You're Not My Daughter Anymore

199 20 35
                                    

"Ne?" McGonagall hiddetle Ash'e dönüp gözlerini kıstı. "Pucey seni bir şeyle tehdit mi ediyor Bell?" Ash yutkunup gözlerini kırpıştırdı. İpin ucunda Harry olmasa çoktan önündeki kadına sarılıp ağlamaya başlayabilirdi. İçindeki bu isteği tutup ellerini birbirine kenetledi ve derin bir nefes aldı. "Sadece onu seviyorum efendim."

Hızla gelen mide bulantısı onu korkutmuş, elini hızla ağzına götürmek zorunda kalmıştı. McGonagall korkuyla kıza yeltendi, Ash kapalı ağzının ardından nefes almaya çalışıyordu. "Sanırım midem çok boş kaldı efendim."

Yutkunup dışarıya derin bir nefes verdi ve sakince ellerini ağzından çekti, midesi hala çok bulanıyordu. Ağzına kadar gelen mide öz suyu tüm boğazını yakmıştı. "Az önce Pucey'i sevdiğini mi söyledin sen?"

"Evet." Sesine kayıtsızlık ifadesi takındırmaya çalışıyor ama asla başaramıyordu. Titreyen ses tellerine içinden bir küfür sayıp yumruğunu sıktı cüppesinin arkasından. Nefes alamıyor gibiydi.

"Pekala." McGonagall şoka uğramış yüz ifadesi ile arkasını döndü. "Öğrencilerimin, ki belli bir yaşa gelmiş olanların, özel hayatı beni ilgilendirmez Bell. Hiç bu tarz şeylere karışan bir öğretmen olmadım lakin," Kelimelerini düzgün seçmeye çalışıyordu, inanmak bile istemediği bir olayla yüz yüze kalmıştı. "Potter'dan sonra gerçekten sana bunları yapan biriyle çıkmak istediğinden emin misin?"

Zaten onun için katlanıyorum ya bu çileye.

"Evet efendim." McGonagall hayal kırıklığı ile kafasını sallayıp yavaşça kapıya yürümeye başladı. Ash içinin ezilip yüzünün utançla kaynadığını tekrar hissediyordu. "Pekala." Kapıdan çıkmak için adımını atıp tekrar arkasını döndü. "Bir gün bir şey olursa şayet, senin için hep buralarda olacağımızı unutma Ash."

McGonagall kapıdan çıkar çıkmaz Ash gözyaşlarının yanaklarından süzülmesine izin verdi. Bir haftadır ağlamadığından dolayı şimdi bu tuzlu su ile karşılaşan yeni yetme birkaç sivilcesi yanmıştı. Derin bir nefes alıp elinin tersi ile yüzünü sildi ve kitabının olduğu çantasını yerden alıp merdivene yöneldi. Kitabı saklayıp derse inecekti.

Kendi çalışma masasının altına kurduğu küçük düzeneğin arkasına sıkıştırdı kitabı, eh büyük olduğu için biraz uğramıştı ama sonunda başarmış görünüyordu. Hızla ayağa kalkıp tekrar çantasına yöneldi. Anlık gelen bir göz kararmasıyla masaya tutunup kendine gelmek için derin bir nefes çekti. Bir anda ayaklandığı için başı dönmüştü.

"Dökülüyorsun kızım, ölmezsen iyi." Kendi kendine mırıldanıp hızla merdivenlerden aşağıya indi. Biraz kahvaltı yapmak iyi gelebilirdi. Ona doğru bakan birkaç yargılayıcı bakışı yok saymaya çalışarak Büyük Salon'a girdi.

İçindeki bir dürtü onu yine eski yerine oturması için ittiriyordu. Kendine hakim olup yine oturduğu yere oturdu ve onları izlemeye başladı. Bir haftada ne çok özlemişti onları. Fred ve George'un Ginny'e bulaşmalarını, Ron ve Hermione'in tartışmalarını, Lia ve Draco'nun tatlı atışmalarını.

En çok Harry'i özlemişti ama. Bu arada geçen zaman süresince en çok Harry'i özlemişti. Burukça iç çekip kafasını sağ eline yasladı. Hiç iç çekerek arkadaşlarını özleyeceğini düşünmemişti. Yavaş yavaş toplaşan salon ve yapılan konuşmadan sonra önlerine, herkese iki - üç gün yetecek kadar yemek gelmiş, herkes yemeye başlamıştı.

Midesini tıka basa doldurmuş olmasına rağmen yine ilk kalkanlardan biri o olmuştu. Ağzını nazikçe peçeteye silip hızla yerinden kalktı ve salondan çıkmaya yeltendi. Bir anda koluna giren kişi yüzünden sıçramıştı. "Hişt, benim. Sakinleş."

La Douleur Exquise | Harry Potter FanfictionWhere stories live. Discover now