Detayla Randevu - Bölüm 97

En başından başla
                                    

10 YIL ÖNCE- 

"Gazete okumayı da mı sevmezsin?" Yüzünde gördüğüm 'öldür beni' bakışı çekingence alt dudağımı dişlememe sebep oldu. Bu, tekneye bindiğimizden beri ona sorduğum otuzuncu soru olmalıydı, belki de daha fazla. Ama onun hakkında daha fazla şey bilmek istememe engel olamıyordum. Sorularımdan bıkmış olduğunu görsem bile. 

"Gazete okumayı da sevmem." dedi dümeni sabitlerken. "Dünyadaki sorunlar beni ilgilendirmiyor." 

"Ama herkes gibi bu dünyada yaşıyorsun. Sorunların seni de ilgilendirmesi gerekmez mi?" Başını bana doğru çevirip çocuğuyla konuşuyormuşçasına otoriter bir sesle sordu. Kısacık süre içinde eğer bir çocuğu olsa onunla nasıl konuşacağını hayal ettim.

"Gerekir mi?" Evet anlamında başımı salladım. "Bence gerekmez." Dümenin başından kalkıp buraya doğru gelirken buz dolu kova içinden bir bira kaptı. "Benim sorunlarım dünyanın geri kalanını ilgilendirmiyor değil mi? O halde onların sorunları da beni ilgilendirmiyor. Denklem çok basit." Yanıma oturunca ondan gelen hoş bir kokuyla sarmalandım. Gözlerine daha yakından bakarken kalbim daha hızlı atmaya başladı. "Başka aptal bir sorun var mı?" Bira bir fıs sesiyle açılmıştı. Onu dudaklarına götürdü. 

Kızarmamak için gözlerimi gözlerinden çektim. Başımı önüme eğmiştim. "Muhtemelen." 

"Ben de öyle düşünmüştüm." Sesi sert çıkmayınca, başımı kaldırabildim. "Sanırım soru sormadığın bir gün geçiremeyeceğim, ha?" 

"Kesinlikle." dedim dürüstçe. "Başına bela olacağım. Öldüğümde bile bir hayalet olarak geri gelip seni rahatsız edeceğim." Yüzünü buruşturdu. 

"Erken ölenin sen olduğuna şaşırmadım." Buna ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Ölmek istediğim falan da yoktu ama nedense kendimle onun arasında bir seçim yaptığımda, kazanan o oluyordu. "Bira?" diye sordu kendisininkinden bir yudum daha aldıktan sonra. 

"Hayır, teşekkürler." 

"İstersen süt de var. Belki Nesquik'le karıştırıp içmek istersin." Kaşlarımı çattım. Süt falan yoktu, benimle dalga geçiyordu. 

"Çok sinir bozucusun." 

"Sen de öylesin. Bitmek bilmeyen soruların da öyle." 

"Ah, şey.. Soru demişken," Bakışları dondu. Ona aldırmadan bacaklarımı oturduğum yerde altıma aldım ve ona biraz daha yaklaştım. Şimdi eğer istese, beni kollarının arasında küçücük bırakabilirdi. "Yemek yapabiliyordun değil mi?" diye sordum. Dediğim gibi, kendime engel olamıyordum. 

"Evet. Eğer dün akşam fırsatımız olsaydı bunu görürdün." Yaptığı imayı anlamıştım. Boynumdan aşağıya doğru inen bir titreme hissettim. Ah, Tanrım. Ben, o, ve bütün gece. Kanım yeniden kaynamaya başlamıştı. 

"Belki başka bir zaman bana gösterebilirsin.." dedim çekingen bir şekilde. Konuşurken rahat olamıyordum çünkü aklımdan geçenleri okuyabiliyormuş gibi hissediyordum. Ya tam da şuan onu arzuladığımı biliyorsa? "Nasıl yemek yaptığını görmek isterim." Başını bana doğru eğdi. 

"Üzgünüm, şansını kaçırdın." 

"Nasıl yani?" Yüzünde her zaman görmek isteyeceğim tatlı bir ifade vardı. Muhtemelen benim hoşlanmayacağım bir şey söylüyordu ama yüz ifadesi neşeliydi. Tam anlamıyla büyük bir tezattaydı. "Yemek yaptığını göremeyecek miyim?" Başını hayır anlamında salladı. "Pazar akşamları bile mi?" diye sordum safça. "Hiç mi?" 

"Özellikle de Pazar akşamları." En olmadık anda, en olmadık şeyi yapıp elini sırtıma yerleştirdi ve beni kendine yasladı. Sözleri bu anın güzelliğini hissetmemi engelliyordu. "O tarz şeylerden hoşlanmam." 

"Neden?" Birden ciddileşmiştim. Tavırları, her zaman böyleydi. Sanki güzel olacak her şeyden kaçıyordu. Onunla birlikte ben de kaçmak zorunda kalıyordum. "Eminim bu konuda da çok iyisindir.." 

"Öyleyim. Sorun bu değil. Sadece birisi için bir şeyler yapmaktan hoşlanmıyorum." 

Birisi.. 

Sadece bir kelime kalbi paramparça edebilecek kadar güçlü olmalı mıydı? Bu haksızlıktı! Göğüs kafesimizde koruyup kolladığımız şey bir kelimeyle yıkılabilecek kadar güçsüz olmamalıydı! 

Yüzümün düştüğünü hissedebiliyordum. Gözlerimin buğulanmasına engel olamamıştım. 

"Beyaz atlı prensi aradığını biliyorum." dedi. İncindiğimi anlamıştı. Bu yüzden açıklama yapıyordu. "Bilmelisin. Ben beyaz atlı bir prens değilim." 

"Belki bir gün-"

"Hayır." Lafı ağzıma tıkamıştı. Bakışları kendinden emin ve ikna ediciydi. "Bunu istediğini biliyorum ama hayal dünyasında yaşayamazsın Bella. Asla beyaz atlı prens olmayacağım." Fakat bir şeyi unutuyordu. Beni inandığım bir şeyden asla vazgeçiremezdi. Dağınık saçları ve serseri bir aksanı olsa bile. 

Hırslandığım için burnumu havaya diktiğimde, fazla yakındık. Dudakları her an dudaklarıma değebilirdi. 

"Bir gün," diye başladım ve sözümü kesmemesi için gözlerimi sertçe gözlerine diktim. Bu, ona kafa tuttuğum anlardan biriydi. "Bir gün her Pazar akşamı benim için yemek yapacaksın ve ben her seferinde bu haline güleceğim." 

"O halde her seferinde seni susturmak zorunda kalacağım." Dudakları sınırı çoktan geçmişti. Nefesini dudaklarım arasından içeriye giriyordu. "Söylesene, bunu nasıl yapacağım?" Titredim. Gözlerim dudaklarına doğru kaydı.

"Yapamayacaksın." Bu söyleyebildiğim son söz olmuştu. Hemen sonra işini bilen dudaklar tarafından sarmalanmış, kolları arasında kapana kısılmıştım. Beni susturup susturamayacağından emin değildim, fakat bir şeyi çok iyi biliyordum. 

Beyaz atlı prensimi bulmuştum.





Detayla RandevuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin