UZUN BEYAZ BULUTLARIN ÜLKESİN...

By sennurgunes

1M 60.7K 20K

Serap Ayça, hayallerini gerçekleştirmek üzere, bu yepyeni dünyaya ayak basmıştı. Uzun beyaz bulutların ülkesi... More

Bölüm 1-Serap Ayça Ünsal (Düzenlendi)
Bölüm 2- İlk Tesadüfler (Düzenlendi)
Bölüm 3- Çarpışma (Düzenlendi)
Bölüm 4- Bitmeyen Rastlaşmalar (Düzenlendi)
Bölüm 5- Yeni Bir Hayat (Düzenlendi)
6. ve 7. Bölüm Balkonda Kahvaltı ve Sürpriz Takip (Düzenlendi)
8.Bölüm -Telepatik Arzular ve Öpüşmeler (Düzenlendi)
9. Bölüm Meçhul Sevgili Kim? (Düzenlendi)
10. Bölüm Yelkenliler Şehri Auckland 1(Düzenlendi)
10.Bölüm Yelkenliler Şehri Auckland 2 (Düzenlendi)
11. Bölüm Haru İle Geçen Bir Gün (Düzenlendi)
12.Bölüm Geceye Hazırlık (Düzenlendi)
13. Bölüm Star Night (Düzenlendi)
14. Bölüm - Dance Baby Dance (Düzenlendi)
15.Bölüm - Ve Ben Sadece Seni İstiyorum (Düzenlendi)
16.Bölüm- Sahilde İtiraflar (Düzenlendi)
17.Bölüm- Kargaşanın İçinde Serap Ayça Nerede? (Düzenlendi)
18. Bölüm-Alınan Son Karar (Düzenlendi)
19. Bölüm - Yorgun Bir Gecenin Ardından
20. Bölüm - Carlos Bu Durur mu?
21. Bölüm - Piknik Sepeti
22. Bölüm - İş Arıyorum-Neden Olmuyor Acaba?
23. Bölüm - El mi Yaman, Bey Mi Yaman?
24. Bölüm - İşte Bal Gibi İş Buldum, Çatla Sen Carlos
25. Bölüm - Carlos'u Çıldırtan Bir Fotoğraf Daha Mı?
26. Bölüm - Türk Usulü Serpme Kahvaltı
26. Bölüm - Türk Usulü Serpme Kahvaltı 2
27. Bölüm - Elveda Tüm Hayallerim
28. Bölüm - Dağ Evinde Birlikte Uyurken
29. Bölüm - Yumruklar Konuşuyor
30. Bölüm - Dağ Evinde İlk Sabah
31. Bölüm - Te Amo Carlos
32. Bölüm - Narin Çiçeğim Manolya
33. Bölüm - Seni Seviyorum Serap Ayça Ünsal
34. Bölüm - Awa'nın Suçu Ne?
35. Bölüm - Şeyma'ya Rest
36. Bölüm - Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Değil
37. Bölüm - Personel Emrinize Amade Komutanım
38. Bölüm - Serap Ayça'ya Ne Yapmış Bu Carlos
39. Bölüm - Cennet Bağları'nda Yeni Başlangıçlar
40. Bölüm - Geçmişin Acı Günleri
41. Bölüm - Çerçevedeki Kadın Ben Miyim?
42. Bölüm - Şeyma'nın Hüzün Dolu Anları
43. Bölüm - Manolya Ağaçlarının Altında
44. Bölüm - Beklenmeyen Misafir
45. Bölüm - İlk İş Günü İlk Yemek Gazpacho Çorbası
46. Bölüm - Haru'nun Planları Ne?
İstanbul Atatürk Hava Limanı Baş Sağlığı
47. Bölüm - Yangınların İçinde
48.Bölüm - Karanlık Gölgenin Carlos'la Derdi Ne?
49. Bölüm - Büyük Mucizenin Ardından Gelen Teklif
50. Bölüm - Bindik Bir Alamete Gidiyoruz Kıyamete
51. Bölüm - Tao'nun Teklifi
52. Bölüm - Bir Yüzük ve Öpücükle Mühürlenen Aşk
53. Bölüm - Serap Ayça ve Şeyma Kavuşunca
Kin ve Kıskançlığın Getirdikleri
Serap Ayça Duymasın "Şeyma Yok"
Meşhur Sürpriz Baklavamız
Eh Artık Duyulsun Bari "Biz Nişanlıyız"
Carlos'u Kızdıran Sürpriz
Hayal Kırıklıkları
Kız Kıza Eğleniyoruz
Ateş Böceği Mağarası
Paco Carlos'a Karşı
Yolculuğun İlk Adımları
Me Les Agapi
Alberto İtalic'te
Zonguldak Biz Geliyoruz Duydun Mu?
Deniz Kulübündeyiz
Kim Bu Alper
Melih Bey'in Son Kararı
Zonguldak'ı Gezerken
Alberto'dan İtiraf 73
Düğün Dernek Kurulsun 74.Bölüm
Son Hazırlıklarda Bitti Bölüm 75
Ey Aziz İstanbul Bölüm 76
Bir Yatak, Bir Hayal, Bir Rüya 77
Şimdi Herkes Bir Arada 78
Olamaaazz Bebek mi? 79
"Ayyy, Yengemi Kaçırıyorlaaarrr " 80
Korkulu Rüya Gibi Alper 81
Paco'ya Teşekkürler 82
Kına Gecesi 83
Düğün Günü 84. Bölüm
Gelinin Korkulu Rüyası 85
Düğün -1 Misafirler 86.Bölüm
düğün 2- Sürpriz Misafirler 87. Bölüm
Düğün 3- GELİN VE DAMAT GELİYOR 88. Bölüm
SURPRIIIIIIIIZZ :) :) :)
Düğünden Sonra - Bölüm 90
7. Bölüm Hayal Baloncuğu
Evli ve Mutlu Eve Dönüş - Bölüm 91
Her Şey Çok Güzel - Bölüm 92
Gecenin Sonu - Bölüm 93
Karar Anına Giden İlk Adımlar Bölüm 94
Adım Adım Yaklaşmak - Bölüm 95
Anasına Bak Kızını Alma! Bölüm 96
Heyecan Başlıyor - Bölüm 97
Papatya Falı -Bölüm 98
İÇİMDE KALMASIN SÖYLEMEDEN OLMAZ
Her Şey Bitmiştir Artık - Bölüm 99
Soğuk Rüzgarlar - Bölüm 100
Aşk Mücadele İster - Bölüm 101

Blm 89 - Ah Franco Sen Ne Yaptın? Düğün-4

4.4K 321 1K
By sennurgunes

       Canlarım  Merhaba! 

        Uzun süre tutukluk yaptım ben yazamadım bu hikayeme bölümü, bir türlü kendimi veremedim, koptum, hasta oldum iyileştim, yine olmadı. Ama nihayet son bir gayretle elimden geleni yaptım ve siz konuklarımla olan bu bölümü nihayet paylaşabildim. Sizlere kendimi bağışlatmak için multideki videoyu seslendirdim ve kızım Zeynep'e hazırlattım umarım beni affeder ve kabul edersiniz hediyemi. Sizleri gerçekten seviyorum değerli yazar ve okur arkadaşlarım hepinize sevgilerimi yolluyorum. Keyifli okumalar...

        Düğün bütün coşkusuyla devam ediyordu. Tüm konuklar özellikle çiftler piste çıkmış dans ediyorlardı. Gelin ve damat sarmaş dolaş sarılmış birbirlerinin gözlerinin içinde kaybolmuş gibiydiler. İşinin ehli otuzlu yaşlarda görünen ve müziğin içinde kavrulmuş olduğu belli olan DJ, çiftleri birbirinden ayırmaya kıyamamıştı ama ortalığı ilk etapta canlandırmayı düşündüğünden olsa gerek hemen Kayahan'ın "Seninle Her Şeye Varım Ben" şarkısını çalmaya başlamıştı. Bu ritmik dans müziği eşliğinde herkes daha da bir keyiflenerek danslarına devam ederlerken dans eden çiftler tek tek dikkat çekmeye başlamışlardı artık Neredeyse tüm masalar boşalmıştı.

        Gelin ve damat bir birlerinin kollarından ayrılmayı ve oturmayı hiç düşünmüyorlardı ama onları izleyen bir çift mavi göz vardı ki bakışlarındaki nefret buzdan bir keskin kılıç gibiydi. Gelinin tam da yüreğine isabet edecek şekilde hem de,  hiç kimse özellikle damat onu daha görmemişti. Ortaya çıksa, karşılarına dikilse, o kızın kollarından Carlos'u çekip alsa...

        Ahh, nasıl da istiyordu bunu yapmayı ama Franco'dan çekiniyordu. Çünkü bir davette Carlos'un Türkiye'de evlenmek üzere olduğunu Franco ve diğer konukları konuşurken duyduğunda içine taş düşmüşçesine öylece kalmıştı.

        Ve daha sonra yüreğinden taşan kin ve öfke fırtınalarını, intikam duygularını kendine saklayarak, Franco'ya yaklaşmış biricik arkadaşının düğününe gitmeyi çok istediğini mümkünse kendisini de götürmelerini istemiş, onlarla yola çıkmak için bin bir bahane uydurmuştu. Oysa Carlos'un onu görmek bile istemeyeceğini Franco bilmiyordu, durumu bilse onun için hiç iyi olmazdı, o yüzden beyninde şeytanın tüm dürtüleri kıpraşırken, kendine hakim olmaya çalışarak uslu uslu kenardan izliyordu düğünü.

       Gözleri görmeden inanmak istememişti ve işte gerçekti, her şey gerçekti. Nereden çıktıysa bu aşçı bozuntusu sürtük, bu fahişe nasıl başardıysa, evliliğe nasıl  ikna ettiyse evlenmişti Carlos, az önce gözlerinin önünde o imzayı atmıştı. Nikahın kıyıldığı anı beyninden söküp atamıyordu bir türlü, içi öfkeyle sızlamış, yüreği kor gibi nefretle yanmıştı ama yine de kin ve intikam dolu gözlerinden bir damla bile yaş akmamıştı.

      İntikamı gerçekten çok keyif verecekti ona, Logan'ın kısa bir süre önce aklına soktuğunu gerçekleştirecekti. Bu kızın ne mutlu olmaya ne de  onun yerinde olmaya hakkı yoktu, hem de hiç yoktu. Çocukluğundan bu yana Carlos hep onundu ve onun olacaktı. Ama şimdi sessizce uysal arkadaş rolüne bürünmesi gerekiyordu.

       Düşüncelerinden silkelenerek sıyrıldı, bu sırada kendisine ilgi ve hayranlıkla bakan gözlerin farkında bile değildi. Franco onun yokluğunu anlamadan yanına gitmeliydi, adımlarını bunun için zorladı. Şimdi oyun oynama zamanıydı. 

       Franco onu görünce gülümsedi. "Laura, nerelerdeydin? Biraz daha gecikseydin kaybolduğunu sanıp, seni aramaları için birilerini yollayacaktım."

        Genç kızın gözlerinde hasımlarında sıkça gördüğü düşman bakışları belli eden o sinsi parlaklığa şaşırdı birden. Franco yılların tecrübesiyle sahip olduğu sezgilerini yabana atmayarak huzursuzluk duydu, bu kızın bakışlarında o güvenmediği parıltıları gördükçe içindeki sıkıntı gittikçe çoğaldı. Bir anormallik vardı ortada ve Franco hissettirmeden Laura'yı göz hapsinde tutması gerektiğini anladı sadece.

        Hiçbir şey sezdirmediğini düşünen Laura yüzüne sahte bir gülümsemeyle yetinerek, "Bu ilkel yerde lavaboyu zor buldum o yüzden geciktim Franco, yılların bekarı dostum Carlos'u boynuna tasmayı takarken göremediğime üzüldüm, nikahı kaçırdım galiba öyle değil mi? " diyebildi sesini kontrol etmeye çalışarak. Oysa hiçte üzgün olmadığını her haliyle belli ediyordu Laura ama bunun farkında değildi.

        Franco şüphelerinde yanılmadığını görmek için onun yüzüne dikkatle bakıyor her bir detayını izliyordu. İkisi de birbirlerinden esirgemedikleri sahte gülümsemelerle içlerindekini saklamaya çalıştılar.

       "Neden dans etmiyorsun, bacağım beni rahat bıraksa senin gibi güzel ve cazibeli bir bayanla dans etmek benim için onur olurdu ama maalesef ki bunu yapabilecek kadar ayakta duramıyorum. Pedro nereye gitti, onunla dans etmelisin." diyerek etrafına bakındı.

       Pedro'yu değil ama kızıyla dans eden genç adama takıldı gözleri ve şahin bakışları hemen kısıldı tabi.

        Leandros siyah dar kesim takımının içinde oldukça yakışıklı ve karizmatik bir şekilde kadının ince beline sarılmış kendine iyice yaslamıştı.

         Genç kadın iri siyah gözlerini  bakışlarını kendine odaklamış bu uzun boylu yapılı genç adama dikmiş, onun yüzünü inceliyordu. Leandros kadının siyahlarını kendi kahveleri ile sabitledi ve hapis içine aldı. Yaban çiçekleri kadar alımlı, göz alıcı bu güzel kadını içeri girdiğinden beri gözüne kestirmiş ve nihayet kollarına almıştı.

       Genç kadın ise bu ilgiden tuhaf bir heyecan duymuş, bu genç adamda ilk defa hissettiği bir duyguyu yaşamıştı. Yüzü yanıyor, utangaçca kızarıyordu. Aslında öyle utangaç ya da çekingen biri değildi ama ilk defa birinin gözlerinde böyle samimi ve sıcak bakışlar hissetmişti. Heyecanını bastırmaya çalışarak dudakları geniş bir gülümsemeyle aralandı ve o muhteşem beyaz dişlerini gösterdi. Bu gülümsemenin yaydığı ışıltılar Leandros'un içini açmıştı.

          "Çok güzelsin yaban çiçeği." derken genç kadının kulağına doğru eğilerek fısıldadı.Kadının  içi titredi, ruhunu okşamıştı bu sözler. Genç adam üstelik bilmeden ingilizce ismiyle hitap etmişti ve o hafifçe gülümsedi Fiore, neşesi yerine gelmişti.

        Leandros geri çekilip kızın o güzel yüzüne baktı ve kendini tanıttı. "Adım Doğan ama dostlarım bana Leandros derler, sen hangisiyle hitap etmek istersen ben oyum." dedi.

        "Senin için ister doğan bir güneş, ister kulede yaşayan Hero'suna kavuşmak için azgın dalgaları aşan Leandros olurum, yeter ki sen iste yaban çiçeğim." Genç kız güldü, bu genç adamın dilinden dökülen güzel sözler ruhunu okşamıştı.

        Genç kadın kendisine en tanıdık gelen isimle hitap ederek kendine özgü hafif kalın fakat, tok sesiyle konuştu. "Çok şanslısın Leandros, babam dans etmemize hiç düşünmeden izin verdi. Neden biliyor musun? Çünkü çok sevgili Carlos'unun düğünü bu, asla düğünün mahvolmasına sebep olmak istemez. Şu an bana sarılan bu kolların çoktan denizin dibinde balıklara yem olmuş, bedenin ise... Neyse, bu konuda konuşmasam daha iyi. Gözünü korkutmak istemem ama kolların yerinde ve hala benimle dans ediyorsan eğer, bunu şimdilik düğüne borçluyuz diyelim. Ne olur ne olmaz biraz arada açıklık bıraksak senin için iyi olur sanırım, başına dert açmayı hiç istemiyorum. " dedikten sonra küçük ve kısık bir kahkaha attı.

         Yaşadığı ve tanık olduğu trajedileri aklına getirmemeliydi ama içine kor düşmüştü işte, çabuk toparlandı, pınarlarından taşmaya meyilli olan buğulu göz yaşlarını içeri akıtıp cam gibi berrak siyahlarına kavuşturdu gözlerini. Kendine acıyarak ziyan etmeyecekti bu geceyi,birazcık da olsun yerine gelmiş keyfinin tadını çıkaracaktı, bu gece bu genç adamla dans edip eğlenecekti, buradaki insanların arasında onlar gibi olacaktı.

       Bir de düğün ve babası hakkındaki sözlerinde daha sonra ne kadar yanıldığını da görecekti tabi ama bundan şimdilik genç kızın da haberi yoktu.

       "Seni korkuttum mu?" Derken Leandros'un yüzünde korku ya da şaşkınlık ifadesi aradı ama göremedi. "Adım Fiore İtalyancada çiçek demek. O mitolojik efsaneyi bilirim Leandros, nasıl bir tesadüf bu, gerçekten ben de aslında o kuledeki ulaşılmaz Hero'dan öyle farksızım ki..."

        Leandros, hiç de korkmuş ya da ürkmüş falan değildi, o hülyalara dalmış, genç kadının ismini yüreğine kazımıştı. Sayıklarcasına Fiore'nin kulağına doğru yaklaştı. Ilık nefesi ile genç kadının iç gıcıklayıcı dürtülerinin uyanmasına sebep oldu. 

         "Fiore, Fiore biliyor musun sen benim için buradasın, bu bir kader, Allah'ın bir lütfu. Sen sen benim beklediğimsin, kadınım, kısrağım, ka..." derken aniden durdu "Ne diyorum ben yahu" diyerek kendini frenledi. Ruhunun akışına fazla kapılmıştı,  hemen düşüncelerine ve duygularına gem vurup genç kadınla hesapsızca eğlenmeyi  hatırlattı kendine, çapkınlığının sefasını sürmeliydi. Aldığı bu kararla içi rahatladı ve genç kadına iyice sarıldı.

       Leandros'un düşüncelerinden habersiz Fiore, Türkçe  sözleri anlamamış olsa da onun çok hoş şeyler fısıldadığını düşünüyordu öyle ki, adı şiir gibi ulaşmıştı kulaklarına. Fiore Leandros'un  daha bir hevesle ve mutlulukla sarılmasına itiraz etmedi, edemedi. Leandros'da ondan uzaklaşmayı hiç düşünmedi.

        Bir doksanlık boyu ile siyah smokinin içinde tüm haşmetiyle duran Umut,  gözüne kestirdiği sarışın genç kadını saklanmaya çalıştığı yerde uzaktan izliyordu, içeri girdiğinden beri kadın saklandığı köşeden hiç ayrılmamış nikahı o uzaklıktan izlemişti, ama  yüzündeki ifadelerden onun bu nikahın kıyılmaması için elinde olsa neler yapacağını görebiliyordu.  Şimdi yerinden ayrıldı kadın ve ayaklarını sürüklercesine gidişine baktı. Gözleriyle takip etti ve ileride bir masaya gidip oturduğunu gördü.

        Hiç düşünmeden kendini genç kadının yanı başında bulmuştu Umut. İçindeki heyecanı bastırarak selam verdi  ve  genç kıza hitaben, "Benimle dans eder misiniz?" dedi. Laura bütün heybetiyle karşısında duran genç adama bakarken mavi gözlerinde çakan şeytani pırıltılar sevimli bir gülüşle aydınlandı. Franco'ya dönerek, "Evet aslında doğru söylüyorsun, dediğini yapacağım Franco, gidip dans edeceğim" dedi ve ayağa kalktı, genç adamın uzattığı koluna girmeyi de ihmal etmeyerek dans pistine doğru yürüdüler.

        Laura uzun boylu olmasına rağmen yine de genç adamın omuzlarından aşağıda kalıyordu. Genç adamın bir numaraya vurulmuş saçlarına ve siyah sakallı yüzüne gülümseyerek baktı ve inci gibi dişlerini gösterirken gözlerindeki sinsiliği yine de gizleyemiyordu aslında.

       Nuray kardeşi Hasan'ı dans ettiği şu bıcır kızla izlemekten sıkılmış etrafına bakınıyordu, tam bu sırada gözleri ileride ondan bakışlarını kaçırmayan bir adamla karşılaştı. " Ay bu adam da kimdi böyle ne diye ona bakıyordu şimdi." İçinde yükselen ve adlandıramadığı bir heyecanla bakışlarını kaçırmaya çalıştı.

        Nuray taze gelinlik kızlar gibi kızaran yüzünü hemen çevirip tekrar kardeşi Hasan'ı izlemeye başladı. Engel olamadığı bir dürtüyle tekrar bakmak isteyince ürktü birden, yanında bir dev dikilmiş öylece duruyordu çünkü.

        "Aman Allah'ım ne oluyoruz yahu?" diyerek az evvel uzaktan ona bakan adamı burnunun dibinde buldu. Hiç bir şey söylemeden genç kadının zarif elini tutup dudaklarıyla buluşturdu ve tuttuğu bu eli hiç bırakmadan dans pistine doğru ilerledi.

         Bu kırklı yaşlarında görünen şakakları hafif kırlaşmış yapılı adama, büyülenmiş gibi tutulup kalan Nuray, piste doğru yürümek neydi ki adeta süzüldü, Nuray'ın nutku tutulmuştu. Dansın ve siyah bir kadife gibi parlak bakışlı  adamın kollarında büyülenmişcesine rüyalarda uçuyordu sanki.

         Aslında Carlos ve Serap Ayça'ydı esas rüya aleminde olan. Kendilerinden başka hiç kimseler yoktu onların rüyasında. Tam bu sırada müzik değişmiş bu sefer Berkant'ın sesinden "Samanyolu " çalmaya başlamıştı. Herkesin ruhuna hitap eden bu nağmelerle  romantizmin dibine vurulmuştu şimdi..

      Carmitta ve Hasan dünya yansa hiç bir şey umurlarında değilmiş gibi dans ediyorlardı.

      Albero ve Zeynep içinde durum farklı değildi, dansın uyumuna kapılmış birbirlerinin kollarında yok olmuşlardı, başka alemde gibiydiler.

       Hugh ise Arene'nin gözlerinden gözlerini ayırmadan onu bakışlarıyla kendine hapsederken sanki çok şeyler anlatmak istiyor gibiydi, "Sen ruhuma nasıl işledin böyle, sana nasıl bağlanıyorum farkında mısın?" diye sorar gibiydi Hugh. 

        Eğer çalınan bu şarkının Türkçe anlamını bilseydi bütün şarkıdaki sözleri Arene'ye kendi söylerdi, bu kadar denk gelir miydi bir şarkı. Hugh Arene'yi iyice kendine çekti ve alnını alnına yasladı. Dansın büyüsünü asla inkar edemezdi, bu muhteşem yakınlaşmanın bitmesini hiç istemiyordu.

      Müzik hem kulağa hem ruhlara dolan etkisini sürdürürken, bütün çiftlerimiz dansa kalkmıştı. Eşler bu gece hep birlikte muhteşemdiler. Yakışıklı delikanlı Aygün beraber geldiği arkadaşlarına sırayla dans edeceğinin sözünü verdiği için önce Emel'i dansa kaldırmıştı.

        Rukiye, Buse ve Aybike masalarında oturmuş sıranın onlara gelmesini bekliyorlar, hareketli parçalara geçsek de hep beraber oynasak diye tempo tutuyorlardı.

         Tam bu sırada arkadaşları Destina'da yanlarına geldi. Rukiye sarılıp öperken Destina'yı "Nerede kaldın kuzum, nikah kıyılmadan yetişirsin sanmıştım." dedi Destina'ya yer gösterirken. Kızlarla da selamlaşıp sarıldıktan sonra sohbete başladılar. Destina "Çocukları babalarına bıraktım, ancak gelebildim." Derken Rukiye Destina'nın uzun dalgalı saçlarına ve ona çok yakışmış olan tek omuzlu gümüş renkli ve uzun prenses model elbisesine baktı baya güzel olmuştu Destina. ("Efsun" hikayesinin yazarı Destina_Gunes yazarımıza buradan bol bol selamlar yolluyorum, hoş geldin düğünümüze kuzum.)

        İki genç delikanlı hayran hayran baktıkları Aybike ve Buse'yi dansa kaldırdılar. İkisi de boylu poslu delikanlı olan gençler kızlarla tanışabilmek için dansın sihirine güvenmişlerdi. Rukiye ve Destina sohbete devam ederlerken yanlarındaki masada oturan Meryem ve eşi de dansa kalktılar.

        Meryem karnı burnunda kırmızı elbisesinin içinde çok harika görünüyordu. Boyu baya uzun olan eşinin omuzlarına ancak gelen Meryem, bu akşamki korkusunu çoktan unutmuş, eşinin kollarında dansın tadını çıkarıyordu şimdi.

       Berkant'ın o buğulu unutulmaz sesi ise  "sen ruhumun vaz geçilmez güneşisin" demeye devam ediyordu...

       Sevgi ve eşi Önder hala evliliklerinin ilk günlerindeymiş gibi hissederek dans ediyorlar gelinle damada ise hayranlıkla bakarak kendi düğünlerinden konuşuyorlardı, tam bu sırada sarışın bir kadın ve uzun boylu bir adam onların bu görüntülerini kesmiş oldular. 

        Sevgi bu uzun boylu güzel ama geline nefretle bakan, gözlerini  ondan ayırmayan kadına hayretle bakıyordu. Eşine baş işaretiyle gösterip kulağına fısıldadı, "Galiba gelin kızımızın yerinde olamadığı için yiyecekmiş gibi bakıyor. Baksana elinde olsa bir bardak suda boğacak gibi." derken kıkırdadı. Bu tahmininde yanılmayan Sevgi az sonra olacakları da bilebilseydi kendini müneccim sanabilirdi.  

         Emrah siyah smokininin içinde arkadaşı Aysel'le dans ederken, yanlarında birden tanıdık biri durdu. Lacivert takım elbisesi uzun ve yapılı bedenine yakışmış olan Haldun olmazsa olmaz gözlükleri ile oldukça karizmatik ve havalı görünüyordu. ( Sana Allerjim Var hikayesinin yazarı değerli yzr_kedi 'ye buradan düğünümüze hoş geldin diyor selamlarımı yolluyorum.)

       "Selaaaam, nasılsınız bakalım, bensiz düğünü başlatmışsınız. Neyse siz devam edin, ben masaya geçeyim biraz soluklanayım." Onları danslarıyla baş başa bırakarak masasına doğru geçmişti ki, güzel altın renginin hakim olduğu beyaz elbiseyle hanım hanımcık oturan ve yanındaki diğer konuklarla sohbet eden arkadaşı Gülser'i görünce selamlaştı ve yanına oturdu. 

          "Sen de mi yalnız geldin, eşleri evde bırakmakla iyi etmedik galiba baksana dans etmeden de olmuyor, burada böyle oturulur mu, hadi gel biz de dans edelim, bizim başımız kel mi?" derken  Gülser'e "kalk hadi, millet biz de görsün dansı." der demez ayağa kaldırdı ve neşe içinde kendilerini pistin ortasında buldular.

         Düğüne yeni gelen genç bir çift kiraz çiçeklerinin altında el eleydiler. Genç kadına şarap rengi uzun şık elbisesi çok yakışmış, oldukça güzel görünüyordu, eşinin siyah takımıyla büyük bir uyum sağlamışlar ağır ağır kameriyenin atmosferine kapılmış yavaşça iniyorlardı. İçeri girdiklerinde artık düğünün çoktan başladığını ve hemen hemen herkesin dans ettiğini gördüler.

       Bu arada dans edenlerin arasında Melih Bey'i ve Nazlı Hanım'ı görüp yanlarına gittiler. Nazlı genç kadına sarılırken Melih bey de onun eşi Ahmet Bey ile tokalaşıyordu. "Şengül'cüğüm hoş geldiniz canım,  bu mutlu günümüzde bize katıldığınız için çok teşekkür ederiz kuzum." 

         "Hadi hep birlikte dans edelim" dedi Melih Bey onları da piste çekerek. Şengül ve eşi Ahmet çok sevdikleri bu unutulmaz şarkının eşliğinde dans etmeye başladılar. (Wattpad'in değerli okurlarından sevgili engMlmz'e buradan sevgilerimi yolluyorum, düğünümüze hoş geldin kuzum.)

          Onların arkasından üç kişilik bir grup göründü, siyah parlak simli ceketi ve diz altında biten siyah eteğiyle tatlı tombiş bir bayan ve onun yanında uzun dantelli pembe elbisesi ile uzun saçları beline kadar gelen çok güzel alımlı bir genç kız vardı. Tonton tatlı teyzemiz her ne söylediyse yanındaki genç kızın gülmesine sebep olmuş, yüzünde güller açtırmıştı. 

          Arkalarından kırklı yaşlarının başında olduğu halde  bir kaç yıl eksik görünen ve siyah takımının içine giydiği kravatsız beyaz gömleği ile oldukça karizmatik bir beyefendi takip ediyordu onları. Gömleğinin bileklikleri az biraz ceketin kollarından itina ile taşarken, altın kol düğmelerinin yaydığı ışıltı bir mil uzaklıktan bile görünüyordu. Asil duruşu ve bakanlara bir daha baktıracak kadar havalı olan Emin Bey, Şennur Ablası ve komşu kızı Gizem'le birlikte gelmişti düğüne ama galiba  gecikmişlerdi. 

        İçeri girdiklerinde nikah faslı çoktan bitmişti. Aslında memnun da olmuştu, nikah kısmı sıkıcı ve rahatsız ediciydi onun için. Bir erkeğin başını yakmasına tanıklık etmek kabullendiği bir şey değildi. "Ne evlenecen be adam! Kadın milletini ne başına bela edecen, ömrünü çürütecen. Al al bitmez, ver ver yetmez, hiç de mutlu olmaz. Seni de, kılı kırk yarar yine de beğenmez, beğendiği hiç bir şeyin, hiç bir yerin olmaz, dırdırıyla durmadan yer durur başının etini." diye düşündüğü için nikahlara özellikle katılmaz, şahitlik etmeye de yeminli sayardı kendini. 

        Emin Bey'e göre bu dünyaya kadınlar erkeklerin beynini yemek, cüzdanlarını eritmek için gelmişlerdi, engin ve filozofik görüşlerine dayanarak bu düşüncesini test edip onaylatmış, patentini de duvara asmıştı. 

         Ama düğünleri severdi, çünkü oynamayı severdi, yoksa bütün kurtlar nasıl dökülürdü...(AYFER hikayesinin çok değerli yazarı EminDiler1 yazarımıza düğünümüze katıldığı için hoş geldiniz diyor, selamlarımı gönderiyorum.) 

         Nazlı Hanım ve Melih Bey hala gelenlerin olduğunu fark edince girişe doğru yönelmişlerdi ki, Nazlı Hanım arkadaşı Şennur'u gördüğü anda neredeyse çığlık atacaktı. "Ayy Şennur'cuğum hoş geldin, gelemeyeceksin sandım, gözüm yollarda kaldı." diyerek candan sarıldı. Nazlı Hanım arkadaşı Şennur'u gerçekten çok seviyordu, onun neşesine gülen yüzüne tüm grup arkadaşları olarak o kadar alışmışlardı ki onsuz kesinlikle olmazdı. 

         ( Bilin bakalım bu tatlı tonton teyze kimmiş, tabiî ki beeeenn, yazarınız Şennur Güneş, sizlerle olmaktan çok ama çok mutluyum şu anda. Bu mutluluğumu perçinlemek için sizlere uzun süreli ağır gripten kurtulmaya çalıştığım bir sırada seslendirdiğim Multi'deki şarkı'yı tüm içtenliğimle armağan ediyorum kuzularım, umarım beğenirsiniz.)

        Nazlı hanım genç kıza da sarıldı ve öptü. "Hoş geldin Gizem kızım, Şennur Teyze'ne eşlik etmişsin. Sende hoş geldin Emin bizi çok mutlu ettiniz varlığınızla. Eşini göremedim rahatsız mı yoksa?" diye endişeyle sordu Nazlı Hanım. Emin sezgileri kuvvetli Nazlı Hanım'ın bu doğru tespitine, "Yok endişelenme Nazlı Abla, bildiğiniz grip bir türlü atlatamadı o yüzden gelemedi. "Düğüne kadar iyileşebilsem" diyordu ama olmadı, size bol bol selam söyledi ve hayırlı olsun dileklerini gönderdi, aman üzerimde kalmasın diye hemen söylüyorum." Nazlı Hanım ve Melih Bey "Geçmiş olsun dileklerimizi ve selamlarımızı söylemeyi unutma öyleyse Emin." dedikten sonra "Hadi size masanıza kadar eşlik etsinler, biz de birazdan geliriz yanınıza."

       Gizem bu sırada uzun pembe dantel ağırlıklı elbisesinin üstüne giymiş olduğu ince beyaz mini ceketini çıkardı ve Şennur Teyzesi'nin kolunda ilerlemeye başladı. Düğün çok şaşaalı ve gösterişliydi gerçekten, burayı o kadar da müthiş hatırlamıyordu ki,  neyse ben eğlenmeye bakıp tadını çıkarayım düğünün." deyip keyfince gülümsedi genç kız. ( Wattpad'in değerli okurlarından sevgili kuzum gizem199961 'e buradan kocaman öpücükler...)

       Onların gidişini izlerken Melih Bey ile sohbetine devam eden Emin Bey, hemen gidip oturmak istemiyordu biraz etrafı kolaçan ederken birkaç dostunu da görmüş ayak üstü konuşmaya başlamıştı. 

       Tansiyonu düşen yaşlı dedesini abisi gelip alınca, genç kız da ona yardımcı olan bu sarışın ve sakalları kendisine çok yakışan genç adama teşekkür ederek "Ben de yanında gelebilir miyim? diye sormuş ve birlikte nişan ve düğün yerine dönmüşlerdi. Ömer arabadan inmeden önce genç kıza dönüp, "Adım Ömer, benimle düğüne gelmek ister misin?" diye sordu. 

      Genç kız nişandaki arkadaşlarını düşündü önce ve sonra hevesle başını salladı, bu genç adamdan ayrılmak istememişti nedense. "Tamam olur benim adım da Gülce, aslında ben nişana gelmeyecektim, çünkü fazla bir samimiyetim yoktu nişanlanan arkadaşla ama dedem böyle düğün dernek duydu mu yerinde duramaz o gelmek istedi kıramadım, onu getirmiştim nişana. Sana da zahmet verdik gerçekten tekrar özür dilerim" derken genç adam hemen sözünü kesti.

        "Bir daha özür dileme, hastaneye gittiğimizden beri dilinden düşürmedin, şükürler olsun ki dedenin bir şeyi yokmuş ben her halukarda yardımcı olurdum yine de , o yüzden tekrar tekrar özür dileme lütfen. Onun yerine benimle düğüne gel birlikte katılalım birbirimize arkadaş olalım, ödeşmiş oluruz."

       Genç kız zaten içinde tuhaf bir sevinç hissediyordu ve bu sevincini bastırarak başını salladı, "Tamam olur." diyerek arabadan indi aceleyle, yüzü kızarmıştı. Ömer de arabasından çıkıp, genç kızın yanında yürüdü ve kiraz çiçeklerinin altından birlikte geçtiler salona.

         Dans edenleri görünce genç kıza bakıp gülümsedi. Bu sırada Melih Amca'sına doğru yöneldi ve tebrik etti. Sonra birlikte piste geçtiler. Gülce biraz çekinerek bir elini Ömer'in omzuna  bir elini de ürkekçe avucuna bıraktı. Uzun kumral saçları beline kadar uzundu çekinmese bütün saçlarını yüzüne dökmek isterdi şimdi, saklanacak bir yer arıyordu çünkü, biraz heyecan biraz da alışık olmadığı duyguların getirdiği utangaçlıkla yüzü kızarmıştı. Hastanede koştururken, yan yana yürürken, konuşurken böyle hissetmemişti oysa.

         Dj yabancı dans müziğine çevirmişti tercihini çünkü bu sırada Elvis'in "And I Love You So" şarkısı çalmaya başlamıştı. Bu romantik şarkıda Elvis "Seni seviyorum bu yüzden" diyordu ve bu şarkı bütün dans eden aşıklara gelmişti.

      Berto Zeynep'in gözlerinde biraz hüzün buldu, sanki Zeynep acı çekiyor gibiydi, "Zeynep ne oldu,neden öyle gözlerin buğulandı, canın mı acıyor?"

       Berto'nun endişeli sesi ile Zeynep birden kendine geldi, düğün bitene kadar dayanmalıydı canı çok yanıyordu geçekten, boşluğundaki ağrı artık şiddetlenmeye başlamıştı, ama kimselere belli etmemesi gerekiyordu düğünün tadını bozmaya hiç niyeti yoktu kendi rahatsızlığı ile.

      "Yok Berto iyiyim ben şarkıyla hüzünlendim biraz, merak etme gerçekten iyiyim ben." Berto Zeynep'in sesindeki neşeye aldanarak tekrar sarıldı ona, omzunun üstünden ileri doğru yaslandı iyice, tabi genç kızın bu hareketiyle ne kadar acı çektiğini bilmeden.

      Carlos Serap Ayça ile dansın heyecanına kapılmış gözü hiçbir şeyi görmüyordu, yanlarına yaklaşmış olan çiftten haberi bile yoktu şuan. Gerçi spot ışıklarının bir yanıp sönmesiyle yapılan ışık oyunları bir tek onun değil, bütün herkesin görüş alanını karartıyor, görmesine engel teşkil ediyordu.

        Laura bilerek dans ettiği genç adamı gelinle damadın olduğu tarafa yönlendirmişti. Şimdi yan yana dans ediyorlardı, onu ilk fark eden ise Arene'nin gözlerinden kendini zor alabilen Hugh olmuştu. Birden ağzı hayretle açılan Hugh yanar döner ışıkların oyunu sandı önce, ama gerçekten bu Laura idi.

Arene ne olduğunu anlamadan kendisini çekelenirken buldu birden. Hugh Carlos'un kulağına doğru Laura'nın burada olduğunu söyledi ve iki adım ötesinde dans eden çifti gösterdi.

Carlos aniden durdu işte bu sürprizi hiç beklemiyordu. Laura'ya sert bakışlarıyla öldürecek gibi bakarak olanlardan habersiz Serap Ayça'yı elinden tutup masalarına götürdü.

"Querida, biraz dinlen bir şeyler iç, hemen döneceğim Franco'ya bir şey söylemeliyim."diyerek Franco'nun yanına hızla ilerledi. Franco Carlos'un öfkeli sert yüzünü görünce afalladı önce.

"Carlos , bu suratının hali ne, en mutlu gecende seni ne sinirlendirdi böyle?" diye sorunca Carlos Franco'nun yanındaki sandalyeye asabiyetle oturdu ve resmi konuklarına aldırmadan öfkesine hakim olmaya çalışırak konuştu.

       "Sen ne yapmaya çalışıyorsun Franco, Laura'yı buraya getirerek neyi amaçladın söylesene. Bak seni uyarıyorum, eğer Laura bu düğünü mahvedecek bir şey yaparsa seninle bütün ilişkimi keser, maddi manevi tüm varlığımı sana tamamen unuttururum, anladın mı?" 

         Carlos'un sert ultimatomuna daha da şaşıran Franco, "Sen ne demek istiyorsun, Laura senin çocukluktan beri arkadaşın değil mi? Her yere beraber giderdiniz, gazetelerde mecmualarda boy boy resimleriniz olurdu sizin? Ben yanıldım mı, arkadaşın değil miydi? Bir davette benimle düğüne katılabilmeyi çok istediğini sana sürpriz yapacağını söylemişti. Ben de yanımda getirmekte hiç bir sakınca görmedim sonuçta hep beraberdiniz, ben sizi böyle biliyordum." Carlos Franco'nun Laura tarafından oyuna getirildiğini anlayabiliyordu ama içindeki öfkeyi dindiremiyordu.

      "Bak seni kandırarak buraya geldiğini anlıyorum ama onun çocukluğundan beri bana olan takıntısı hastalık derecesini aştı, ben onu etrafımda dolanmaması için uyardığım halde, yinede seni kullanarak buralara kadar gelmiş. Kim bilir kafasında neler planladı. Yani demek oluyor ki, şu anda Laura bu gecenin saatli bombası oldu sayende, daha düğün başlamadan yaşadıklarımız ne kadar oldu ki, senin helikopterle yolladığım o piç de karımın sapığıydı. Bu ikisi  benim düğünümü el birliğiyle mahvetmeye anlaşmışlar sanki. Ama Franco, bir kez daha bu sefer Laura tarafından, bir kez daha Serap Ayça'nın saçının bir tek teline bile zarar gelirse eğer, ikinizi de mahvederim bilmiş ol. O yüzden adamlarına söyle onu hemen buradan alıp götürsünler, otelde kapısında da nöbet tutsunlar bir yere ayrılmasınlar Onun değil kendisini, gölgesini bile ne etrafımda ne düğünümde görmek istemiyorum." 

        Franco duydukları karşısında hem şaşırmış hem de üzülmüştü, Laura'dan acısını fena çıkaracaktı, soracaktı bunun hesabını ondan. Hiç istemeyeceği bir şeyi yapmış, düğünü mahvedecek birini yanında getirmişti. Nereden bilecekti ki, kızın hasta ruhunu ve takıntısını.

    Carlos yine bastıramadığı öfkesiyle Franco'nun yanından kalktı ama gördüğü karşısında yüreği ağzına geldi.

         Laura, Carlos'un sinirlenerek dansı bıraktığını anlamış onları izlemişti. Dans ettiği genç adamdan özür dileyerek ayrılıp onların peşinden yavaşça ilerledi. Masalarına oturur oturmaz Carlos Franco'nun yanına gitmişti. Carlos'un artık ondan haberi olduğunu anlayan Laura hiç bozuntuya vermeden fırsatı değerlendirmek istedi. Hızla Serap Ayça'nın yanına gidip damat koltuğuna oturdu ve genç kızın kolunu tuttuğu gibi tırnaklarını geçirdi.

         Serap Ayça daha ne olduğunu anlayamadan Laura'ya canı acısa da gülümsüyormuş gibi bakarken "Ne yapıyorsun bırak, sen sen buraya nasıl geldin? Kolumu acıtıyorsun bıraksana, çok fena olacak ama, durumu anlarlarsa senin için iyi olmaz bırak dedim." diye yavaş ve tehditvari  konuşmaya çalışmıştı. 

         Ama gözü çoktan dönmüş olan  Laura ise tehdit nasıl olurmuş öfkeyle göstermekten hiç çekinmedi. " Sana bunun hesabını ödeteceğim fahişe, Carlos'u elimden almanın ne demek olduğunu sana göstereceğim, sakın kendini bu sahte mutluluğa çok kaptırayım deme. Görüp göreceğin bu kadar olacak çünkü." 

           Serap Ayça etrafına bakındı, bir tane bile arkadaşı olmaz mıydı yanında. Bir tanesi bile gelin kızımız oturmuş yanına gideyim demez miydi? Herkes dans ediyor eğleniyordu keşke anne babası olsaydı yanında şimdi. Laura görüntüsünü kapattığından Carlos'un olduğu tarafı da göremiyordu. Cıngar çıkarıp yine düğünlerinin mahvolmasını istemiyordu.

            Bu gece Alper'den sonra ikinci kez olacak iş miydi bu, sanki bu gece için bütün uğursuz göktaşları bir araya gelmiş gibiydi. Bu kadın da nereden çıkmıştı. Bu manyaklar düğünlerini sabote etmek için anlaşmışlar mıydı, karı koca kurtulamayacaklar mıydı bütün bu delilerden, zırvalıklardan en beteri tehlikelerden. Allah'a dua etti içinden ve aniden adak adadı. Bu düğünü sağ salim atlatırlarsa kesinlikle kurban kesecekti ve mutlaka yerine getirecekti yarından tezi yok, yapacaktı bunu.

         Gördükleri karşısında Carlos çıldıracaktı neredeyse. Laura kendi koltuğuna oturmuş Serap Ayça'nın kolunu tutuyor muydu, sıkıyor muydu? Serap Ayça'nın yüz ifadesinden acı çektiği öyle belli oluyordu ki, nasıl yanlarında bittiyse artık, Laura'yı hızla yerinden çekip kaldırdı birden.

         Bu hareketi masalarda oturan konukların dikkatini çekmiş, başların onlara doğru çevrilmesine sebep olmuştu. Laura Carlos'un öfkesinden korsa da umursamazca kolunu sıkıca tutan ele baktı. Onun kendisine bu sert teması bile içinde bir haz bir sevinç yaratmıştı. Carlos ona hep dokunsun istiyordu, ne kadar istiyordu hem de eski günlerdeki gibi ona güler yüzle baksa, elinden tutsa.

       Gözlerini tekrar Carlos'a ihtirasla  çevirdi. Yüreği yanıp tutuşsa da nefreti galip geldi ve sivri çatal dilini konuşturdu. "Ooo, seni tebrik edeceğimi sanıyorsan çok yanılıyorsun sevgilim, İnanmamıştım biliyor musun? O yüzden ne yapıp edip buraya kadar geldim, gözlerimle görmem gerekiyordu, inanmam için görmem gerekiyordu. Bu masa eğer bir makamsa bu masada benim oturmam gerekiyordu anlıyor musun? Sen bu şıllıkla her ne kadar evlenmiş olsan da, yine de benimsin Carlos, ben senden asla vazgeçmedim ve vazgeçmeyeceğim bunu böyle bil, anlıyor musun? Bunu böyle bil. " diye tısladı sözlerinin etkili olması için Carlos'a doğru iyice abanarak konuşmuştu. Dışarıdan bakanlar iki samimi kişi konuşuyor sanırlardı. Ama  Carlos artık mekanikleşmiş, hissetmiyor duymuyordu bile. Yavaşça Laura'nın sağ elini tuttu ve sıktı.

       Serap Ayça kolunun acısını unutmuş, Laura'nın söyledikleri beyninde yankılanıyordu şimdi, inanamaz gözlerle karşısındaki bu aklını yitirmiş kadına ve  bakışlarıyla bile  Laura'yı öldürecek olan Carlos'a dikkatle bakıyordu. Carlos'un çok sinirlendiğini görebiliyordu, kadın ne yapmış etmiş bu mutlu gecelerine gülle gibi düşmeyi başarmıştı. 

         Franco'nun adamları anında yanlarında belirmişti. Laura'ya eşlik ediyormuş gibi, normal misafirmiş gibi tavır alan iki adam Carlos'un sıkıca tuttuğu parmakları ayırmaya çalışmışlardı.

        Carlos Laura'nın hangi eli ile Serap Ayça'nın canını yktığını görmüştü, o parmakları Laura'nın gözünün içine baka baka mengene gibi kıstırdığı için tuzla buza çevirmişti. içindeki nefret ve ruhsuzlukla hislerini yitirmiş olan Laura'nın yüzünde bir acı belirtisi bile olmamış, o da Carlos'a aynı nazarlarla bakmaya devam etmişti. Bir zamanlar arkadaşça dostça tutuşan bu el artık düşmanın eliydi, bir çakalın pençesiydi Carlos için. 

        Serap Ayça bu anormalliği durdurmak için Carlos'un koluna sarıldı. "Lütfen bırak Carlos, alsınlar onu buradan, milletin dikkatini çekmeden bırak, Carlos lütfen." diye ağlayan gözlerle yalvarıyordu.

       Carlos Serap Ayça'nın ağlamaklı sesiyle birden girdiği transtan çıkmış elinde kenetlediği şekilsiz parmakları nihayet bırakmıştı. Laura'nın parmakları kırılmış kemikleri galiba parçalanmış ve dağılmıştı. Eklemlerinde kemikler dışarı çıkacak gibi derisini zorluyor gibiydi. 

       Franco bu sırada yanlarına gelmiş artık kendini kaybetmiş ve deli gözlerle boşluğa bakan Laura'yı götürmeleri için adamlarına işaret etmişti.

       Carlos öfkeli gözlerini Franco'ya çevirip, "Onu buradan derhal yolla, bu gece hemen gönder benim ve karımın olduğu bu şehirde onun nefes bile almasını istemiyorum.." diyerek Serap Ayça'nın koluna girerek mekanın içkili diğer salonuna doğru gitti.

       Bütün olanları Arene'yle dansı bırakmadan uzaktan izleyen Hugh, dikkatleri çekmemek için gitmemişti ama Laura Carlos'un koltuğuna  oturur oturmaz her şey aniden gelişmişti. Kendisi müdahleye geçmeye fırsat kalmadan kısa sürede bir oldu bitti yaşanmıştı ve şükürler olsun ki, en azından misafirler ve gelinin anne babası anlamamışlardı durumu. 

          Ama Carlos'un sakinleştirilmeye ihtiyacı olduğunu biliyordu, o yüzden Arene'yi de alarak onların yanına gitti. Arene daha içeri girer girmez Serap Ayça'nın koluna buz koymaya çalışan Carlos'u gördü ve hemen yanlarına gitti. Carlos, Serap Ayça'yı  Arene'ye bırakıp, Hugh'a döndü. 

          "Hugh derhal bu işi sen ele al, bizim korumaları da dahil et, Franco'nun uçağına bindirildiğinden emin ol. Uçağa biner binmez eli kolu ve ayakları mutlaka bağlansın, ne yapacağı hiç belli olmaz onun, koltuğundan bir yere kıpırdayamacak kadar sıkı olsun her şey." Hugh başını salladı.

      Gelinin kolunun yaralı olduğunu gören görevliler hemen ilk yardım çantasını getirmişlerdi ama Carlos kendine gelemediğinden ne yapacağını bilememişti,  Arene'ye minnet duydu. Arene tırnağın derininin altına kadar geçtiği yerleri ve kanlı çizikleri oksijenli suyla yıkayıp gazlı bezle hafifçe bastırarak temizledi gereken tedaviyi yaptı. ilk yardım çantasında bulduğu makasla sargı bezini istediği ölçülerde kesip koluna bandajladıktan sonra, gelinin belindeki kırmızı kurdeleyi çözdü ve sargıları kapatacak uzunlukta  bir parça kesti. Kurdeleyi sargının üzerine sanatsal bir ustalıkla doladı ve fiyonkla noktaladı. Artık tamamdı. Tabi gelinin kolu dikkat çekmesin diye eğlencesineymiş gibi aynısından kendine de yaptı ve Serap Ayça'ya bağlattı.

       İçeri girdiklerinde bu senenin hit şarkısı "Tavuklarım Var" türküsü ortalığı çınlatıyor, milleti oynatıyordu. Az evvel korkan üzülen o değilmiş gibi Serap Ayça'nın keyfi yerine gelmişti, hemen Arene'yi çekeledi ve pistin ortasına gitti  karşılıklı oynamaya başladılar. Kızlı erkekli bütün herkes kucaklarında eteklerinde hiç bir şey bırakmadan kurtlarını döküyorlardı. 

Dj hemen bir hareketli türkü daha çalmaya başladı "Entarisi dım dım yar" diye bangır bangır ortalığı yayıldı. Serap Ayça'nın ekibi tabi eğlencenin dibine vururken bizim yaban ellerin insanı da boş durur mu onlarda kapıldılar birlikte bu oyunların içine. Ne görüyorlarsa onlar da içlerinden geldiği gibi oynuyorlardı. Carlos bu bilmediği müziklerde ne yazık ki o kadar coşamıyordu ama Serap Ayça'nın sevincine ortak oluyordu. Herkes yorulmuş Dj ara vermişti.

Bu molada bütün eş dost birbirini tanıyanlar bir araya gelmiş, şen kahkahlar içinde sohbetlere dalmışlardı. Mikrofonik bir ses misafirleri yerlerine davet etti ve pasta töreninin başlayacağını bildirdi. 

        "Wild Fiesta" ortalığı coştururken tıpkı narin ve süslü bir gelin gibi salona zarafetle getiriliyordu dev pasta. Carlos ve Serap Ayça yerlerini almışlar şelale volkanların eşliğinde kendilerine doğru gelen pastaya hayranlıkla bakıyorlardı. İkisi de kısa süre içinde bu kadar muhteşem, gösterişli bir pasta ile karşılaşacaklarını ummamışlardı. Merasime konukların alkışları ve ıslıkları coşkuyla eşlik ediyordu.

         Pasta nihayet önlerinde durdurulduğunda kılıç gibi uzun pırıl pırıl parlayan bıçağı elinde tutan görevli "Bıçak kesmiyor" diyerek vermedi. Carlos elini tekrar uzattı almak için görevli yine vermedi, Durumu hala idrak edemeyen Carlos bütün sinirini görevliden almak için bir hamle yapacaktı ki, Serap Ayça atılıp buraların adetini hatırlattı ona,  oysa Carlos'a bunlar anlatılmıştı haberi vardı ama üst üste gelen olaylar genç adamın sinirlerini oldukça yıpratmıştı. Serap Ayça'nın söyledikleriyle durumu anlayınca güldü, bir adet uğruna az daha görevli elinde kalacaktı. 

           Cebinden bin lira çıkarıp verdi, görevli biraz daha koparabilmek için yine taktik yapınca "Soyguncu musun nesin, ne beleş kazandıran adetleriniz varmış,  bulmuşsun işin vergisiz, matrahsız karını, harika al, al bakalım." diye söylene söylene  bin beşyüz lira daha verdi görevliye, artık görevli de Carlos'tan çekinmiş fazla uzatmamıştı.  İki bin beş yüz lirayı cebine, pasta  bıçağını da Carlos'un eline bırakıp kenara çekildi. 

           Serap Ayça ve Carlos en tepeden başlayarak birlikte pastayı keserlerken fotoğraflar çekiliyor kameralar hiç bir anı kaçırmadan saniye saniye kayıt ediyorlardı. O muhteşem müzik gelinle damadın en mutlu ve alkışlarla ıslıklarla bu güze mutlu anı destekliyorlardı. Tabi Auckland' da başta Şeyma olmak üzere tüm aile ve çalışanlar bu muhteşem anı sevinç gözyaşları içinde izliyorlardı. Pastadan birbirlerine tattırırlarken gözlerindeki mutluluk, ta oralardan bile anlaşılıyordu.

         Sıra takı törenine gelmişti, Maharetli Dj burada da imdada yetişmiş isimleri saya saya, taktıklarını yüzlerine vura vura başladı arzı endam etmeye. ilk önce Carlos elindeki beyaz altın ve pırlanta gerdanlık takımını kendisi taktı eşine .

        Daha sonra Serap Ayça'nın anne babası nazlı Hanım ve Melih Bey taktılar çifte takılarını. Ve tüm eş dost akrabalar takı kuyruğuna girmişti ki bunun biteceği yoktu. Nazmiye'nin ve Sevgi'nin elindeki keselere bırakıyordu çoğu misafirler takılarını ama geleneği bozmayan yaşlı teyze ve amcalar mutlaka gelinin ya da damadın boyunlarına takmaya çalışıyorlard, bu da töreni uzatıyordu.

          Nihayet takı töreni de selametle bitmiş, her şey usulünce yerine getirilmişti. Sıra eğlenmeye gelmişti, işte bu sırada Nazlı Hanım Dj'ye bir şeyler fısıldadı. Dj onayladıktan sonra mikrofonu eline aldı ve Şennur Hanım'ı sahneye davet etti. Herkeste bir alkış koptu, kendini yeni yetme şarkıcılar gibi hisseden Şennur Hanım önce şaşırsa da daveti ikiletmedi, alkış ve ıslıklar eşliğinde sahneye çıktı. 

        Dj karaoke müziği ayarlayarak mikrofonu Şennur Hanım'a verince, Şennur Hanım öncelikle bir çift söz söylemek istedi. "Merhabalar sevgili dostlar, sevgili konuklar. Bu şarkımı değerli genç çiftimize düğün hediyem olarak armağan ediyorum ve "Seven Ne Yapmaz" diyorum." dedikten sonra  zaten başlamış olan nağmelerle kulakları tırmalamayan  yumuşak sesiyle dinleyenleri geçmişe doğru alıp götürdü. O şarkısını söylerken gelin ve damat çifti ile beraber tekrar eşler yerlerini almışlar dans etmeye başlamışlardı. 

       Neslihan ve Selin masalarında otururken çarpıştıkları o iki genç adam yanlarına gelmiş, kızları dansa davet etmişlerdi. Hele Neslihan'a aşk dolu gözlerle bakan kahve gözlü yakışıklı genç adam ne ellerini ne gözlerini Neslihan'ın zümrüt yeşili gözlerinden ayırmadan piste götürmüştü onu. Dans hiç bitmesin, gece hiç bitmesin diledi genç adam tüm dans boyunca. Gerçi Neslihan'ında ondan kalır yanı yoktu bu duygularda. 

        Selin ise işin keyfinde gecenin tadını çıkarıyordu birlikte dans ettiği yakışıklı genç saygılı ve edepliydi, bunu hissettiği için genç kız kendini daha da rahatlamış bulmuştu.

       Özlem eşi Serdar ile dansa doymamıştı bu gece ama, onun asıl istediği Adana oyun havaları ile şöyle bir döktürmekti. Dj'den  bir ricada da o bulundu ve zaten oyun havalarına geçecek olan Dj Özlem'in bu meramını ikiletmedi.

      Artık milletin kanı kaynıyordu, halaylar çekilmeli kıpır kıpır oynanmalıydı. Dj zılgıtların ortalığı çınlatması ile  salonda bulunan tüm Adana'lıları mest etmişti şimdi. Gerçi herkes memnundu o başka tabi, Özellikle Özlem hemen eşini de karşısına alıp başladı oynamaya.  

       Semra, Deniz, Fazilet, Yılçay, Mehtap, Mine, Aysel, Özlem, Emel, Nuray, Rukiye, Destina, Buse, Aybike, Meryem,Mahsenem, Gül, Ayşen, Zeliş, Neslihan, Selin, Ayperi, Fatma,Seda, Sinem Dilara, Göksu, Derya,Sevgi, Asuman,Şengül, Gizem, Şennur, tatlı betüş Betül, Gülser, Mira, Yasemin, Deniz, Jiyan, Carmita Arene bütün bayanlar hep beraber gelini de aralarına alarak halay çekmeye başladılar. Elindeki beyaz mendili sallaya sallaya zılgıt çeken Özlem halayın başını çekiyordu.

        Erkekler geri durur mu onlarda  bir olup damadı aralarına aldılar tabi. Berto, Hugh, Pedro, Leandros, İnan, Aygün,  Hasan, Haldun, Emin, Ömer, Umut ve  tüm beyler hep birlikte halay çekmenin keyfini çıkarıyorlardı. Pedro'nun aklı Ayperisi'ne takılı kalsa da her ne kadar gözlerini ondan ayıramasa da bu ilginç oyuna katılmaktan mutlu olmuştu.

       Erkeklerin halay başı tabiki düğünlerin medarı iftiharı Emin Bey'di. Elindeki beyaz mendili sallarken altın kol düğmelerinin ışıltısı, karşı ekipteki  Nuray'ın gözüne  gözüne batacak kadar ışıldıyordu.

        Ve Düğün nihayet sona ermiş konuklar topluca ve ayrı ayrı son kez fotoğraflarını da çektirerek yavaş yavaş salondan ayrılmışlardı. Serap Ayça ve Carlos anne babasıyla gözyaşları ile vedalaşırken babasının kulağına yarın ne yap yap benim için bir kurban ayarla baba, yarın için mutlaka kestirmem gerek, ben adak adamıştım çünkü, işlerimizin ters gitmesini, mutluluğumun bozulmasını  istemiyorum oldu mu babacığım. Sizleri şimdilik bu akşamlık bırakıyorum üzülmeyin e mi? Ama yarın erkenden kahvaltıya geleceğim." 

        Babası kızına ayrılamayacakmış gibi sarılırken  "Yok be kızım olur mu,  sen balayının keyfini çıkar, sonra gelirsin kahvaltıya. İlk kahvaltını eşinle baş başa yapmalısın, anlayışlı ol biraz." diyerek güldü ve ayrıldı kollarından. Nazlı Hanım ve Melih Bey ilk defa kızlarının gerçek anlamda yuvadan uçtuğunu anladılar bu gece.

Continue Reading

You'll Also Like

Haz By 🍀

Romance

90.2K 1K 12
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...
2.2M 120K 30
Bir mahalle hikâyesidir.
5M 276K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...
98.8K 8.2K 15
"Abin falan dinlemem. Eğer o odaya gelirsem, sabaha kadar çığlık attırırım sana."