İsmimleri mitolojilerden aldığım gibi dini kaynaklardan da alıyorum lakin amacım karalamak, kötülemek yada övmek değil. Burada olanlar tamamen benim hayal gücüm. Dinle ya da mitolojiyle bir alakası yok.
------------------------------------
Mesaris, durumu anlamak için bir kendine bir sırtlana bakıyordu. "Bu kalkan nereden çıktı? Kim bana kalkan büyüsü yaptı ki... Tabi ya" diye sesli düşündükten sonra "Luraaa! Teşekkürler." diyerek Han ve kızların olduğu sütuna doğru koşmaya başladı
Han ve Kızlar, Mesaris'in gelişine acı dolu gözlerle bakıyorlardı. Şayet gelirse bulundukları sütuna atlarsa tüm denge bozulacaktı ve hepsi simsiyah zifte düşeceklerdi. Gözleriyle gelme demeye çalışsalar da nafileydi. Mesaris, Han ve kızların olduğu sütuna zıplarken, Han ve kızlar gözlerini kapadı. Mesaris sütuna zıpladığında sütun 2 santim aşağı çöktü. Artık sütun hassas dengeli terazi değildi. Çünkü Mesaris sütuna atladığında terazinin bilyeleri kırıldı...
Han ve kızlar, ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Fakat Mesaris hayatlarını kurtarmıştı.
Mesaris Lura'nın elini tutarak "Beni az önce kurtardığın için teşekkürler." dedi.
Lura az önce Mesaris sayesinde kurtulmanın vermiş olduğu utançtan dolayı bozuntuya vermeyerek fakat gözlerini kaçırarak "Öne... Önemli değilll..." dedi.
İki mezarın yanına geldiklerinde Mesaris, mezarların üstündeki yazıları okuyarak "Sol mezarda savaş ve huzur, sağ mezarda barış ve işkence yazıyor" dedi. Ardından sağ mezarın kapağını tutarak bence bu" dedi ve kapağı açmaya çalıştı.
Kızlar hep birden Mesaris'i tutarak "Yapma" dediler. Gözlerinde büyük korku ve endişe vardı. Kim bilir birkaç saniye geç kalsalardı, mezardan ne çıkacaktı.
Han, şeytani şekilde sırıtarak "Savaş her zaman iyidir." dedi. Kızlara ve Mesaris'e danışmadan zihin büyüsü ile sol mezarın kapağını açtı.
Kızlar, bir kez daha Han'ın önce kurmadığı cümle tarzı yüzünden birbirlerine baktılar. Fakat suskunluklarını korudular.
Mesaris, heyecan yaparak hızlı adımlarla mezarın içine baktı. Mezarın içinde bir merdiven vardı ve aşağı doğru iniyordu. Mesaris suratı asık şekilde "Doğru mezar bu gibi duruyor ama içimde bir huzursuzluk var" dedi.
Mesaris'in bu cümlesi grupta huzursuzluk yaratmıştı. Herkes Mesaris'e, daha doğrusunu onun şansına inanıyordu. Kızların gözü diğer mezara yönelmişti, fakat açmak da içlerinden gelmiyordu. Çünkü kim bilir içinden ne çıkacaktı.
Han, sırıtarak ve elini Mesaris'in omzuna atarak "ben senin şu inanılmaz duyuları güveniyorum." dedi ve mezarı zihin gücüyle açtı.
Mezar açılır açılmaz dışarıya doğru sapsarı bir ışık yayılmaya başladı. Işık o kadar kuvvetliydi ki göz gözü görmez olmuştu. Han, Oja ve Rhene'ye ışık sanki düşmanmış gibi yakıcı etkiyle sarıyordu. Derileri kızarmaya başladı. Rhene ışığın etkisi yüzüne gölge formuna geçemiyordu. Oja, ışığın yalnızca kendisine değil efendisine de zarar verdiğini görünce efendisini tüm vücudu ile sararak korumaya çalıştı.
Işık aynı zamanda Lura ve Mesaris'in hafif yaralarını iyileştirmişti. Onları büyük bir güçle sarmış, ruh güçlerini tekrar doldurmuştu.
Işığın azalmasıyla beraber havada iki tane bembeyaz kanadı olan bir melek vardı. Kanatları zarif ve kırılgan gözünse de en sert rüzgarlara dayanabilecek kadar sağlamdı. Tıpkı bir kelebek kanadı gibiydi. Meleğin üstünde derin göğüs dekolteli gümüş bir zırh vardı. Zırhın altın işlemeleri, meleğin altın sarısı saçlarıyla uyum içindeydi. Kafasında ışıktan yapılma sapsarı parlayan tacı meleğin bembeyaz kanatlarından sonra en çok dikkat çeken yeriydi. Taç sade fakat bir o kadar zarifti. Tacın üstünde irili ufaklı dikenler vardı ve bunlar her saniye uzayıp kısalıyordu.
Han hemen tanımlama büyüsü yaptı.
İsim: Namele Seviye: 30. Seviye
Unvan: Unolas'ın Sağ Kolu, Büyük Melek İsrafil'in yedicin yan soydan akrabası
Yetenek: Işık kılıcı, Işık kalkanı, İyileştirme, Kör eden parıltı.
Özel Yetenek: Cennet esintisi, Işığın yakıcı kudreti, Cennetin mührü
Han, gördükleri karşısında kudurmuş gözlerle meleğe bakarak " Demek Birinci katın baş meleği Unolas'ın sağ kolusun [hahaha]. Benden ona selam götür" dedi ve iblis formuna geçmeye başladı.
Han, bir çok kez iblis formuna geçmişti fakat hiç birinde bu kadar yoğun karanlık enerji yaymamıştı. Yaydığı yoğun karanlık enerji Oja ve Rhene'nin gücünü artırırken, Lura ve Mesaris'i ruhsal baskıya almıştı. Mesaris, "Han sana ne oldu" diyerek, Han'a doğru bir kaç adım attıktan sonra bayıldı. Han'ın üzerindeki dövmeler kıpkırmızı bir şekilde parlıyordu. Kızlar ilk defa efendilerinden bu kadar korkmuşlardı. İblis form her zamankinden daha farklı daha kötücüldü. Han iblis gözleriyle ve etrafında yanan simsiyah alevlerle yavaş adımlar meleğe doğru yaklaşmaya başladı.
Melek, Han'ın iblis gözleri gördükten sonra direkt ışık kılıcı ve ışık kalkanı yeteneklerini kullandı. Oluşan kılıç ve kalkan saf sarı ışından oluşuyordu. Kılıcın yakıcı sıcaklığını hissetmemek imkansızdı. Kalkandan parlayan yoğun sarı ışık kalkanın kolay kolay geçilemeyeceğinin kanıtı gibiydi.
Han sol elini yumruk yaptı ve karanlık aura sol yumruğunda yoğunlaşmaya başladı.
Melek kalkanını öne çekerek defans moduna girmişti. Biran bile gözlerini Han'dan ayırmıyordu.
Han, meleğe yaklaştıkça adımları hızlanmaya başladı. Aynı şekilde şeytani kahkahası da artmaya başlamıştı. Kahkahası herkeste psikolojik bir baskı kuruyordu.
Han, meleğe doğru sıçrayarak sol yumruğunu tam kalkanın ortasına vurdu.
Kızlar şaşırmıştı. Çünkü efendileri Han ilk defa büyü yerine doğrudan saldırmıştı.
Vuruşun etkisiyle kulaklarda çınlamaya sebep olan tiz ses yayılmaya başladı. Kızlar istemsizce ellerini kulaklarına götürdü. Ardından ışık ile karanlığın kapışmasını izlemeye başladılar. Işık tüm hızıyla yayılmaya ve parlamaya çalışırken karanlıkta onu absorbe etmeye çalışıyordu. Bu kapışma herkesin şahit olabileceği bir şey değildi. Işık tüm parlaklığını kullanarak karanlığı üzerinden uzaklaştırıyor gibiydi. Ta ki Han sırıtarak "Seni fazla hafife almışım. HA, ne dersin." dedikten sonra Han'ın karanlık aura iki kat daha yoğun olmaya başladı. Karanlık aura o kadar yoğundu ki sanki tüm ışık mezarlıktan silinmiş gibiydi. Karanlık auradan Han'ın bedenine bile zarar görmeye başlamıştı. Melek acı içinde bağırıyordu. Lura da melek kadar karanlıktan etkileniyordu fakat efendisin savaşını bozmamak için dişlerini sıkıyor, dayanmaya çalışıyordu.
Işık kalkanı daha fazla dayanamadı ve altın tozu gibi yere dökülmeye başladı. Melek ışık kılıcını tüm kalan enerjisiyle Han'ın omzuna doğru savurdu. Kılıç, Han'ın omzuna çarptı ve sanki bir duvara çarpmış gibi geri tepti. Han şeytani sırıtmasıyla "Böyle sönük ışıklar bende işe yaramaz" dedi. Melek, korkuyla cennet esintisi yeteneğini kullanarak Han'dan kaçmaya çalıştı. Cennet esintisi, çok güçlü bir rüzgardı. Herkes rüzgarın etkisiyle uçmamak için bir yerlere tutunmaya çalışıyordu. Rüzgar o kadar güçlüydü ki nefes bile almak gerçekten çok zordu.
Han sinirlenerek ve kudurmuş iblis gözlerini meleğe dikerek "Sizin şu aptal kanatlarınız hep canımı sıkmıştır zaten..." dedi. Han'ın arkasında karanlık aura yoğunlaşmaya ve şekillenmeye başladı. Zamanla arkasında karanlıktan bir çift mızrak olmuştu. Han parmağını meleğe işaret etmesiyle mızraklar meleğin kanatlarına saplandı ve meleği duvara sanki çivilemiş gibi astı. Melek acıyla bağırıyordu. Karanlık mızraklar sanki zehirliymiş gibi meleğin bembeyaz kanatlarına nüfuz ediyordu.
Han bir kez daha işaret ettiğinde arkasında bir çift mızrak daha oluştu ve onları da meleğin avuç içleriyle duvara sapladı. Han, tıpkı meleği çarmıha geriyordu. Melek her saniye daha fazla acı çekerken Han da her saniye daha fazla zevk alıyordu.
Lura karanlığın etkisinden son derece bitkin düşmüş olmasına rağmen, meleğin gördüğü işkenceye dayanamayarak tüm gücünü topladı ve efendisinin başka mızrak fırlatmaması için önüne geçti. Lura hıçkıra hıçkıra ağlayarak "Efendim lütfen durun... Bu siz olamazsınız... Bize sevgiyle, merhametle davranan biri, şimdi bunları yapamaz, yapmaz. Lütfen eski halinize dönün. Gözleriniz de kibir yerine güven, zalimlik yerine merhamet, savaş yerine huzur olan bakışlarla bakmaya devam edin. Lütfen efendim size yalvarıyorum." dedi ve dizlerinin üstüne çökerek ağlamaya devam etti.
Oja ve Rhene de hemen Lura'nın yanına gelerek efendilerinin önünde diz çöktüler ve ağlamaya başladılar. Oja hıçkırarak "Ef... Efendim... Lütfen eskisi gibi olun" dedi.
Melek gördüğü sahne karşısında şaşırmıştı. Bir anlığına tüm acılarını unutmuş kendisi için merhamet dileyen kişileri izliyordu.
Han bu duruma çok sinirlenmişti ve "Siz kim oluyorsunuz da benim işime karışıyorsunuz!?" diye bağırdı ve kızlara doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.
Kızların yanına geldiğinde onları vurmaya başladı. Kızlar yedikleri tokatların ve tekmelerin acısına değil efendilerinin zalimliğine ağlamaya devam ediyordu.
------------------------------------------
Bölümü burada bitirmek gerçekten çok acımasız oldu :D
Diğer bölüm sürpriz :D
Hataları yazarsanız düzeltirim
İyi okumalar...