20

76.5K 3.1K 530
                                    

BAHAR

O kadar acıkmıştım ki, yaşadığım adrenalini bile yemiştim. Karamel rengi gözler, masa ile ağzım arasında mekik dokuyordu. Şöyle bir alıcı gözüyle baktığımda, göz rengi bala benziyordu. Allahım şu ekmeği de bal kaymakla donatıp mideme gönderirsem benden mutlusu olmaz.
''Yani, annen tüm bu durumdan kapıyı üzerine kenetledi.''
Ağzıma tıkıştırdığım ballı ekmek konuşmama izin vermediği için başımı sallamakla yetindim. Deniz yanağımdaki şişliğe bakarak gülümsedi. ''Tamam sen ağzındakini bitir, ben telefonumu alıp geliyorum.'' Lokmaları zar zor çiğnedim. Sanki bu aksiyona yardım edebilecekmiş gibi çayımdan büyük bir yudum aldım. Ağzımdaki ekmek, çayla beraber daha da şişti. Ağzımı kapatmakta zorlanırken Deniz mutfağa döndü.
''Kaç gibi dönersin çalıştığın yerden?''
Tek kaşım kendiliğinden havalanırken lokmamı yuttum. Resmen boğazımdan geçerken çıkardığı sesi duymuştum. İşin kötü tarafı bunu duyan yalnızca ben değildim. Deniz çarpık bir tebessümle, sandalyesindeki yerini aldı. ''Ne yapacaksın?'' Telefonunu kurcalamaya ara veren çocuk, bakışlarını bana çevirdi.
''Yollarını gözleyeceğim.''
Çayımdan aldığım büyük yudumu püskürtmemek için hızla yutma çabam, öksürükle son buldu. Bardağı kırmadan yerine bıraktım. Can çekişen halimde komik bir yan var mıydı bilmiyordum ama Deniz yüzüme baktıkça kahkahaya boğuluyordu. Yine de bana peçete uzatmayı ihmal etmedi. ''Şanslısın ki, bu akşam çalışmıyoruz. Eve girmek için çilingir çağırmayı planlamıyorsan, anneni bizde beklersin.'' Minnet dolu bir bakışla peçeteyi alırken ''Sen çalışıyor musun? Annem üniversite öğrencisi olduğunuzu söylemişti,'' dedim. Beni onaylarcasına başını salladı.
''Bizimde kendi çapımızda borçlarımız olabilir değil mi?'' Göz kırpıp kahvesinden bir yudum aldı. ''Söyle bakalım sihirli rakamları. Geldiğinde de kapıyı çalmak yerine beni çaldır.''
''Telefonum yok ki,'' Gözlerini telefonundan bana kaydıran Deniz, sapık muamelesi yaptığımı düşünüyor gibiydi. Durumu açıklamaya tek kelime yeterdi. ''Annem,'' diyerek yamulttuğum dudakla aydınlanma yaşayan çocuk ''Onu da mı aldı?'' diye sordu. Sıkıntıyla iç çekerken başımı evet anlamında salladım. Telefonunu bıraktı.
''O zaman yapacak bir şey yok. Kapıyı çalarsın ve Enes'in sitemlerine birlikte göğüs gereriz.''
Enes dediği kişi, ev arkadaşı olmalıydı. Onunda, Deniz'in de rahatını bozmaya hakkım yoktu. Zaten kulüpten ne zaman döneceğim de belli değildi. Belki de ben döndüğümde annem eve gelmiş olurdu. Biraz düşününce, bu ihtimal gerçekleşmese apartmanımız için daha hayırlı olurdu. İki erkeğin bulunduğu evde beklememem de... O kulübe gidip gerçekleri öğrenme şansımı azaltmamalıydım. Annem dönmeden eve girmeliydim. Hem de çıktığımı anlamadan...
Peki ya nasıl?
''Ne düşünüyorsun?''
Düşünceleri zihnimden uzaklaştırmaya çalışarak masadaki telefona uzandım. Saat, geç kaldığımı gösterirken ayaklandım. ''Geç kaldığımı,'' diyerek masayı toplamak için yeltendim. Deniz peynir tabağını tuttuğum elimin üzerine elini koydu. ''Ben hallederim.'' Teşekkür eden bir biçimde gülümsedim. Deniz'in ayaklanmasıyla kapıya yöneldik. Mutfaktan çıkmamızla Deniz, tersi istikamete doğru yürüdü. Olduğum yerde durup arkasından baktım. Bu neydi şimdi? Varlığımı unutmuş olamazdı. Kapının yerini biliyorsun, ben işime dönüyorum mu? Az önce misafirperver mi olduğunu düşünmüştüm? Kapıya kadar yolcu etmediği perverliğine tüküreyim onun. Söylene söylene kapıya doğru ilerledim.
''Bahar,''
Tam kapının kolunu tutmuştum ki, arkamı döndüm. Koşturarak yanıma gelen Deniz, ufak bir kağıt parçasını elime tutuşturdu. ''Bir şey olursa ararsın.'' Beni kenara çekip kapıyı açtı. ''Saatin kaç olduğu önemli değil.'' Şimdi tükürdüğümü yalamam mı gerekiyordu? Yarım yamalak gülümserken teşekkür ettim ve kağıdı kotumun cebine sokuşturdum.
''Sonra görüşürüz.''
Kapıdan çıkıp asansöre doğru yöneldim. Bulunduğum kata gelmesini beklerken, hala kapıda bekleyen Deniz'e bakıp gülümsedim. ''Dikkatli ol,'' deyip göz kırptı. Yüzünde eğleniyormuşcasına bir sırıtış vardı. Benimki ise az önce düşündüklerimden dolayı, yerin dibine girmek istercesineydi.
Asansör gelir gelmez kendimi içine attım. Aynadaki yansımamla göz göze gelmemek için başımı yere eğdim. Asansör hızla alt kata indi. Apartmandan çıkmamla derin bir nefes almam bir oldu. Zorda olsa, sağ sağlim evden çıkmayı başarmıştım. Peki geri döndüğümde nasıl girecektim? Aklıma tek bir yol geliyordu. Başımı yukarı kaldırıp evimizin olduğu kata baktım. Aynı yolla yukarı çıkabilir miydim?
Bu göt kalkar mıydı?
Göreceğiz.
* *
''Bahar!''
Şefin sitemi, adımla birleşince kaskatı kesilmeme neden oldu. Tatlının üzerinden aşırdığım böğürtlen parmaklarımın arasından, ağzıma ulaşamadan yakalanmıştım. Bu işte köreliyor muydum ne?
''Chessecake süslemeni söyledim sana. Yemeni değil!''
Söylenmeye devam eden adam beni geriye itti ve emrettiği görevi devraldı. ''Git ve diğerleri nasıl bir çalışıyor izle. Sadece izle.'' Sondaki cümlesini ayrıca vurgulaması gücüme gitmişti. Sanki birkaç böğürtlenle bu işletme batacaktı. Ağır adımlarla mutfakta çalışanların etrafında dolaştım. Kimisi siparişleri hazırlıyor, kimisi hazır olan siparişleri güzel bir sunumla süslüyordu. Hepsi organizeydi. Birinin bıraktığını diğeri alıyor, ötekinin düşürdüğünü beriki yakalıyor, mutfağın içinde sessiz bir ahenk dalgalanıyordu. Birbiriyle uyumlu ekibin arasındaki tek çıkıntı bendim. Simsiyah saçların arasında sırıtan beyaz tel gibiydim. Koparmak için can atsalar da, kurtulamayacaklarını bildikleri için ellemiyorlardı.
''Sen benimle gel.''
Önümden geçip giden adamın kimden bahsettiğini anlamak için etrafıma baktım. Kimse peşinden gitmediği gibi, işini de bırakmadığına göre, bahsettiği kişi işsiz olan bendim. ''Çabuk ol!'' diye bağırmasıyla gerisin geri dönüp adamın peşinden koştum. Yaşını başını almış olmasına rağmen hızlıydı. Çetin ceviz bu gibi adamlara deniyor olmalıydı. Canımda nasıl ceviz istedi şimdi.
''Yürü!'' Adımlarımı hızlandırdım. Birkaç koridor geçtik ve soğuk depoya girdik. Soğuk, saniyesinde iliklerimize kadar işledi. ''Kapı kapanmasın.'' Uyarısıyla ağır kapının önüne, bir şeyler dayadım. Kapanıp kapanmadığını kontrol ettikten sonra kucağındaki tahta sepete bir şeyler koyan adamın yanına gittim.
''Tut şunu.''
Soğumaya başlamış sepeti ellerime tutuşturdu. Bazen bu kulüpte kendimi askeri eğitim alıyormuş gibi hissediyordum. Herkes bana karşı soğuktu, resmiydi. Sanki herkes rütbeli, bir tek ben erdim. Acaba bu adam kaç senedir burada çalışıyordu? ''Şey,'' diyerek etleri inceleyen adamın adını hatırlamaya çalıştım. ''Hakan Abi,'' Bana bakma gereği duymayan adam ''Haktan,'' dedi. ''Bir şey mi oldu?''
''Kaç senedir İRON'da çalışıyorsun?''
Sorum adamı yaptığı işten alıkoymadı. Ne yapacağımı sorarak etlerin birini sepete koydu. Ağırlıkla sepeti daha sıkı tutmaya çalıştım. ''Merak,'' dediğimde göz ucuyla bana bakan adam başka bir tarafa yöneldi. Cevap vermemesi söylediğim şeyin onu tatmin etmediğini gösteriyordu. o zaman onu tatmin edecek bir şeyler düşünmeliydim.
''İşinde o kadar profesyonelsin ki, benim gibi bir aceminin ne zaman senin gibi olacağını düşünmeye çalışıyordum.''
Kaçıracağım kadar hızlı bir hareketle gözleri bana kaydı. Saniyelik de olsa, duraksamıştı. Bingo. Etleri incelemeye devam eden adam yarım yamalak 20 senedir burada çalıştığını söyledi. Beynimin içinde hareketlenen düşünceler, beni planlarıma doğru çekiyordu. Bu adam ben doğmadan önce de buradaydı. Annemin Cem Bey'le arasındaki çözemediğim ilişki benden önceye dayandığına göre, yani en azından ben öyle düşünüyordum. Belki bu adamın bir bilgisi olabilirdi.
''Vay be...'' diyerek tepkimi destekleyen bir ifadeyle başımı salladım. ''Neler yaşamışsındır burada?'' Cevap vermedi. Yine mi tatmin olmak istiyordu yani? ''Usta'da o kadar eski mi?'' Başını evet anlamında sallamakla yetindi. Neyse, en azından bu adamdan iş çıkmazsa ustanın ağzından bir şeyler almak için uğraşırdım.
''Ben şefle 20 sene geçirebileceğimi sanmıyorum ama sen şanslıymışsın. Cem Bey gibi bir patronla 20 sene kolay geçmiş olmalı. Sahi, o da bu kadar zamandır burada değil mi?''
Sepete bir et daha koyan adam ''Daha uzun zamandır,'' dedi. O zaman kesinlikle annem burada bir şeyler yaşamış olmalıydı. Hemde bu adamlardan nefret edeceği bir şey, ama ne? Olay falan mı çıkarmıştı acaba. Yaka paça atıldı da, gururu yüzünden senelerdir adamlara gıcık mı oldu?
Düşünceli bir ses çıkardım. ''O kadar sene İRON gibi bir yeri işletmek zor olmalı. Kim bilir başından ne olaylar geçmiştir.'' Attığım yemi bakışlarıyla bana yediren adam ''Onları İsmail'e götür geri gel,'' dedi. ''Az soru, çok hareket. Hadi!'' Elimdeki ağırlaşmış sepetle depodan çıktım. Bu adam hangi ara bunun içini doldurmuştu. Söylediği adama sepeti bırakıp geri döndüm. Hazır içim ısınmışken, tekrar soğuk depoya girmek istemiyordum. Bedenimde düşüncelerime ayak uydurarak daha ağır hareket ediyordu. Kaçınılmaz sona birkaç adım kala, Haktan Abi dışarı çıktı. Kucağındaki dolu sepeti elime tutuşturdu.
''Burada işimiz bitti. Götür ve diğer depoya gel. Düşüncelerine değil, işine yoğunlaş. Hızlı ol!''
Gözlerini belerterek kurduğu cümle, soracağım sorulara kent vurdu. Ne bekliyordum ki, adamın patronunun yaşadıklarını bana anlatmasını mı? Sıkıntıyla iç geçirirken geriye döndüm. Adamın beni izlediğini bildiğim için hızlı olmaya çalıştım ama düşünceler de bu hıza ayak uydurmuş gibi zihnimin içinde dönmeye başladı. Bu olayı, çalışanlardan da öğrenemeyeceksem geriye iki seçeneğim kalmıştı. Biri anlatmamakta ısrarcıydı. Diğerinin de anlatması için daha yakın olmalıydım.
Ama nasıl?
* *
Saatler insanlık için yavaş, benim için hızlı ilerledi. Gece yarısını geçtiği için mutfak kapanmıştı. Asal'da beni kulübün içinde görmek istemediğini üzerini basa basa vurguladığı için, buradaki işim bitmişti. Eve dönme zamanı gelince, içeri nasıl gireceğim telaşı tekrar gün yüzüne çıktı. Ecel terleri daha şimdiden kaldıramayacağım mabadımda dökülmeye başladı. Keşke buradaki askeri eğitim komando temalı olmasıydı. En azından kendimi yukarı çekebilecek kollarım biraz daha güçlenirdi.
Saçmalıklarımın en parlak olduğu anda kapı açıldı. Bakışlarımı içeri giren Cem Bey'e çevirdim. Soyunma odalarının bulunduğu holü tarayan gözleri benimkilerle buluştu. Yüz hatları garip bir şekilde rahatladı. Sanki beni arıyordu ve daha çıkmamış olmamdan dolayı mutluydu.
''Gidiyor musun?''
Aramızdaki mesafeyi kapatmaya yetecek kadar ilerledi. ''Yani, her mutfak çalışanı gibi,'' diyerek çantamın askısını kavradım. ''Bir şey mi istemiştiniz?'' Başını bir kez sallamakla yetinen adam ''Doldurman gereken formlar var,'' dedi. Form mu? Kulüp kulüp değil banka sanki. Girdiğimden beri sürekli bir şeyler dolduruyordum. ''Asal işe başladığımda bir şeyler doldurtmuştu,'' dediğimde belli belirsiz kaşı seğiren adam birkaç saniye sustu. Bana bakıyordu ama sanki arka planda bir şeyler düşünüyordu.
''Kaybetmiş.'' Söylediği şey mantıklı gelmiş gibi gözleri parladı. ''Dosyana koymadan önce kaybetmiş.'' Buna şaşıracak mıydım? Hayır. Aklı bir karış havada olan zengin bebesinden başka ne bekliyordum ki? ''Acil bir işin yoktur umarım,'' diye sorduğunda duvarda asılan saate baktım. Sayfalarca olan formu geçen sefer neredeyse 1 saatte doldurmuştum. Yine o kadar sürse, eve gitmem şafağın sökmesine denk gelecekti. Eve çıkmam kim bilir ne zamana...
''Annem dönmeden evde olmam gerekiyor.''
Kelimeler ağzından çıkar çıkmaz yüz ifadesinin ciddileşmesi endişe vericiydi. Şimdiye kadar hiçbir konuda, annemin adının geçtiği kadar ciddi gözükmemişti. Aralarındaki sorun düşündüğümden de önemli olmalıydı. Bunu öğreneceğim tek kişi, kendi elleriyle beni vakit geçirmeye davet ediyordu. Teklife icabet etmezsem, böyle bir fırsatı uzun bir süre elde edemeyebilirdim. ''Ama sorun değil. Formu doldurabiliriz.'' Sıktığı çenesiyle başını beni onaylarcasına salladı. Gerisin geri dönüp yürümeye başladı. Peşinden ilerledim. Onun adımlarına benimkiler yetersiz geldiği için, bir süre sonra hafif tempoda koşmaya başladım. Kulübün içine girmemizle olduğum yere çakıldım. Hareketli ışıklar gözlerimi alıyor, müzikteki bas sesi sanki bedenimin içinde atıyordu. Eğlenen insanlar, bileklerini salladıkça neon renkli bileklikler farklı bir ışık yayıyordu. Karnaval havasını andıran bir tablo gibiydi. Tek farkı, fazla hareketli bir tabloydu.
''Bahar!''
Bu kadar gürültü arasında bile adımı duyuracak şekilde bağıran adamı, kızdırmasam iyi olacaktı. Sanki bu atmosferden etkileneceğimi önceden anlamış, yürümeyi kesmişti. Belki de arkasından gelmediğimi fark edince geri dönmüştü. Başıyla yürümemi işaret edince dans edenlerin ayaklarını çiğneyip, içkilerini döke saka peşinden ilerledim. Cem Bey ise bu işte profesyonel olmuş gibi kalabalığı kolayca yarıp çalışma odasının olduğu tarafa geçti. Nefes nefese ardından loş koridorlu yere daldım. Bizi görmesiyle ışıklar yanıp arkamızdan sönmeye başladı. Sistem resmen, içeridekilerin dikkatini çekmeyecek şekilde tasarlanmıştı.
Çalışma odasına gelmemizle derin bir nefes aldım. Cem Bey toplantı masasına geçmemi işaret etti ve kendi masasına doğru ilerledi. Siyahın cezbedici çağrısı, bu odanın Cem Bey'e ait olmadığını gösteriyordu. Asal'a daha çok uyuyordu. Belki biraz daha yaşlı haline...
''Al bakalım.''
Önüme konulan a4 sayfalarına baktım. Tekrar aynı şeyleri doldurmak zulümdü. Sırf bu yüzden bile o zengin bebesinin hayatını zindana çevirebilirdim. Cebindeki kalemi kağıtların üzerine koyan adam karşımdaki sandalyeye oturdu. Kendimi bir an, tek kişilik bir sınava giriyormuş gibi hissettim. Cem Bey, tam bir gözetmen edasıyla, tüm hücrelerimi inceliyormuş gibi dik dik bana bakıyordu. Çantamı masanın üzerine koyup kalemi elime aldım. Derin bir nefes alırken formu doldurmaya başladım.
Odanın içine hakim olan sessizliği rahatsız eden şey, kalemin kağıtta çıkardı sesti. İzlendiğimi bilmek, ellerimi terletince sık sık kalemi bırakıp avuç içlerimi kotuma silmeme neden oluyordu. Ecel terlerim resmen boyut değiştirmişti. Şu anda sorularımla terlemesi gereken insan Cem Bey'di. O ise halinden gayet memnun bir şekilde sandalyeye yaslanmış, gözlerini üzerime dikmişti. Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda kalemi kağıtların üzerine bıraktım. Biraz sert bırakmış olacağım ki, masa bu etkime karşılık tok bir sesle tepki verdi.
''Cem Bey, annemi nereden tanıyorsunuz?''
Böyle bir soru beklemediğini, donuk gözlerinden anladım. Kaskatı kesilmiş dursa da, boynundaki damar sorumun yersizliğini vurgulamak için belirmiş gibiydi. Hafiften de olsa gerilmiştim ama geri adım atmaya niyetim yoktu. ''O sizi nereden tanıyor? Neden bu soruyu sorduğumda benzer tepkiler veriyorsunuz?'' Birden bire öne doğru eğildi. Şu anda resmen kişisel alanımın içine girmiş gibiydi. Öfkeden olduğunu düşündüğüm kısılmış gözler, benimkilere sabitlendi. ''Formda böyle bir soru olduğunu sanmıyorum.'' Ses tonundaki hava, bu işin düşündüğüm kadar masum olmadığını hissettirdi. Merakım daha fazla gıdıklanmaya başladı. Bu işi çözmeden peşini bırakmayacaktım.
''Ama hayatımda var.''
Sesim kontrolsüz, aptal cesaretim takdire şayandı. Fakat Cem Bey'in de bakışları garip bir hızla yumuşadı. Hatta bu duruma benim gibi o da şaşırmış gibi duruyordu. Formu doldurmaya devam etmemi söyledi. Kalemi yavaşça elime aldım. Soracağım bütün sorular dilimin ucundan ciğerime kayıp gitmiş gibi, nefes alamıyordum. Belki de sinirlendiğim için alamıyordum ama sonuç olarak içimin daralmasına çare olamıyordum.
Formu doldurmaya devam ettim ama nedense birkaç dakika öncesine kadar hissettiğim baskıyı hissetmiyordum. Kaçamak bir bakışı gözlerini bana dikmiş adama attım. Bana bakıyordu ama görmüyordu. Fiziken buradaydı, ruhen anılarında... Aklından geçenlerin annemle alakalı olduğuna adım kadar emindim. Bakışlarımı hissettiği an daldığı yerden çıktı. Yakalanmanın verdiği panikle forma geri döndüm.
''Annene sor.''
Kalemi hareket ettirmeyi kestim ama ucunun kağıttan ayırmadım. Kaldırdığımda mürekkebin büyük bir nokta izi bırakacağına emindim. Bu konuya da burada nokta koymak istiyordum. ''Sordum,'' diyerek başımı kaldırdım. Sandalyenin kollarına dirseklerini dayamış, parmak uçlarını çenesinin hizasında birbirine değdiren adama baktım. ''Tek verdiği cevap, o kulüpten de, o adamlardan da uzak duracaksın.'' Milimetrik bir şekilde dudaklarının kenarı sağa doğru kıvrıldı. ''Özellikle de sizden.'' Kıvrım biraz daha yanağına doğru kaydı. ''Anneme zarar verecek bir şey yapmadınız değil mi?'' Başını hayır anlamında sallaması kafamı karıştırıyordu. Hoş yapsa bile yaptım der miydi?
''O zaman annemin bu nefretinin kaynağı ne?''
Birkaç saniye gözlerimin içine sessizce bakan Cem Bey tekrar ''Annene sor,'' dedi. Hafifçe dişlerimi sıktım. Bu cümleyi bir kere daha duyarsam patlayacaktım. Bu nedenle konuyu kurcalamayı bırakıp ''Sorarım,'' dedim sitemli bir tonda. Formun kalan kısımlarını salak saçma şeylerle doldurdum ve kalemi bittiğini belli edercesine sert bir şekilde masaya bıraktım. Ayağa kalkıp çantamı bir hışımla boynuma astım.
''Başka bir arzunuz yoksa-''
''Var.''
Cümlemi bile tamamlamama izin vermeden ayağa kalktı. Kalemin kapağını kapatıp cebindeki yerine koydu. Masadaki kağıtları toplarken ''Beni girişte bekle,'' dedi. Kaşlarımı hafifçe çattım. Sorgulayıcı bakışlarımı anlamış olacak ki ''Annen dönmeden evde olman gerekiyordu değil mi?'' diye sordu. Konuştuklarımızla, bu işi bağdaştırıp vicdan mı yapmıştı?
''Evet ama kendim gide-''
Cem bey kağıtları hizalamak istercesine masaya vurdu. Çıkardığı ses, sadece hizalamak için değil beni susturmak amaçlıydı. İmalı bir şekilde gözlerimin içine bakarken ''Beni girişte bekle,'' dedi tane tane. İtiraz istemeyen ses tonuna, karşı gelmek yerine onu beklemek için girişe doğru ilerledim.
* *
Arabanın içindeki ölüm sessizliği, tanıdık sokağa girmemizle bozuldu. İnmem gereken yeri söyledikten sonra emniyet kemerimi çözdüm. ''Zahmet oldu. Teşekkür ederim,'' Arabayı durdururken sorun olmadığını söyledi.
''İyi geceler efendim.''
Kapıyı açmak için yeltendiğimde gözüm apartmana, daha sonra oturduğumuz daireye kaydı. Zihnime olanca hızıyla dolan düşünceler sesli bir şekilde yutkunmama neden oldu. Denizlerin balkonuyla bizim balkon arasında mekik dokurken, yukarı nasıl tırmanacağımı düşündüm. Hoş, ondan önce Denizlerin evine nasıl gireceğini düşünmem gerekiyordu. Saat epey geç olmuştu. Eminim ki ev arkadaşı, zil basmamı sorun yapacaktı. Bana bu kadar yardım eden birini zor durumda bırakmak istemiyordum. O sırada aklıma numarasını verdiği geldi. Elimi hızla cebime atarken ufak kağıt parçasını düşürmemiş olmayı diledim. Parmak uçlarıma değen tırtıklı şeyle derin bir nefes aldım. Dikiz aynasının üzerindeki ışığı yaktım. Cem Bey'in sorgular bakışlarına bir cevap veremesem de ''Telefonunuzu kullanabilir miyim?'' diye sordum. Sorumu ikiletmeden telefonunu uzattı. Minnettar bir şekilde elime aldığım telefona, kağıttaki numarayı tuşladım. Cem Bey'in bakışları eşliğinde Deniz'in telefonunu açmasını bekledim.
Uyumuş muydu?
Uyumuş olmasından daha doğal bir şey yoktu. Ya uyanmazsa? O zaman ne yapacaktım?
''Alo?''
Uyku mahmuru sesi telefonun ucunda duymamla rahat bir nefes aldım. ''Deniz, ben Bahar.'' Anlayamadığım bir şeyler mırıldanan çocuğa, hatırlaması için ''Üst kat komşunuz,'' diye ekledim. ''Bahar ne oldu? Neredesin?''
Bir yerden doğrulduğunu hissettim. Rahatını bozmuş olmanın verdiği his, vicdanımı dürterken ''Aşağıdayım. Kapıyı açar mısın?'' diye sordum. ''Tamam açıyorum. Bu numara kimin?''
''Gelince anlatırım.''
''Tamam.''
Telefonu kapatıp Cem Bey'e döndüm. Teşekkür edecekken bakışları kelimeleri yutmama neden oldu. Neden sinirlenmişti? ''Deniz kim?'' diye sorduğunda düşünmeden alt kat komşumuz olduğunu söyledim. ''Eve gideceğini sanıyordum.''

VELİAHTLAR 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin