PART 28: "Göz yaşı denen şey tuzlu.."

8.8K 309 9
                                    

Reyonların arasında dolmuş market arabasını güçlükle iterken Harry’nin nereye kaybolmuş olabileceğini düşünüyordum. Lanet olasıca çantamı evde unuttuğum için kendime küfrediyordum. Eğer yanıma almış olsaydım telefonumla Harry’yi arayabilir ve yerini öğrenebilirdim. Sonunda arabayı itmeyi bırakıp ağırlığımı tek vücuduma verdim. Bu iş beni sinirlendirmeye başlamıştı. Onu aramayı bırakıp dolmuş olan market arabasının içini kurcalamaya başladım. Amacım bir şey unutup unutmadığımı kontrol etmekti. Uzun zamandır evde yemek yapmaya ‘çalışmamıştım.’ Bu yüzden evde yemeğe dair bir şey bulunmadığına neredeyse emindim. Birkaç makarnayı ittirdiğimde gelen bağırış sesiyle kafamı kaldırdığımda karşımda sarışın, balıketli bir kız gördüm. Ateş saçan mavi gözleriyle bana bakarken, ürperdiğimi hissettim. Birbirimize bakarken arkadan koşan bir kız gördüm. Kumral ve minyon bir tipti.

“Ashley! Ne yaptığını sanıyorsun? Haydi gidelim!” Adının Ashley olduğunu öğrendiğim sarışın kız sinirle tıslayarak kolunu onun yanında küçük kalan kızın minik elinden kurtardı.

“Bu sürtük yüzünden Harry benimle olmadı! Hepsi bunun yüzünden! Beni öpmek üzereydi… Senin yüzünden! Aramıza girdin!” Yanındaki kumral kız korkuyla bir çığlık atarken onu tutmak üzere öne atıldı fakat çoktan Ashley üzerime atlayıp beni yere sermişti. Korkuyla bir çığlık atarken kalabalıklaşan çevremiz görüş alanımdan çıkarak yerini Ashley’in sinirle kızarmış suratına kaydı. Kendimi korumak için ellerimle ellerini tutmak bir işe yaramak yerine onu daha da çok kızdırdı.

“O pis ellerinle bana mı dokundun, kaltak?!” Burnumun ortasına inen yumruk beni sersemletmek için yetmişti. Genzime doğru sıcak bir sıvı yol alırken, acıdan gözlerim yaşarmıştı. Acıyla çığırdığımda üzerimdeki ağırlığın hafiflediğini hissettim. Ellerim burnuma gittiğinde acıyla irkildim. Sersemlemiştim ve kesinlikle iyi hissetmiyordum.

“Ella! Ella! Bebeğim, iyi misin?” Burnumdan boğazıma dolan kanı yuttuğumu düşünmek midemin bulanmasına yetiyordu. Harry’nin kollarında yan dönerken gözlerimi kapayarak ağzımdaki kanı yere tükürdüm. Gözlerimi açtığımda yerdeki kan birikintisi içimin dışıma çıkmasını sağlamıştı. Oracıkta karanlığa çekilirken, acının hissizleşmesi hissettiğim tek iyi şeydi.

***

Gözlerimi açtığımda tepemdeki beyaz ışık kirpiklerimi salisede bir kırpıştırmama neden oldu. Boğazımdaki kuruluğu gidermek için yutkunmak, boğazımın daha çok tahriş olmasına neden oluyordu.

“Su ister misin?” Ellerim burnuma değmeden gözlerime gittiğinde birkaç saniye boyunca ovuşturdum. Daha sonra kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Harry endişeyle parlayan yeşil gözleriyle beni izliyordu. Kafamı aşağı yukarı sallarken bile burnum sızlamıştı. Üzerine yapıştırılan beyaz bezin kokusu midemi bulandırıyordu. Ah lanet olsun! Burnumu kırmış olabilir miydi? Küçük kaltak.

“Küfretme Ella, ayrıca kimse burnunu falan kırmadı.” Gözlerini devirdi. Ardından beni dikleştirdi. Ilık suyun midemde akışını hissetmek beni rahatlattı. En azından midemi kusmadığıma seviniyordum.

“Senin yüzünden ikinci dayak yiyişim.” Dudaklarını ısırarak bana baktıktan sonra beni yatırdı ve bir süre sonra elleri saçlarımın arasında kayboldu.

“Üzgünüm, Gabriela. Seni yalnız bırakmamam gerekiyordu. Fakat fanlar etrafımı sarmıştı, onları kırmak istemedim.”

Ağzım şaşkınlıkla aralanırken Ashley denen kızın söyledikleri kulaklarımda defalarca yankılandı.

“Bu sürtük yüzünden Harry benimle olmadı! Hepsi bunun yüzünden! Beni öpmek üzereydi… Senin yüzünden! Aramıza girdin!”

Sanki kulağımda yankılanan sesi duyabilirmiş gibi bağırdım ve Harry’yi kendimden uzaklaştırdım.

“O kızı öptün mü?” Yeşil gözleri yerlerinden fırlayacakmış gibi açıldığında kendini iyice geriye çekti ve gergin gülümsemesiyle bana bakmaya başladı.

“Hayatım, kafana bir tekme yemiş olabilir misin?”

“Pardon?!”

“Gabriela, aşkım, gerçekten…” Konuşamadı. Durdu ve kaşlarını birbirine katmak istercesine çattı. Derin bir nefes alırken, burun kemerini elindeki eklemler beyazlayıncaya kadar sıktı.

“Bak, güzelim. Ashley ve  arkadaşı sen baygınken seni ziyarete geldi-“

“Bundan bana ne?! Bir de utanmadan eserlerini görmek için ziyarete mi gelmiş? Ne yüzsüzlük ama… Onları dava edeceğim! Bu sürekli birilerinden dayak yeme işi canımı sıkmaya başladı!” Konuşmasını yarıda kestiğim için bana bağırdığında yatakta oturur pozisyona geçtim. Sanırım onu sinirlendirmeyi başarmıştım.

“Sözümü kesme, cadı. Sana anlattıklarını unut. Söyledikleri tamamen onun bilinçaltında gerçekleşen şeyler. O şizofreni hastasıymış ve bir süredir ilaçlarını almıyormuş. Markette de karşısına sen çıkınca… Bu onun için bir patlama noktasıydı.” Gözlerim irice açıldı. Boku bokuna dayak yemek bu olsa gerekti. Veya ben kesinlikle şanssız bir insandım. Bahtım kara olabilir miydi? Her bakımdan. Ben ciddiyim?

“Yine de tabi ki bu sana saldırması için bir neden değil. Eğer hala istiyorsan, ona dava açabilirsin. Kararına karışmayacağım.” Yatağıma oturdu ve beni kucakladı. Yanağımı göğsüne yaslarken burnumu olabilecek her türlü temastan uzak tutmaya çalışıyordum.

“Beni korkuttun, cadı.” Saçlarıma bir öpücük kondurdu. Gülümsedim.

“O kızdan korkmadığımı söyleyemeyeceğim. Gerçekten ürkütücüydü ve kaçacak delik aradığımda doğrudur.” Omuzlarımdan tutarak beni nazikçe geri çekti ve gamzelerini gösterecek derecede sırıtarak muzip suratımı inceledi. Suratımı buruşturdum.

“Bu halde bana bakma. Berbat göründüğüme eminim.” Sıcak ve yumuşak dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Cidden, onu hak edecek ne yapmıştım ben? Sıcacık kalbindeki en yüce sevgiye, onun aşkına sahip olacak ne yapmış olabilirdim ki? Bana kalsa Tanrı katında bir yerim bile yoktu. Fakat o beni sevgisiyle güçlendiriyor ve dünyanın en özel kadınıymışım gibi hissettiriyordu.

“Haklısın, berbat görünüyorsun. Fakat yine de bu seni sevmeme engel değil.” Ağzımdan bir sızlanma kaçtığında suratımı buruşturduğum için burnum acıdı. Ellerimi yanaklarına yerleştirdim.

“Romantik olmanın sırası değil, Harold. Lütfen, şimdi ağlayacağım! Bil diye söylüyorum, göz yaşı denen şey tuzlu ve burnuma değerse nasıl yanacağını sen tahmin et!” Kafasını geriye atarak, kahkahalarla gülmeye başladığında bu halini sırıtarak izledim.

Muhteşem görünüyordu.

“Bebeğim, sana seni sevdiğimi söylüyorum ve senin tek düşündüğün acıyacak olan burnun mu?” Yanağındaki ellerimden tekini kaldırıp yanağına hafifçe vurdum. Seyrek ve yeni çıkmış sakalları parmak uçlarımı huylandırıyordu.

“Kapa çeneni! Seni ne kadar sevdiğimi bilmen gerekiyor.”

“Gabriela, bu halinle bile nasıl çemkirdiğini merak ediyorum. Burnun acıyor mu?” Ellerimle ellerini kavrarken, suratımı hafifçe buruşturdum.

“Kaşınıyor.”

“Bu iyi.” Diyerek yanağıma bir öpücük bırakarak yatağa tekrar uzanmamı sağladı.

“Canımın yanması hoşuna mı gidiyor?” Ciddi olup olmadığımı bakmak için suratımı dikkatlice inceledi.

“Kaşınması, iyileştiği anlamına gelir.” Diyerek derin bir nefes verdi.

“Yani canımın yanması hoşuna gitmiyor?” Bana bir kaçıkmışım gibi baktı. Ardından uzanıp alnıma ufak bir öpücük kondurdu.

“Uyusan iyi olacak. Bizimkiler geldiğinde uykuya ayıracak vaktinin olmayacağına bahse girerim.”

“Bunu daha önce söylemeliydin!” Ve gözlerimi kapadım. 

TWIX // h.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin