VELİAHTLAR 1

By tubux2

7.7M 304K 77.2K

© Tüm Hakları Saklıdır. Karanlık Aşk ile başlayan macera Veliahtlar ile devam ediyor! Asal, Masal, Hale ve yo... More

Başlamadan önce...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
59
SON
Veliahtlar 2 - Ensal
Veliahtlar 2 - Hasal
Veliahtlar 2 - Bahan
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-

34

62.1K 3.5K 506
By tubux2

HALE

Aşk dediğimiz şey, belki de böyle son buluyordu. Sevdiğin el oluyor, kalbin o anda duruyordu. Bunun kabus olmasını diliyordun ya da kötü bir şaka. Ama gerçeğin ta kendisiydi. Hayatında o yoksa, yaşamak anlamsız gelir yahani. 'Kalbim atmasa da olur' dersin.Atar ama,durması için dua ettiğin kalp, eskisinden daha çok sevdiğini haykırarak atar. Canını yakar, ruhunu sıkar ama yine de atmaktan vazgeçmez ve sen her nefesinde ölmeyi dilediğin bir hayatı yaşamaya mahkûm edilirsin.
Neden mi?
Çünkü karşılıksız bir aşkın bekçisisindir.
Bazen keşke doğmasaydım diyordum. Ya da on yedi sene boyunca her hücreme ilmek ilmek işlediğim Asal'ı hayatıma hiç sokmamış olsaydım veya aşık olmamış... Şu andaki durumu kabullenebilmemin tek yolu bu olurdu. İlk ve sonsuz aşkımın, benim kanımdan biriyle birlikte olması...
O kızı gördüğüm ilk andan itibaren içimi kaplayan bir huzursuzluğun nedenini şimdi anlıyordum. O; bizim hayatımızı tepe taklak edecek olan bir depremdi. Beni hayallerimin altında ezip, kırıklarının ruhumu kanatmasına sebep olacak bir afet. O benim hiç tanımamış olmayı dilediğim kuzenimdi ve Asal Kara, aldığım nefeste bile adını sayıkladığım adam onu seçmişti ve ben bu iki durumu da kabullenmek zorundaydım.
Ve işin en acı yanı, ben bunu yapabilecek kadar güçlü bir kız değildim.
Telefonumun çalmasıyla ne zamandır aktığını bilmediğim gözyaşlarımı parmak uçlarımla sildim ve yatağımın bir ucunda olan telefonu uzanıp aldım. Yanıp sönen ışığın altındaki fotoğraf hafifçe gülümsememi sağlamıştı. Numarasına zorla kaydettirdiği bu fotoğraf, her seferinde bana iyi hissettirmeyi başarıyordu. Masal'ı daha fazla bekletmemek için burnumu çekip derin bir nefes alarak telefonu açtım.
''Bal böceğim.''
Kısa bir an telefonun diğer ucunda sessizlik oldu. ''Ağladın mı sen?'' Masal'ın beni bu kadar iyi tanımasından nefret ediyordum. ''Hayır.''
''Bana yalan söyleme bal surat. Az daha zorlasan sesin babanla yarışır.''
Boğazımı temizledikten sonra ''Tamam boş ver beni. Hayırdır?'' deyip saate baktım. ''Şu anda derste olman gerekmiyor muydu?''
''Evet,'' deyip anlayamadığım şekilde bir şeyler söyledi. ''Anlamıyorum bal böceği.''
''Bal surat sana bir şey gönderdim. Aşağı inip taksiden alır mısın?''
Kaşlarım çatılırken ''Ney? Ne diyorsun Masal sen ya?'' diye sorduğumda ''Sorgulama ve dediğimi yap,'' diyen arkadaşım telefonu yüzüme kapattı. Birkaç saniye olanları algılamaya çalışarak telefona baktım. Yine ne işler karıştırıyordu bu Masal? Yataktan kalktım ve üzerime ince bir hırka geçirip evden çıktım. Aşağı inip, rezidanstan çıktığımda giriş kapısının önünde bir taksinin beklediğini gördüm. Bana ne göndermiş olabilirdi ki?
Koşar adım taksiye doğru ilerledim. O sırada arka kapı açıldı ve tanıdık bir yüz arabadan inmeye kalktı. Daha doğrusu inememeye... Dışarı sarkıttığı ayağındaki sargı dikkatimden kaçmazken duraksadım. Ne olmuştu? Masal'ın gözleri benimkilerle buluşurken ''Orada ne duruyorsun kızım?'' diye bağırdı. ''Gelip malını teslim alsana.''O zar zor ayağa kalktığını görünce koşarak yanına gittim. Masal'ın kollarından tutarak onu tek ayağının üzerinde dengeledim.
''Ne oldu sana? Düştün mü? Amcamların haberi var mı? Neden buraya geldin? Doktora gösterdin mi?''
Soru yağmurumla yüzünü buruşturan Masal ''Beynine oksijen gitmesini istiyorsan arada nefes almayı da dene,'' dedi. ''Çünkü soruların gittikçe saçmalamaya başladı.'' Tek eliyle bana tutunup arkasını dönen Masal diğeriyle taksinin kapısını kapattı. Taksi yanımızdan ayrılırken ''Yukarı çıkalım, her şeyi anlatacağım,'' dedi. Dediğini de yaptı. Bana sıkı sıkı tutunarak seke seke vardığımız evde, odaya girer girmez bugün yaşadığı her şeyi anlattı. Emre'nin ne kadar çaresiz olduğunu, ona yardım etmek için yine üniversiteye gittiğini, Enes'e yakalanmasın diye birkaç basamaktan atlayıp bileğini döndürdüğünü, aşık olduğu adamın onu nasıl revire götürdüğünü, doktor bileğiyle uğraşırken acı duymaması için Enes'in onu nasıl öptüğünü...
''Ne?! Enes seni öptü mü?''
Masal derin bir iç çekti ve sanki düşteymiş gibi ''Hem de ne öptü?'' dedi. Boş bulunup elimi bana doğru uzattığı sargılı ayağına geçirdim. Bir anda olduğu yerde zıplayıp acıyla inledi. Saniyesinde pişmanlık beni vicdanıma esir ederken özür dilemeye başlamıştım. Masal gözleri sulanmış bir şekilde ayağına bakıyordu.
''Düşene tekme değil, Osmanlı tokadı atıyor bu kız.''
''Özür dilerim dedim ya.''
''Seni haber programlarına söyleyeceğim. Sakat birine nasıl davrandığını görsünler de, tüm Türkiye seni ayıplasın.''
Abartılı bir şekilde gözlerimi devirdim. Masal biraz daha bileğini ovalayarak söylenmeye devam etti. Bense hala ilk öpücüğünü nasıl bu kadar kolay verdiğini düşünüyordum. Bir an aklıma yazın oynanan şişe çevirmece geldi. Az kalsın bende, orada hiç tanımadığım birini öpmek zorunda kalacaktım. Hoş Enes'le o çocuğu karşılaştırmak yanlış olurdu. Masal, neden ve nasıl olduğunu anlamadığım şekilde kendinden en az beş yaş büyük birine aşık olmuştu. İlk aşk gerçekten doğru insanları bulmak konusunda biraz kördü sanırım. Bir an kendimi en yakın arkadaşımın yerine koydum. Aynı olay benim başıma gelse, Asal beni öyle bir atmosferde öpse, sanırım ben Masal'dan daha fazla tepki verirdim. Acaba Asal nasıl öpüşüyordu?
''Yaşayarak öğrenirsin.''
Masal'ın cevabı karşısında silkelenip kendimi gerçekliğe döndürmeye çalıştım. Düşüncelerimi sesli bir şekilde dile mi getirmiştim. Allah'ım yanaklarımın alev alev yandığını hissediyordum. ''Çünkü benim anlattıklarımla anlayabileceğin bir şey değil. Ne kitaplarda okuduğumuzda gözümüzün önünde canlananlara benziyor, ne de filmlerde izlediğimizde hissettiklerimize. Çok farklı, çok özel, çok-''
''Tamam. Yaşayarak öğrenmeyi tercih ediyorum. Sus lütfen.''
Daha anlatılanları dinlerken utandığım şeyi, yapmayı hayal bile edemiyordum. Masal hülyalı hülyalı tavanı izliyordu. O sahneyi kim bilir kafasında kaç milyon kez tekrarlayacaktı.
''Ee öpüştünüz falan. Sonra ne oldu?''
Masal suratını buruşturarak ''Ne kadar basit bir şeymiş gibi söyledin öyle,'' dedi. ''Aşkla yanan dudaklarınızın tutkuyla kavuşmasından sonra nefeslerinizin birbirini söndürdüğünü hissettiğiniz an-''
''Masal!''
''Aman iyi be,'' diyerek duruşunu düzelten bal böceği, daha sonra yaşadıklarını anlatmaya başladı. Enes'in hukuk fakültesinde okuduğu, tıpkı Masal gibi benimde en son düşündüğüm şey olurdu. Deniz denen çocukla aralarında geçen olayları anlattığında bende yarışmaya katılacak olmalarına bağlamıştım. Sonuçta hiç tanımadığın biri, yazdığın iki üç cümleyi görse ne olurdu ki?
''Sonra o afeti devran geldi. Akşam gideceğimiz yerden bahsetti-''
''Akşam gideceğimiz yer derken?'' diyerek sözünü kestim. Birkaç saniye gözlerini bana dikip baykuş gibi baktım. Cümlesi yarıda kaldığı için kal mı gelmişti yoksa bir şeyler mi düşünüyordu. ''Hah buldum!'' diye bağırmasıyla irkildim ve başparmağımı damağıma dayayıp üç kere geri ittim. ''Adı Darkness'dı.'' Elimi küt küt atan kalbimin üzerine koyarken ''Ne işimiz var kızım bizim bilmediğimiz etmediğimiz yerde,'' dedim.
''Benim bir görevim var bal surat,'' Yarışmadan bahsettiğini düşünerek ''Sadece var sayımlar üzerine oraya gidemezsin,'' dedim. Sonuçta katılıp katılmayacaklarını bilmiyordu. Sadece tahminde bulunup, kendi kendimize çıkarım yapmıştık.
Dudakları pis bir sırıtışla kıvrıldı. ''Görevimin o olduğunu söylemedim,'' dediğinde 'Neymiş o görevin?' der gibi tek kaşımı kaldırdım. Gözleri kısılarak gülümsemesi daha çok yüzüne yayıldı.
''Karaçalı gibi gireceğim Darkness'a. Al Enes'i koy çuvala, al o kızı koy çuvala. Salla salla vur duvara. Salla salla at bir kenara.''
* *
MASAL

Her zamanki gibi Hale'yi yaptığım plana razı etmek saatlerimi almıştı. Sürekli ayağımın sakatlığını öne sürüyor, nasıl yürüyeceğimi söyleyerek beni düşünüyormuş gibi yapıyordu. Asıl derdinin kendini eve kapatmak olduğunu biliyordum. Çünkü, 'İyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta, ölüm bizi ayırana kadar dost değil miyiz?' diye sorduğumda mırın kırın yapmış, birkaç dakika sonra başka bir bahaneyle karşıma gelmişti. Annemlere ne söyleyeceğiz? İstediği zaman durumu idare edebildiğini hepimiz iyi biliyorduk. Şu anda konu Asal olsa eminim ki tek ayağı üzerinde kırk takla çevirirdi. Bu sefer de hünerlerini benim için göstermesinde bir sakınca olduğunu sanmıyordum.
Bu süre zarfında annem aramış, bu akşam Hale'ye moral gecesi yapmak için teyzemlerde kalacağımı söylemiştim. Bir yandan annem tembihlerde bulunurken diğer yandan Hale bu tembihleri kullanarak beni vazgeçirmeye çalışıyordu. Annemin telefonunu kapatmasıyla teyzem aramaya başlamış, okulda işleri uzadığı için bu akşam eve geç geleceğini, amcamın da şehir dışına çıktığını söylemişti. Kader belki de ilk kez bizim yüzümüze gülüyordu. Korkar mısın? diye sorduğunda orada olduğumu belli etmiş, teyzeme aklının kalmamasını bu akşam onlarda kalacağımı söylemiştim. Hale'nin sıkı sıkıya tutunduğu son bahanesi de ortadan kalkınca, kaderine razı gelmiş ve gece için hazırlanmak için banyoya girmişti.
Ben de hazırlanmadan önce Darkness denen yerin adresini Google amcaya sorarak öğrenmiştim.Gideceğimiz mekâna takılanların tarzını az çok tahmin ediyordum. Bu yüzden Hale'nin en koyu renkli kıyafetlerine göz gezdirdim. Tek ayağımın üzerinde yorulduğum için yatağa oturup dolabı izlemeye devam ettim.
''Ne giyeceğine karar verdin mi?''
Hale bornozuna sıkı sıkı sarılmış bir şekilde odaya girdi. Başımı hayır anlamında sallarken sıkıntıyla iç çektim. Önümden geçen bal surat, dolabından beyaz bir pantolon ve kot gömleği eline aldı. ''Bunları mı giyeceksin?''
Hale elindeki kıyafetlere göz gezdirip ''Evet,'' dedi. Ses tonu 'Ne var kıyafetlerim de?' gibi çıktığı için kendimi açıklama gereği duydum. ''Darkness yazın gittiğimiz mekandan çok farklı durmuyor.''
''Yani?''
Sıkıntıyla iç çekip ''Yani, bu kıyafetler o yer için fazla renkli,'' dedim. Hale tekrar kıyafetlerine göz gezdirdi ve ''Üzerine deri montumu giyerim,'' diyerek eşyaları yanıma koydu. Daha fazla onunla uğraşmam geç kalmamıza neden olabilirdi. Sonuçta 'Aynı saatte' orada olacaklardı ama o saatin kaç olduğu bizim için belli değildi.
Tekrar ne giyeceğime odaklandım. Ayağa kalkıp seke seke dolabın önüne gittim. Elime geçen siyah yırtık kotu giymeye çalıştım. Zar zor içine girsem de, düğmesi patlayacak gibi duruyordu. Üzerime ne giyersem giyeyim kotun duruşu içime sinmediği için çıkardım ve popomu gizleyebilecek türden deri eteği üzerime geçirdim. Üzerime de göbeğimi açıkta bırakan siyah bir büstiyer giydim. Ayağım bu kısacık zamanda bile zonklamaya başlamıştı. Yine de bunu Hale'ye belli etmemem gerekiyordu. Yoksa ona koz verirdim ve gitmememiz gerektiğiyle ilgili nutuğunu çekmek zorunda kalırdım. Seke seke banyoya doğru ilerledim. Saçlarıma jöleyle ıslak bir görüntü verdikten sonra tekrar sekerek odaya geri döndüm. Şifonyere ilerledim. Bileklik koleksiyonundan ortama en uyum sağlayacak olan, deri bilekliği koluma geçirdim. Gözlerimi ön plana çıkarmak adına eyeliner çekip kirpiklerimi rimele boğdum. Aynada görünüşümü incelerken gözüm Hale'ye takıldı. Çoktan hazırlanmıştı. Uzun sarı saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmış, kulağına büyük altın halka küpeler takmıştı. Benim aksime o dudaklarını ön plana çıkaracak kırmızı bir ruj sürmüştü. Ben ne kadar sert görünüş sağlamaya çalışıyorsam, o bir o kadar yumuşak olmaya çalışıyordu.
''Hazır mısın?'' diye sorarak beni dalgın halimden çıkardı. Aynada son kez kendime baktım. Parfümü de sıktım mı hazırdım. Yatağın yanında duran çantama doğru sektim. Parfümümü üzerime boca ettikten sonra gerekli olan eşyalarımı Hale'nin verdiği çantaya koydum.
''Hadi gidelim.''
Duvarlara, kapılara tutunarak çıkışa doğru ilerledim. Bir an daha önce fark etmediğim ama şu anda yüzleştiğim şeyle duraksadım. Ayakkabımın sadece teki buradaydı. Diğer teki neredeydi? Lanet olsun. Revirde bırakmıştım. Şimdi ne giyecektim?
''Ne oldu?''
''Ayakkabım yok,'' dediğimde kaşlarını çatan bal surat ''Ayaklanıp gidecek hali yok ya. Oradadır,'' dedi. Gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim. ''Buraya gelirken ayağımda olsaydı eğer, eminim orada olurdu.''
''Nerede bıraktın?'' diye sorduğunda sıkıntıyla iç çekip ''Revirde,'' dedim. Şaşkın bir ifadeyle gözleri büyüyen bal surat ''Nasıl fark etmedin ya?'' diye sordu. Omuz silktim. ''Ne giyeceğim ben?''
''Benimkiler sana büyük olur ama annemden bir şeyler bulabiliriz.''
* *
Kıyafetime uygun ayakkabı ararken de zaman kaybetmiş, en sonunda evden çıkmıştık. Taksiye bindiğimiz gibi adresi tarif etmiş, bir yandan da Google Maps'ten yolumuza bakmaya başlamıştım. Cuma trafiğine kaldığımız için kısa gibi görünen yol, saatlerimizi almıştı. Taksi sağa yanaştığında etrafıma bakındım. Telefonda varacağımız adrese biraz daha yol var gibi görünüyordu. Ayrıca buralarda da Darkness adında bir bar yoktu.
''Geldik mi?''
Taksi durdu. Şoför bize doğru dönerek ''Verdiğiniz adres burası, söylediğiniz sokak az ileride. Oraya araç girişi olmadığı için sizi burada bırakmak zorundayım,'' dedi. Başımı tamam anlamında sallarken çantamın içinden cüzdanımı çıkardım ama Hale benden önce davranıp taksimetrede yazan üç haneli rakamı verdi. İtiraz edecek gibi olduğumda ''Dönüşte de sen verirsin,'' diye cevabı yapıştırmıştı. Taksiden indik. Hale'nin koluna girdim. Sekerek karizmamı çizdiremeyeceğim için, bandajlı ayağıma çok yüklenmemeye çalışarak yürümeye başladım. Adamın gösterdiği sokağın başına gelince telefondan gittiğimiz yönü kontrol edip yürümeye devam ettim. Normalde kısa duran ama bana zulüm gibi gelen yoldan sonra nihayet aradığımız barı bulmuştuk. Burası yazınki mekana göre daha normal gözüküyordu. En azından içeriden çıkan insanların eli, yüzü, gözü düzgündü. Dışarı taşan müzik ise daha katlanılabilir duruyordu. Bakışlarımı Hale'ye çevirdim. Yüzündeki hoşnutsuzlukla barı inceliyordu. Buraya sırf beni kırmamak için geldiğini daha iyi belli edemezdi.
''Girelim mi?'' diye sorduğumda derin bir iç çekip ''Olur,'' dedi. Ağır ağır kapıya doğru ilerledik. Bodyguard olduğunu düşündüğüm biri tam girişte duruyordu. Yine bir yaş sorunsalıyla karşı karşıyaydık. Hayır, birkaç ay sonra 18 olacaktım ama eminim ki o zaman bile kimse reşit olduğuma inanmayacaktı.
İçeri nasıl gireceğimi düşünürken bir anda bir şey oldu. Kader yine yüzümüze güldü. İki kişi kavgaya tutuşmuş, iri yarı adam onları ayırmak için girişten ayrılmıştı. Hale'yi çekiştirerek içeri girdim. Yaşadığım adrenalinden bileğimin ağrısını bile unutmuştum. Daha önce gördüğüm mekana göre daha aydınlık olması afallamama neden olmuştu. En azından boğucu bir hava yoktu. Ağır adımlarla ilerlerken canlı müzik sesi durdu. Bakışlarımı sahneye çevirdim. Önü hınca hınç doluydu. Parmaklarımın ucunda durmaya çalıştım. Görür gibi olduğum kişiyle gözlerimi kıstım. Enes miydi o?
''Masal omzumu çöktürdün ya!''
Dengemi sağlamak için sanırım Hale'nin omzuna kontrolsüz güç uygulamıştım. Tekrar ayağımın üzerine bastım. Ellerimi çekince bal surat omzunu ovuşturmaya başladı. O sırada hoparlörden müzik yükseldi. Kalabalık sahnenin önünden dağıldı. Gördüklerim karşısındadonakaldım. Enes'i görmüştüm. Sahnesinin kenarındaki kızlı erkekli grubun başında otururken yanındaki bugün okulda gördüğüm kızın omzuna kolunu atmıştı. Kız ona dönmüş, gömleğinin açık yakasından elini sokmuştu. Başını Enes'e doğru eğmişti. Ona hayranlıkla baktığını görebiliyordum ama Enes onu kaale almıyor gibi duruyordu. Arkadaşlarıyla muhabbet ediyor, bira olduğunu düşündüğüm bardaktan ardı ardına yudumlar alıyordu. Yine de göğsümde bir yerin sızladığını hissettim. Öyle bir sızıydı ki, tüm bedenimi uyuşturuyordu. Özellikle de dudaklarımı...
''Burada dikilecek miyiz?''
Hale'nin sorusu beni düşüncelerimden ayırdı. Ona doğru döndüğümde hafifçe kaşlarını çatarken ''Gözlerin mi doldu senin?'' diye sordu. Başımı iki yana sallarken ''Rimel yüzünden,'' diye cevap verdim. Yalan söylemek istemiyordum ama şu anda bu konuyu da konuşmak istemiyordum. Tek kaşını kaldırdı. Emin olup olmadığımı sorgulayan bakışlarından kaçmak için ''Hadi oturalım,'' deyip arkamı döndüm. İçimden bir ses bu gecenin iyi bitmeyeceğini söylüyordu. Sahneye tam hakim olmayan ama Eneslerin ortamını rahatça görebileceğimiz masaya oturduk. Başımızda dikilen garson ne içeceğimizi sordu. Hale sade soda istedi, ben ise gördüklerimi ve göreceklerimi hazmedebilmem için alkollü bir şeyler...
Dehşetle açılan gözlerini bana çeviren bal surat ''Saçmalama,'' deyip garsona döndü. ''Ona da sade soda lütfen.''
''Hayır, alkollü bir şeyler istiyorum. Bira olabilir.''
Bacağımı çimdiren Hale ''Hayatında alkol namına bildiğin tek şeyin kolonya olduğunu hatırlatırım Masal. Ki onu bile çok soluduğunda uçuşa geçiyorsun,'' deyince omuz silktim. Şu anda sarhoş olduğumda yapacaklarım düşünmek istediğim en son şeydi. En basit sarılmadan dolayı kalbim acıyordu ve saatler ilerledikten sonra neler görebileceğimi az çok tahmin edebiliyordum. Umursamamam için sarhoş olmam gerekiyorsa, olurdum. Garson ''Efes mi? Tuborg mu?'' diye sordu. İkisi de bira değil miydi? ''Hangisini önerirsin?''
''Masal!''
Dişlerini sıka sıka bağıran Hale'yi umursamadan garsona bakmayı sürdürdüm. Bakışları kısa bir an Hale'ye kayıp tekrar bana çevrildi. ''Hemen getiriyorum,'' diyerek yanımdan ayrıldı. Hale garsonun peşinden bakarken ''Neyi hemen getiriyor?'' diye sordu. İlgilenmediğimi belli edercesine omzumu silktim. Dehşete kapılmış bir şekilde bana bakmayı sürdürdü.
''Masal eğer o gelen şey her neyse, onu içersen kalkıp giderim.''
Tehdidi karşısında gözlerimi kıstım. ''O zaman şimdiden gidebilirsin,'' diyerek blöfünü yemediğimi gösterdim. Yanaklarını şişirerek nefesini dışarı üfleyen bal surat ''İçmek nereden çıktı?'' diye sordu azarlar gibi. Hissettiklerimi söylesem, beni buradan götürmek için her şeyi yapardı. Aşk acısının ne demek olduğunu bildiği için kimsenin çekmesini istemiyordu.
''Sadece ortama ayak uydurmaya çalışıyorum.''
Söylediklerimin tek bir kelimesine bile inanmadığını biliyordum. ''Sadece bir tane,'' dediğimde gözlerini kıstı. Söz vermemi istediğinde ''Söz'' diye fısıldadım. Garson elinde içkilerimizle geri döndü. Bira bardağı bu kadar büyük müydü ya? Hale ne yapacağımı merakla bekliyor gibiydi.
Bardağı dudaklarıma doğru yaklaştırdım. Kokusu o kadar keskindi ki, burun damarlarımın yandığını hissettim. Ufak bir yudum almamla yüzümü buruşturdum. Anında dilim uyuştu, yutmamla içki boğazımı yaka yaka mideme doğru ilerledi.
''Çok acı.''
''İçme o zaman Masal''
Bir yudum daha aldım. Tüm tüylerim diken diken oldu. Bu şeyi içmekten nasıl zevk alıyorlardı. Enes'e su içiyormuş gibi duruyordu. Ben ise kezzap... Ufak yudumlarla bardağı yarıladım. Alkolün vücudumda dolaşmaya başladığını hissediyordum. Beni ısıtıyor, gevşetiyor, gerginliğimi yatıştırıyordu. Hatırlayamayacağım kadar uzun bir süreden beri ilk kez kendimi güzel hissediyordum. Güzel ve seksi... Bu his daha da rahatlamama neden oluyordu.
İçerisi garip şarkılarıyla inliyordu. Dünya hafif hafif sallanmaya başladı. Görüşüm bulanıklaştı. Yine de içimde anlam veremediğim bir enerji patlaması vardı. Müziğin temposuna uygun bir şekilde başımıhafif hafif ritim tutmaya başladım. Hale endişeyle beni izliyordu. Daha önce beni bu halde görmemişti. Bende kendimi görmemiştim. Şu anda bir kuş kadar özgür hissediyordum. Sanki her istediğim yere kanat çırpabilirdim ama benim olmak istediğim yer burasıydı. Hatta sabahki gibi sevdiğim adamın kokusunu rahatça içime çekebildiğim, sıcaklığını hissedebildiğim kollarının arası...
Bakışlarımı aşık olduğum adama çevirdim. Bu ana kadar beni nasıl fark etmemişti. Enes, Deniz'in söylediği şeye birden gülümsedi, o kadar doğal ve savunmasızdı ki, bu çekici görüntüsüne bir an hayran kaldım. Bana da gülmüştü. Bir kere ama gamzesini göstere göstere.Sarmaşık gibi sarılan kız bir şey söyleyince Enes ona doğru döndü. Kız elini onun yanağına götürdü. Başını kaldırıp yavaşça, baştan çıkarıcı ve sahiplenir bir şekilde Enes'e doğru yaklaştı. Öpüşecekler miydi? Benden sonra dudakları o kızınkilere mi değecekti?
Bir anda gözlerim bulanıklaştı. Öpüşüyorlar mıydı yoksa Enes onu durdurmuş muydu dikkat edemedim. Ama bu fırsatı kaçırmadığına emindim. Şu anda yoğun ve gereksiz bir kırgınlık hissediyordum. Sanki aldatılmışım gibi... Oysa birlikte bile değildik. Hatta arkadaş bile değildik. Yine de o kızla yakınlaşmasını istemiyordum. Benimle olmuyorsa kimseyle olmamalıydı.
Gözlerim alev alev yanıyordu. Buraya ne için gelmiştim, ne yapıyordum. Sözde onların yakınlaşmalarını engelleyecektim ama ben oturmuş onların samimi hallerine bakarak içiyordum. Ben içiyordum. İlk kez içiyordum. Tüm ilklerimi oluşturan adama baka baka beynimi uyuşturan alkolü mideme gönderiyordum.Şarkı falan da çalacakları yoktu belli ki... Duygularıma yenik düşmeden ve ağlamaya başlamadan önce buradan ayrılmalıydım ama oturduğum yere çakılıp kalmıştım.
O sırada Enes ve birkaç kişi ayaklandı. Masadaki sigarasını dudaklarının arasına kıstırdı. Kızın okulda yaptığı gibi dudağını dişlediğini görmek midemi bulandırıyordu. Kim bilir buradan sonra neler yapacaklardı. Sahneye çıkan kişilerle Hale'de bakışlarını telefondan sahneye çevirdi. Arada da iyi olup olmadığımı sormayı ihmal etmemişti. İyiydim tabi, kötü olmamı gerektiren ne vardı ki?
Biri bateriye geçti. İki kişi gitarları aldı. Bunlardan biri Deniz'di. Enes'e baktım. Sahnenin tam ortasında duruyor, bir eliyle mikrofonu tutuyor, diğer elini beline koymuş arkadaşlarının akor yapmasını izliyordu. Bu çocuk kesinlikle sahne için doğmuştu. Bir insana sahne ışığı ancak bu kadar yakışabilirdi.
Seyirciye doğru dönmesiyle nefesimi tuttum. Dudaklarının arasında düştü düşecek gibi duran sigarayla mikrofonu düzeltti. Sahnenin önü kalabalıklaşmaya başladı. Sigarayı parmaklarının arasına alan Enes mikrofonda ses denemesi yaptı. Her şey hazır olunca arkasını dönüp arkadaşlarıyla bir şeyler konuştu ve bateristin ritimleriyle tekrar kalabalığa doğru döndü ve şarkıyı söylemeye başladı.

''Bir neden söyle, kalmam için
Gitmek sandığın kadar da kolay değil.
Bir son ver artık yeniden başlamam için
Hatalar yapılır inan ki mühim değil.''

Bakışları kalabalığı tararken bir anda durdu. Benim üzerimde durdu. Sanki bunu bekliyormuş gibi tek bir damla göz yaşı yanağımdan süzülüp koluma düştü. Enes gözleri kısılarak şarkıyı söylemeye devam etti. Sanırımgördüklerinin doğru olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.

''Benden öncesi de vardı sonrası da olur. Unut beni.
Senden öncesi hardı, sonrası yangın. Yakma beni.''

Bu Deniz'in bugün yazdığı şarkıydı. Enes'in bir anda kaşları çatıldı. Artık gördüğü kişinin ben olduğundan emindi ve eminim ki burada ne işim olduğunu sorguluyordu. Sanki her hücremi inceliyormuş gibi bana dik dik bakıyordu.

''Tutuşur ya kalbin, uçuşur ya kuşlar gibi...
Sevdiği kadar sevilmez insan. Ağlama... Unut dibine kadar.''

Birkaç damla yaş daha yanağımdan süzüldü. Sanki bu şarkıyı seçerek bana mesaj vermeye çalışıyordu. Oysa ki, benim burada olduğumdan bile birkaç saniye önceye kadar bi haberdi. Yine de üzerime alınmadan yapamıyordum.

''Bir neden söyle sevmek için
Sevsem de her şeyi onunla çözemedim.
Birazcık anla daha da kırmamam için, küskündüm kendime bile söyleyemedim.''

Sanırım daha fazla dayanamayacaktım. Emre'ye olan görevimi yerine getirmiştim. Eğer yarışmaya katılacaklarsa, ne kadar iyi olduklarını anlayabilecek kadar çok kalmıştım. Kendime olan görevimi de, alkol ne kadar cesaret verirse versin yapamayacaktım. Ben hiçbir zaman Enes Sert'e yetebilecek biri olmayacaktım. O yüzden kara kedilik yapmamın bir anlamı yoktu. Bugün ki öpücüğünde hiçbir anlamı yoktu. Sadece borcunu ödedin fındık faresi ve bitti.
Sandalyeyi geriye doğru ittirerek ayağa kalktım. Kısa bir an gözlerim kararınca masaya tutundum. Hale'nin panik dolu sesini duyabiliyordum. İyi olduğumu belli etmek istercesine elimi kaldırdım ama iyi falan değildim. Bacaklarım titriyordu. Masaya dayanmasam büyük ihtimal yere kapaklanırdım. Hale bir şeyler söylüyordu ama beynim o kadar uyuşuktu ki hiçbirini anlamıyordum. Gözlerimin kapalı olmasına rağmen yaşlar yanaklarımdan süzülüyordu.
''Masal!''
Hale'nin endişeli sesiyle kirpiklerimi araladım. Korkudan gözleri dolmuş olan bal surata iyi olduğumu söyledikten sonra ''Burada gidebilir miyiz?'' diye sordum. Başını hızlı hızlı tamam anlamında sallayan Hale, masadaki her şeyi bir çırpıda topladı. Bana sarılıp, yürümeme destek oldu. Sakat bileğimi bile umursamadan, mümkün olan en hızlı şekilde bardan çıktım. Kapıdan uzaklaştım. Bacaklarımın daha fazla beni taşıyamayacağını hissettiğimde olduğum yere çöktüm. Hale çığlık atarak beni tutmaya çalıştı ama benim popom çoktan soğuk asfalta yapışmıştı. Bütün gözlerin üzerimize toplandığını hissediyordum. Yumruklarımı sıktım.
''Masal kalk.''
En yakın arkadaşımın çırpışını umursamadan hıçkırarak ağlamaya başladım. Ara ara yumruklarımı yere vurdum. Vurdukça daha sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Etraf bulanıklaşmıştı. Hiçbir şey görmüyordum. Kendi sesim dışında bir şey duymuyordum. Titriyordum. Bir anda ıslak yanaklarımı kaplayan bir sıcaklık hissettim. Neredeyse yüzümü kaplayacak kadar büyük olan eller başımı kaldırmaya çalışıyordu. Direnmeye çalıştım ama benden kat kat güçlü olan kişi istediğini yapmış, başımı kaldırmıştı.
Gözlerimi araladım. Bulanıklığın geçmesi için ardı ardına kirpiklerimi kırptım. Enes'in yüzü git gide netleşirken arkasındaki Hale'nin ağladığını fark ettim. Deniz her zamanki gibi bakıyordu. Neden bu halde olduğumu çözmeye çalışır gibi...
Bakışlarımı tekrar kalın ve biçimli kaşlarını çatmış çocuğa çevirdim. Bana hiddetle bakıyordu. O koyu viski rengindeki gözlerinde katıksız bir öfke vardı. Neden? Neden buradaydı? Neden böyle bakıyordu? Şu anda böyle bakması gereken bir kişi varsa o da bendim. Hayal kırıklığına uğrayan bendim. İçinde nefret tohumları açacak olan kişi bendim!
''Senden nefret ediyorum.''
Dudaklarım küçümser bir ifadeyle büküldü. Bakışlarım da sözlerimi desteklercesine nefret doldu. Buna rağmen hiçbir şey söylemedi. Deli kuvvetiyle ellerini yüzümden ittim. ''Hayatımda kimseden etmediğim kadar hem de.'' Geriye doğru sendeledi. Belli ki böyle bir şey yapmamı beklemiyordu. Hızlanan nefeslerim kulaklarımda uğulduyordu. ''Kalpsiz!'' Ağzımdan çıkan her kelimenin bıçak gibi saplanmasını istiyordum. Benim canımı nasıl aşkla yaktıysa ben de onun canını nefretimle yakmak istiyordum. ''Kendinden ve isteklerinden başka hiçbir şeyi, hiç kimseyi düşünmeyen egoist pisliğin tekisin!'' Bu kelimeler ağzımdan çıkar çıkmaz yüz ifadesi değişti. Sanki üzerine bir bidon benzin dökülmüştü. Ve içinde başlayan yangına daha fazla tepkisiz kalamamıştı. Bunu görebiliyordum. Gözleri kısılmış, gözleri kararmış ve sanki fırtına patlamak üzereymiş gibi bulutlanmıştı.
''Sana aşık olduğum güne lane-''
Cümlem Enes'in dudaklarıyla kesildi. Kas katı kesildim. Hiçbir tepki veremiyordum. Sadece ilk seferin aksine beni sertçe öpen çocuğa bakıyordum. Sanki tüm nefretini dudaklarımdan çıkarmaya çalışıyordu ve benim ne ona karşılık verecek ne de uzaklaştıracak gücüm kalmamıştı. Git gide etraf karardı. Bir an her yer kaydı ve gözlerimi kapatıp kendimi karanlığa teslim ettim.

Continue Reading

You'll Also Like

781K 45.5K 34
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...
696 51 12
"Ölüme yalın ayak koşanların öyküsü bu." "Bu motorun üzerine bindiğin zaman zebaniler sana cehennemden yer ayırtmıştı hanımefendi, cehennemde görüşür...
1K 188 5
Bilmiyorduk birbirimizin boynuna öldürmek için sardığımız ellerimizin yerine dudaklarımızın olacağını Omegaverse! Uketae! Semekook!
389 105 35
Merhaba benim adım Blas ben büyük ve saygıdeğer bir ülke,nin kraliçesiyim bu hikayede nasıl köylü bir kiziyken bir kraliçe olduğumu öğreniceksiniz en...