deyip yürümeye devam etti. Bunların ne karışık aile hayatları vardı böyle. Nefes nefese Enes'e yetiştik. Yoldan geçen bir taksiyi durdurmuş Masal'ı dikkatlice arka koltuğa yatırmıştı. Ön koltuğa geçti.
''Biz?'' Sorum her zamanki gibi Enes tarafından cevapsız kalmıştı. Arkadaşımı alıp yalnız başına nereye gittiğini sanıyordu. Ya bizim yokluğumuzdan yararlanıp zarar vermeye kalkarsa... Durup durup öpen birinden başka bir şey beklenmez zaten. Taksi yanımızdan ayrılırken peşinden birkaç adım attım. Daha fazla ilerlememi engelleyen şey kolumu tutan bir eldi. Omzumun üstünden öfkeyle çocuğa, beni tutan elin sahibine baktım. Deniz ise bana bakma gereği duymadan boştaki elini sallayarak taksiyi durdurdu.
''Korkma, arkadaşın Enes'e birkaç beden küçük.''
Artık utançtan yanaklarım kızarmaya başlamıştı. Deniz şoförün yanına, bense arka koltuğa oturdum ve anında yola çıktık. Herhangi bir durum için yolları aklımda tutmaya çalıştım. Stresten tırnaklarımı yiyordum. Beş dakika geçti geçmedi taksi durdu. Nereye geldiğimize bakmak için çevreyi inceledim. Burası Cihangir'di. Sokaklarını ezbere bildiğim, İstanbul'un en sevdiğim semti. Burada mı oturuyorlardı yani?
Hayranlıkla sokaktaki evleri incelerken Deniz'in taksiciye parayı uzattı. Telaşla çantamdan cüzdanımı çıkarmaya çalışırken ''Eyvallah abi. Hayırlı işler,'' deyip arabadan indi. Benden peşinden ilerlerken ''Ben verseydim,'' deyince sanki ana avrat sövmüşüm gibi bana baktı. Alt tarafı taksi parasını ödemeyi teklif etmiştim. Bu kadar sinirlenecek ne vardı ki?
Yürümeye başlayınca ağır adımlarla peşinden ilerledim. Montunun cebinden anahtarını çıkardı. Aşık olunacak bir apartmanın önünde durup kapıyı açtı. Eski filmlerde gördüğümüz asansörlerden birine binecek olmasının heyecanıyla nefesimi tuttum. Çok güzeldi. Biraz yavaştı ama insanı büyüleyen bir atmosferi vardı.
En üst kata çıktık. Deniz evlerinin kapısını açarken buraya neden geldiğimizi hatırladım. Resmen Masal'ın ne halde olduğunu unutmuştum. Kendimi kötü hissetmiştim. Deniz ayakkabılarını çıkarırken ''Sen salona geç, üzerimi değiştirip geliyorum,'' dedi. Tam birkaç adım atmıştı ki omzunun üzerinden bana bakıp ''Sakın bir şeye dokunma,'' diye uyardı. Kaşlarımı çatarken neden böyle bir şey dediğini anlamaya çalışıyordum. Onların eşyalarından bana neydi? Sanki çok meraklıydım evine. Burada olmamın tek nedeni bal böceğiydi.
''Masal nerede?''
Koridorda ilerleyen çocuk ''Enes rahat etsin diye kendi odasına götürmüştür,'' dedi.Bir an aklımda hiç hoş olmayan görüntüler canlandı. Daha sonra Deniz'in söyledikleri aklıma geldi. Nedense ona güvenmek istedim ve kapıyı ardımdan kapatıp salona doğru ilerledim. Her adımımda biraz daha şaşırdığımı hissediyordum.
Takıldıkları mekânlara kıyasla bu ev, fazla temizdi. Temiz ve ferah. Neredeyse salonda hiç eşya yoktu. Rahat gibi görünen kahverengimsi bir L koltuk. Karşısında ufak yastıklarla uyumlu mavi bir berjer. Önlerinde büyük, üzeri kâğıtlarla dolu ahşap bir sehpa. Taş duvara monte edilmiş bir televizyon. Geri kalan duvarları renklendirmek için asılmış tablolar ve birkaç lambader dışında hiçbir şey.Ha tabi, köşede duran ses sistemi ve gitarları unutmamak gerekiyordu.
Yavaşça koltuğa oturdum. Gerçekten rahattı. Gözlerim sehpanın üzerindeki kağıtlara kaydı. Kimisi defter parçası, kimisi A4. Hepsinin ortak noktası üzerinde yarısı karalanmış olan yazıların olmasıydı. Uzanıp bir tanesini elime aldım.

''Kalbim durur, dertler son bulur yok olur.
Sanma yalan (üç günlük) bu hislerim
Ben –burada- her gün seni beklerim''

''Kâğıtlarının karıştırılmasından hoşlanmaz.''
Yakalanmanın verdiği hisle iç çekerken kâğıt elimden düştü. Hızla eğilip yerden alırken ''Karıştırmadım,'' dedim. ''Ne diye baktım.'' Kâğıdı eski yerine koydum ve koltukta geri yaslandım. Enes başını tamam anlamında sallarken elindeki su bardağı dikkatimi çekti. ''Masal'a mı?'' diye sorduğumda gözleri bardağa kaydı.
''Uyandığında ihtiyacı olacak.''
Başımı haklı olduğunu belirtircesine sallarken ''Onu görebilir miyim?'' diye sordu. Omuz silken çocuk ''Tabi,'' diyerek başıyla onu takip etmemi işaret etti. Ayağa kalktım ve Enes'in peşinden odasına gittim. İşte bu oda kelimenin tam anlamıyla sahibini yansıtıyordu. Karmaşık ve karanlık.
Bir duvarı komple kitaplıktı ve yatağı yüklerce kitabın arasında bir yere konumlandırılmıştı. Sanki uyumak onun için çok da önemli bir olay değildi. İlk bakışta karışık durmasına rağmen odanın kendine has bir düzeni var gibi duruyordu. Tavan çözemediğim şekilleri olan mavili siyahlı bir renge boyanmıştı. Odanın içinde ise siyah ve gri tonları hakimdi. Salondaki tabloların benzerleri boş olan duvara asılmıştı. Çalışma masasında bir tek o yoktu. Ama bu kadar kalabalık bir odaya göre etraf fazla temizdi. Her gün rafların tozunu almakla uğraşıyor olabilir miydi?
Odayı incelemeyi bırakıp bal böceğinin yanına gittim. Sanki derin bir uykudaydı. Yorgun gözüküyordu. Enes elindeki bardağı başucuna koydu. İstersem yanında kalabileceğimi söyledi ama ben rahat etmesi için peşinden odadan çıktım. Salona gittiğimde Deniz'in kâğıtlarını topladığını fark ettim. Şarkı sözü yazıyordu belli ki ama neden kimsenin görmemesi konusunda bu kadar takıntılıydı.
''Bir şeyler içmek ister misin?''
Enes'in sorusuna hayır anlamında başımı sallayarak karşılık verdim. Sen bilirsin gibi omzunu silkip L koltuğa yayılıp televizyonu açtı. Bende berjere yavaşça oturdum. Deniz elindeki kağıtlarla önümden geçip gitarların yanına gitti.
''Bir grubunuzun olabileceğini düşünmemiştim.''
Deniz kısa bir an duraksadı. Sanırım böyle bir şey söylememi beklemiyordu. ''Oradan bakılınca yeteneksiz gibi mi duruyoruz?'' diye sorarak elindeki kağıtları bir çantanın içine tıktı. Yanlış anlaşılmanın verdiği telaşla ellerimi sallarken ''Hayır, yani ne biliyim. Fazla kasıntı duruyorsunuz,'' derken kırdığım potu fark edip dudaklarımı birbirine bastırdım. Çocuklar bize yardım ediyor ben onları gömmekle uğraşıyordum. İkisi de afallamış gibi bana bakarken ''Yok öyle demek istemedim. Yani hiç burnunuzdan kıl aldırmıyorsunuz ya. Konuşmuyorsunuz falan,'' diye düşüncelerimi açıklamaya çalıştım ama gittikçe battığımı hissediyordum.
Resmen sıçmış, sıvama işlemini layıkıyla yerine getiriyordum. Durumu kurtarmak için ''Mesela senin sesin dehşet vericiymiş,'' dedim. Enes şaşkınlığını belli eden bir 'Hah' sesinden sonra ''Eyvallah,'' dedi. Deniz'le arayı düzeltmek içinde ''Sen de gitarı resmen ağlattın,'' dedim. Sorgular bir şekilde tek kaşını kaldırdı. ''Mute ve tappinglerin harikaydı.''
''Gitar çalmayı biliyor musun?''
Başımı iki yana salladım. ''Sadece müziğe ilgiliyim. Maalesef herhangi bir enstrüman çalmıyorum.'' Neden diye sorduklarında ''Biraz geç öğreniyorum sanırım. Dört hocayı deli edince, sen sadece şarkı söyle dediler,'' deyip kıkırdadım. Enes belli belirsiz bir tebessümle anladığını belli edercesine başını salladı ve televizyonla ilgilenmeye devam etti. Deniz ise hala bana bakıyordu.
''Sesini güzel buluyor musun?''
Sorusu karşısında afallarken başımı evet anlamında salladım. ''Birden ona kadar değer vermen gerekse kaç verirdin?'' diye sorduğunda kaşlarımı çattım. Bunu hiç düşünmemiştim ki...
''Sekiz olabilir.'' Gözlerini kıstı. ''İddialı bir rakam,'' dediğinde meydan okurcasına gözlerimi kıstım. Bu hayatta kendime güvendiğim belki de tek konu müzikti ve evet iddialıydım. Deniz gitarlarından birini eline alırken ''Yabancı mı Türkçe mi?'' diye sordu. ''Anlamadım,'' derken geçip karşıma oturdu. ''Genelde ne tarz şarkılar söylersin yani?'' Enes başını iki yana sallayarak gülümsedi. Neden güldüğüyle ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Tereddütle ''Yabancı,'' diye cevap verdim.
''Yanlış cevap. Sekiz diyebilmen için fark etmez demen lazımdı.''
Bu çocuğun sanırım müzikle ilgili bir takıntısı vardı. Gitarın tellerine vururken ''Ama genelde ne tarz söylediğimi sordun,'' dedim. Ukala bir sırıtışla bakışlarını bana çevirdi. ''Yanıltmaca yaptım.'' Kaşlarımı çatarken ''Türkçe de söyleyebiliyorum,'' dedim. Hayretle kaşlarını kaldırırken ''Kanıtla,'' dedi.
''Deniz ya.''
Enes'in bıkmış sesinden de anladığım üzere bu çocuğun müzikle bir alıp veremediği vardı. ''Dur abi ya. Senin gibi biri bile yedi diyorsa, bu kızın sekiz rakamını kanıtlaması gerekiyor.'' Enes gözlerini devirirken başını iki yana salladı. ''Kanıtlarım,'' dediğimde meydan okurcasına bana baktı. Tercih ettiğim bir parça olup olmadığını sordu. Ukala her şeyi çalabileceğini de vurguladı. Model'den en sevdiğim şarkıyı söyledim. Deniz akustik gitarın tellerine vururken Enes derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Sanırım Deniz gibi bir arkadaşın varsa, müziğe fazlasıyla doyuyordun. Her zamanki gibi gözlerimi kapattım ve elimden geldiği en iyi performansı sergilemek için sözleri söylemeye başladım.
''Bir melek vardı. Aşkı fısıldardı.
Elimde o büyülü ellerin hayali kaldı.
Uyku imkansız, umut vicdansız.
Güneş bile dedi ki kendine doğman anlamsız.
Ağladım delice, elimde boş bir şişe.
Kutladım bu gece sarılmanı başka kollara
Yapa yalnız bir çare, ölüyorsam kime ne?
Benzedim bu gece, yine boş sokaklara...''
* *
Deniz akustik gitarın tellerine son kez vururken gözlerimi araladım. Ağızlarını bıçak açmayan ikilinin yüzlerindeki şok olma ifadesi gülümsememe neden oldu. ''Fena değil.'' Enes'in başka bir yorum yapması beklenemezdi. Kendini beğenmiş biri, tabi ki kendiyle kıyasladığında hiçbir şeyi beğenmeyecekti. Beni asıl ilgilendiren Deniz'in düşüncesiydi. Müzikle kafayı bu kadar bozmuş birinin, doğruları net olmalıydı. Taraf tutmayacağını düşünerek ona doğru döndüm. Ne zamandır bana bakıyordu bilmiyordum ama ağzını bıçak açmamasına destek çıkan mimikleri gerilmeme neden oluyordu. Aklından neler geçiyordu ki...
Bakışlarını arkadaşına çeviren Deniz, hiçbir şey söylemedi ve gitarın tellerine tekrar dokunmaya başladı. Bu şarkıyı biliyordum ama akustik gitar versiyonunu hiç dinlememiştim.
''Birden ay ışığını kesti. Bir de sen çok değiştin,''
Şarkının sözlerini duyduğum an, sesin sahibine döndüm. Hiç konuşmamışlardı ama Deniz'in ne yapmaya çalıştığını, kendi düşünmüş gibiydi. Sanki iki bedeni yöneten tek bir beyinden oluşuyorlardı ya da birbirlerini bakışlarından bile ne düşündüklerini anlayacak kadar iyi tanıyorlardı. Tıpkı Masal ve benim gibi...
''Yaşananlar hiç yaşanmamış gibi,
Söylenenler hiç söylenmemiş gibi...
Birde sen karşıma geçtin 'Başka biri var, biri var,' dedin
İnanamadım bittiğine, İnanamadım gittiğine...''
Enes'in sesi efsunlu bir örtüyle kaplanmış gibiydi. Öylesine yumuşak, öylesine şarkının duygularını yansıtan... Sanki her kelime ruhumu okşuyor, beni bulunduğum ortamdan soyutlanmam için zorluyordu.
''Ne sen baktın ardına ne ben,
Hep ayrı yollarda yürüdük.
Sustu bu gece karardı yine ay, kaldı geriye cevapsız sorular!
'Uyandığında onu ilk kim görecek?'
'Bıraktığım düşü kim büyütecek?'
Sinsice ruhuma sızan sözler, yutkunmamı zorlaştırdı. Gözlerimin önünde beliren kareler, canımı acıtmaya başladı. Başımı iki yana sallasam da Asal'ın Bahar'la olan yakınlığı zihnimden silinmedi. Gözlerim yanmaya başladı. Kirpiklerimi kırptıkça etraf buğulanıyor gibiydi.
''Her sabah kaybolup giden bir rüya gibi oldun artık
Geceleri beni bekleyen, gündüzlerimi zehir eden...
Ne sen baktın ardına ne ben,
Hep ayrı yollarda yürüdük.''
Tüm direnmeme rağmen, arsız bir yaş yanağımdan süzüldü. Hızlı bir şekilde yüzümde bıraktığı izini sildim. Neyse ki, ikisi de kendini yaptıkları müziğe o kadar kaptırmışlardı ki, benim bu hareketimi görmemişlerdi. Şimdi Deniz'in neden böyle bir kıyaslamaya girdiğini anlıyordum. Enes'in dilinden dökülen melodik cümleler, seni içine alıyor ve duygularının üzerindeki kontrol mekanizmasının ortadan kalkmasına neden oluyordu. Anılarının arasında çırılçıplak kalıyordun. Seni kıran, canını acıtan, üzen ne yaşadıysan, tekrar yaşıyordun. Şarkıyı iliklerine kadar yaşıyordun ve bunu sana yaşatan adam kendine sadece 10 üzerinden 7 veriyordu. Bense...
''Sustu bu gece karardı yine ay, kaldı geriye cevapsız sorular!
'Uyandığında onu ilk kim görecek?'
'Bıraktığım düşü kim büyütecek?'
Yaşlar, göz pınarlarımı zorluyordu. Göğsümün ortasından kopan feryatı bastırmaya çalıştım. Enes'in yavaşça, yüreğimi titreten bitirişini alkışlamamak için kendimi zor tutuyordum. Deniz'in gitardaki son vuruşu hala kulaklarımdaydı. 'Çok güzel' desem götü kalkar mıydı? Yoksa onun gibi egomu konuşturup 'Fena değil mi?' demeliydim.
''İşte bu yüzden sekiz dememelisin.''
Enes, mahçupluktan çok uzak, kendinden emin bir şekilde gülümsedi. Deniz ise anlayamadığım şekilde bana bakıyordu. Ne zamandır grupları olduğunu bilmesem de, yaşça benden fazlaca büyüktüler. Tabi ki benden daha çok tecrübeleri olacaktı. Bizim daha bir grubumuz bile yoktu. Kendi çapımda söylediğim şarkılarla, senelerdir bu işle uğraşan bir grubun solistini nasıl yenebilirdim ki...
''Ya da sekizi hak etmelisin.''
Deniz eğilip önündeki kağıtları karıştırdı ve aralarından bir tanesini çıkarıp benim önüme doğru attı. ''Model'i sevdiğine göre bu şarkıyı biliyor olmalısın,'' dediğinde kağıda göz gezdirdim. ''Yalnızlık senfonisi... Biliyorum.'' Başını onaylar bir şekilde salladı. ''Sadece gözlerini kapatıp seni dinleyen insanlardan kaçamazsın. Açıkta, kapalı da olsa onlar oradalar. Kendine ve sesine güven önce. Sonra da dilinden dökülmek için bekleyen kelimelere sözünü geçir. Her birini tek tek yaşa. Sen yaşa ki, karşındakiler de yaşasın.'' Bana ders mi vermeye çalışıyordu? Gitarın tellerine dokundu. Enes derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Sanırım işin ucunun yine ona değmesini istemiyordu. Deniz gibi bir arkadaşın varsa, müziğe fazlasıyla doymuş olman gerekiyordu.
''Şimdi yalnız kaldığın bir anı düşün ya da yalnız bırakıldığın.''
Gitarın tellerine dokunurken bir yandan şarkıyı mırıldanmaya başladı.
''Anladım, sonu yok yalnızlığın.
Her gün çoğalacak.
Her zaman böyle miydi? Bilmiyorum... Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak.''
Enes'inki gibi olmasa da, onunda seninde içine dokunan bir tını vardı. Sıranın bende olduğunu bakışlarıyla belli ettikten sonra sustu ve gitarını konuşturmaya başladı. Gözlerimi kapatmaya yeltendiğimde ''Gözlerini benden ayırma,'' diye uyardı. Daha önce birine bakarak şarkı söylememiştim. Bu garip bir korkuyu ruhuma saldı.
''Alışır her insan alışır zamanla,
Kırılıp incinmeye.
Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp,
Yeniden ayağa kalkmak.''
Kendimden emin olmadan söylediği kelimeler, kulağıma iğrenç bir tonda geliyordu. Gözlerimi kapatmak istiyordum ama Deniz her seferinde bakışlarıyla beni dövüyordu. ''Söylediklerimi hatırla.'' Emir verir tavrı ne kadar sinir bozucu olsa da, beni düşündüğü belliydi. Bana bir şeyler öğretmeye çalışıyordu. Aklımı toparlamaya çalıştım. Yalnız olduğum anları düşündüm. Asal'ın beni yalnız bıraktığı anları... Masal'la aramızın açık olduğu anları... Annem ve babamın kavgalı olduğu anları...
''Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte.
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette.
Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum...
Hadi gelin üstüme korkmuyorum!''
Deniz'in bakışlarındaki ifade yavaş yavaş kırıldı. Tepkisiz suratındaki milimetrik gülümseme doğru yolda olduğumu gösteriyordu. Her şey iyi hoştu da, zihnimde canlanan anılar gözlerimin sulanmasına neden oluyordu ve şarkı söylerken gözyaşlarıyla savaşmak düşündüğümden de zordu.
''Bulutlar yüklü.
Ha yağdı ha yağacak üstümüze.
Hasret...
Yokluğunla ben baş başayız.
Nihayet... ''
Yanaklarımdan süzülen yaşları umursamadan şarkıyı tekrarladım. Her kelime, ayrı bir yaşantıyla dans etti. Her cümle, kendinden öncekinden daha emindi. Şu an yaşadığım duygu, şarkının her anına tam oturmuştu ve hepsi Deniz'in sayesindeydi. Güzel, ahenkli bir bitiş yaptık. Deniz az önceki şarkıma kıyasla tepkilerini yüzünden belli ediyordu. Beğeniyle bana bakarken göz kırptı.
''Sana sekizi hak etmen için yardım edeceğim ama bakalım sekiz seni hak edecek mi?''
* *

VELİAHTLAR 1Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora