Detayla Randevu - Bölüm 97

En başından başla
                                    

Mutfağa geçtikten sonraki dakikalarda kendimi amaçsızca gülerken yakalıyordum. Bu, kendimi deli gibi hissetmeme neden oluyordu ama önemi yoktu. Sadece onu böyle görmek komik geliyordu. Gülmekten kendimi alamıyordum, alamamıştım ve hiçbir zaman alamayacaktım. Sonunda gülüp durmama sinir olmuş olacak ki, başını çevirip bana baktı.
"Ne?" Elindeki bıçakla soğanları ince bir şekilde doğramaya devam ediyordu. Bıçağın kesme tahtasına vurdukça çıkardığı tak tak sesleri daha da çok gülmeme sebep oldu.
"Bu akşam yemeği sen hazırlıyorsun öyle mi?" Sesimde bariz bir alay vardı. Her an kahkahalara boğulabilirdim.
"Evet öyle. Joker gibi sırıtıp durmanın nedeni bu muydu?" Aksi tavrı, beni ateşledi.
"Hı-hım." Yerimden ayrılıp onun yanına doğru ilerledim ve tam arkasına geldiğimde kollarımı beline dolayıp başımı sırtına yasladım. "On yıl öncesini hatırlıyorum da, bana böyle şeylerden hoşlanmadığını söylemiştin. Her yöne dağılmış saçların ve serseri aksanınla birlikte."
"Bella, yapma."
"Neden?"
Belindeki kollarımı sıkılaştırdım. "Aynısını sen de bana yapıyorsun. Hem de her gün. Bu şekilde yemek yapmaya alışmalısın." Bıçağı kullanan eli durdu. Başını yana doğru çevirip hafifçe eğince göz göze geldik.
"O, on yıl önceydi." dedi muhtemelen şımarık bir kız çocuğununkine benzeyen suratıma bakarak. "Şimdi hoşlanıyorum." Gülerek hızlı bir hareketle kolunun altından önüne geçtim ve sırtımı tezgaha dayadım. Yüzüne bakabilmek için burnumu havaya dikmiştim.
"Doğru. Gittikçe yaşlanıyorsun."
"Yaşlanmak mı?"
Başını iki yana salladı. "Henüz değil."
"Kesinlikle yaşlanıyorsun."
diye direttim. Gıcık olmuş halini görmek beni derinden etkiliyordu. "Mesela seks. Artık daha yavaşsın." Bu sefer kendini tutamayıp gülen o oldu. "Hiç gülme. Doğruları söylüyorum. Yıllar geçtikçe yavaşlıyorsun."
"Ahh, kaşınma Bella."
diyerek beni uyardı. Ne yazık ki uyarısını takmayacak kadar çok heyecanlıydım. Hemen önümde duran vücudu beni deli ediyordu.
"Kaşınmıyorum." Şey, aslında kaşınıyordum. Gözlerini, gözlerime dikti. O garip elektriği hissedebiliyordum.
"Kaşınıyorsun. Hem de fazlasıyla."
"Eğer bunu yapsaydım bile yine de yavaş olurdun, bu yüzden.."
Gözlerinin kısıldığını gördüm. Uyuyan devi uyandırmış mıydım? Mağarada her şey yolunda mıydı? Üzerime doğru geldiğinde bir adım geri çekilmek istesem de arkamdaki tezgah buna izin vermedi. Havayı içime çektim. Yavaşça kulağıma doğru eğilip fısıldadı.
"Sen istedin." Fısıltısı savaş öncesi gelen rüzgarın uğultusuna benziyordu. Yavaş, ama etkili. Geri çekilip tekrar gözlerimin içine baktı. Bakışlarında da ses tonundaki anlam vardı. "Ve aklında bulunsun.. durmam için yalvardığında," Dudakları iki yana doğru gerildi ve ben içime çektiğim havayı serbest bıraktım "..durmayacağım."
*
Pazartesi sendromunu atlatmış bir şekilde işten çıktıktan sonra her zamanki gibi markete uğradım. Evde kahvaltılık adına hiçbir şey kalmamıştı ve bu akşam için ne yapacağıma karar vermemiştim. Fırında makarna yapabilirdim ya da sebzeli tavuk. Hepimizin sevdiği ortak yemekleri yapmaya özen gösteriyordum.
Ufak alışverişimi tamamladıktan sonra eve geçtim. Edward yediden önce gelmezdi, çocukların da okuldan çıkmasına daha çok vardı. Bu da demek oluyordu ki, bir süreliğine kafamı dinleyebilirim.
Poşetlerin içindekileri mutfağa yerleştirdikten sonra kendimi üçlü koltuğa attım. Bugün yemek programı izleyecek kadar bile halim yoktu. Göz kapaklarım ağırlaşıyor, iş dönüşü taksiye binmeyip yürüdüğüm için ayaklarım fena halde sızlıyordu. Afacanlar eve dönene kadar kendime gelebilir miydim bilmiyordum ama kendime gelmem gerektiğini çok iyi biliyordum. Aksi halde Jackson evi talan eder, Jace kafasını bilgisayardan kaldırmayıp ödevlerini bir kenara atar, Edward'sa evi pizza kutularıyla doldururdu. Dürüst olmak gerekirse, büyütüp beslemem gereken üç erkeğin olması ürkütücüydü.
Koltuğun üzerinde sere serpe uyuyakalmak üzereyken kapıyı zorlayan anahtar sesini duydum. Jackson'ın gece seferleri sayesinde kulaklarım iyice keskinleşmişti, bu yüzden zorlanmadan gözlerimi araladım ve kapıya doğru baktım.
Gelen Edward'dı.
Hem de bu saatte?
Hemen yerimden doğrulup ayağa kalktım ve ona doğru ilerlerken bileğimdeki siyah lastikle hızlı bir şekilde saçlarımı at kuyruğu yaptım.
"Saat daha beş bile değil, iyi misin?"
"Hayır. Bir an önce soyunman gerek."
Ha?
Anahtarını aceleyle kapıdan kurtardı ve siyah çantasını gelişigüzel bir şekilde askılığın dibine fırlattı. Edward'ı sık sık bunu yaparken göremezdiniz, şaşkınlığım yersiz değildi. Elimden tutup beni merdivenlerden yukarıya doğru çekmeye başlaması ise, durumu daha da garipleştirdi.
"Hey, neler oluyor?" diye sordum adımlarına ayak uydurmaya çalışırken. Basamakları üçer üçer çıktığından ona yetişmekte zorluk çekiyordum. Yatak odasının önüne geldiğimizde kapıyı açıp beni içeriye doğru itti. Elleri gömleğinin düğmelerine doğru gitmişti.
"Edward, neler oluyor diye sordum."
"Ben de soyunmanı söyledim Bella."
"İyi ama neden?"
Sinirle nefesini dışarıya verdikten sonra elindeki gömleği yere atıp beni elimden yakaladı ve kendine doğru çekti. Önce beni öpeceğini düşünmüştüm ama sonra elimi pantolonunun üzerine koyduğunda donup kaldım.
"Bunu hissediyor musun?!" diye çıkıştı. Elimin altındaki sertliği hissetmemekse imkansızdı. "İşte nedeni. Şimdi soru sormayı bırak da biran önce soyun."
A-man Tanrım! Gözlerimi pantolonunun üzerindeki şişlikten alamıyordum. Pantolonu delip dışarıya çıkacakmış gibi duruyordu ve bunun ne kadar can acıtıcı olduğunu tahmin etmek bile istemezdim. Elleri aceleyle pantolonunun kemerine doğru gidince gözümü dikip ona bakmaktan vazgeçebilmiştim. Kendimi tutamayarak kıkırdamaya başladım.
"Nasıl oldu bu?" dedim kıkırdamalarımın arasında. Bakışlarımla önünde çadır kurmuş olan aletini işaret ediyordum. Pantolonunu aşağıya indirip sonunda sadece baksırıyla kaldığında şaşkınlığım daha da artmıştı. Tıpkı göndere çekilmiş bir bayrak gibiydi: dimdik.
"Neil piçiyle hangimizin daha fazla dayanacağına dair iddiaya girdim." dedi. "Lanet olası viagralardan aldık." Ne?! Yüzündeki acı çeken ifade boğazımdan bir kahkahanın çıkmasına sebep oldu. O bana dik dik bakarken gülmeye devam ettim.
"Özür dilerim, ben.." Başka bir kahkaha dışarı çıkmayı başardı. Eve geldiğinde Edward'ın son derece azmış haliyle karşılaşacağımı düşünmemiştim. "Kim kazandı peki?"
"Mükemmel olan."
diye cevapladı. "Neil yirmi beş dakika dayanabildi. Bense 'otuz'. Beni anlıyorsun değil mi? Acele et." Bana talimatını verdikten sonra makyaj masama doğru yürüyüp muhtemelen oradaki prezervatiflerden birini almaya gitti. Gülerek onu izledim.
"Üzgünüm," dedim ardından. "Bugün yorgunluktan geberiyorum. Çocuklar gelene kadar yatıp uyumam lazım." Seçtiği renkli folyoyla birlikte başını çevirip bana baktı. Bu sert bakışlar altında ezilebilirdim bile.
"Dalga mı geçiyorsun?" diye sordu sertçe. "Ölmek üzereyim!" Sahte bir üzüntüyle dudaklarımı büzdüm ve kapıdan çıkıp gitmek için hazırlandım.
"O halde sana ölümle iyi şanslar. Elini kullanmayı dene. Ben aşağıda olacağım." Kapıdan çıkıp aşağıya inme planım tabi ki de suya düşecekti, ama yine de denemiştim. Daha kapının kolunu bile çeviremeden beni belimden yakaladı ve bir gazeteymişimcesine beni kolunun altına sıkıştırdı. Beni yatağın tam önünde yere bırakana kadar gülmeye devam ediyordum.
"Neden bunu yaptın ki?" diye sordum gülüşlerimin arasında. "Nesiniz siz? Ergen mi?" Beni umursamadı. Elleri ince kazağımın ucunu kavradı ve onu hızla başımın üzerinden yukarıya doğru çekip yere bıraktı. Daha sonra karnımdan iterek beni yatağa düşürmüştü.
Hareketleri çok hızlıydı. Pantolonumu bacaklarımdan aşağıya sıyırmasını, üzerime doğru uzanışını derin nefes alış verişlerimle birlikte izledim. Sanırım ölümle yüz yüze gelecek olan bendim, o değil.
Ağzımı açıp bir şey söyleyeceğim sırada beni ensemden kavrayıp dudaklarına bastırdı. Ona karşılık vermemi bile beklememişti. Beni büyük bir açlıkla öpüyordu ve ben onunla bunun ne demek olduğunu bilecek kadar çok sevişmiştim. Sabırlı olmayacaktı.
Nefes almam için beni serbest bıraktı fakat bu sadece sızlayan dudaklarım için geçerliydi. Geriye kalan her yerim onun hükmü altındaydı. Öpüşüne, kulağımın arkasındaki boşluktan başlayarak devam etti. Boynumdan aşağıya doğru kayarken vücudumda büyük bir titreme etkisi yaratıyordu. Onun için hazır olmaya o kadar yatkındım ki, bunun için uğraşmasına bile gerek kalmıyordu.
Aşağıya doğru kaymaya devam etmeden önce vakit kaybı olarak değerlendirdiği sutyenimi çekip, göğüslerimi serbest bıraktı. Hassas meme uçlarım soğuk havayla temas edince tıpkı onun gibi dimdik oldular. Dudaklarının izlediği yol daha da aşağıya kaymaya başlayınca nefes alışlarım da hızlandı. Hissettiğim heyecanla inip kalkan göğüslerimi görmek nefesimi kesiyor, kafamı hafif dumanlı bir hale getiriyordu.
Sonunda tehlikeli yere ulaştığında, nefesimi tuttum. Bir işe yaramamıştı. Burnunu iç çamaşırımın üzerinden kadınlığıma bastırıp kokumu içine çektiğinde şiddetli bir titremeyle sarsıldım. Kulağımın dibinde inleyen davullar bir türlü susmuyordu. Burnu oraya sürtündüğünde sırtımın gerilmesine ya da yüksek sesle inlememe engel olamadım, kalçalarımı yüzüne doğru ittirmiştim.
İç çamaşırım benden kopup giderken ne kadar çok ıslanmış olduğumu fark ettim. Onu hemen şimdi içimde istiyordum. Tekrar alev almaya, hiç sönmeyecekmiş gibi hissetmeye ihtiyacım vardı. O renkli folyoyu parçalayıp prezervatifi iyice ereksiyon almış olan erkekliğine geçirirken derin nefesler almaya devam ettim ama onu izlerken hava boğazımda takılıp kalıyordu. Bu hafifçe yana doğru dönmeme sebep oldu. Daha aldığım nefeslere bile doyamadan elini kolumda hissettim.
"Bana uyar." Ardından beni tamamen yüzüstü çevirmişti. Ani hareketine karşılık attığım ufak bir çığlık kulaklarıma doldu. Daha fazlasını isteyen ses tonum onun kulaklarına da ulaşmış olmalıydı. Onu göremiyordum, ama gelişini hissedebiliyordum. Teni tenime değdiğinde sırtımdaki tüm tüyler havalanmış ve beni uzun süre bitmeyecek olan bir nefessizliğe sürüklemişti.
Çok geçmeden kadınlığımı aralamaya çalışan ateş gibi demiri hissettim. Uzaktan gördüğümde beni bu kadar çok zorlayacağını düşünmemiştim, ama yanıldığım aşikardı. Kendini içime iter itmez acıyla bağırdım. Gözlerim arında kadar açılmış, parmaklarım ellerimin altındaki örtüyü sımsıkı kavramıştı. Bir sonraki hamle gecikmedi. Nefesini saçlarımın üzerinde hissediyor, içimde gidip geldikçe lastiğimden kurtulan saç tutamlarının yüzüme yapıştığını görüyordum. İçimde genişlemeye devam eden erkekliği bana kısa çığlıklar attırdı. Siyah perde gözlerimin önüne düşmeye başlamıştı bile.
"Edward!" diye haykırdım. "Yavaşla!" Hayır, lütfen yavaşlama. "Dur lütfen!" Sakın durma.
Sanki iç sesimi dinlemişçesine hızlanmaya devam etti. Tükenmek üzere olduğumu hissediyordum. Nefesini yanaklarıma yapışmış saçlarımın üzerinde hissettim. Ardından dudaklarını kulağıma dayayıp fısıldadı.
"Ciddiydim, tatlım." dedi. "Durmayacağım."

Detayla RandevuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin