in love w you//zm

By coldvampiire

131K 7.5K 3.5K

"Juliet'le ben arkadaşız. Yani bu imkansız, anlıyor musunuz?" #1 in zayn//#1 in malik//#1 in zaynmalik More

0
vera
bad truth
yellow file
what's happenin
relationship
west sussex
photograph
run forrest run
vacation
have fun with cordelia
a party
finger
charger
roses
report
dinner
romeo and juliet
i will never be your Juliet
stupid cody
what the hell are you doing?!
please help, girls
suit up!
silly fisherman
half naked
pizza? pizza.
how long have you been there?
evreka, Zayn!
unexpected kisses
double date and.. more kisses?
so much disappointment
no more secret
are you ok?
u and everything that belongs to u
we're not lovers
well, then i will never come
she didn't make it
dark blue
soulmate
mulan
crazy in love
a bullshit party
lil cousin
devil
ocean eyes
we're home!!
a disgusting menu
i am so happy
u make me a better person every day
we are going on vacation!!!!!
may the best man win
video
wedding dress
you made my aunt cry, juliet
ok. i'll be right there
the seventh of august
a perfect lover
till death do us part
new beginnings

surprise and april 7

1.5K 108 146
By coldvampiire

Küçük bir kutu nereye saklanabilinirdi ki? Belki de kendimi otel görevlisi olarak düşünmeliydim. Ben bir otel görevlisi olsaydım, siktiğimin küçük kutusunu nereye koyardım?

Odada yavaşça gözlerimi gezdirip, dakikalarca yatağın altına, komidinlerin içine, Zayn'in valizine, dolaplara, banyoya yani kısacası neredeyse her yere baktıktan sonra yine bulamayınca omuzlarımı düşürdüm. Tam o sırada telefonum çaldı.

Göt cebimden zorluklarla çıkardığım telefona bakarken, Zayn'in aradığını gördüm. Hızlıca açıp kulağıma koyduktan sonra göz gezdirmeye devam ediyordum. "Efendim?"

"Kutu odada değil Juliet."

Bu cümlesi beni eğilip yere baktığım yerden aniden doğrultunca, "Kutuyu aramıyorum ki," diye salladım. Amına koyayım, neredeydi bu kutu? "Hem sen nereden biliyorsun?"

"Çünkü sen yirminci rüyanı görürken ben o odayı çoktan aradım da ondan."

Moral bozukluğuyla omuzlarımı düşürürken, içimden mırıldandım. "Tamam, kapat."

Telefonu kapattıktan sonra cebime geri koydum ve düşünmeye başladım. Sikeyim, oyunun olduğu günden itibaren iki gün geçmişti ve ben kutuyu bulmak için tatile adam akıllı odaklanamıyordum bile. Gerçi kimse odaklanamıyordu, herkes küçük kutuyu bulmayı amaçlıyordu.

Aslında kutu kimsenin sikinde değildi ama grubun geri kalanı kaybeden kişilere verecekleri cani cezayı düşünüyor, ben ise Zayn kazanırsa günlerce bana böbürlenmesini istemediğim için kazanmayı istiyordum. Gerçi herkesin kölem olmasını ben de istiyordum, orası ayrı bir olaydı.

Acaba görevlilere rüşvet falan versem, nerede olduklarını söylerler miydi?

Aslında iyi fikirdi.

Cüzdanımdan bir miktar para çıkarttıktan sonra yavaşça odadan çıktım ve lobiye inerek bizim oyunla ilgilenen çocuğu bulmaya çalıştım. Birkaç dakikam bununla geçerken, sonunda onu başka bir görevliyle konuşurken buldum.

Hızlı adımlarla yanına giderken kolunu tuttum ve yanındakiyle konuşmasına aldırmadan kendime doğru çektim. Afallayan çocuk, bana şaşkınca baktı. "Merhaba," dedim. "Bana lazımsın."

Çocuk yine anlamazcasına bakarken, ben devam ettim. "Kutu nerede?"

Bu sefer gülümseyip, omuzlarını kaldırarak bilmiyorum demeye getirdi. Ama benim bunlarla uğraşacak zamanım olmadığı için cebimdeki parayı onun eline sıkıştırdım. "Bak güzel evladım, al şu parayı. Sakın rüşvet olarak düşünme demeyeceğim tabiki de, bu bir rüşvet. Şimdi bana kutunun yerini söyle."

"No se nada. Por favor no me preguntes."

"Ne?"

"No quiero dinero," dedi ve elindeki parayı bana uzattı.

"Lan," dedim, sinirimin yükseldiğini hissederek. "Zaten sinirliyim, sikerim şimdi İspanyolcanı. Dün sular seller gibi İngilizce konuşuyordun, ne oldu birden?"

"İşe yaramadı mı?" dedi çekinerek.

"Yaramadı. Şimdi ya kutuyu söylersin ya da kafanı koparırım."

Çocuk birkaç adım geri çekilince, benden kurtulamayacığını anladı ve dudaklarını ıslattı. "Tek söyleyebileceğim şey, odaları değil dışarıyı araman," dedi.

"Oğlum, 10 hektarlık araziye otel yapmışsınız, hangi dışarıyı arayayım?"

"Abla," dedi sinirimi hoplatarak. "Dışarlarda bir yerleri ara işte. Bana da sorma bir daha."

"Abla mı?" diye çıkıştım birden. Sonra çok fazla gergin olduğum için sakinleşmeyi denedim.
"Of tamam be, amma ağladın." Çocuğu salıp aksi yöne doğru gidecekken aklıma gelen bir şeyle tekrardan kolunu tuttum. "Bak biri sana sorarsa sakın bir şey söyleme, tamam mı? Eğer birine kutunun yerini söylediğini duyarsam ölürsün."

"Tamam," dedi ve ürkerek benden hızlıca uzaklaştı. Ben de adımlarımı dışarıya doğru yönelttim.

Yüzüme çarpan sıcak hava beni gevşetirken, göz ucuyla karşımdaki sahile ve denize giren insanlara baktım. Özleyin beni, diye içimden geçirdikten sonra devam ettim. Boktan kırmızı bir kutuyu bulur bulmaz hemen yanınıza gelip denizin keyfini çıkartacağım...

Koskoca otelde nereye gideceğimi bulamazken ilk önce bar kısmına, sonra restaurantlara, daha sonra büyük havuz, ondan sonra da küçük havuzların etrafına üstünkörü baktım ve hiçbir şey bulamayınca oradan geçen herkese küçük kırmızı kutuyu görüp görmediklerini sormuştum. Siktiğimin insanların siktiğimin gözleri hiç bir işe yaramıyor olmalıydı ki, kimse hiçbir bok görmemişti.

Yaklaşık üç saat sonra avel avel gezinip hala kutuyu bulamamamın siniriyle köpürmek üzereyken, hava kararmaya başlamıştı ve kutuyu bulamamın üstüne bir de bugün denize girememiştim.

Toprağı bile eşelemiştim belki çıkar diye. Ben artık ne yapabilirdim ya?

Yavaş yavaş oyundan pes edecekken, Utah'ı bana doğru gelirken gördüm.

"Bu halin ne?" dedi yanıma ulaştığında.

Halim bok gibiydi. Artık etraftan umudu kestiğim için belki yere atmışlardır diyerek sürekli dört ayak üzerinde toprakta ilerlemiştim ve saçım başım toz toprak içine girmiş, kıyafetlerim leş atıyordu.

"Ne varmış halimde?"

"Kanka mala benziyorsun."

"Sana benzemekten iyidir." Yavaşça yere doğru oturdum. "Bulamıyorum şu kutuyu."

"Waliyha'da deli gibi o kutuyu arıyor. Odaya iki adet ip ve mandal getirmiş çünkü eğer kazanırsa beni meme uçlarımdan tavana asacakmış."

Şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım. "Ne?"

"Ne, ne?"

Utah'ın bunu normal karşıladığını ve ilişkilerinin vahşiliğini daha çok öğrenmek istemediğim için kısa kestim. "Bir şey yok."

Elbisemin açık bıraktığı bacaklarımdaki tozu elimle silkelerken, Utah dikkatimi çekecek bir şey söyledi. "Aa, Zayn geliyor."

Kafamı kaldırıp karşıya baktığım zaman, bize doğru yürüyen sevgilimi gördüm. Omzunun birkaç parmak üstüne kadar uzamış gür saçlarını tepeden toplamış, itaatkâr olmayan birkaç tutamı elmacık kemiklerine düşmüştü. Giydiği siyah renkli keten gömleğinin ilk üç düğmesini açık bırakmış, dövmelerinin gün yüzüne çıkmasına sebep olmuştu. Ben onu incelemeye devam ederken saniyeler sonra yanımıza gelmişti bile. "Bu halin ne Juliet?"

"Ne var lan halimde?"

"Hayrola? Birileri sinirli galiba." Yüzündeki eğlenir ifadeyi yakalamak zor olmadı.

"Değilim. Bir sorun mu vardı?"

Zayn kahkaha atıp saçlarımı karıştırdı. "Haa," son kısmı uzatıyordu. "Anladım şimdi. Kutuyu bulamadın ve hiçbir işe yaramayan küçük bir kız çocuğu olduğunu anladın. Ayrıca denize de giremediğin için moralin bozuldu. Değil mi?"

Şaşkınca ona baktım. "Değil."

"Arama artık. Bulamayacaksın."

"Sen buldun mu?"

"Harbiden, sen mi buldun kanka?" dedi Utah.

"Henüz değil. Ama siz hiç bulamayacaksınız. Özellikle de sen, Juliet."

"Evet," dedim, mağlubiyeti kabullenerek. "Pes edeceğim." Bu sıkıntıyı biraz daha çekemezdim çünkü zaten tatil süremiz kısıtlıydı. Ve ben bir gün daha denize girmezsem muhtemelen ağlardım.

"Ne? Hayır!"

Kaşlarımı çatıp yorgunlukla Zayn'e baktım. "Niye?"

"Çünkü..." dedi, ne diyeceğini seçiyor gibiydi. "Sen olmazsan kime karşı rekabet edeceğim?"

"Bana kanka." dedi Utah.

"Ve diğer 6 kişiye karşı olabilir mi?" dedim.

"Olamaz! Pes edemezsin, Juli."

"Ya, niye?"

Çatık kaşlarıyla laf bulmak için kendini zorladı. "Daha birkaç gün önce çok iddialıydın. Hani sen kazanacaktın?"

"Olmuyorsa zorlamamak lazım." Gözlerimi Zayn'in ardındaki, turuncu ve pembe renklerle etrafı sarmış gökyüzüne çevirdim. "Ayrıca güneş şu anda çok güzel batıyor ve ben bu manzara eşliğinde yemek yiyip dünyanın en mutlu insanı olmak istiyorum."

"Zorlayacaksın. Oynamak zorundasın. Ayrıca yemeğini sonra yersin, güneş her gün batıyor."

"Sebep?"

"Çünkü kazandığım zaman yüz ifadeni görmek istiyorum."

Utah araya girdi. "Kankalar bence ne yapalım biliyor musunuz? Hava kararıyor ya, çünkü saat altı buçuk. Bence biz bir akşam yemeği yiyelim, ha? Öbürlerini arayayım mı?"

"İyi fikir," dedim yorgunlukla. "Ama ilk önce duş almam lazım."

Zayn bana doğru elini kalkmam için uzatırken, elini tuttum ve yavaşça ayağa kalktım. Her tarafımı silkeleyip kendi kendime sövüyordum. "Kutunuza da, oyununuza da..."

"Bir şey mi dedin?"

Gözlerimi devirip etrafa bakmaya başlamıştım. "Evet, burada tüm dünyanın-" Sözümü kesen bir şey olmuştu. Zayn'in arkasında, yaklaşık beş-altı metre uzaklıkta, denize bakan kamelyaların bir kolunun üzerindeki küçük kırmızı bir kutu.

Gözlerimi şaşkınlıkla açtığım zaman, diğer ikisi de neden duraksadığımın sebebini öğrenmek için bakakaldığım yere doğru baktılar. Ama onları saf dışı bırakmak için, dikkatlerini kutuya çekmeden önce birkaç adım attım ve Utah'ı Zayn'in üzerine kuvvetlice iterek ikisinin çalılığın üstüne düşmesine sebep oldum. "Görüşürüz ezikler!" dedim koşmaya başlamadan önce. "Kutu benim!"

İkisi de neden koştuğumu anlayınca aceleyle birden yerden doğruldular ve benim peşimden koşmaya başladılar. Ama ben çoktan ilerlemiştim bile.

Utah'ın değil de, Zayn'in bana yaklaştığını anlayınca tüm gücümü ayaklarıma yolladım ve koşmaya devam ettim. Ve bana inanın ki, beş-altı metrelik yol en az elli metre gibi gelmişti.

Kamelyanın önüne geldiğimde, kutuyu saniyelik farkla ben elime almıştım. Zayn ise hızını alamamış, benim üzerime yükünü bırakmıştı.

"Kalk," dedim can çekişmek üzereyken. "Ben kazandım! Üzerimden kalk."

İkimiz de nefes nefese doğrulmaya çalıştığımız zaman Utah da yanımıza gelmişti. "Kim kazandı?" dedi merakla.

"Ben! Ben kazandım! Ben dünyanın en mükemmel insanıyım! Ben Sherlock Holmes'üm!"

Zayn iki-üç adım geri çekilerek bana baktı. "Abartma Juliet. Az önce pes ediyordun."

"Ağlama." demiştim, mükemmel ama bir o kadar da garip olan zafer dansımı yaparken. "Ben kazandım. Hepiniz kölem olacaksınız!"

Utah bu halime gülerken Zayn ise sırıtarak bana bakmıştı. "Kazanmadan önce kutunun içine bak istersen. Daisy'nin bilekliği içinde yoksa, kazanmış sayılmazsın."

Endişeyle dansımı sonlandırıp onlara arkamı döndüm ve aceleyle kutunun içini açtım. Bilekliksiz bir kutuyla karşılaşınca "Sikeyim," dedim can havliyle. "Bileklik yok!"

"Ne?" dedi Utah.

"Bileklik yok. Sadece bir kağıt var."

"Nasıl yani?" diye sormaya devam etti Utah. "Kağıda baksana."

Kutunun içinde sadece küçük beyaz bir kağıt vardı. Bu ne amına koyayım, diyerek şansıma söverken ikiye katlanmış kağıdı yavaşça elime alarak açtım ve yazan şeyi sıkıntıyla okumaya başladım.

"Juliet Dawson, benimle evlenir misin?"

Okuduğum şeyi anlamam biraz uzun sürünce, gözlerimi olabildiğince açarak arkama döndüm ve Zayn'e baktım. O ise diz çökmüş ve elinde siyah bir kutu tutarak bana gülümsüyordu. "Sürpriz."

Kaşlarım çatılmış, kalbim ağzımdan çıkacakmışçasına hızlanmış, ellerim terlemiş ve diyeceğimi bilemezken, Utah araya girdi. "Oha."

Zayn bana gülümseyerek bakmaya devam ederken, konuşacak gücün kırıntısını bile birazcık bulunca, "Sanırım ağlayacağım," dedim. "Bir dakika, bu oyunun bir parçası mı?"

Titreyen ellerimin arasındaki kırmızı kutuyu kamelyanın bir kolunun üzerine bırakıp tamamen ona döndüm. Utah ise bir köşede duygulanmış bir vaziyette bizi izliyordu. "Eğer bu oyunun bir parçasıysa, yemin ediyorum senden ayrılırım."

Zayn gülerek beni sakinleştirmeye çalıştı. "Hayır, Juli. Oyunu bir parçası değil. Bu gerçek, yemin ederim."

"Gerçekten mi?"

"Gerçekten."

Zayn diz çöktüğü yerde heyecanlı bir şekilde kıpırdandı. "Peki. Başlıyoruz."

Anlamazcasına ama ağlamak üzereyken ona bakınca boğazını temizledi ve devam etti. "Juliet, seni seviyorum. Zeki olmanı seviyorum, güzel olmanı, eğlenceli olmanı seviyorum. Yüzünü ve kıçını seviyorum." Sonra başını iki yana salladı. "Sanırım bunları bir yere yazmalıydım."

"Hayır," dedim, gülümseyip kalbim ağzımdan çıkacakken. "Devam et."

"Hoşlandığım şeylerden hoşlanmasan bile onları seviyormuş gibi yapmanı seviyorum. Seni sen yapan her şeyini seviyorum. Sabah uyanmanı, akşam uyumanı, huysuzlaşmanı, gülümsemeni, bağırmanı, kahkaha atmanı, sinirlenmeni, şaşırmanı.. her şeyini seviyorum. Nazik oluşunu, komik oluşunu, en yakın arkadaşım oluşunu ve tanıdığım en iyi insan oluşunu  seviyorum." Bana bakıp gülümsemeye devam etti. "Ayrıca ciddiyim. Gerçekten kıçını seviyorum."

Gözlerim dolu bir şekilde sırıttım. "Ben de seninkini."

"İğrenç."

"Öyle."

"Beni çok sevsen de, bunu şaka yapıp laf sokarak belli etmemeyi çabalamanı ama her günün sonunda o güzel yeşil gözlerinin benim gözlerime bakıp, sessizce seni seviyorum demesini seviyorum. Beni her geçen gün daha iyi bir insan yapmanı seviyorum."

Söylediği her şeye karşılık verebilecek binlerce sevgi sözcüğüm vardı ama sanki küçük bir ebabil kuşu başımdan aşağı bir taş atmış da, o taş ılık ılık bedenimden akıyor gibiydi. Cevap verebilecek gücü kendimde şimdilik bulamıyordum çünkü hiç bu kadar heyecanlı olmamıştım.

"Bugün benim için çok çılgıncaydı, çünkü aklımda sürekli sen ve bu teklif vardı. Ama buna şaşırmamalıyım, çünkü farketsek de, farketmesek de birlikte çok çılgın günler yaşadık, yaşıyoruz. Seni sevdiğimi ilk anladığım gün, ilk öpüşmemiz, ilk gerçek buluşmamız, beni sevdiğini ilk söyleyişin, birlikte taşındığımız ilk gün ve birbirimize sarılarak uyuduğumuz ilk gece." Dudaklarını yalayıp devam etti. "Ayrıca dün, dünden önceki gün, ondan önceki gün ve ondan önceki gün de. Çünkü senin gibi müthiş biriyle birlikte geçen her gün çılgınca."

Bu sözleriyle kalbimin en içine dokunurken bana tekrar gülümseyip, duyduğu heyecanla gözlerimin en içine baktı. "Seni ve sana ait olan her şeyi çok seviyorum ve ömrümün geri kalanını seninle geçirmek istiyorum." Derin bir nefes alıp devam etti. "Juliet Dawson, benimle evlenir misin?"

Karşımdaydı. Diz çökmüş, hayatım boyunca duyabileceğim en güzel sözleri söylemiş ve bana evlenme teklifi etmişti. Yıllarca zihnimin bir köşesinde imkansızcasına duran şey, şu an tam karşımda, benim vereceğim cevabı bekliyordu.

Yaklaşık bir-bir buçuk yıl önce, eve yeni taşındığımız zaman, dalga geçmek için 30 yaşımıza geldiğimizde, evlenecek biri bulamamışsak benimle evlen, demişti. Daha dün gibiydi. Şimdiyse 30 yaşına girmemize çok uzun seneler varken, karşıma geçmiş benimle evlenmek istediğini söylüyordu.

Yaşlarla dolu gözlerimi sımsıkı yumup tekrardan açtım. Yine karşımdaydı, rüya falan değildi.

"Evet," dedim, yanağımdaki ıslaklığı silip olağanca gülümseyerek. "Seninle evlenirim."

Sırıtarak ayağa kalktı ve yanıma gelerek siyah kutudaki güzel yüzüğü parmağıma taktı. Parmağımdaki yüzüğün ağırlığını hissederek ona baktım ve sevgiyle öpmeye başladım. Birbirimizi öyle öpüyorduk ki, içinde binlerce güzel duyguyu barındırıp, bu duyguları içimize ılık ılık akıtıyor gibiydik.

En sonunda ayrıldığımızda gülümseyerek bana baktı. "Ee," dedi sıcak bir ses tonuyla. "Senin Romeo'n mu oluyorum şimdi?"

Gülüşüne benim de gülüşlerim katıldı. "Umarım olmazsın. Kitabın en sonunda hem Romeo hem de Juliet ölüyor, biliyorsun."

Gülüşü duraksadı ve gözlerimin içine bakarak, "Doğru," dedi. "Ama önceden bu soruyu sana sorduğumda bana neredeyse evet diyordun. Hatırladın mı? Daha birbirimizden hislerimizin haberinin olmadığı zamanlarda."

Hatırlamıştım. 30 yaşındaki evlilik muhabbetini yaptığı gündü. Durduk yere işveli bir ses tonuyla, senin Romeo'n olmama ne dersin Juliet? Sen de benim Juliet'im olursun, demişti. O sıra aramızda arkadaşlıktan başka hiçbir şey yoktu ve bu söylediği şeyler benim elimi ayağımı birbirine dolaştırmıştı. Ve Zayn bu cümleleri söyledikten sonra gidip Elicia'yla takılmıştı.

"İlk olarak," diye söze girdim. "Bu soruyu sorduğunda sana Romeo'nun öldüğünü söyleyememiştim çünkü kitabın sonunu daha okumamıştın ve bilmek istemiyordun. İkinci olarak da, bana bu sözleri söyledikten hemen sonra Elicia'yla takıldığın için sana asla evet dememiştim."

Zayn, önceden yaptığı aptallıkları farkedince yüzünü buruşturdu. "Tamam, tamam. Konumuza dönelim."

Kahkaha atıp ona bakarken, birkaç iç çekme sesi duyuldu. Şaşkınlıkla bakışlarımı sesin geldiği yöne doğru çevirirken, eline telefonunu alıp bize doğru tutan Utah'ı gördüm. "Lan," dedim, gördüğüm şeye inanamayarak. "Ağlıyor musun?"

Bana "Hayır," dedi ama gözleri kıpkırmızıydı ve burnunu sürekli içine çekiyordu. Zayn ise onun bu haline kahkaha attı. "Tüm planı biliyordun Utah. Niye ağlıyorsun?"

"Görmek bir başka oluyor." dedi.

"Bir dakika," dedim. "O biliyor muydu?"

"Evet, bu oyun fikrini ortaya atmasını da ben söyledim zaten." dedi Zayn.

"Peki diğerleri?"

"Onların haberi yok. Büyük ihtimalle şu an aptal gibi kutuyu aramaya devam ediyorlardır." Üçümüz de Zayn'in söylediği şeyi doğrulayıp gülünce, Utah araya girdi. "Seninle evlenmek istemesine ben sebep oldum Juliet. Değerimi bil." dedi kamerayı bize yaklaştırıp.

"Video mu çekiyorsun?" dedim.

"Evet."

"Öyle bir şey olmadı," dedi Zayn.

"Evet oldu," diye devam ettirdi Utah. "Hatırlamıyor musun, aylar öncesinde bir gün size geldiğimde tost yiyordun. Ben de sana, bu tost şimdilik güzel olabilir ama bence onu çok sevdiğin için hayatının merkezine koyabilirsin, demiştim. O tost Juliet'ti."

Zayn, sanki karşısında uzun bir matematik sorusu varmış gibi kaşlarını çattı. "Evet, hatırlıyorum. O gün senin ne kadar salak olduğunu düşünmüştüm."

İkisinin bu haline gülünce, Zayn bana baktı. "Juliet'e teklif etmeye tek başıma ve Nisan'ın 7'sinde karar verdim. O gün evde oturup televizyon izliyor ve bir yandan telefonuyla uğraşıyordu."

"Ee," dedi Utah. "Bu çok normal bir şey."

Omuz silkti. "O gün, bütün hayatımı onunla geçirmek istediğimi anladım. Herhangi bir şey yapmasına gerek yoktu. Sadece oturması bile yeterliydi." dedi Zayn. "Ayrıca daha sonraki günlerde annemler bize yemeğe gelmişti ve evlilik muhabbeti açılınca, neyi bekliyorum ki, diye düşünmüştüm."

Ben ise ona orada gözlerimden kalpler fışkırarak bakarken, böyle bir insanın nasıl benim olduğunu düşünüyordum. İmkansız bir şeydi ama olmuştu. Çok seviyordum, kendimden bile çok.

"Seni çok seviyorum," dedim, onu yavaşça öperek.

Öpüşüme karşılık verdi ve gülerek fısıldadı. "Ben de seni çok seviyorum."





karantinada deli gibi b99 izlemem dolayısıyla teklif konusunu jack'ten esinlendim
ve ayrıca lafı açılmışken........jack sana aşığım.......🤤🤤🤤

BEST PROPOSE EVERRRRRRR🥰

Continue Reading

You'll Also Like

529K 47.4K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
12.6M 605K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
38.3K 1.5K 17
Alaz'la Asi yer değiştirmiş olsa nasıl bir dinamikleri olurdu çok merak ettim. Yaman, Alaz ve Cesur'un birlikte büyüdüğü; Asi'nin Soysalanlar'ın kız...
24.2K 2.2K 47
Eğlenmek için yazıyorum, eğlenmek isteyenleri hikâyeme bekliyorum🖤