PART 10: Clark

11.2K 407 24
                                    

Sophia’yla birlikte aşağı inerken, bana sakin olmamı söylüyordu. Söylediklerine kulak asmıyordum çünkü ne söylerse söylesin sakin olamayacağımı biliyordum. Derin bir nefes aldım ve stresten terleyen avuç içlerimi eteğimin pilelerine sildim.

“Hadi ama Ella, bu kadar stres yapman çok gereksiz.” Sophia’ya gülerken, koluma hafifçe vurdu. Yanımıza gelen Eleanor, onaylayan bir ses çıkardı.

“Sizi çıtırlar. Çok güzel görünüyorsunuz.” Sophia ile bir teşekkür mırıldandık.

“Harry nerede?” Eleanor yerinde rahatsızca kıpırdandı ve bize biraz daha yaklaştı.

“Kendall ile takılıyorlar.” Kaşlarımı çatsam da bir şey demedim. Hem ne diyebilirdim ki, haklıydı. Sevgilisiyle ilgilenecekti tabi ki.

“Peki ya Charlotta?” Eleanor omuzunu kırarken, Sophia ile anlamsızca bakıştık. Sanırım o da benim gibi olanlardan hiçbir şey anlamamıştı.

“Onu geldikten sonra hiç görmedim.”

“Sana stres yapmaman gerektiğini söylemiştim. Bak, ortada gerginlik yaratacak hiçbir şey yok.” Sophia’nın sözleri ilk defa etkisini göstermiş, beni yatıştırmayı başarmıştı. Ona minnettarlıkla gülümsedim.

“Tamam, tamam. Stres yapmayacağım. Hadi sen Liam’ın yanına git. Yoksa etraftaki kızlar onu kapacak gibi.”     Elimle ileride birkaç kızla konuşan Liam’ı gösterdim. Kaşlarını çatarak elini beline koydu.

“Yüce İsa! Ona yanımdan ayrılmamasını söylemiştim. Bakın bakın, babacık iş başında!” Bize ufak bir hoşça kal mırıldandıktan sonra söylenerek Liam’ın yanına gitti. Eleanor’la onun arkasından gülerken, yanımıza gelen Louis gözlerini üzerimde gezdirdi.

“Hediyem nerede?” Eleanor ona bir dirsek geçirdi.

“Tanrım, Louis! Çok ayıp.” Ellie, ona söylediğinin yanlış olduğu hakkında nutuk çekerken, Louis onu dinliyor gibi gözükmüyordu. Aha, benden cevap bekliyor olmalıydı.

“Ah, şey. Bilirsin, ormanda kaybolduk…”

“Hediye almaya vaktim olmadı, gibi zırvalıklar duymak istemiyorum Ella! Madem bir hediye almadın bir şeyler yap!” Gözlerimi devirdim. Bu çocuk ne kadar da hediye meraklısıydı böyle?

“Pekala, pekala. Bir şeyler düşüneceğim.” Diyerek ona güzel bir gülümseme yolladım. Ve ardından ona kocaman bir kucak verirken, bağırdım.

“Mutlu yıllar, doğum günü çocuğu!” Kahkahası kulaklarıma dolarken, kenarından Ellie’nin kıkırdamalarını işitiyordum.

“Pekala, hadi sevgilim. Diğerlerine merhaba, diyelim.” Eleanor’u çekiştirerek kalabalığa çekerken ne yapabileceğimi düşündüm. Sanırım partide eşi olmayan tek ben vardım. Pekala, zaten böyle yalnız olmaya alışıktım. Hayatımda hiçbir zaman erkeklerle çok yakın olmamıştım. Babam’ın anneme karşı davranışları yüzünden karşı cinsle aram çokta iyi olmadı. Aslında hiç iyi olmadı. Sanırım en iyi örneği, Harold üzerinden vereceğim. Eh, ne kadar kavga ettiğimizi biliyorsunuz, üzerine ekleme yapmam gerçeği değiştirmeyecek sanırım. Kalabalıktan kaçıp, mutfağa doğru ilerlerken Taylor’u görme umuduyla etrafıma bakınıyordum fakat tek gördüğüm çılgınca dans eden kızlar ve erkeklerdi. Ah, ben hiç onlar gibi eğlenememiştim. Herkesin ortasında böyle dans etmek bana gariplik ve utanç hissettiriyordu. Sanırım şimdi neden barlara gitmediğimi anlıyorsunuzdur. Mutfağa ilerlerken, bu koridorun boş olması beni şaşırtmıştı. Normalde çiftler boş bir alan bulduklarında buralara tüner, sarhoş olana kadar içer ve daha sonra sızana kadar sevişirdi. Partilerde olan buydu. Fakat Tommo’nun bunun için önlem aldığına eminim, tabi olaya Harry dahil olup buraya bir striptizci çağırmadıysa. Mutfağa girdiğimde ise, kimse olmadığını fark ettim. Sanırım tüm davetliler salonda dans ediyordu veya Louis’e hediye vermek için uğraşıyorlardı. Beyaz geniş tezgahta duran içkilerden bir tanesi aldım ve ufak yudumlar alarak içmeye başladım. Sanırım, parti bitene kadar burada duracak ve partinin olaysız geçmesi için Tanrı’ya yalvaracaktım. Ah, bilirsiniz, yalnız ben… Mutfaktan bahçeye açılan kapının zorlanmasıyla irkildim. Kapının arkasındaki her kimse, yalpalayan ve ayakta duramayan gövdesinin gölgesi kapıya yansıyordu. Korku ve merak hissi vücudumda dolaşıp, adrenalin pompalarken bardağımı tezgaha koyarak ittirdim. O sırada mutfak kapısının açılmasıyla korkuyla ve şaşkınlıkla yerime mıhlandım. Lanet, lanet ve lanet olsun. İçimde kötü hisler var demiştim işte! Babam buradaydı. Bu şerefsizin burada ne işi vardı? Onu yıllar önce babalıktan reddedip buraya kaçmıştım. Yine mi beni bulmuştu? Annemin intihar etmesine sebep olan bu adama her baktığımda acı çekiyordum. Korkuyordum. Çünkü o psikopatın ve alkoliğin tekiydi. İçer, içer ve içerdi. Önüne gelen her şeye, herkese zarar verir ve kaçardı. Onun doğası buydu. Biliyorum o, vahşi hayvanlardan bile daha berbattı. Ah, ve iğrenç kokuyor!

“Senin burada ne işin var!” Sesimi bulduğum için şükrederken, olay çıkmaması için tekrar dua etmeye başlamıştım.

“Ah, güzel kığzım. Beğden kaçabiğleceğiniğ mi sandın?” Kocaman bir kahkaha atarken, elindeki boş şişeye tiksinerek bakarak hızlıca yere attı. Şişe bin parçaya ayrılırken, ufak bir çığlık ağzımdan kaçtı. Umarım buraya kimse gelmezdi. Yoksa böyle bir babam olduğu için utancımdan bir daha kimsenin suratına bakamazdım.

“Git buradan! Beni rahat bırak! Senden nefret-“ Hızla yanıma gelerek pis elleriyle çenemi kavradı. Bir süre bana baktıktan sonra kafamı sertçe ittirerek geri çekildi. Kafamı arkamdaki dolaba çarptığımda acıyla inledim. O ise aldırmadan üzerindeki yırtık kravatı çıkarıp açık bahçe kapısından dışarıya fırlattı. Üzerimi süzdü.

“Ben sefalet içinde yaşarken bu bollukta neyin nesi Gabriella? Sana harcadığım onca emeğin karşılığını vermeyecek misin?” Gözleri üzerimde dolanırken, arsızca gülümsedi.

“Kızım olmasaydın, seni zevkle sikerdim. Hoş, belki kızım olduğunu hatırlamadığım bir zamana denk gelebilirsin…” Pis kahkahası kulaklarıma dolarken, korkuyla bir köşeye çekildim. Piç, ne derse yapıyordu çünkü.

“Be-benden uzak d-ur.” Eğilip yerden, en sivri şişe parçasını aldı. Bana yaklaşırken, arada yalpalaması sarhoş olduğunu bana sürekli hatırlatıyordu. Şişeyi boğazıma dayadığında ağzımdan istemsiz bir inleme kaçtı.

“Sürtük annende, sende, hayatımı maffettiniz! O annen olacak orospu tüm paramı yedi ve kendini öldürdü. Suç benim üzerime kaldı! Söylesene birini öldürecek kadar vicdansız mıyım ki benden kaçtın? İkiniz tüm paramı yediniz ve sen öylece kurtulacağını mı sandın?! Onun gibi sürtüğün tekisin!” Ağlamaya başladım. Tanrım! Beni öldürecekti. Bu psikopat beni öldürecekti. Müzik son ses devam etse de bağırmaya başladım. Umutsuzca, bağırdım.

“Bana para ver. Yoksa gırtlağını şuracıkta keserim!” Gözlerine baktığımda öfke ve nefretle bana baktığını gördüm.

“Az ö-nce birini öldürebilecek k-kadar vicdansız o-olmadığını s-söylemiştin!” Sesim boğazımdaki cam parçasından dolayı kısık ve umutsuz çıkmıştı. Gözlerimi kapayıp beni öldürmesini beklemek istediğimde onu gördüm. Kapının arkasından şaşkınlık ve korkuyla bakıyordu. Çenesi korku ve sinirle kasılmış, ellerini yumruk yapmıştı.

“Y-yapma.” Diyerek kafamı salladım. Babam olarak şerefsiz ona yalvardığımı sanarken ben aslında bize doğru yaklaşan Harry’e söylüyordum.

“Veriyor musun yoksa seni öldür-“ Harry onu üzerimden çekerken, cam boğazımı kesmişti. Öleceğimi düşünürken bunun hafif bir çizik olduğunu sonradan fark ettim. Yere düşen babama baktığımda, gözlerinin etrafı taradığını fark ettim. O lanet olası her zaman fazla zeki olmuştu. Şu anda bile kaçış planları yaptığının farkındaydım. Hayatı boyunca böyle yaşamıştı çünkü. Hep kaçmıştı. Harry ona bir yumruk geçirirken, yalpalasa da Harry’yi üzerinden attı ve ona bir tekme geçirdi. Harry acıyla bağırırken, ona doğru koştum. Ben ona giderken, Harry acıya aldırmayarak ayağa kalkmıştı. Clark –babası- Harry’yi tutarak üzerime fırlattığında dengemi kaybederek yere düştüm. Cam kırıkları bacaklarıma batarken, tiz bir çığlık attım ve Harry’nin üzerime yuvarlanmasıyla acım ikiye katlandı. Clark açık mutfak kapısından dışarı fırlarken bağırdı.

“Yine geleceğim, pis sürtük!”

Hah, kötü şeyler olacağını söylemiştim!

 

TWIX // h.sWhere stories live. Discover now