Bölüm 45

5.3K 587 43
                                    

Han sesi titreyerek acı kasvet ve öfke dolu bir tonla "Peki neden dayım ve amcam annem ile babamı öldürdü?" diye sordu.

Aelath kafasını kaldırdı ve yanmış meşenin küle dönmüş yapraklarına bakarak "Bu dünyada güçlü bir aileden gelmek her istediğini yapabileceğin anlamına gelmiyor. Özgür olduğun anlamına hiç gelmiyor. Lycidas, ben, Utioxhar, Bekru ile Dorgail şehrindeydik. Bir handa oturup buradan sonra nereye gidelim hangi maceraya atılalım diye konuşma yapıyorduk. Hana hafif babana benzer biri geldi ve baban ile kocaman sarıldılar. Rangeen'i ilk defa orada görmüştüm. Dedenden yani Galgan amcana bir görev vermiş. Sphozar şehrinde bir grup vampirin taşkınlık yaptığını öğrendiğini bir birlik ile onları öldürmesi için görevlendirmiş. Amcanda babandan birliği komuta etmesi için ricada bulundu. Baban 3 günlüğüne Sphozar'a gitti. Döndüğünde yanında annen vardı. Han annen gerçekten çok azimli bir kadın. Baban 3 sene kaçmasına rağmen peşini bir an bile bırakmadı. Bir keresinde izimizi annene kaybettirmek için Bakhura çölüne girdik. Annenden kaçmak için baban haritaya bakmadan bizi yürütüyordu. Tabi doğal olarak kısa zaman sonra çölde kaybolduk ve Utioxhar'ın sıcağa ve susuzluğa sinirlenip dev baltasını yere vurmasıyla bir çukurun içine düştük. Bu sayede kumların içinde bir tapınak keşfettik. Heyecanla az ileride olan tapınağa koşmaya başladık. Tapınağın giriş kapısına yaklaştığımızda kapının önünde bir kız bize el sallıyordu. Annen bizi kaybolduğumuz yerde dahi bulmuştu. Öyle veya böyle sonunda babanı elde etti. Artık birliktelerdi. Fakat iki ailede çok büyük bir tepki gösterdi. Karşılarına çok büyük zorluklar çıkardılar. Sonunda var oldukları soylu isimleri terk edip her şeyden kaçmaya karar verdiler. Kimsenin bulamayacağını düşündükleri bir çiftlikte çoban ve hizmetli oldular. Fakat iki aile hala onları arıyordu. Dayın ve amcan onları nasıl buldu bilmiyorum. Nasıl birlikte saldırdıkları düzenlediler bu daha da garip bir olay. Aslında ikisi de birbirlerini hiç sevmezler ama iş çıkar olunca düşmanlar bile aynı safta olabiliyormuş o gün onu öğrendim." dedi.

Han ayağa kalktı. Üstünü silkeledi ve büyük bir ateş girdabı ile can çekişen meşeyi tamamen alevlere boğdu. Yanan meşenin odunlarından çıkan duman tüm göğü kaplamaya başladı. Aelath aniden yerinden fırlayıp "Ne yapıyorsun Han." dedi. Han hiç bir tepki vermeyerek uzun bir süre sadece yanan meşeyi izledi. "Kinimin sönmemesi için odun atıyorum" dedi.

-------------------------------------

1 saat önce:

Tüm herkes yemeklere içkilere doyarak eğleniyor. Müzik eşliğinde danslar oynanıyor. Kimileri kendi yöresinin danslarını ediyor, kimileri dans etmeye çalışıyor. Dans edenlerin kıvırtmaları ve anlamsızca bağırmaları sarhoşluk dereceleri ile doğru orantılı. Çeşit çeşit şans oyunları oynanıyor kaybedenler içki dolu tüm bir bardağı içiyor. 

"Luuuurrva...(hıçkırma) aaa şen niye...(hıçkırma) neden içmiyorşun(hıçkırma)" dedi Oja.

"Bence sende fazla içmemelisin" dedi Lura. Ortamın gürültüsünden bunalarak üst kattaki balkona çıktı. Derin nefesler alıp gökyüzündeki yıldızlara bakıyor. Bir tanesi kaysın da dilek tutayım diye tanrılara dua ediyordu. Acaba efendim ne yapıyor diye düşündüğünde vücudu hemen etki gösterip kuyruk ve kulaklarını oynatıyordu. Aklına verdiği küpe gelmişti. Tüm dikkati ile küpeye odaklanmaya başladı.

-------------------------------------

Şimdiki zaman:

Meşe çatırdama sesleriyle beraber devrildi. Ateşin meşeden alacak bir şeyi kalmadığından alevler yavaş yavaş sönmeye başlamıştı. Bu esnada "Yapmayın... Efendim söndürün lütfen... Yalvarırım... O ağaç sizin için çok önemli ona ve anılarınıza kıymayın efendim... Lütfen... " diye Lura hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sesi ona ulaşmıyordu ve ulaşmayacaktı bunu farkındaydı ama tüm gücüyle bağırmaya devam ediyordu. 1 saattir Han'ın Aelaht'ın odasına girdiği andan itibaren efendisinin gördüklerini, duyduklarını, babası ve annesiyle olan tüm anılarını, hissettiği acıyı kederi öfkeyi çaresizliği yalnızlığı her şeyi efendisiyle beraber yaşayıp hissediyordu. Efendisinin yaşadığı onca şey Lura'yı çaresiz bırakmıştı. Adeta sudan çıkmış balık gibi çırpınıyor ve titriyordu. Bağrışlarına daha fazla dayanamayan boğazı yırtılma ve kanamaya başlamıştı. Lura ise hiç aldırmadan bağırmaya devam ediyordu. Zamanla gözü kararmaya bedenine söz geçirememeye başladı. Ardından bilinci kaybolmaya başladı.

--------------------------------------

Lura gözünü açtığında bulanık bir şekilde görüyordu. Bu yüzden yanı başındaki kişini seçemiyordu. "Lura sonunda uyandın. Hemen efendi Han'a haber vermem gerek" dediğinde Lura sesinden yanındaki kişinin Faye olduğunu anladı. Faye'ye dur gitme demek istedi ama sesi çıkmıyordu. Boğazında yanma ve tarif edilmesi güç bir acı vardı. Görüntü zamanla netleştiğinde kendisinin hiç tanımadığı lüks bir odada olduğunu anladı. Çok büyük ve yumuşak bir yatakta yatıyordu. Yatağın örtüsü koyu krem rengiydi ve dalgalı bir şekilde beyaz desenlere sahipti. Yatağın başlığı kendi tüyleri gibi altın sarısı ve kare kare sedef işlemeleri vardı. Şifonyerin kabartmaları kulpların ufak ama ayrıntılı oymaları tek tek özenle ince işçilikle yapılmıştı. Uzaktan kulpların belli olmamasını sağlayan bir bütünlükte olan işlemelerle yanlarında büyük 2 tane ortasında küçük 3 tane çekmecesi vardı. Şifonyer odanın en lüksü benim diye adeta bağırıyordu.

Lura hayran hayran odaya bakarken içeri Han girdi. Han'ın girdiğini gören Lura toplarlanmaya çalıştı. Fakat boğazındaki acı hareket etmesini büyük oranda engelliyordu. Han "Hareket etme Lura. Sadece dinlen." dedi Han. Yavaş ve ağır adımlarla daha önce Faye'nin oturduğu sandalye gelerek oturdu.

--------------------------------

Arkadaşlar bölüm kısa oldu. Bayağı kısa oldu :( ama üniversite açılana kadar hergün en az 1 bölüm dediğimden dolayı yolluyorum. Bu arada baktığımda tam 8000 okunma olmuş :)

Bir hususu danışmak istiyorum. Kitap kapağı sırıtıyor mu? Sırıtıyor ise nasıl bir resim olmalı?





Han (1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin