Orda Kal Portakal

By zehraAbacilar

24.5K 2.4K 638

'' Dayanamıyorum, '' dedi Asel pamuk gibi yanağını ıslatan göz yaşlarını elinin tersiyle silerek. Meriç kon... More

♣ 1.Bölüm ♣
♣ 2.Bölüm ♣
♣ 3.Bölüm ♣
♣ 4.Bölüm ♣
♣ 5.Bölüm ♣
♣ 6.Bölüm ♣
♣ 7.Bölüm ♣
♣ 8.Bölüm ♣
♣ 9.Bölüm ♣
♣ 10.Bölüm ♣
♣ 11.Bölüm ♣
♣ 12.Bölüm ♣
♣ 13.Bölüm ♣
♣ 14.Bölüm ♣
♣ 15.Bölüm ♣
♣ 16.Bölüm ♣
♣ 17.Bölüm ♣
♣ 18.Bölüm ♣
♣19.Bölüm♣
♣20.Bölüm♣
♣21.Bölüm♣
♣ 22.Bölüm ♣
♣ 23.Bölüm ♣
♣ 24.Bölüm ♣
♣ 25.Bölüm ♣
♣ 27.Bölüm ♣
♣ 28.Bölüm ♣
♣ 29.Bölüm ♣
♣ 30.Bölüm ♣
♣ 31.Bölüm ♣
♣ 32.Bölüm ♣
♣ 33.Bölüm ♣ / 1.Kısım
♣ 33.Bölüm ♣ / 2.Kısım
♣ 34.Bölüm ♣
♣ 35.Bölüm ♣
♣ 36.Bölüm ♣
♣ 37. Bölüm ♣
♣ 38.Bölüm ♣ / 1.Kısım
♣ 38.Bölüm ♣ / 2.Kısım
♣ 39.Bölüm ♣
♣ 40.Bölüm ♣
** 41.Bölüm **
** 42. Bölüm **
♣ 43. Bölüm ♣
♣ 44. Bölüm ♣
♣ 45.Bölüm ♣

♣ 26.Bölüm ♣

422 35 14
By zehraAbacilar

Urfa'daydık. Uçaktayken hiçbir şey düşünmeden uyumuştum. Belki de düşünmeliydim İbrahim'e neler söyleyeceğimi. 

 "Neler" demek çok yanlış olur. "yalanlar" demek doğru telaffuz olur.


Bizi almaya Behçet amcanın şoförü geldi. Babam ön koltukta yerini aldı, biz de arka koltukta. Ve arabayı sürmeye başladı şoför.

''Çok üzüldük Ahmet, çok, '' dedi babam eliyle çenesini sıvazlayarak.

''Bizde. Beklenmedik bir anda oldu. Buradakiler, herkes yıkıldı. Kaderinde yazılı olsaydı yaşamak, ölmezdi. O arka koltukta oturuyormuş ve şoförü kurtuldu. O ise öldü, '' dedi şoför.

Bu tür konuşmalar iyice beni tüketiyordu. Ölüm kelimesinin eş anlamlısı soğuktu benim için. Evet haklıydı. Kaderinde yazsaydı yaşamak, yaşamaya devam ediyor olurdu. Ama o ölüp gitti işte. Ya geriye kalanlar? Yaşamak asıl onlar için zor. Yavaş yavaş öleceklerdi. Geriye kalanlar derken, İbrahim. En çok o üzülecekti babasının ölümüne.

''Köpeğin arabanın önünden geçmesi, onların köpeğe çarpmamak için ellerinden geleni yapması ve sonra onlar için kılını dahi kıpırdatmaması. O köpeğin orada olması tesadüf. Tesadüf her şey. Tesadüflerden nefret ediyorum, '' dedi babam sinirle. Annem suskunluğunu koruyordu. O da şoku tamamen atlatabilmiş değildi.

Tesadüf? Ne yani köpeğin arabanın önünden geçmesi tesadüf müydü? Tesadüf diye bir şey yok hayatta. İnanmıyorum tesadüf denilen o saçma kelimeye. Unutuyorlar. " Tesadüf inançsızların kadere taktığı isimdir. " Bunu o lanet beyinlerine sokamayan o aciz insanlar her bir olay olduğunda, biri öldüğünde "Tesadüf " diyorlar. Saçma! Bu aciz insanların içine maalesef ki ailem de giriyor.

"Geldik efendim. "

Arabadan hep birlikte inip olduğumuz yer de durduk. Çok kalabalıktı. 

"Al kızım, " dedi annem çantasını açıp çıkardığı şalı bana verirken.

"Teşekkürler anne. "

''İsra, İbrahim'in annesi Vildan'ın ki de bu taziye evinde olmuştu, '' dedi babam.

Hatırlamıştım. Vildan teyzenin taziyesi de burada olmuştu. Bizim burada taziye evi tutulurdu. Bir daireyi kiralıyorlardı ve üç gün boyunca ölünün sevenleri buraya gelip baş sağlığı diliyorlardı. Sonra gelemeyenler de evlerine ziyarete gidiyorlardı. Henüz İzmir'in gelenek göreneklerini bilmiyordum. Araştırma fırsatım da olmamıştı. Belki de İzmir'de de taziye evi tutuluyordu. Bilemiyordum.

Bu sırada İbrahim'in amcası bize doğru yaklaştı.

"Hoş geldiniz. Sizi burada görmek muhteşem. Kötü bir nedenden dolayı olsa da, " deyip tokalaştı bizimle.

''Hoş bulduk diyemeyiz. Gerçekten çok üzüldük, '' dedi annem şalını ellerinin arasına alıp gözyaşlarını silerken.

''Üzgünüz bizde. Hele de İbrahim. Tahmin edebiliyorsunuzdur, '' dedi siyah takım elbiseli.

İbrahim? Yine benim tüylerim diken diken olmuştu. Yine istemeden gözlerimden yaş gelmeye, ellerim ayağım titremeye başlamıştı. Çünkü ona ihanet ettiğimi hiç bir yalan değiştiremezdi. Ona Meriç diye birinin hayatıma girdiğini söyleyecek kadar aciz olamazdım. Babasını daha yeni kaybetmişken, bir de bunun acısı. Ona yalan söyleyecek olmam benim gerçeklerle boğuşup, vicdan azabı çekeceğim anlamına geliyordu.

Babam ve annem birkaç adım attıktan sonra arkalarına dönüp benim hareket etmeden durduğumu görünce tedirgin oldular. Annem babamın kulağına eğilip "O da çok sarsıldı tabii, " dedi benim duymayacağımı sanarak.

Ölüm denilen soğukluğa benzer yüzüme bakarak babam ''Hadi kızım gel de içeriye girelim, '' dedikten sonra kollarımdan tutup beni sürüklemeye başladılar.

Ölümün soğukluğunu tüm iliklerime kadar hissedebiliyordum. Hislerim yine çok karışıktı. Vicdan azabı ve ölüm iliklerimi kısa bir süre içinde parçalayacaktı sanki.

''Bir dakika, '' dedi İbrahim'in amcası.

''Ne oldu? '' diye sordu annem merakla.

''Anne bırakın, ben iyiyim, '' dedim. Kollarımı annem ve babamdan kurtarıp omzuma düşen, benim ruhumun siyahlığını tamamlayan siyah şalı başımın üzerine yerleştirdim.

''İçerisi çok kalabalık. Asel, İbrahim eski okulunun yanındaki parkta. Tek başına. Git ve onun yalnızlığına ortak ol. Onu düştüğü durumdan kurtarmaya çalış. Lütfen. Ağabeyim öldüğünden bu yana ağzını dahi açmadı. Konuşmadı hiç, '' dedi amcası.

''Tamam tamam. Hemen bıraksın şoför Asel'i. Zaten o da İbrahim'e destek olmak için geldi, '' dedi babam ve ardından bende başımı onaylarcasına salladım.

Annem ve babam taziye evine girdi ve onun öncesinde babam akşam adresini verdiği otele gelmemi söyledi. Ben de arabaya binip başımı ön koltuğa yasladım. Parka varana dek gözlerimi kapadım. İbrahim'i düşünmemeye çalıştım. Onun yanına gidince kendimi tutamayıp tüm her şeyi anlatabilirdim. Ne olacağını sadece zaman gösterecekti.

Araba durdu önden gelen boğuk bir ses, ''Hadi küçük hanım, geldik. İbrahim karşı ki bankta oturuyor. ''

Zor da olsa kendimi arabadan dışarıya atmayı becerdim. Şoför, '' Seni bekleyecek miyim? Yoksa gidecek miyim? '' diye sordu. 

''Hayır. Siz gidebilirsiniz. Çok teşekkürler. ''

Parka girdim. Yine aylar öncesinde olduğu gibi salıncaklar, kaydıraklar çocuklarla doluydu. Onu fark etmem on saniyemi almıştı. Bankın yaslanma kısmına çıkmış, ellerini birbirine kenetlemiş, başını yere eğmişti. O sarı saçları parkın karşı tarafında olmama rağmen göz kamaştırıcı gözüküyordu.

Yaklaşıyordum. Ona yaklaşıyordum ama ayaklarımdaki, ellerimdeki titreme bitmiyordu bir türlü. Birde bunun üzerine gözyaşları.

Beni fark edememesi çok normaldi. Çünkü eskisi gibi salıncakta sallanan çocukları değil de yeri izliyordu.

Onun gibi bankın yaslanma kısmına oturdum. Yine kafasını kaldırmamıştı. Heyecanlıydım. Korkuyordum. Titriyordum. Sanki iç organlarım yerle bir oluyordu. Sanki içimde 8.2'lik bir deprem oluyordu. Sanki bağırsaklarım kalbime dolanmıştı ve bu durum benim rahat nefes almamı engelliyordu.

Kirli hissettiğim ruhuma ait olan ellerimi omzuna koydum ve kafasını kaldırmasını bekledim. Evet, kafasını kaldırıp bana baktı. Yüzü sapsarıydı. Gözyaşları yanaklarını ıslatmıştı.

Beni belimden tutup kendine çekti. Bana sarılmak yerine kolunu omzuma yerleştirdi. Yüzüme bakmıyordu. ''Galiba babam öldüğünden bu yana ilk defa konuşuyorum. Seni gördüğüme çok sevindim. Sana sarılmak istemiyorum çünkü bırakamamaktan korkuyorum. ''

Onun konuşmasının ardından düşünmeden ağzımdan dökülen söz ''Sarıl, '' oldu.

Sarıldı. Elleri saçımda yerini aldı. Yavaşça okşuyordu saçlarımı. Ben ise gömmüştüm yüzümü omzuna. Ağlıyordum. Şu lanet olası gözyaşları ne zaman bitecek?

Eliyle beni itti. Daha sonra banka oturdu. Ben de onun ardından banka oturdum.

''Çok mu güçsüz görünüyorum? '' diye sordu.

''Hayır. Hiçte bile, '' dedim onun omzunu sıvazlayarak. Kimi kandırıyordum ki? Karşımda bir çocuk mu vardı, ha?

''Özledim kızım, '' dedi temiz havayı içine çekerek.

''Bende İbrahim. ''

''Asel bu çaresizliğin altından nasıl kalkacağım, ha? '' diye sordu yeşil gözlerini yumarak.

''Kalkacaksın. Sen her şeyin üstesinden geldin bu güne kadar. Bunun da üstesinden geleceksin, '' dedim ellerimi bacaklarımın arasına alarak.

''Sen olmadığın sürece hiçbir halta yaramam ben. Sensin beni tamamlayan yarım. Sen yokken sanki bundan farksız mıydım? Yine güçsüz, yine çaresiz ve yine kimsesiz, '' dedi ayaklanarak.

Demek öyleydi? Bensiz de mutsuz. Benim bir farkım var mıydı ki ondan? Bende zaman zaman kimsesiz, zaman zaman çaresiz kaldım o koca şehirde. Ama bizi birbirimizden ayıran tek bir fark vardı. Ben onun yokluğunda başka birinin onun yerini doldurmasına izin vermiştim. Ama bu onu aylarca düşünmediğim anlamına gelmiyordu. Gözümü kapadığımda onunla geçen o son gün geliyordu aklıma. Meriç'le beraberken bile. Ama yine değişmeyen bir gerçek vardı ki; ben ona ihanet etmiştim. Evet, işte bu kadar aciz. Üstelik ben galiba Meriç'i seviyordum.

Kendimden nefret ediyordum. Kim olsa aynı hisleri kendisine beslerdi. Ben resmen ruhu kirlenmiş bir kızdım. Birine aitken başka birine vurulmuştum. Bu sadece benim mi suçumdu yoksa suç ortağım kalbim miydi bilemiyordum. Bildiğim ve beni kahreden tek bir gerçek vardı ben Meriç'e bir şeyler hissetmeye başlayarak İbrahim'e, şuan da İbrahim'in yanında olarak Meriç'e ihanet etmiştim. Ben yok olmalıydım. 

Ellerini iki yana açıp karşıma geçti. 

''Kokun değişmiş Asel. ''

''Anlamadım? '' Kokum mu değişmişti?

''Eskiden, '' dedi tekrar yanımda yerini alarak. ''Parfüm kokmazdın. Evet, sen parfüm kullanmadın hiçbir zaman. O bebeksi kokun yok artık. Ben senin kokunu son gün o kadar içime çekmiştim ki aylarca gitmedi kokun burnumdan. Yoksa sana sarılan o kollardan dolayı mı parfüm sıkmak zorunda kaldın? Anlamamam için mi? ''

Ne saçmalıyordu bu? Tamam anlıyordum. Babasını kaybetmişti. Bu çok zordu. Ama nereden çıkarmıştı başka bir erkeğin bana sarıldığını? Hem öğrenmiş olamazdı değil mi? Meriç'i öğrenmiş olamazdı değil mi? İmkansıza yakın bir şeydi bu.

''Ne saçmalıyorsun İbrahim? '' dedim şaşkınca ona bakarken. Ama o şaşkın kızın altında yalan söyleyen bir kızın yattığı karşı taraftan hissedilmeyecek kadar masum değildi.

Ağzını açtığında telefonum çaldı. Bakmak için pantolonumun cebine gitti elim.

''Efendim? '' Arayan Kutay'dı.

''Bugün evinize geldim. Kimse kapıyı açmadı. Ne oldu? Merak ettim, '' dedi Kutay.

Senin merakına sıçayım Kutay. Ben de İbrahim'in bana ne söyleyeceğini merak ediyorum ve sen beni olmayacak bir zamanda arıyorsun.

''Bir arkadaşımın babası vefat etti. Urfa'ya gelmek zorunda kaldık. Ailece, '' dedim tekrar soru sormamasını umut ederek.

''Başınız sağ olsun. Kusura bakma. Rahatsız ettim. Geldiğinde görüşürüz, '' dedi.

''Görüşürüz Kutay. ''

Tekrar banka oturdum. ''Arkadaş ha? Benden bahsetmedin demek oradakilere, '' dedi yutkunarak.

Evet, ondan bahsetmemiştim. O anda anlamıştım ki gelmemem daha iyiydi. Onu daha da üzecekti bu tür konuşmalar.

''Ben buraya seni iyi hissettirmek için geldim İbrahim. Bu tür konuşmalar seni daha da üzecek, '' dedim. Neden saçma sapan konuşuyordum ben? Belli ki bir şeyleri biliyordu ve benim ağzımdan bir şey kaçırmam için merdiven olmak istiyordu.

''Aslında ben iyi hissetmeyi Meryem'in Urfa'ya gelip senin orada neler karıştırdığını anlatmasıyla son buldu. O günden sonra iyi hissetmek nedir unuttum. Birde babamın gidişi bunun tuzu biberi oldu. ''

Ah, tabii ya Meryem! Meryem havaalanında İbrahim'e her şeyi anlatacağını söyleyip beni tehdit etmişti. Bende bu tehdit karşısında aptallık ederek onu umursamamıştım. Evet şimdi her şey mahvolmuştu. Şimdi değil aslında Meryem Urfa'ya geldikten sonra ben bilmesem bile her şey mahvolmuştu. Sırada ise ihanet ettiğim kişiyle yüz yüze konuşma vaktiydi. Peki benim yüzüm var mıydı onunla konuşmaya? 

''Ne oldu prenses sustun bakıyorum. Peki Meriç benim yerimi doldurabildi mi? '' dedi. Beklediğimin aksine sakindi. Sadece yavaş yavaş konuşması beni yavaş yavaş bitiriyor gibiydi.

''Meryem'in doğru söylediği ne malum? '' dedim gözlerimden akan yaşları hiçe sayarak. Durumu toparlamaya çalışıyordum. Toparlanma evresini geride bırakmış olan durumu. Aptal gibi durumu kabullenmek yerine devam ediyordum saçma sapan konuşup onun kalbindeki yerimi alçaltmaya.

''Evet, haklısın. Bende bir ispatı olmasaydı belki de onun söylediklerini aldırış etmeden seninle gelecek olan hayallerimi kurmaya devam edebilirdim. Ama seninle onun... Sarıldığınız fotoğraf... Bunu kanıtlamaya yetti, '' dedi ve konuşmaya devam etti, ben bitmeye devam ederken. 

 ''Onun da suçu yok ki. Nereden bilecekti ki değil mi? Senin buradan ayrılırken bana verdiğin sözü nereden bilebilirdi ki? ''

''Pişmanım, '' dedim. Gözyaşlarım akmaya devam ediyordu. Belki de gözyaşlarım havada asılı kalsaydı nefessiz kalabilirdik.

''Pişman değilsin. Güldürme beni. Ne zaman pişman olursun biliyor musun? Yarım bıraktığını, başkası tamamladığında. Tıpkı benim de seni yarım bıraktığım gibi. ''

Bence artık yok olmamın vakti gelmişti. Onun yanımda durup bana kan kusması dayanılmazdı. Onun aylar öncesindeki gibi benim gözümden akan gözyaşlarımı silmemesi bana yeterince koyuyordu zaten.

Ben susuyordum ama içimdeki tiz çığlık kulağımı sağır ediyordu. İşin ilginç yanı çığlığımı duyan yoktu. O konuşmaya devam ediyordu. Biliyordu. Konuştukça ben eriyordum. 

''Demek ben seni düşlerken sen onun kollarında hayaller kuruyordun, ha? ''

''Neden beni aramadın? '' dedim.

''Aradım lan! Şimdi de bunu mu bahane edeceksin? Aradım. ''

''Hani mesafeler aşka engel değildi? '' dedi bana dönüp dudağını diliyle ıslatarak.

''Mesafeler aşka engelmiş İbrahim. İnsanı boşluğa sürüklüyormuş. İnsanı birine sarılmak isteğiyle yanıp tutuşturuyormuş. ''

''Hadi, siktir be! Ben niye yokluğunda fotoğraflarına bakarak özlemimi giderdim? Buna da cevabın, 'bende fotoğrafın yoktu' mu olacak? '' dedi tiz sesiyle.

Gerçekten o kadar doğru konuşuyordu ki, konuşarak onun doğrularına yanlışlarımla  gölge olmak istemiyordum.

''Mesafeler aşka engel değildir, diyenler sevgilisinin yanında olanlar değil mi? Veya şunu şöyle açıklayabilirim. 'Para önemli değil, huzur önemlidir' diyenler zenginler değil mi zaten? Onlar nereden bilebilir ki parasızlığın huzuru bozduğunu. Mesafeler aşka engelmiş İbrahim. Aşık olan boşluğa düşüyormuş. Boşlukta çaresiz kalıp yaslanacağı bir omuz arıyormuş. ''

''Sende yaslanacak bir omuz buldun, '' dedi ayağa kalkıp saçlarına ellerini geçirerek.

Sustum.

Söyleyecek çok şeyim vardı.

Ama söyleyecek cesaretim yoktu.

Sizce boşlukta kalmak, yaslanacak bir omuz mu gerektirir?

''Bir yanım sana hayran, bir yanım ise düşman. Bir yanım olsun diyor. Bir yanım da pişman, '' dedi ellerimden tutup beni kendine çekerek. Ellerini belime doladı. Boynumdan tutup kendine daha da çekti beni. Dudaklarımız birbirine değerken dudaklarını kulağıma doğru götürdü. Beklenmedik bir anda boynuma öpücükler konduruyordu. Ben bunu hak etmiyordum ki. Nasıl bir anda ruh hali değişmişti?

''Bir kitapta okumuştum. 'Hayatını anlamlı kılan ne varsa vazgeçme' yazıyordu. Galiba hep vazgeçmeye kalksam senin o gülüşün canlanıyor gözümde. Sonra diyorum, siktir et! O sana ait, '' diye fısıldadı o boğuk sesiyle kulağıma. 

Dudağı tekrar karşımda yerini almıştı. Bir anda dudağını bastırdı dudaklarıma. Ona eşlik ettim. Kendimden geçiyordum diyebilirim o esnada. Ne yaptığımı bilmiyordum.

''Gençler geleceğin gençlerine kötü örnek oluyorsunuz. '' Bunu söyleyen bekçi amcaydı. İkimizde öpüşmeyi bırakıp etrafa bakındık. Çocuklar oynamayı bırakmış bizi alkışlıyordu. Ve ben o masum alkışları hak etmiyordum. 

Koşup bekçi amcanın ellerinden öptüm.

Beraber oturup konuştuk. Bekçi amca 'Asel, sen yokken İbrahim hiç bu parka uğramadı, '' dedi bize çay ikram ederken. O cümlenin arkasında cam gibi parçalanmış BURUKLUK yatıyordu. Bekçi amcanın her söylediği cümle beni kahrediyordu. İbrahim mesafelerin aşka engel olmadığını kanıtlar gibiydi. Evet bensiz bir hiçmiş o. O ben gittikten sonra bitmiş. Boşluğa düşmüş ve geceleri benim fotoğraflarımı öperek bana yollara inat sarılmış. Ben ise... Meriç'e.

Kısacası ben Cem Adrian'ın Herkes Gider Mi? şarkısının cevabıymışım.

Ona bakamıyordum. Kendimi tıpkı yaşayan bir ölü gibi hissediyordum. Yaşayıp hiçbir şeye yararı dokunamayan.

Bekçi amcayla oturup iki saate yakın sohbet ettikten sonra İbrahim'in arabasına bindik. Güneş batmıştı. Sanki erken mi batmıştı? Galiba güneşte benim yalanlarıma ortaktı. O da utanmıştı.

''Beni vereceğim adrese bırakabilir misin? '' dedim babamın verdiği otelin adresini ona göstererek.

''Hayır, bırakamam. Sana ihtiyacım var, '' dedi arabayı sürmeye devam ederek. Dikkatimi çekmişti. Ona doğum gününde aldığım yüzük parmağındaydı. Oysa ki onun bana aldığı kolye boynumda değildi. Onun aldığı kolye yerine, Meriç'in aldığı kolye boynumdaydı. Bir an tereddüt bile etmeden kolyeyi tutup çektim ve camı açıp fırlattım.

Gerçekten kendimde değildim. Neler yapıyordum ben? Nasıl olmuştu da yanında huzur bulduğumun bana aldığı kolyeyi boynumdan çekip atabilmiştim? 

''Asel delirdin mi? '' dedi İbrahim arabayı durdurarak.

Saçlarımı öne doğru salladı. Yumuşacık ellerini kolyenin kanattığı boynumda hissettim. 

''Kanattın. Sen çıldırdın mı? '' dedi boynumu öperek.

''Onu Meriç aldı, '' dedim ellerini boynumdan iterek. ''Onun aldığı kolye çizdi boynumu. Dokunmak istemeyeceksin herhalde, '' dedim onun gözleri kadar güzel olmayan gözlerimi gözlerinde kenetleyerek.

''Saçmalıyorsun şuan. Kendinde değilsin, '' dedi cebinden çıkardığı peçeteyi boynuma bastırarak. Ardından kanın durduğunu anlayınca yara bandını yapıştırdı.

Benim ona yardımcı olup ona bakmam gerekti, onun bana değil.

''İyi değilsin. Bugün için özür dilerim. Söylemek zorundaydım. İçimde biriken kini, öfkeyi kusmam lazımdı. Yoksa zehirlenip ölecektim, '' dedi başımı göğsüne yaslayarak.

Şimdi de ruhum baş başaydı acizliğimle. Birazdan belki de ben ölecektim. O zehirlenmekten kurtulmuştu. Temizlenmişti içi. Ama ben? Daha da kirlenmişti içim. Ölmeye yüz tutmuştu bedenim. Ve unutmamam gereken bir şey vardı ki, kalbimin bir yerlerinde Meriç vardı. Aptaldım, evet. Ben onu da seviyordum. İkisini de seviyordum. Belki ikisinden birine aşıktım, diğerini de seviyordum. Ama bunu ayırt edemeyecek kadar güçsüzdüm. Beni benden başka kimse anlayamazdı ki. Ben bile beni anlayamıyordum.

İbrahim'in evine geldiğimiz de babamı arayıp Ceren'de kalacağımı söyledim. Otele gelmem için ısrar etmedi. İbrahim duştayken bende mutfakta yemek yapmaya çalışıyordum. Uzun uğraşlar sonucunda iki tabak makarna yapmayı becermiştim. Daha fazlası beklenemezdi benden zaten. Makarnaları masaya yerleştirirken telefonum çaldı. Ellerimi kurulayıp telefonu elime aldım. Arayan Ceren'di. Anlaşılan Urfa'ya geldiğimi duymuştu.

''Canım, '' dedim telefonu hoparlöre alıp masaya indirirken. Çatal ve bıçakları masaya yerleştiriyordum o esnada.

''Lan yarın. En geç yarın buluşuyoruz, '' dedi.

''Tamam bakarım, '' dedim saatler sonra gülümseyerek.

''Bakarım falan yok. Geleceksin. Yarın konuşuruz annem çağırıyor beni şimdi. Bu arada neredesin? '' dedi.

'' İbrahim'in yanındayım. Bu gece burada kalacağım, '' dedim ve devam ettim. ''Babam sizi ararsa sizdeyim, çaktırma. ''

''Çok şükür. İbrahim'in artık yüzü gülecek. Gerçekten çok mutluyum. Sonunda kavuştunuz, '' dedi. 

Birkaç vedalaşma sözünün ardından telefonu kapadım. 

''Onlarda ayrıldılar, '' dedi İbrahim. Mutfak kapısına yaslanmış beni izliyordu. Cerenle konuşmamızı dinlemişti ve ben onun burada olduğunu fark etmemiştim.

''Ne? Ciddi misin sen? '' dedim şaşkınlıkla. '' Evet, ciddiyim. Ayrıldılar. Yarın konuşursunuz siz. Sebebini bilmiyorum, '' dedi. Yanıma yaklaştı. Elleriyle belimi kavradı ve kendine çekti, sabah olduğu gibi.

Buruk bir sesle, ''Galiba onlarda mesafelere dayanamadı, '' dedi ve gülümsedi.

Beni acizliğime rağmen kabul etmişti. Her şeyi unutup bana sarılmıştı. Sanki yeniden başlamak ister gibi. Her şeyi geride bırakacak gibi. Ama bu onun her şeyi unuttuğu anlamına gelmiyordu tabii. Benim yaptıklarım belli ettirmese de hafızasında yer edinmişti.

''Onlarınki mesafelere yenik düşecek bir aşk değil ki, '' dedim. Yine düşünmeden ağzımdan çıkan laf, bizim aşkımızın küçük olduğunu ima ettiğimin kanıtı oluyordu.

''Bizimki de mesafelerle baş edebilecek bir aşk, '' dedi ve dudağımı sertçe öpüp tekrar konuştu. ''Bizim aşkımız kilometrelerden daha uzun. Bizim aşkımız ben dünyanın diğer ucunda olsam bile devam edecek. ''

Öpüşmeye başlamıştık. Elleri tişörtümün içinde yerini aldı. Sanki yumuşak elleri sabah parkta utançtan eğdiğim belime masaj yapıyordu. Ve bu çok can alıcıydı. Başımın arkasından tutup alnımı alnına yapıştırdı. 

''Seni seviyorum Asel! '' dedi. Tekrar beni öpmeye başladığında yorgun düşmüştüm. Galiba iki buçuk dakikadır ayakta dikilip on sekiz artıya girecek derecede öpüşüyorduk.

Yemeği bitirdikten sonra İbrahim yatak odasına çıktı ve bende onun ardından. Bavulumun yanımda olmayışı pantolonumla huzursuz bir gece geçireceğim anlamına geliyordu.

''Bu tişörtü giy ama sakın daha sonra bana vermemezlik etme, '' dedi ve elindeki tişörtü bana fırlatıp yatağa uzandı. Benim tişörtümdü. İzmir'e gitmeden önce ısrarla benden tişörtümü istemişti ve bende onu kıramayıp sarı çizgili, beyaz tişörtümü ona vermiştim. Bana bakmaya devam ediyordu.

''Bakma. Üzerimi değişeceğim, '' dedim gülerek.

''Tamam. Dönüyorum. Ama dönmesem de olur. Ne de olsa benim kızımsın, '' dedi dudağını hafif kıvırarak.

Gerçekten de onun kızı mıydım?

Arkasını dönmesiyle hemen pantolonumu çıkardım ve üzerimdeki siyah tişörtten kurtuldum. Sarı çizgili, beyaz tişört ve siyah ruhlu ben hazırdık uyumaya.

Yatağa uzandım. Mümkün olduğunca İbrahimle arama mesafe koymak istiyordum. Ama tek kişilik yatakta bu pek mümkün olmayacaktı galiba.

''Üşüdün mü? '' diye sordu. 

''Hayır böyle gayet iyiyim, '' dememe aldırış etmeden beyaz çarşafı açıp üzerimizi örttü ve belimden tutup güçsüz, zayıf bedenimi kendisine çekti.

''Galiba aylar sonra mutlu uyuyacağım bir gece. Bana itiraz etmeyip benimle beraber uyuduğun için teşekkürler Asel, ''dedi saçlarımı öperken.

''Ben sana teşekkür ederim. Hatalarımla beraber beni evine aldığın için. ''

Ona yüzümü dönmemiştim. Gerçekten uzun uzun bakamazdım o yeşil gözlerine. Sesi çıkmıyordu artık. Galiba uyumuştu. Yüzümü ona döndüğümde tahminimde yanılmadığımı fark ettim. Uyuyordu. Bir kimsesiz masum bebek gibi.

Telefonumdan mesaj sesi geldi ve onu uyandırmamaya çalışarak yavaşça kolumu komidine uzattım. ''M'' harfi koyduğum kilidi açıp mesajlara girdim. Meriç'tendi. Heyecanlanmıştım. Acaba ne yazmıştı gece gece?

Gönderen; Meriç

Şuan yatağımda olsaydın keşke. Sana sarılıp uyusaydım. Çok özledim şimdiden. Bir hafta nasıl dayanacağım? Eminim, sen de şuan bana sarılıp uyumak isterdin. Ama mesafeler buna engel. Hele bir buraya gel. Seni yatağıma atıp sarılıp da sarılacağım.


Continue Reading

You'll Also Like

408K 21.8K 69
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
2.9M 101K 63
"Hiç boşuna çabalama sen benimsin!" diye tıslayınca utanmasam oturup ağlayacaktım. Neden bu bana aşık oldu ve başıma bela oldu. "İstemiyorum anlamıy...
49.8K 3.4K 17
"Bir adam ile yara bandının hikâyesini hiç duydun mu?" diye sordum meraksız bir tonda. Çünkü anlatmak istediğim sıradan bir hikâye değildi, kendi yaz...
6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...